Mustafa Kemal ATATÜRK

NUTUK

Bölüm: 1
Harekete Geçmek İçin Yapılan Ön Hazırlıklar

Ulusal Örgütler Kurulması ve Ulusun Uyarılması

Bir hafta kadar Samsun'da ve 25 Mayıstan 12 Hazirana dek Havza'da kaldıktan sonra Amasya'ya gittim. Bu süre içinde bütün yurtta ulusal örgütler kurulması gerektiğini bir genelge ile bütün komutanlara ve sivil örgütlerin baş yöneticilerine bildirdim.

Dikkate değer ki, İzmir'e ve daha sonra Manisa'yı ve Aydın'ı düşmanın ele geçirişi ve yapılan her türlü saldırı ve zulüm hakkında ulus daha aydınlanmamış ve ulusal varlığına vurulan bu korkunç darbeye karşı açıkça hiçbir üzüntü ve sızıltı gösterilmemişti. Ulusun bu haksız darbe karşısında sessiz ve durgun kalması, elbette ulusun iyiliğine yorumlanamazdı. Bundan dolayı, ulusu uyarıp harekete getirmek gerekli idi. Bu amaçla 28 Mayıs 1919 günü, valilere ve bağımsız mutasarrıflıklara, Erzurum'da On Beşinci Kolordu, Ankara'da Yirminci Kolordu ve Diyarbakır'da On Üçüncü Kolordu Komutanlıklarına, Konya'da Ordu Müfettişliğine genelge ile şu yolda bildirimde bulundum:


İzmir'e ve daha sonra ne yazık ki Manisa'ya ve Aydın'a düşmanın girişi, gelecek tehlikeyi daha açık olarak sezdirmiştir. Ülke bütünlüğümüzün korunması için, ulusal tepkilerin daha canlı olarak gösterilmesi ve sürdürülmesi gerekir. Ulusal yaşayışı ve bağımsızlığı bozan düşmanın yurda (işgal) girişi ve yurt parçalarını koparıp alması gibi olaylar, bütün ulusa kan ağlatmaktadır. Üzüntüler önlenemiyor. Katlanılamayacak ve dayanılamayacak bu olayların hemen önlenmesi, bütün uygar uluslarla, büyük devletlerin adaletinden ve etkisinden sabırsızlıkla beklendiği yolunda, önümüzdeki hafta içinde ve çeşitli illere göre, Pazartesi başlayıp Çarşamba gününe dek gerekli işlemlerin arkası alınarak, yapılacak büyük ve coşkun toplantılarla ulusal gösterilerde bulunulması ve bunun köylere varıncaya dek bütün çevrede yapılması ve bütün büyük devletlerin temsilcileriyle Babıâli'ye (İstanbul hükümetine. Sadrazamlık katına) etkili telgraflar çekilmesi ve yabancıların bulunduğu yerlerde bunlara da etki yapmakla birlikte, ulusal gösterilerde düzenin son derece korunması ve Hıristiyan halka karşı bir saldırıya ve düşmanlık gösterisine, kırıcılığa benzer davranışlarda bulunulmaması çok gereklidir. Sizler bu konularda duyarlı ve etkili bulunduğunuzdan, işin iyi yönetileceğine ve başarılacağına tam güvenim vardır. Sonucun bildirilmesini rica eylerim.



Hürriyet ve İtilâf Fırkası



Hürriyet ve İtilâf Fırkası (Partisi):

İttihat ve Terakki Fırkası karşıtlarınca 8 Ekim 1911'de kuruldu. İttihat ve Terakki Partisi'nin hükümet kuruluşunda etkili olduğu zaman dağıtıldı. Mondros Ateşkes Anlaşması'ndan sonra tekrar faaliyete geçti. Kurtuluş Savaşı karşıtı propaganda ve eylemlere katıldı. Üyeleri İstanbul Hükümetlerinde yer aldı.

Felahı Vatan Grubu



12 Ocak 1920 günü toplanan son Osmanlı Mebuslar Meclisi'nde kurulan grup.

Akbaş Cephaneliği



Gelibolu yakınında, Kurtuluş Savaşı sırasında Fransızlar gözetimindeki cephanelik.

Sivas Kongresi Heyet-i Temsiliye (Temsilciler Kurulu) Üyeleri



11 Eylül 1919 Tarihinde Seçilen Sivas Kongresi Heyet-i Temsiliye (Temsilciler Kurulu) Üyeleri

1. Mustafa Kemal Paşa

2. Rauf Bey

3. Refet Bey

4. Hoca Raif Efendi

5. Süleyman Servet Bey

6. Şeyh Fevzi Efendi

7. Bekir Sami Bey

8. Sadullah Efendi

9. Hacı Mustafa Bey

10. Kara Vasıf Bey

11. Mazhar Müfit Bey

12. Ömer Mümtaz Bey

13. Hüsrev Sami Bey

14. Hakkı Behiç Bey

15. Niğdeli Mustafa Bey

16. İzzet Bey

Ankara Antlaşması



Sakarya Savaşı sonunda Türk gücü ve Türk davasını anlamak zorunda kalan Fransız Hükümeti ile TBMM Hükümeti arasında imzalandı. 20 Ekim 1921.

1. Bu anlaşmanın imzasıyla Türkiye ve Fransa arasında savaş sona erecekti.

2. Fransızlar Güney cephesinden kuvvetlerini çekeceklerdi.

3. İskenderun bölgesi (Hatay) Fransızlarda kalacak, fakat çoğunluğu Türk olan halk kültür alanında özgürlüğünü koruyacak, Türkçe resmi dil olacaktı.

4. Ankara Anlaşmasının 9. maddesine göre: Osmanlı Devleti'nin kurucusu olan Osman Bey'in büyük babası olan Süleyman Şah'ın türbesinin bulunduğu "Caber Kalesi" (Türk Mezarı), Türkiye sınırlarından 100 km. kadar uzakta, Suriye toprakları içinde olmasına rağmen, Türk toprağı sayılmış, burada asker bulundurmak ve bayrak çekmek hakkı Türkiye'ye verilmiştir.

Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti



Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti (Anadolu ve Rumeli Ulusal Hakları Savunma Derneği)

Sivas Kongresi kararıyla 11 Eylül 1919'da kuruldu. Dernek, çeşitli adlar altında Anadolu'da ve Rumeli'de faaliyetlerde bulunan ulusal örgütlerin birleşmesini sağladı. Sivas Kongresi'nin kararlarının uygulayıcısı olduktan sonra 1921 yılında TBMM'de "Müdafaai Hukuk Cemiyeti Grubu"nu oluşturdu. Bu dernek, 1923 yılında kurulan Cumhuriyet Halk Partisi'nin temeli sayılır.

İradei Milliye Gazetesi



11 Eylül 1919 tarihli Sivas Kongresi'nde yayıma başlamasına kararlaştırıldı. 14 Eylül'de ilk sayısı yayımlandı. Ulusal direnişi halka anlatmayı amaçladı.

İngiliz Muhipler Cemiyeti



İngiliz Muhibleri Cemiyeti

Milli Mücadele’ye düşman kuruluşlardan birisi de “Türkiye’de İngiliz Muhibleri Cemiyeti= Association of the Friends of England in Turkey” dir.

20 Mayıs 1919’da kurulan Cemiyetin amacı, 22 Mayıs 1919’da yayınlanan beş maddelik programda, “İdaresi altında milyonlarca İslam nüfusu bu­lunan İngiltere Devleti ile Saltanat ve Hilâfeti bünyesinde toplayan Os­manlı Devleti arasında, öteden beri mevcut olan bağ ve yardımlaşmayı takviye etmek ve iki milletin menfaatlerine uygun hareket etmektir. Ayrıca Osmanlıların İngiltere’nin ilmî, edebî, içtimaî ve iktisadî sahalardaki ge­lişmelerinden istifade etmesini sağlamak ve Osmanlıları bütün milletlere tanıtacak neşriyat yaparak, medenî milletlerin onlar hakkındaki kötü dü­şüncelerini değiştirmeye çalışmaktır.” şeklinde ifade edilmektedir.

Cemiyetin isminden, İngilizlere dost olanların kurduğu bir dernek anlaşılmamalıdır. Bu derneği kuranlar, kendi çıkarlarının korunma çaresini Lloyd George Hükümeti aracılığıyla İngiliz himayesini sağlamakta arayanlardır. Cemiyet, açık faaliyetleri kadar gizli fesatlıkları da bulunan bir casusluk teşkilatıdır.

Bu cemiyete girenlerin başında, Osmanlı Padişahı ve Halîfe-i Rûy-i Zemîn (yeryüzünün halifesi) unvanını taşıyan Vahdettin, Damat Ferit Paşa, Dahiliye Nâzırı (İçişleri Bakanı) Ali Kemal, Âdil ve Mehmet Ali Beyler ile Sait Molla gibi isimler bulunmaktadır. Cemiyetin daimi başkanlığını Kamil Paşazade Şevket Bey üstlenmiştir. İlk kurucu ve yöneticilerine bakıldığında, yüksek seviyede ve etkili konumlarda bulunan memur, ekonomik konularda görevliler ile Devlet Şurası Azalığı ve Adalet Bakanlığı Müsteşarlığı’nda bulunan ikinci başkan Sait Molla gibi dini nitelikteki isimlerin bulunması dikkat çekicidir.

30 adedi elde edildiği belirtilen ve Mustafa Kemal Paşa tarafından 12 adedine Nutuk’ta yer verilen Sait Molla’nın yazmış olduğu mektuplar incelendiğinde, İskoç Presbyterian Kilisesi’ne mensup İngiliz Papaz Frew (Fru)’in, Cemiyet’in gizli idarecisi olduğu görülebilecektir. Papaz Frew, İngiliz haber alma örgütünün İstanbul bölümündedir. Kendisine Padişah tarafından nişan verilmiştir. İngilizlerin direktifleri ve parasal yardımları onun kanalıyla Cemiyet’e aktarılmıştır.

Cemiyet’in iki ayrı yönü ve niteliği bulunmaktadır. Biri açık yönü ve usulüne uygun teşebbüslerle, İngiliz himayesini sağlama amacına yönelmiş olan niteliği, ötekisi ise; “Memleket içinde örgütlenerek isyan ve ihtilâl çıkarmak, millî şuuru felce uğratarak yabancı müdahalesini kolaylaştırmak, memleketin içten parçalanması için zemin hazırlamak, İngiliz himayesinin memleketin kurtarılması için tek çare olarak gösterilmesini sağlamak, Suriye, Irak ve Filistin’i İngiltere’ye bağlamak için çalışmak” şeklindeki gizli amaçlarıdır.

Cemiyetin yöneticileri, Osmanlı Devleti’nin İtilâf Devletleriyle ya­pacağı barışta, en etkili devletin İngiltere olacağını düşünmektedirler. Bu devletin dostluğu kazanıldığı takdirde, ya­pılacak barışın şartlarının elden geldiği kadar hafif olması sağlanabilecektir. Kendi menfaatleri gereği, memleketi İngilizlerin himayesi altına sok­maya çalışan Cemiyet’in yöneticileri, bu hedefleri doğrultusunda takip ettikleri siyasetin önünde bir engel olarak gördükleri, Anadolu Hareketi’ne karşı, İngilizlerle işbirliği içinde, Millî Hareketin daha doğarken yok olmasını sağlamak için büyük gayret sarf etmişlerdir.

Çoğunluğunu vatansever Türk parlamenterlerinin, asker ve yöneticilerinin oluşturduğu Malta Sürgünleri, İngiliz Muhibleri Cemiyeti ile Hürriyet ve İtilâf Fırkası mensuplarının hainliklerine kurban gitmişlerdir. Son Osmanlı Mebusân Mec­lisi’nin 11 Nisan 1920 günü feshedilişinde de Cemiyet önemli rol oynamıştır.

Cemiyet adına Sait Molla’nın ilan ettiği tek kurtuluş çaresinin İngiliz mandası ve koruyuculuğu olduğu görüşü, Cemiyet ile Hürriyet ve İtilâf Fırkası’nı kader ortaklığına götürmüştür ve Muhipler ile İtilâfçılar arasında bir çeşit bütünleşme yaratmıştır. Osmanlı Devleti’nin de alınyazısını saptayıcı bu ortaklığın belirlediği üçüncü bir ana çizgi de doğal olarak yoğun bir İttihat ve Terakki-Müdafaa-i Hukuk düşmanlığıdır. Bu noktada Cemiyet’in ilişki ve işbirliği içinde bulunduğu diğer bazı ce­miyetleri de; Teali İslam Cemiyeti, Târîk-i Salâh Cemiyeti, Askerî Nigâhban Cemiyeti, İlâ-yı Vatan Cemiyeti, Kürt Teali Cemiyeti vs. olarak sıralamak mümkündür.

Cemiyet, Millî Mücadele aleyhindeki propaganda çalışmalarının yanında, bizzat casusları va­sıtasıyla memleketin çeşitli yerlerinde Millî Mücadele aleyhine isyanlar tertiplemiştir. Sait Molla’nın 24 Ekim 1919’da Papaz Frew’e yazdığı yedinci mektupta; “Sivas olayını nasıl buldunuz? Biraz düzensiz ama yavaş yavaş düzelecek...O yere batası İttihatçı basın, bazen bizim işlere engel oluyor.” şeklindeki ifadeleri ile 27-28 Ekim 1919’da yazdığı dokuzuncu mektupta yer alan; “Arkadaşlara propaganda için talimat verdim. Başarılarımızın ilk meyvelerini yakında toplayacağımızdan eminim üstadım.” sözleri, cemiyetin bu yöndeki çalışmalarını ispatlamaktadır.

Cemiyet, Anzavur İsyanı ile Kuvâ-yı İnzibatiye ve Kuvâ-yı Muhammediye hareketleri gibi kardeşi kardeşe kırdıran menfi hadiselerin ha­zırlanmasında da büyük rol oynamıştır. Bunun yanında, Sait Molla ile Papaz Frew, bizzat hazırladıkları idam listeleriyle; Mustafa Kemal, Kazım Karabekir, İsmet ve Ali Fuat Paşalar ile Rauf Bey gibi, Anadolu Ha­reketi’nin önde gelen liderlerini ortadan kaldırarak, Millî Mücadele’yi li­dersiz bırakmayı planlamışlardır.

Cemiyet’in gazetesi İstanbul’dur. Önceleri Yeni İstanbul, sonra da Türkçe İstanbul adıyla çıkmıştır. Başlığın altında Cemiyet’in İngilizce adı vardır. Mes’uliyet, Sabah, Peyam-ı Sabah, Cemiyet’e sürekli dostluk göstermişlerdir. Ankara’da çıkan Mefkure gazetesi, Cemiyet Ankara Şubesi’nin açılacağını “müjde” olarak vermiştir. Heyet-i Temsiliye, Cemiyet yayınlarının Anadolu’ya sokulmasını ve menfi telgrafların halka duyurulmasını engellemiştir. Propaganda çalışmaları engellenen Cemiyet, değişik metotları uygulamaya koymuş, çeşitli kimliklere bürünmüş birçok ajanını Anadolu’ya göndermiştir.

İstihbarat çalışmaları çerçevesinde, özellikle Millî Mücadele ile ilgili gizli bilgileri elde etmek ve bunları İngilizlere aktarmak işine büyük önem vermiş olan Cemiyet, bu maksatla memleket sathında üyelerinden oluşan ve kimin hangi bölgede, hangi yetki ve sorumluluklar çerçevesinde fa­aliyet göstereceğine dair kesin kuralların belirlendiği, düzenli istihbarat ça­lışmaları yürüten bir ağ kurmuştur. Casusluk faaliyetlerinde, Ermeni Taşnak Cemiyeti men­suplarının yanında, özellikle din adamı, doktor, eczacı, sıhhî me­mur gibi mesleklerde bulunan kişilerden faydalanılmıştır.

İstanbul’da bulunduğu süre içerisinde Papaz Frew ile mülakatta bulunan Mustafa Kemal Paşa’nın, “Bu sıralarda bütün Belediye reislerine İstanbul’da İngiliz Muhibleri Cemiyeti’nin kurulduğu ve bu cemiyete katılınması ile İngiltere’nin müzaheretinin talep edilmesi gereği hakkında telgraflar çekildiğini haber aldım. Bu konuda Hükümetin tutumunu anlamak için durumu Sadrazam Ferit Paşa’ya bildirdim. Ancak bir cevap alamadım. Böyle siyasî maceraların büyük felaketlere sebep olacağını takdir eden milletimiz, Sait Molla’nın bu tebliğine itibar etmemiştir.” ifadelerinden, Cemiyet’i kuruluş aşamasından itibaren takibe aldığı anlaşılmaktadır.

Bu noktadan itibaren, Cemiyet’e karşı daha tedbirli ve temkinli dav­ranarak zararlı faaliyetlerini en aza indirmeye çalışan Mustafa Kemal Paşa, Ce­miyet’e karşı somut tedbirler almıştır. Bu tedbirlerden biri, 21 Ekim 1919’da Mustafa Kemal Paşa ile Salih Paşa arasında im­zalanan Amasya Protokolü’nün altıncı maddesinde yer alan, “İngiliz Muhibleri Cemiyetinin (kapu, kapu dolaşıp) ahaliye kâğıt mü­hürlettirmelerine mani olmak.” hükmü olmuştur.

Mustafa Kemal Paşa tarafından 11 Aralık 1919’da Papaz Frew’e yazılmış olan mektup, O’nun Cemiyet ve İngiltere Hükümeti hakkındaki düşüncelerini açıkça ortaya koyması bakımından büyük önem taşımaktadır. Söz konusu mektup, Cemiyet’e karşı alınan aktif tedbirlerin yanında, Millî Mücadele karşısında hiçbir gücün anlamı olmayacağının izah edildiği, Cemiyet faaliyetlerinin durdurulmasına yönelik diplomatik nitelikte bir girişimdir.

Cemiyet, İngilizlerin, Türk Millî Mücadelesi ile kurdukları diyalogun gerilimlerine bağımlı olarak var olabilmiştir. Kazanılan zaferler karşısında ve tarihsel değerini bulan bir İstanbul içinde İngiliz desteği sürebildiği kadar yaşayabilmiştir. 1922’de, Müdafaa-i Hukuk muhaliflerinin kaçış kargaşasında, Muhibler de kurtuluş çaresi aramışlardır. Sait Molla, Romanya’ya kaçmış ve yurt dışında ölmüştür. Üyelerden bir kısmı, Ankara İstiklal Mahkemesi’nce çeşitli cezalara mahkûm edilmiş, bir kısmı da yüzellilikler listesinde yer almışlardır. Mustafa Kemal Paşa liderliğinde, Türk Milleti’nin bağımsızlık yönündeki kararlılığı karşısında yenilgiye uğratılan Bağlaşık Güçleri ve Yunan Ordusu gibi bu Cemiyet de, tarihte Türk Millî Mücadelesi karşısında yok olanlar tarafında yerini almıştır.

Serdar YURTSEVER

KAYNAKÇA

ATATÜRK, Nutuk, Bugünkü dille yayına hazırlayan Zeynep KORKMAZ, Başbakanlık Basm., C.I, Ankara, 1984, ss.5, 203-206.

AYDIN, Mesut. Millî Mücadele Yıllarında İstanbul’da Faaliyet Gösteren Gizli Gruplar, Ankara Üniversitesi (Basılmamış Doktora Tezi), Ankara 1989, s.167.

BAYKAL, Bekir Sıtkı. Heyet-i Temsiliye Kararları, 2. Baskı, TTK Basımevi, Ankara 1989, s.73.

BAYUR, Yusuf Hikmet. Atatürk Hayatı ve Eseri I, Doğumundan Samsun’a Çıkışına Kadar, Güven Basımevi, Ankara 1963, s.203.

DÖNMEZ, Cengiz. Milli Mücadeleye Karşı Bir Cemiyet: İngiliz Muhibleri Cemiyeti, ATAM Yay., Ankara 1999, ss.106, 109-110, 141, 160, 163, 165.

KUTAY, Cemal. Etnik-i Eterya’dan Günümüze Ege’nin Türk Kalma Savaşı, Boğaziçi yay., İstanbul 1980, s.272

TEVETOĞLU, Fethi. Milli Mücadele Yıllarında Kuruluşlar, TTK Basım., Ankara 1991, ss.53, 55, 64, 69-71, 93, 98, 119, 127.

TUNAYA, Tarık Zafer. Türkiye’de Siyasal Partiler, Mütareke Dönemi 1918-1922, C.II, Genişletilmiş İkinci Baskı, Hürriyet Vakfı Yay., İstanbul 1986, ss.472, 474-476, 482-483, 486.

İkinci Grup



Mustafa Kemal Paşa'nın 10 Mayıs 1921'de kurduğu Müdafaai Hukuk Grubu karşıtlarınca oluşturulan grup. Bu grubun önderliğini I. Dönem Erzurum milletvekili Hüseyin Avni (Ulaş) Bey ile Mersin milletvekili Hüseyin Salahattin Bey yapıyorlardı. Mustafa Kemal Paşa'ya ve onun ilkelerine karşı olanlara İkinci Grup denilmekteydi.

Heyeti Temsiliye (Temsilciler Kurulu)



Erzurum ve Sivas Kongreleri Genel Kurulları tarafından, kongre kararlarını uygulamak, kongrenin toplantı halinde olmadığı zamanlarda kongre adına karar verme yetkisine sahip seçilen kurul. TBMM'nin açıldığı güne kadar görev yaptı.

Halk İştirakiyun Fırkası



Halk İştirakiyun Fırkası (Partisi)

İhsan GÜNEŞ

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde ayrışmaların öncülüğünü sosyalist düşünceye yatkın kişiler yapmıştır. Yeşil Ordu hareketinin durdurulmasına karar verilince Yeşil Ordu’nun sol kanadını oluşturan bazı kişiler Türkiye Komünist Partisi’ne geçmedi. Bir süre gizli ‘Türkiye Komünist Partisi’ adı altında çalışmalarını sürdürdüler. 7 Aralık 1920’de Tokat Milletvekili Nazım, Bursa Milletvekili Şeyh Servet ve Afyon Milletvekili Mehmet Şükrü, Baytar Binbaşı Hacıoğlu Salih, Ziyne­tullah Nuşirevan; emeği temel ilke alarak “Türkiye Halk İştirakiyûn Partisi”ni kurdular ve “Emek” gazetesini çıkardılar. Yeşil Ordu’nun tabanını kendi yanlarına çekmek için, Yeşil Ordu’nun, Türkiye Halk İştirakiyûn Partisi’ne dönüştüğü propagandasını yaptılar. Parti kısa sürede serpilip gelişti. Afyon’da, Yozgat’ta Sivas’ta, Çorum’da, Akdağmadeni’nde ak­ti­vi­tesini artırdı. Hükümet üyeleri partinin etkinliğini azaltacak her önleme başvurdu. İçişleri Vekili, memurlardan bu partiye girenlerin görevlerine son verdi. Maarif Vekili, maarif müdürlerine bir genelge göndererek “maarif mensuplarının” bu partiye girmelerine izin verilmemesini istedi. Türkiye Halk İştirakiyûn Partisi’nin saltanatın babadan oğula geçmesine, dini esaslara dayanan tasarruf hakkına; kiralama gibi “ülkeyi berbat eden” ve bir avuç azınlığın çoğunluğa egemen olmasına yol açan haklara karşı çıkması İslâmcı milletvekillerinin ve halkın bu Parti’ye karşı tepkisine yol açtı. Çerkez Ethem İsyanı’nı destekledikleri gerekçesiyle Salih Hacıoğ­lu, Ziynetullah Nuşirevan ve bazı parti üyeleri tutuklandı. Çerkez Ethem İsyanı’ndan sonra Meclis’te, hükümetin sol anlayışından daha da aşırı olanlara karşı, hem Türkiye Komünist Partisi, hem de İslâmcı milletvekilleri adeta ortak bir davranış içine girdiler. “Gafil ve hain” olarak niteledikleri Türkiye Halk İştirakiyûn Partisi üyelerini dışardan para almakla suçladılar ve partinin kapatılmasını, üyelerinin milletvekilliğinden çıkarılmasını istediler. Bu baskılar karşısında Türkiye Halk İştirakiyûn Partisi yöneticileri ülkedeki “fikir cereyanlarını ilmi bir mecrada yürütmek ve her hususta halkı aydınlatmak üzere” kurulduğu halde “bu sırada memleketin pek çok muhtaç olduğu vahdet-i âmal-i efkârı muhafaza maksadıyla 1 Şubat 1921’den itibaren terk-i faaliyet” eylemiş olduklarını, bir bildiri ile açıkladılar. Ancak; Nâzım, Şeyh Servet ve Mehmet Şükrü Bey’ler, Hükümet’i yasa dışı yollardan devirmeyi amaçladıkları gerekçesiyle İstiklal Mahkemesi’ne verilmekten kurtulamadılar. Mahkeme bunlardan Tokat Milletvekili Nâzım Bey’in suçunu sabit görerek Hıyanet-i Vataniye Yasası’nın 2. maddesi uyarınca 15 yıl hapse mahkûm etti (9 Mayıs 1921). Sakarya Savaşı’nın zaferle bitmesinden sonra ülke içinde ve dışında gücünü iyice pekiştirmiş olan TBMM Hükümeti, Mayıs ayında hükümeti devirmek suçuyla tutuklanan sol düşünceli kişiler için bir af çıkardı. Hapisten kurtulan bu kişiler kısa süre sonra tekrar örgütlenmeye yöneldiler. 18 Mart 1922’de çıkarmaya başladıkları, Yeni Hayat Dergisi ile kamuoyu oluşturmaya çalıştılar. III. Enternasyonale bağlı olduklarını açıkladılar. Türkiye Halk İştirakiyûn Partisi’nin yeniden canlandığını belirtir bildirilerin yayınlanması üzerine, eski parti üyelerinden milletvekili olanlar partiyle organik ilişki içine girmekten kaçındılar. Şeyh Servet Efendi “idari ve siyasi” ülküsünün halkçı olmasına rağmen yeni faaliyete geçen partinin bildirisinden haberi ve “reyi” olmadığını, hiçbir parti ile ilişkisinin bulunmadığını açıkladı. Türkiye Halk İşti­ra­kiyûn Partisi bu kopmalara rağmen derlenme ve örgütlenme çalışmalarını sürdürdü. 15 Ağustos 1922’de Parti’nin I. Kongresi’nin yapılacağını duyurdu. Hükümetten de izin aldılar. Ancak daha sonra yabancı delegelerin de kongreye katılacağı gerekçesiyle bu izin iptal edildi. Kaldı ki bu sırada Meclis’in içi hayli karışıktı. II. Grup olarak bilinen ve hükümete karşı olan milletvekilleri bu sırada meclisteki etkinliklerini artırmışlardı. Nitekim bu etkinliğin sonucunda da Sivas Milletvekili Rauf Bey’i İcra Vekilleri Heyeti Başkanlığına getirmişlerdi (12 Temmuz 1922). Mustafa Kemal Paşa ise işgalci Yunan ordusuna vuracağı son darbenin hazırlığı içinde idi. Çalışmalarını büyük ölçüde askerin taarruza hazırlanmasına ayırmıştı. Hükümet başkanı olan Rauf Bey 21 Temmuz’dan itibaren sosyalistlerin çalışmalarını yasakladı. 2 Ekim 1922’de de İcra Vekilleri Heyeti kararıyla Türkiye Halk İştirakiyûn Partisi tümüyle kapatıldı.

KAYNAKÇA

İhsan Güneş, Birinci Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Düşünce Yapısı (1920-1923), Ankara: İş Bankası Kültür Yayınları, 1997.

Mete Tunçay, Türkiye’de Sol Akımlar (1908–1925), Ankara: Bilgi Yayınevi,1978.

Mete Tunçay-Erden Akbulut, Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası (1920–1923), İstanbul: Sosyal Tarih Yayınları, 2007.

Fethi Tevetoğlu, Türkiye’de Sosyalist ve Komünist Faaliyetler, Ankara, Ayyıldız Matbaası, 1967.

Halifelik



Peygamber Hz. Muhammed'in ölümünden sonra devletin başına getirilen kişinin unvanı ve makamı. Halifelik, Hz. Muhammed'in ölümünden sonra, Müslümanlar tarafından seçilen ilk dört halife döneminden sonra, Emeviler, Abbasiler ve Osmanoğulları soylarına geçmiştir. Osmanlı Saltanatı, 1 Kasım 1922'de kaldırıldı. Halifelik sanı da, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 18 Kasım 1922'de Abdülmecit Efendi'ye verildi. Ancak, ulusal egemenlik ve laiklik anlayışına ters düştüğü için Halifelik makamı, 3 Mart 1924 günü, bir yasa ile kaldırıldı. Son halife Abdülmecit Efendi de yurt dışına çıkarıldı.

Gümrü Antlaşması



Gümrü Antlaşması (2-3 Aralık 1920)

Ankara Hükümetinin yaptığı ilk antlaşma. Doğu sınır boylarındaki Türk-İslam yerleşim bölgelerinin Mondros Ateşkesi’ni takiben Ermeniler tarafından saldırılara uğramaya başlamasıyla birlikte giderek artan bu durumu Kazım Karabekir 22 Mart 1920’de protesto etmiştir. Ermeni mezalimini Mustafa Kemal de temsilciler kurulu (Heyet-i Temsiliye) başkanı olarak protesto etmişti. Öte yandan, Mustafa Kemal’in sorusu üzerine Kazım Karabekir 28 Mart 1920’de Kars, Ardahan ve Batum’un alınması için harekete geçmenin 15 Nisan’dan sonra uygun olacağını bildirmişti. Ermeniler üzerine yapılacak taarruz konusunda Mustafa Kemal ile Kazım Karabekir arasında yazışmalar devam etti. Öte yandan Ermeni saldırıları gün geçtikçe artıyordu. Bu saldırılar Ağustos ve Eylül 1920’de giderek yoğunlaştı. Bu durum karşısında 20 Eylül 1920’de Ankara’da Ermenilere taarruz edilmesi kararlaştırıldı ve Kazım Karabekir’e bildirildi. Türk kuvvetleri 28 Eylül 1920’de harekata başladı. 29 Eylül’de Sarıkamış alındı. 28 Ekim’de Türk ordusu yeniden harekete geçti ve 30 Ekim 1920’de Kars’ı ele geçirdi. Doğu sınırları güven altına alınmış oldu. Misak-ı Milli sınırlarına büyük ölçüde ulaşılmıştı. 6 Kasım’da Türk kuvvetlerinin Gümrü önlerine gelmesi üzerine Ermenilere yapılan ateşkes (mütareke) önerisini onların kabul etmesine rağmen Ankara hükümetinin 8 Kasım’da yeni koşullar öne sürmesi ve bunların Ermeniler tarafından kabul edilmemesi üzerine, Türk ordusu 19 Kasım’da yeniden taarruza geçti. Bu durum karşısında Ermeniler 18 Kasım’da başlamak üzere yeni bir mütareke yaptılar. Başlayan barış görüşmelerine Gümrü’de devam edildi. Türk heyetini Kazım Karabekir, Süleyman Necati ve Hamit Bey temsil etmiştir. Yapılan görüşmelerin sonunda 2-3 Aralık 1920’de saat 24.00’da Türk ve Ermeni delegeleri Gümrü Antlaşması’nı imzaladılar. On sekiz maddeden oluşan bu antlaşma ile savaş durumuna son veriliyor, doğu sınırı belirleniyor böylece Kars, Sarıkamış, Kağızman ve Iğdır Türk topraklarına katılıyordu. Antlaşmanın üçüncü maddesiyle Ermeniler Türkiye toprakları içerisinde kalan hiçbir yerde Ermeni çoğunluğunun olmadığını kabul etmiştir. Dördüncü maddede ise Ermenistan’da zorunlu askerliğin kaldırılacağı, güvenliğin sağlanması için beş yüz askerden oluşan bir birliğin bulunacağı yer alıyordu. Sekizinci madde ise Türkiye’nin Ermenistan’dan savaş tazminatı almaktan vazgeçtiği ile ilgiliydi. Anlaşmanın en önemli maddesi onuncu maddesi idi. Bu madde ile Erivan hükümeti TBMM tarafından kesin bir biçimde reddedilmiş olan Sevr Antlaşması’nı tamamıyla hükümsüz ve geçersiz sayıyordu ve bu konuda Avrupa ve Amerika’da bulunan emperyalist hükümet ve siyasi çevreler elinde kışkırtma aracı olarak kullanılan heyetlerini geri çekmeyi üstleniyordu. On ikinci maddede Türkiye hükümetinin Ermenistan içindeki demir yolları ve ulaşım yollarını denetim ve gözetim altında bulundurma hakkını düzenliyordu. Bu başarı sayesinde Ermenilerden elde edilen çok sayıdaki silah ve cephanenin ve Türk kuvvetlerinin bir kısmının Batı cephesine gönderilmesi imkanı doğdu. Sevr Antlaşması’nın uygulanamayacağına ilişkin en önemli eylemli cevap Türk-Ermeni Savaşı ve bunun sonucunda imzalanan Gümrü Antlaşması olmuştur. Misak-ı Millî’nin öngördüğü sınırlara büyük ölçüde bu anlaşma ile ulaşılmıştır. TBMM’nin gücü ve kuvveti bu gelişmeler sayesinde hem Sovyet Rusya’ya hem de Batılı emperyalist devletlere gösterilmiş oldu. 5 Aralık 1920’de Erivan’daki Taşnak hükümeti Sovyetler tarafından iktidardan düşürülmüştü. Sovyetleştirilen Ermeni hükümeti 10 Aralık 1920’de Ankara’ya bir yazı göndererek Taşnak hükümetince imzalanan Gümrü Antlaşması’nın geçerli olamayacağını yeni bir toplantı düzenlenmesini öneriyordu. Ankara hükümeti bu öneriyi kabul etmeyerek yeni Ermeni hükümetinin de Gümrü Antlaşması’nı imzalayan Taşnak hükümeti gibi emperyalist ve yayılmacı olduğunu bildirmiştir.

İzzet ÖZTOPRAK

KAYNAKÇA

Selahattin Tansel; Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, C:III, Milli Eğitim Bakanlığı Yayını, Ankara 1978. İskender Yılmaz; Gümrü Antlaşması, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara 2001. Kazım Karabekir; İstiklal Harbimiz, İstanbul 1988. Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını (Yayına Hazırlayan: Zeynep Korkmaz), Ankara 1991.

Fetva



İslam Hukuku ile ilgili bir sorunun dini hukuk kurallarına göre çözümünü açıklayan, şeyulislam veya müftü tarafından verilen karar.

Pontus Rum Cemiyeti



Pontus Rum Cemiyeti (Dernek)

Büyük Nutuk'da 1840'da çalışmalara başlandığı belirtilen Pontusçu girişimler, 1904 yılında Merzifon Amerikan Koleji'nde okuyan Rumlar tarafından derneğe dönüştürüldü. 1909 yılında, Atina'daki Küçük Asya Derneği'nin emri altında çalışmalarını yoğunlaştırdı. Amacı, Kuzeydoğu Anadolu, Orta Anadolu'nun bir kısmını içine alan "Pontus Devleti" kurmaktı.

Evkaf (Vakıflar) Bakanlığı



Vakıfların yönetimiyle ilgilenen bakanlık.

Etniki Eterna Cemiyeti



Etniki Eterna Cemiyeti (Derneği)

19. yüzyıl başlarında, Yunanistan'da kuruldu. Kuruluşunun ilk amacı, Yunanistan'a bağımsızlık sağlamaktı. Ancak, Mondros Ateşkes Anlaşması'ndan sonra yeniden faaliyete geçti. Anadolu'nun çeşitli bölgelerinin Yunanlılara verilmesi için çalışan zararlı dernekleri destekledi.

Erzurum Kongresi Heyet-i Temsiliye



7 Ağustos 1919 Tarihinde Seçilen Erzurum Kongresi Heyet-i Temsiliye (Temsilciler Kurulu) Üyeleri

1. Mustafa Kemal Paşa (3. Ordu Müfettişliğinden ayrılma)

2. Hüseyin Rauf Bey (Eski Deniz Bakanı)

3. Hoca Raif Efendi (Erzurum eski Mebusu)

4. Şeyh Fevzi Efendi (Erzincan'da Nakşi Şeyhi)

5. Süleyman Servet Bey (Trabzon eski Mebusu)

6. Bekir Sami Bey (Beyrut eski Valisi)

7. Sadullah Efendi (Bitlis eski Valisi)

8. Hacı Musa Bey (Mutki Aşiret Reisi)

9. İzzet Bey (Trabzon eski Mebusu)

Donanma Cemiyeti



Türk Deniz Kuvvetlerini güçlendirmek ve Türk denizciliğini geliştirmek amacıyla 19 Temmuz 1909'da kurulan "Donanma-i Osmani Muavenet-i Milliye Cemiyeti" adıyla kuruldu. I. Dünya Savaşı'ndan sonra Bahriye Nezaretine katılan dernek, bir süre sonra (2 Nisan 1919) kapatıldı.

Dominyon



İngiliz uluslar topluluğuna üye olan ülkelere verilen ad.

Dokuz Umde



Dokuz Umde (Dokuz İlke - 8 Nisan 1923)

İlke 1:

Egemenlik kayıtsız şartsız ulusundur. Yönetim, halkın doğrudan doğruya kendi kendisini yönetmesi temeline dayanır. Ulusun gerçek ve tek temsilcisi Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin dışında hiçbir kimse, hiçbir güç ve hiçbir makam ulusun kaderine egemen olamaz.

Bu nedenle bütün yasaların düzenlenmesinde, her çeşit örgütlerde, yönetimin genel ayrıntılarında, genel eğitim ve ekonomi konularında ulusal egemenlik esasları içinde yürünecektir.

İlke 2:

Saltanatın kaldırılmasına ve egemenlik hükümlerinin terk edilmez, ayrılmaz ve vazgeçilmez olmak üzere Türkiye halkının gerçek temsilcisi olan Türkiye Millet Meclisi'nin manevi kişiliğinde toplanmış bulunduğuna dair 1 Kasım 1922 tarihinde Türkiye Büyük Meclisi'nin oy birliğiyle verdiği karar değişmez bir ilkedir.

İlke 3:

Ülkede güven ve asayişin kesinlikle korunması en önemli görevdir.

Bu amaçla ulusun istek ve gereksinmesine uygun olarak sağlanacaktır.

İlke 4:

Mahkemelerin özellikle gecikmeden adalet işlerini yapabilmesi sağlanacaktır. Bundan başka kanunlarımızın tümü ulusal gereksinmelere, hukuk biliminin anlayışına uygun olarak sağlanacaktır.

İlke 5:

1. Aşar usulünde halkın yakındığı ve zarar gördüğü noktalar temelden düzeltilmelidir.

2. Tütün tarım ve ticaretinde ulusun yararına uygun biçiminde önlem alınacaktır.

3. Mali kurumlar çiftçilere, sanayici ve tüccarlara ve bütün diğer iş adamlarına kolaylıkla borç verecek durumda düzenlenecek ve çoğaltılacaktır.

4. Ziraat Bankası'nın sermayesi arttırılacak, çiftçilere daha kolay ve daha geniş yardım edilebilmesi sağlanacaktır.

5. Ülkemiz çiftçiliği için tarım makineleri geniş ölçüde yurt dışından getirilecek ve çiftçilerimizin tarım araç ve gereçlerinden kolaylıkla yararlanabilmeleri sağlanacaktır.

6. Ham maddeleri ülkemizden bulunan mal ve sanat ürünlerinin ülke içinde yapılabilmesini, koruma ve teşvikte bulunulması ve ödüller verilmesi için her türlü önlem alınacaktır.

7. Hemen gereksinme duyduğumuz demiryolları için gerekli girişimler ve uygulamalar yapılacaktır.

8. İlköğretimde, öğretimin birleştirilmesi ve bütün okullarımızın gereksinmelerimize ve çağdaş temellere oturtulması öğretmen ve profesörlerimizin hizmetlerinde yükselmeleri ve ilerlemeleri sağlanacaktır.

9. Genel sağlık ve sosyal yardımla ilgili kurumlar düzeltilip çoğaltılacak, çalışanları için koruyucu yasalar yapılacaktır.

10. Ormanlarımızdan bilimin gelişmesine uygun biçimde yararlanmayı, madenlerimizin en verimli biçimde işletilmesi ve hayvanlarımızın soylarının iyileştirilip çoğaltılmasını sağlayacak esaslar konulacaktır.

İlke 6:

Askerlik süresi kısaltılacaktır.

Bundan başka okuyup yazmasını bilenlerin, orduda okuyup yazmasını bilenlerin, orduda okuyup yazmasını öğrenenlerin hizmet süresi bir derece daha azaltılacaktır.

İlke 7:

Yedek subayların yaşam ve geleceklerini kendilerine ve ülkeye en yararlı bir biçimde güven altına almak temel amaçlarımızdandır.

İlke 8:

Halkın işlerinin en kolay biçimde sonuçlandırılması, çalışkan, yetenekli, dürüst bit memurlar zincirinin tam bir düzenle, yöntemlere ve yasalara uygun olarak iş görmesine bağlı olduğundan memur sınıfı, bu anlayışla tamamlanacak ve bütün devlet hizmetleri aralıksız denetim ve gözetime tabi olacaktır. Öte yandan memurların atanması, görevden alınması, rahat ve huzur içinde yaşamaları, dokunulmazlıkları, sorumluluk, emeklilik ve ödüllendirilmeleri bir yönteme bağlanacaktır.

Yurt aydınlarından ve çeşitli mesleklerden devletin hizmet ünitelerinde en yararlı biçimde yararlanılması kararlaştırılmıştır.

İlke 9:

Harap olan ülkemizin çabucak onarılıp yeniden yapılanması için Devletçe alınacak tedbirlerden başka inşaat ve tamirat, yer yer şirketler kurulması teşvik edilip sağlanacak ve bireysel girişimleri korumayı sağlayan hükümler konulacaktır.

Dersim



Tunceli İlinin eski adı.

93 Seferi



1877 - 1878 Osmanlı - Rus Savaşı.

Bozkır



Konya'nın güneyinde yer alan bir ilçe.

Bolşevikler



Ekim 1917'de Rusya'da iktidarı ele geçirerek egemen siyasal güç haline gelen, Lenin'in öncülük ettiği grup. Rusça sözlük anlamı "çoğunlukta olanlar".

Babıali



İstanbul Hükümeti, Sadrazamlık.

Askeri Nigehban Cemiyeti



Askeri Nigehban Cemiyeti (Askeri Gözcü Derneği)

7 Ocak 1919'da Kurtuluş Savaşı'na karşı olan emekli subay ve paşalar tarafından İstanbul'da kurulan örgüt.

Anadolu ve Rumeli Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti



(Anadolu ve Rumeli Ulusal Hakları Savunma Derneği)

Sivas Kongresi kararıyla 11 Eylül 1919'da kuruldu. Dernek, çeşitli adlar altında Anadolu'da ve Rumeli'de faaliyetlerde bulunan ulusal örgütlerin birleşmesini sağladı. Sivas Kongresi'nin kararlarının uygulayıcısı olduktan sonra 1921 yılında TBMM'de "Müdafaai Hukuk Cemiyeti Grubu"nu oluşturdu. Bu dernek, 1923 yılında kurulan Cumhuriyet Halk Partisi'nin temeli sayılır.

Amerikan Güdümü



Amerikan Güdümü (Mandası)

Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra kurulmuş bulunan Milletler Cemiyeti tüzüğünün 22. maddesinde manda (güdüm); kendi kendilerini yönetme olanağı olmayan ulusların, gelişmelerini ve daha iyi yaşamalarını sağlamak amacıyla, Birleşmiş Milletler Cemiyeti'nin gözetimi altında, gelişmiş bir ülkenin yönetimine girmesi olarak tanımlanmıştır. Bu ilke, uygulamada sömürgeciliğe dönüşmüştür.

Amerikan güdümü konusu, Erzurum ve Sivas kongrelerinde dile getirilmiş ise de reddedilmiştir. Mustafa Kemal Paşa'nın kesin tutumu, böyle bir kararın alınmasını engellemiştir.

Albayrak Gazetesi



Erzurum'da Süleyman Necati'nin (Güneri) 1913 yılında kurmuş olduğu bu gazete, Kurtuluş Savaşı'nı destekledi.

İstiklal Mahkemeleri



1920'de asker kaçaklarını yargılamak amacıyla kuruldu. Daha sonra Vatan Hainliği Yasası kapsamına giren suçları işleyenleri; casusları, ayaklanma çıkaranları, Ulusal Kuvvetlere karşı suç işleyenleri yargılamak, İstiklal Mahkemeleri'nin görevleri arasına girdi. Bu mahkemelerin üyeleri Türkiye Büyük Millet Meclisi Milletvekilleri arasından gizli oyla seçiliyordu. İstiklal Mahkemeleri, 1926'ya kadar görev yaptı.

İstinaf Mahkemesi



İlk dereceli mahkeme ile üst dereceli mahkeme arasında yer alan bir mahkeme.

Kabotaj



Bir devletin kendi karasularındaki deniz ticaretine sahip olma hakkı. 1926 yılında çıkarılan Kabotaj Kanunu ile Türk karasularında her türlü denizcilik işleri Türkiye'ye ait oldu.

İttihat ve Terakki Fırkası



1889'da Meclisi Mebusan'ın yeniden açılmasını sağlamak amacıyla kurulan gizli bir dernek. Kısa zamanda yurt içi ve yurt dışında örgütünü genişletti. II. Meşrutiyetin bütün iç ve dış olaylarında İttihat ve Terakki Partisi'nin etkisi oldu. Osmanlı Devleti, bu parti yönetiminde iken I. Dünya Savaşı'na girdi. 5 Kasım 1918'de son Kongresini toplayarak feshine karar verildi.

İtilaf Devletleri



İtilaf Devletleri (Anlaşma Devletleri, Müttefikler)

I. Dünya Savaşı'nda Fransa, İngiltere, Rusya ve İtalya'nın içinde bulunduğu grup.

Karacabey



Bursa'ya bağlı bir ilçe.

Karaağaç



Edirne şehrinin Meriç vadisi batısında yer alan bölge.

Karakol Cemiyeti



Mondros Mütarekesi’nin hemen sonrası, İstanbul’daki azınlıkların taşkın hareketlere başlaması ve özellikle İtilaf gemilerinin İstanbul önlerine gelmesi ile bir kıyıma girişebilecekleri olasılığı, İstanbul’daki askerî kesimin ve esnaf teşkilatlarının hızla örgütlenmesi zorunluluğunu doğurmuştur. Bu kapsamdaki örgütlenmelerden biri olan Karakol Cemiyeti, önce Ermeni komitacılarına, sonra İstanbul’u işgal ve kontrolleri altına almış düşman kuvvetlerine ve yerli iş birlikçi­lerine karşı İttihatçılar tarafından kurulmuş, Millî Müca­dele’ye personel, silah ve teçhizat kaçırma ve haber alma hizmetleriyle büyük yardımlar sağlamış, gizli Millî Müca­dele gruplarının ilk ve önemlilerinden birisidir. Cemiyetin kuruluş tarihine ilişkin çeşitli kaynaklarda değişik tarihler bulunmakla birlikte, dönemsel gelişmeler ile cemiyetin faaliyetleri dikkate alındığında, Kasım 1918 ortalarında kurulmuş olması kuvvetle muhtemeldir. Karakol Cemiyeti’nin fiili kurucuları, İttihat ve Terakki’nin sivil kanadından Talat Paşa’nın sağ kolu olan Kara Kemal ile askerî kanattan Kurmay Albay Kara Vasıf Bey’dir. Her ikisi de yürekten Enver Paşa’ya bağlıdırlar. Kuruluş ve teşkilatlanma safhalarında rol alan önemli şahsiyetler arasında; Sabık İaşe Nazırı Kara Kemal, Kurmay Albay Kara Vasıf, Emekli Yüzbaşı Baha Said, Albay Galatalı Şevket, Yenibahçeli Ahmed Şükrü (Oğuz) Bey, Halil (Kut) Paşa, Dr. Abdülhak Adnan (Adıvar), Kel Ali (Çetinkaya), Çerkez Reşid, dava vekili Refik İsmail, sevkıyatçı Ali Rıza, Kurmay Yarbay Kemaleddin Sami, Kurmay Albay Edib Servet, Piyade Yarbayı Japon Rıza, Kurmay Yarbay Çolak Salâhaddin, Süvari Yarbayı Hüsameddin (Ertürk), Emin Ali, Topkapılı Mehmet Beyler sayılabilir. Anılan kişilere bakıldığında büyük kısmının zamanın bilinen İttihatçı şahsiyetlerinden oldukları görülecektir. Cemiyetin idare merkezi, Bab-ı Âlî Caddesi’ndeki Resne Fotoğrafhanesi’nde Baha Said Bey’in bürosudur. İstanbul’da gizli olarak kurulan bu ilk di­reniş grubuna, “Beşler Grubu” adı verilmek istenmişse de, daha sonra (K.G.) parolası ile tanınmıştır. Beşler Grubu’nun kurucusu Kara Kemal Bey, grubun fazla itibar görmemesi nedeniyle yeni arayış içerisine girmiştir. Bu faaliyetlerdeki ana gaye, İstanbul ve diğer illerde bulunan İttihat ve Terakki teşkilatını elden çıkarmamak ve bunların yeni bir isim altında olsa da varlıklarının devam ettirilmesini sağlamaktır. Rum ve Ermenilerin elindeki ticaret ve sanayinin Türkleştirilmesi sürecinde önemli rol oynayan Cemiyetin dayanaklarından birisi, Teşkilat-ı Mahsusa’nın alt yapısı olmuştur. Karakol Cemiyeti nizamnamesinin, birinci maddesinde amaç, “Karakol Cemiyeti, milletin vahdet, hürriyet ve hâkimiyet-i mutlaka­sını ve vatanın siyasi ve coğrafi ve iktisadi tamami ve istiklalini temine çalışır. İşbu mukaddesat-i tabiiye-i millîye ve mülkiyeyi muhil (ihlal eden) her nevi ukud (akit), kuyud (kayıt) ve şurutu (şart) suret-i kat’iyede red ve keenlemyekûn ad ve ilan eder.” şeklinde açıklanmaktadır. Cemiyet, bu amacı gerçekleştirmek için, İstanbul’da ortaya çıkan birçok yerel grubu bünyesinde birleştirmiştir. Türk güvenlik güçlerini denetim altında tutarak, İstanbul ile Anadolu arasındaki ilişkiyi sağlamaya çalışmıştır. Telgraf memurlarını ve gümrük muhafaza memurlarını kadrosuna almaya, İstanbul’dan elde ettikleri haber ve malzemeyi çeşitli şekillerde Anadolu’ya ulaştırmağa gayret göstermiştir. Mustafa Kemal Paşa daha Samsun’a çıkmadan önce Fethi (Okyar) Bey aracılığıyla bir gizli örgütün kuruluş çalışmalarından haberdar edilmiştir. Ancak bunun adının “Karakol” olduğu söylenmemiştir.

Cemiyet, çalışmalarında Mustafa Kemal Paşa’nın yanında yer aldığını belirtmekle birlikte, gizliden bir başka düşünceyi de geliştirmeye çalışmaktadır. Bunda yurt dışında bulunan İttihat ve Terakki önderlerinin direktiflerinin etkili olduğu muhakkaktır. Amaç, Mustafa Kemal Hareketi’nin, İttihat ve Terakki uzantısı olduğu havasını yaymak, hatta ikna edilmesi durumunda Mustafa Kemal Paşa’yı da bu çizgiye çekebilmektir. Sivas Kongresi sırasında, Mustafa Kemal Paşa’ya karşı Osmanlı Hükûmeti de aynı propagandanın içindedir; çünkü halkta İttihat ve Terakki’ye karşı büyük bir tepki vardır. Karakol Cemiyeti, beş kişiden oluşan bir genel merkez ve grup çalışmalarını yürütecek beş daireye bölünmüştür. Her daire başkanı diğer üyelerin bilgisi dışında şubeler açmak ve istediği elemanı alma yetkisine sahiptir. Bunlardan birinci daire; siyaset, haber alma, dış işleri; ikinci daire, ordu, silahlanma, seferberlik, harp harekâtı, zararlı örgütlerle ilgilenme; üçüncü daire, sevkıyat, haberleşme; dördüncü daire, grubun ihtiyacı olan parayı sağlama, beşinci daire; propaganda, şubelerin açılması, özlük işleri, mahkemelerle uğraşması şeklinde tasarlanmıştır. Yapısal anlamda basın, propaganda ve casusluk bölümlerinde Ali Rıza, Kemaleddin Sami ve Edip Servet Beylerin önemli rol oynadıkları görülmektedir. Ali Rıza Bey, İleri gazetesinde yazılar yazmaktadır. Cemiyetin basın yoluyla mücadelesinde genellikle uyandırıcı ve halkı aydınlatıcı bir politika izlenmiştir. İstanbul’da Kafkas Fırkası Kumandanı bulunan Kemaleddin Sami (Berlin Büyükelçisi), propaganda çalışmalarını genellikle Aydınlar Grubu ile oluşturmuştur. Karakol Cemiyeti’nin, Teşkilat-ı Mahsusa’nın bazı eski elemanlarına ve benzer yönetim anlayışına sahip olması dikkate alındığında, propaganda çalışmalarında, Teşkilat-ı Mahsusa’nın kullandığı yöntemlere paralel faaliyetler göstermiş olduğu söylenebilir. Teşkilat üyeleri hücrelerden mürekkeptir ve üyeler 55, 88 veya 555 gibi kodlar ile tanınmaktadır. Ayrıca bazı şahıslara kod isimleri de verilmiştir. Mesela, Mustafa Kemal (Atatürk) (Nuh), Şevket Galatalı (İsa), Kara Vasıf (Cengiz) ve Ali Fuat (Cebesoy) ise (Musa) olarak anılmıştır. Kısa zamanda örgütlenme çalışmalarını tamamlayan Karakol Cemiyeti’nin, Millî Mücadele’ye yaptığı en büyük hizmet, İstanbul’dan Anadolu’ya silah ve cephane ile subayların kaçırılmasının sağlaması, İngiliz Muhibleri Cemiyeti gibi kuruluşlar ile İstanbul Hükûmetlerinin planlarını ve faaliyetlerini Mustafa Kemal Paşa’ya haber vermesi olmuştur. Türk haklarını, İngiliz, Fransız ve İtalyanlara anlatmak ve kamuoyu oluşturmak propaganda bölümünün görevleri arasındadır. İlk zamanlardaki tecrübelerden sonra bir yandan düşman karargâhlarına, bir yandan da işbirlikçiler arasına sızma harekâtları yapılmıştır. Yabancı elçilik personeli arasına konulan ajanlar aracılığı ile çok sayıda belge elde edilmiş ve aleyhte karar ve bilgiler şifreli telgraflarla Anadolu’ya ulaştırılmıştır. Cemiyet, İstanbul’dan Anado­lu’ya geçmek isteyen asker ve sivillerin güvenilir olduklarını göstermek amacıyla “tavassut (aracılık) belgesi” vermiştir.

Cemiyet bir yandan Anadolu’nun direktifleri doğrultusunda çalışırken, diğer yandan da ittihatçı liderlerden emir almıştır. Halil Paşa’nın İstanbul, Nuri Paşa’nın Ardahan’daki İngiliz kışlası cezaevinden kaçırılması, Geçici Türk İhtilal Hükümeti’nin temsilcisi olarak, 11 Ocak 1920’de Baha Said Bey’in Bolşeviklerle imzaladığı anlaşma, bunun açık bir göstergesidir. Beşinci daireye bağlı olduğu hissettirilen bir Ulusal Ordu’dan söz edilerek, “Bir başkomutanın, genelkurmayın, kolordu ve fırka kumandanlarının bulunduğu, bunların kim olduğunun ve görevlerinin gizli tutulduğu” belirtilmiştir. Karakol, Anadolu’da örgütlenebilmek amacıyla bütün ordu makamlarına ve sivil kurumlara tüzüğünü dağıtmıştır. Durumun farkına varılır varılmaz, Mustafa Kemal Paşa, 9 Ağustos 1919’da bütün kuruluşlara gönderdiği bir genelge ile “Cemiyetle bir ilişkisinin olmadığını, tüzüğe uyularak ikilik yaratılmamasını, Cemiyeti kimlerin kurduğunu araştırttığını” belirtmiştir. Karakol Cemiyeti ile Mustafa Kemal Paşa arasındaki uçurum, cemiyetin tüzüğünün Anadolu içlerindeki askerî birliklere kadar gönderilmesiyle iyice kapatılamaz olmuştur. Cemiyetin, Millî Mücadele Hareketi’ni İttihat-Terakki’ye bağlama girişimi, Mustafa Kemal Paşa tarafından farkına varılmıştır. Mustafa Kemal Paşa, Sivas Kongresi sırasında Kara Vasıf Bey ile yaptığı görüşmede, bu tepkisini açıkça göstermiştir. İstanbul’da çok güçlü olan cemiyetin tümüyle Mustafa Kemal Paşa’ya bağlanması veya denetime alınması gerçekleşememiştir. Cemiyet yöneticilerinin de bu durumun farkında olması, Mustafa Kemal Paşa’nın izni olmaksızın, kendilerini Bolşevikler ile anlaşma yapabilecek kadar güçlü görmelerine yol açmıştır. Cemiyetin İstanbul ağının güçlülüğü nedeniyle, bir bakıma mecburiyetten kaynaklanan ilişkinin en güzel örneği, Kara Vasıf Bey’i örgütü kurarken sergilediği tutum nedeniyle samimi bulmadığını dile getiren Mustafa Kemal Paşa’nın, onu İstanbul’da muhatap kabul etmesidir. Mustafa Kemal Paşa, tüm bu gelişmelere karşın cemiyetin geniş istihbarat ağından ve İstanbul’daki etkinliğinden son noktasına kadar yararlanmıştır. Karakol Cemiyeti’nin faaliyetlerine ilişkin olarak, “gayeye hizmet” konusunda yetersiz kaldığı düşüncesinde olan Mustafa Kemal Paşa, 12 Mart 1920 tarihinde Çanakkale Müstahkem Mevki Komutanı Albay Şevket Bey’e bir yazı göndermiştir. “İstanbul’da fiili hareketler ve özel teşebbüsler için kurulacak silahlı teşkilatta bile, Müdafaa-i Hukuk Tüzüğü ekinin uygulanması gerektiği, Karakol Cemiyeti’nin tüzüğünün uygulanmaya çalışılmasının, cemiyetin başlıca başarısızlık sebebi olduğu” ifade edilen bu yazıda, “Cemiyetin genişleme çalışmaları çerçevesinde oluşturulan yeni gruplara girenlerin adlarının güvenilir bir vasıta ile gönderilmesi” talep edilmektedir. Mustafa Kemal Paşa’nın, Sivas Kongresi esnasında görüştüğü Kara Vasıf Bey’e, “Karakol teşkilatı rumuzuyla, talimatıyla ve hatta şahıslarıyla tarafımızdan ilga ve iptal edilmiştir…” şeklindeki emrine karşın, 12 Mart 1920 tarihli yazı dikkate alındığında, Cemiyet’in faaliyetlerine devam ettiği anlaşılmaktadır. Cemiyet ile Anadolu arasındaki bu gergin ilişkiler sürmekte iken, İtilaf Devletleri’nin 16 Mart 1920’de İstanbul’u işgal etmeleri üzerine cemiyet dağılmış, Kara Vasıf Bey’in de içinde bulunduğu mühim simalar tutuklanarak Bekirağa Bölüğü’ne götürülmüş, bir kısmının Anadolu’ya geçmesinden sonra, İstanbul’da çeşitli gruplar ortaya çıkmıştır. Türk milletinin kolay teslim olmayacağının anlaşılması ve Yunan kuvvetlerinin başarısızlıkları karşısında İtilaf Devletleri, İstanbul’un işgalini, Millî Mücadele’yi yok etmenin bir çaresi olarak görmüşler, ayrıca gizli cemiyetlerin Anadolu’ya silah ve cephane sevkıyatı ile istihbaratını durdurmanın en kestirme yolu olduğunu düşünmüşlerdir. Ancak Karakol Cemiyeti’nin oluşturduğu semt örgütleri, yeni grupların kısa zamanda kurulması ve güçlenmesinde en önemli faktör olmuştur. İstanbul’da kalan cemiyet üyeleri gizlenerek ikinci bir teşkilatı kurmak için çalışmışlardır. İşgalden sonra Kara Vasıf Bey’de bulunan Karakol Cemiyeti mührü ve merkez kuruluna ait şifre anahtarı Yüzbaşı Emin Ali Bey tarafından alınmıştır. İkinci Karakol Teşkilatı, Yüzbaşı Emin Ali Bey, Kurmay Albay Edip Servet, Topçu Teğmen Muhlis, Cizreli Lami Bey (Diyarbakır milletvekili) Abdülkadir Bey (Daha sonra Ankara valiliği yapmıştır.) ve Tolcalı Süleyman tarafından yeniden oluşturulmaya çalışılmıştır. Ancak Emin Ali Bey’in bu derleme ve toparlama gayretleri sonuçsuz kalmıştır.

Karakol Cemiyeti’nin devamı olan Zabitan Grubu, Cemiyetin Üsküdar Şubesi Reisi Kurmay Yarbay Muğlalı Mustafa Bey tarafından 27 Ekim 1920 tarihinde yeniden yapılandırılmıştır. Zabitan Grubu, Karakol Cemiyeti’nin mührünü kullanmaya devam etmiş. Anadolu’ya istihbarat temini yanında subay, silah ve cephane sevkinde başarılı hizmetler vermiştir. Fakat belirli bir tarihten sonra, kuruluşu aynı tarihlere rastlayan ve Ankara tarafından kurdurulan Hamza Grubu ile rekabete girişmesi ve yeterli tetkik-tahkik yapılmadan Anadolu’ya gönderilen subayların bazılarının İtilaf devletlerine hizmet ettiklerinin anlaşılması, kendilerine tepki gösterilmesine sebep olmuştur. Özellikle, Cemiyet mührünün İngilizlerin eline geçmesi ve bu mühür ile Anadolu’ya çok miktarda subay gönderilmesi, cemiyetin büsbütün gözden düşmesine neden olmuştur. Bilindiği gibi İngiliz casusu Mustafa Sagir, Karakol mührünü taşıyan bir vesika ile Anadolu’ya gelmiş, söz konusu mühürdeki bazı değişiklikler Ankara tarafından fark edilmiştir. Ayrıca, İngiliz Muhibleri Cemiyeti Üyesi Yüzbaşı Ahmet’in, Harbiye Nezaretinin koridorlarında, Anadolu’ya gideceklere verilen vesikalarla dolaştığının tespit edilmesi ve grup mensuplarından bazılarının kahvehanelerde görevlerini ifşa etmeleri, cemiyete olan samimiyeti menfi yönde etkilemiştir. Bütün bu olaylar Cemiyetin, Ankara tarafından tecrit edilmesine sebebiyet vermiş ve bazı üyelerinin yabancı casus teşkilatları ile işbirliği halinde bulunduğu zannı hâsıl olmuştur. İşte bütün bu olumsuz olaylar neticesinde, Zabitan Grubu’nun bir müddet sonra adını değiştirdiği ve yine Muğlalı Mustafa Bey başkanlığında Yavuz Grubu olarak faaliyetini devam ettirdiği anlaşılmaktadır. Muğlalı Mustafa Bey’in yakalanma tehlikesi sebebiyle, Eylül 1921’de İstanbul’dan Anadolu’ya geçmesinden sonra Yavuz Grubu’nun faaliyetleri sekteye uğramıştır. Cemiyetin faaliyetlerinde ittihatçı geleneği sürdürmek istemesi ve Mustafa Kemal Paşa’nın otoritesi dışında ve kendi inisiyatifinde hareket etmesi, en ufak güç kırıntısının bile organize ve etkili bir şekilde kullanılmasının zorunlu olduğu bir ortamda Ankara ile ilişkilerinde olumsuzluklar yaratmakla birlikte; istihbarat, personel-silah-mühimmat-malze­me sevkiyatlarındaki çalışmalarının, Millî Mücadele hareketi için önemli olduğu muhakkaktır. İstanbul’un işgali sonrasında, İtilaf Devletleri’nin özellikle Karakol Cemiyeti’nin üstüne gitmesi de faaliyetlerinin etkili olduğunun bir göstergesidir. Dağılma sürecine giren Cemiyet belki ismen işgal sonrası ortadan kalkmışsa da, Teşkilat-ı Mahsusa’nın tecrübelerinden de yararlanarak oluşturduğu kadrosunun alt yapısı, faaliyetlerine devam edebilen ve sonradan kurulan diğer gizli gruplar için temel teşkil etmiştir.

Serdar YURTSEVER

KAYNAKÇA

ATATÜRK. Nutuk, Bugünkü dille yayına hazırlayan Zeynep KORKMAZ, Başbakanlık Basımevi, Ankara, 1984.

AYDIN, Mesut. Millî Mücadele Yıllarında İstanbul’da Faaliyet Gösteren Gizli Gruplar, Ankara Ün. (Basılmamış Doktora Tezi), Ankara 1989.

AYSAL, Necdet. Ulusal Bağımsızlık Savaşı’na İstihbaratın Etkisi (23 Nisan 1920-20 Ekim 1921) Ankara Ün. (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 1998.

ÇUKUROVA, Bülent. Kurtuluş Savaşında Haber Alma ve Yeraltı Çalışmaları, Ankara 1994.

DEMİREL, Emin. Teşkilat-ı Mahsusa’dan Günümüze Gizli Servisler, IQ Kültür-Sanat Yay., İstanbul 2002.

DÖNMEZ, Cengiz. Millî Mücadeleye Karşı Bir Cemiyet: İngiliz Muhibleri Cemiyeti, ATAM Yay., Ankara 1999.

GÜRBÜZ, Musa. Karakol Cemiyeti, Ankara Ün. (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi), Ankara 1987.

HİÇYILMAZ, Ergun. Osmanlıdan Cumhuriyete Gizli Teşkilatlar, İstanbul 1994.

HİÇYILMAZ, Ergun. Teşkilat-ı Mahsusa ve Casusluk Örgütleri, Ünsal Kitabevi, İstanbul 1979.

ILIADIS, Manos. Türk Gizli Servisleri ve MİT, Atina 1998.

İLTER, Erdal. Millî İstihbarat Teşkilatı Tarihçesi, Ankara 2002.

KANSU, Mazhar Müfit. Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, C I, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1986.

KARABEKİR, Kazım. İstiklal Harbimiz, Türkiye Yay., İstanbul 1960.

KIZILER, Fikret. Teşkilat-ı Mahsusa’dan Günümüze Kadar Türk İstihbarat Teşkilatları ve Konuya İlişkin Bibliyografya Denemesi, Ankara 1995.

TANSU, Samih Nafiz (Anlatan: Hüsamettin ERTÜRK). İki Devrin Perde Arkası, Ararat Yay., İstanbul 1969.

TEVETOĞLU, Fethi vd. “Karakol Cemiyeti”, Türk Ansiklopedisi, Millî Eğitim Basm., C XXI., Ankara 1970.

TEVETOĞLU, Milli Mücadele Yıllarındaki Kuruluşlar, Türk Tarih Kurumu Yay., Ankara 1991.

Türk İstiklal Harbi İdari Faaliyetler (15 Mayıs 1919-2 Kasım 1923), C VII., Genelkurmay Başkanı, Ankara 1975.

YERASIMOS, Stefanos. Türk Sovyet İlişkileri Ekim Devriminden Millî Mücadeleye, Gözlem Yay., İstanbul 1979.

Kars Antlaşması



Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ile Kafkas Cumhuriyetleri arasında 13 Ekim 1921'de imzalanan antlaşma.

Kılıç Artıkları



Dağılmış, gerekli sayının çok altında olan ve emir komutadan yoksun askerler.

Kilikya



Bugünkü Adana ve Mersin illeriyle Konya ilinin güneyini ve Antalya ilinin doğusunu kapsayan bölgenin adı.

Kut'ül Amare



Irak'ta bir şehir. Bu şehir, Dicle'nin sol kıyısında, Dicle ile Şattülarap'ın ayrıldığı yerde bulunmaktadır.

Kuvayi Milliye



Kuvayi Milliye (Ulusal Kuvvetler)

Düzenli ordu kuruluncaya kadar, iç ve dış düşmanlara karşı; halkın, subayların, efelerin, yurtseverlerin kurdukları direniş örgütleri.

Kuvayi Seyyare



Kuvayi Seyyare (Gezici Kuvvetler)

Kurtuluş Savaşı'nın başlangıç yıllarında, Yunan ilerleyişini durdurmada ve özellikle de, iç ayaklanmaları bastırmada etken olan kuvvetler. Daha çok Çerkez Ethem'e bağlı kuvvetler için kullanılan genel ad.

Kürt Teali Cemiyeti



Kürt Teali Cemiyeti (Kürt Yükseltme Cemiyeti)

Türkiye'de yaşayan Kürtleri, bağımsızlığa kavuşturmak amacıyla Mayıs 1919'da İstanbul'da kuruldu. Doğu illerinde şubeler açtı. Kurtuluş Savaşı karşıtı bu derneğin çalışmalarına, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kurulmasıyla son verildi.

Londra Konferansı



27 Şubat - 12 Mart 1921 tarihleri arasında yapılan ve olumlu sonuç vermeyen toplantı.

Lozan Barış Antlaşması (24 Temmuz 1923)



Lozan Barış Antlaşması (24 Temmuz 1923)

Türk Kurtuluş Savaşı’nın akıllara durgunluk veren bir başarı ile bitmesi, dünya üzerindeki emperyalist hesapları altüst etmiştir. Mücadelemiz öyle haklı ve geçerli nedenlere dayanılarak yürütülmüştür ki, başlangıçta buna karşı olan güçler, sonunda davamızın tartışma konusu edilemeyecek kadar yerinde olduğunu anlamışlardır. Yeni Türk Devleti bir yandan Kurtuluş Savaşı’nı yürütürken bir yandan da bu meşru mücadelenin uluslararası alanda kabul görüp onaylanması için çalışmıştır. Büyük Zafer ile 1922 yılı sonbaharında askerî sonuç alınmış, bu sonucun bütün dünya tarafından tanınması, akıtılan kanların, harcanan olağanüstü çabaların boşa gitmemesi açısından bir zorunluluk halini almıştır. Askerî zaferden sonra mücadele bütünüyle diplomasi alanına taşınmış ve 1923 yılı yaz ayının ortasında bir yıl önce kazanılan büyük başarı dünyada tescil edilmiştir. Bu tescil işleminin adı Lozan Barışı’dır. Mondros Ateşkesi, devletler hukuku bakımından irdelendiğinde ateşkesin içerik itibariyle bir çeşit kayıtsız şartsız teslimiyet belgesi olduğu görülecektir. Gerçi ateşkes metninde böyle bir ifade yoktur ancak galiplerin her türlü uluslararası geleneği bir yana iterek, Osmanlı Devleti’nde diledikleri her yeni işgal etme hakkını elde etmeleri (Madde:7) ve son derece ağır diğer hükümler bu ateşkesin sonun başlangıcı olduğunun göstergesidir. Atatürk, İstanbul Hükümeti’ni karşısına alarak, Türk Tarihi’nin en büyük devrimini gerçekleştirmiş ve 23 Nisan 1920’de ilk TBMM’yi kurmuştur. İlk meclisin açılmasından sonra artık Türk ulusu, yazgısını kendi iradesi yönünde biçimlendirme yoluna girmiş, meclis bir yandan halka dayanan yeni bir devlet kurarken bir yandan da bu devlet aracılığıyla işgalci güçlere karşı savaşmıştır. Bu direnişi boş görenlerin kurdukları karşı örgütler de ulusun gücü karşısında erimiştir. Bu arada Osmanlı Devleti ümitsiz bir deneme yaparak 10 Ağustos 1920’de Sevr Antlaşması’nı imzalamıştır. Barış Sözleşmesi adını taşıyan bu metin, Türk ulusunun bağımsızlık ve egemenlik hakkını insafsız bir biçimde ortadan kaldırdığı gibi bu antlaşmayı imzalayan Osmanlı Hükümeti de kendisini yok saymıştır. Sevr Antlaşması’nı onuruna yediremeyen Türk ulusu TBMM etrafında güçlü bir biçimde kenetlenerek tarihin en büyük mucizelerinden birini ortaya koymuş, kayıtsız-şartsız teslim olan bir ulus, teslim olduğu güçleri eşsiz bir savaş ile alt ederek, barışa zorlamış ve Türk ulusunu Lozan’a götüren yol açılmıştır. Mudanya Ateşkesi’nden sonra İsviçre’nin Lozan kentinde barış antlaşması görüşmelerinin başlaması kabul edilmiştir. Ancak İtilâf Devletleri’nin tamamen sönüp yok olmuş olan Osmanlı Hükümeti’ni de bu görüşmelere çağırmaları üzerine Türk Devrimi’ni pekiştiren en önemli anayasal adımlardan birinin hayata geçirilmesinin yolu açılmış ve 1 Kasım 1922’de saltanat kaldırılmıştır. Bu gelişme Lozan’da Türk ulusunun haklarını TBMM’nin temsil etmesine olanak sağlamıştır. Lozan’a gidecek Türk temsilciler kurulu başkanlığına getirilen İsmet Paşa’yı başarılı geçmişine rağmen, Lozan’da büyük zorluklar beklemektedir. Hasan (Saka) ve Rıza Nur Beyleri kendisine yardımcı olarak seçen İsmet Paşa Lozan öncesinde esaslı bir hazırlık yapamamıştır. Sadece bir Türk-Yunan savaşını değil, 300 yıllık Doğu Sorunu’nu kapatacak böyle bir konferans için çok uzun ve zahmetli uzman çalışmalarına gereksinim vardır. Ancak bu işin yapılması için ne zaman ne de yeterli ve yetenekli bir uzman kadrosu mevcuttur. Türk Temsilciler Kurulu’na sadece bir sayfalık ve kısa 14 maddeden oluşan talimat verilmiştir. Bu talimat gereğince Temsilciler Kurulu, Ermeni Yurdu ve Kapitülasyonlar konusunda pazarlık bile yapmayacak, tam bağımsızlık ve ülke bütünlüğü ilkelerine kesinlikle bağlı kalacaktır. Türk tarafı konferansa bu şekilde hazırlanırken İtilâf Devletleri Lozan’da sadece bir Türk-Yunan savaşı sonunda ortaya çıkan sorunlar ile tanımadıkları Gümrü Barışı’nı bir yana bırakarak kendilerince varsayılan sorunları çözmekle uğraşmayı düşünmektedirler. Hâlbuki Yunanistan ile mevcut sorunların dışında çok önemli başka sorunlar vardır. Örneğin; kapitülasyonların uygulanmasından doğan çok çeşitli ekonomik, parasal ve yargısal anlaşmazlıklar mevcuttur. Avrupalıların Osmanlı devleti üzerinde kurdukları baskıyı, yeni Türk Devleti’nin üzerine alması mümkün değildir. Çöken Osmanlı Devleti ile ilgili bütün pürüzler giderilmeli ve yeni Türk Devleti her türlü sınırlamalardan uzak olarak dünya üzerindeki yerini almalıdır. Karşımızdaki devletler bu görüşe katılmamakta, mevcut hukuksal sorunların yeni Türk Devleti üzerine devredilmesi gerektiğini ileri sürmektedirler. Kısa bir süre sonra İtilâf Devletleri de Doğu Sorunu’nun bütün heybetiyle önlerine dikileceğini anlamışlar bundan dolayı da barış görüşmelerine Yakındoğu Sorunları Üzerine Lozan Konferansı adı verilmiştir. Bu barış konferansının başka iki önemli özelliği üzerinde de durmak gerekir. Biz bu konferansta nasıl bir devletler arası konuma sahiptik? 24 Temmuz 1923 tarihinde imzalanan ana anlaşma metni İngiliz İmparatorluğu, Fransa, İtalya, Japonya, Yunanistan, Romanya-Sırp-Hırvat-Sloven Devleti ile Türkiye 1914 yılından beri Doğu’nun huzurunu bozan savaş durumuna son vermek için…ibaresiyle başladığına göre, antlaşmanın imzalandığı güne kadar Türkiye ile İtilâf Devletleri arasında 1914’te başlayan I. Dünya Savaşı sona ermemiş sayılmaktadır. Savaşın ilk evresini kapatan Mondros Ateşkes Antlaşması’nın metninde “Türk Hükümeti” sözcüğü yer almaktadır. Bizim görüşümüze göre bu antlaşma Türkiye ile değil, Osmanlı Hükümeti ile yapılmıştır. Sevr Barış Antlaşması’nın metninde de, Osmanlı Devleti değil, Türkiye taraf olarak belirtilmiştir. Yenilgiye uğratılan Osmanlı Devleti mi, yoksa Türkiye midir? Bu soruların yanıtı bugüne kadar tam anlamıyla verilememiştir. Lozan Barışı Türkiye ile I. Dünya Savaşı’nı sona erdirmek için imzalandığına göre, Sevr Barışı’nı tanımayan yeni Türk Devleti’nin I. Dünya Savaşı’nın Türklerle ilgili evresini zaferle kapattığını göstermektedir. Fransa ile 1921’de imzalanan Ankara Antlaşması’nda da yenen veya yenilenden söz edilmemekte, sadece iki tarafın savaşa son vermek iradeleri kaydedilmektedir. O tarihte İtilâf Devletleri’nin kendilerinin doğal bağlaşığı saydığı Ermenistan’ın da bağımsızlığı sona ermiştir. İngiltere ile Türk Devleti gerçek bir savaş yaşamamış, Fransızlarla yaptığı gibi bir anlaşma da imzalamamıştır. İtalyanlarla da aramızda eylemsel bir savaş geçmemiştir. Geriye sadece Yunanistan’ın yeni Türk Devleti ile yaptığı ve ağır bir yenilgi ile bitirdiği istila savaşı kalmaktadır. Dikkate değer bir başka nokta da, Mudanya Ateşkes Antlaşması görüşmelerine Yunanistan’ın katılmaması ve bu metnin bizimle artık savaş durumunda bulunmayan Fransa temsilcisinin de bulunduğu İtilâf grubuna mensup temsilcilerle imzalanmasıdır. Hukuk mantığı içinde düşünülecek olursa, Mudanya Ateşkes Antlaşması’nın Mondros Antlaşması; Lozan Barışı’nın da Sevr Antlaşması’nın yerine geçtiğini kabul etmek zorunluluğu ortaya çıkar. Böylece Lozan Antlaşması’nın siyasal ve hukuksal değeri bu düşünce dizisi içinde daha da değer kazanır. Lozan’da adı geçen Türkiye ile Sevr’de zikredilen Türkiye iki ayrı devlettir. Sadece bu gerçeği bile Lozan’da İtilâf Devletleri’ne kabul ettirmek, başlı başına zorlu bir diplomasi savaşına yol açmıştır. Demek ki Lozan Barışı ile Türkler, I. Dünya Savaşı’nı kesin olarak bitirmişlerdir. Lozan Barışı’nın bir başka özelliği de, bu konferansta Türkiye’nin yenmiş taraf olarak tek başına olmasıdır. Tarihte yenmiş bir devletin, önceki sıfatları yenmiş olan, ama artık yenilmiş kabul edilmesi gereken devletlerle konferans masasına oturduğu bir başka olay yoktur. Yenilmiş olduklarını kabul etmek istemeyen İtilâf Devletleri, kendi saflarında olan, ancak Kurtuluş Savaşı’nda Türkler’e yenilen Yunanistan’a yardım etmek arzusundadırlar. Yani dostları, Yunanistan’ı kayırarak Türkiye ile barıştırmayı hedeflemektedirler. Ama bu arada Doğu Sorunu’nun karmaşık ve karanlık yanları deşildiği için, onların düzenlenmesi yolunda kendilerini zorunlu olarak devreye sokmaktadırlar. Bu aşamada onlar acaba I. Dünya Savaşı’nı mı bitirmek istemektedirler, yoksa bu vesile ile Yakın Doğu’nun birikmiş sorunlarını mı çözmeyi düşünmektedirler? İlk önce ilk tezde karar kılan İtilâf Devletleri, sonra bu görüşlerini değiştirmek zorunda kalarak kendi içlerinde kenetlenmişlerdir. İtilâf Devletleri karşısında yalnız kalan Türkiye, I. Dünya Savaşı’nın sonunu getirmekle kalmayıp o savaşta yıkılan ve enkazı kalmış olan bir başka Türk Devleti’nin de hesabını vermek ve bu yolda da başarı kazanmak zorundadır. Bu söylediklerimizin ışığında, böylesine olumsuz koşullar altında girilen konferansta, yeni Türk Devleti’nin tek başına kazandığı başarının hiçbir ölçüye sığmayacak derecede yüksek olduğunu söylemek mümkündür. Sevr’in akıl almaz ağırlıktaki hükümleri silinmiş, uluslararası âlemde ne Ermeniler’e yurt veren ne kapitülasyonları tekrar yaşatan bir varlık doğmuştur. Lozan tutanakları incelendiğinde İsmet Paşa’nın büyük devletleri nasıl dize getirdiği tarihin bir mucizesi olarak görülecektir. Lozan Barışı ile Kurtuluş Savaşımızla elde edilen zafer, tüm dünya tarafından kabul edilmiştir. I. Dünya Savaşı’nı bitiren antlaşmaların hepsi yeniklere dikte ettirildiği halde, Lozan Barışı bütün umutlarını yitiren, savaşı en ağır koşullarla sona erdirmiş bir ulusun, onurlu bir antlaşma yaparak kendi benliğini kabul ettirdiğinin tarihteki tek örneğidir. Dört yıl içinde yenik iken, yenen olmak ve büyük devletlerin karşısında eşit koşullarla konuşarak tam bağımsızlığını kazanmak gerçekten akıllara durgunluk veren bir başarıdır. Toplumumuzda bu antlaşmayı, bazı eleştirilerle gölgelemeye çalışanlar vardır. Bu eleştiriler özellikle İstanbul’daki Rum Patrikhanesi’nin kaldırılmaması, Ege Adaları’nın kazanılamaması gibi konularda yoğunlaşmaktadır. Ege Adaları, Osmanlı Devleti’nin Balkan Savaşları sırasında kabul ettiği uluslararası antlaşmalarla elden çıkmış olmasına karşın, Lozan’da adalar konusunda çok ciddi mücadele verilmiştir. Kaldı ki, İsmet Paşa ve arkadaşları yeni bir savaşı yürütecek dayanağımız kalmadığı gerçeğini de hesaba katmak zorundadırlar. Lozan’da zaman zaman rest çeken İsmet Paşa ve arkadaşları, bunda bir ölçüde de başarılı olmuşlardır. Ancak bu diplomasi oyununu daha fazla sürdürmek, elde edilen her şeyin kaybedilmesi sonucunu da verebilecektir. Deneyimli devrim kadrosunun büyük zorluklarla ulaşılan bu başarıyı kaybetme tehlikesini göze alması düşünülemezdi. Atatürk ve arkadaşları, kapitülasyonların kaldırılması gibi çok yaşamsal konularda ödün vermemiş, diğer konularda ise barışa ulaşmak için bazı özverilerde bulunmuştur. Kaldı ki, antlaşmanın çok önemli iki eksiği Atatürk’ün sağlığında giderilmiş, Lozan’da egemenlik haklarımıza aykırı biçimde düzenlenen Boğazlar Rejimi, 1936’da Montreux’de düzeltilmiş, Hatay sorunu ise Atatürk’ün son günlerinde çözüm yoluna sokularak 1939’da Hatay ana vatana katılmıştır. Lozan Barışı, Türk tarihinde bir dönüm noktasıdır. Türkiye’de demokrasiye geçişin en önemli adımı olan Cumhuriyet, Lozan’da kalıcı barış sağlandıktan sonra ilan edilmiştir. Bu nedenle Yurtta barış, dünyada barış, Lozan’da kazanılan büyük başarının sürdürülmesi için sıkı sıkıya tutunulan bir ilke olmuştur. Lozan Barışı’nın Türk Tarihi’nde ayrı bir yere sahip olduğuna işaret eden Atatürk, Türk Milleti için siyasi bir zafer teşkil eden bu antlaşmanın Osmanlı tarihinde benzeri yoktur. Milletimiz, bununla gerçekten iftihar edebilir ve Türk Milleti’nin yüksek bir eseri olan bu antlaşmanın yüksek kıymetini takdir etmesi lazım gelen gençliğin, bunu mazide yapılmış antlaşmalarla mukayese etmesi gerekir demiş ve Lozan Barışı’nın imzalandığı günün bir bayram günü olarak kutlanmasını istemiştir.

Antlaşmasının Maddeleri : Lozan Antlaşması, 5 kısımda, 143 maddeden oluşmaktadır. 45 maddelik birinci kısım sınırlar, vatandaşlık ve azınlıklara ait hükümleri, 18 maddelik ikinci kısım malî hükümleri, 36 maddelik üçüncü kısım iktisadi hükümleri, 44 maddelik dördüncü ve beşinci kısımlar, taşıt yolları, sağlık işleri ve diğer konuları içine alıyordu. Antlaşmanın belli başlı maddeleri şöyle açıklanabilir:

Sınırlar:

Suriye Sınırı: Fransızlarla imzalanan Ankara Antlaşması’nda gösterilen sınır aynen kabul edilmiştir. Bilindiği gibi Hatay meselesi Fransızlarla yapılan Ankara Antlaşması’na göre özel bir statüye tabi olacaktı. Osmanlı topraklarından ayrılan Suriye ise kendi başına yaşayacak duruma gelinceye kadar bir devletin himayesinde yönetilecekti. Suriye’de bulunan Osman Gazi’nin büyük babası Süleyman Şah’ın, Caber kalesindeki mezarı, Türk toprağı sayılacak, burada Türk muhafızları ve Türk bayrağı bulunacaktı.

Irak Sınırı Lozan Konferansı’nda Türk-Irak sınırı görüşülürken, Türkiye, Musul ve Süleymaniye bölgelerinin, halkın çoğunluğunun Türk olması sebebi ile Türkiye sınırları içinde kalması gerektiğini ısrarla savunmuştu. İngiltere ise, Musul'un Irak sınırları içinde kalmasında ısrarlı olmuştu. Türkiye'nin bölgede bir halk oylaması yapılarak sorunun çözümlenmesi önerisi de İngiltere tarafından kabul edilmemişti. Musul meselesinde bir çözüme varılamaması, barışı geciktireceğinden bu konunun çözümü Konferans sonrasına bırakılmıştı. Sonuçta, Musul sorununun dokuz ay içinde, İngiltere ile Türkiye arasında yapılacak görüşmelerle çözüme kavuşturulması kararlaştırıldı. Bu süre içinde uzlaşma sağlanamaz ise, anlaşmazlık, Milletler Cemiyetine getirilecekti. Türkiye İngiltere’nin elinde bulunan Mısır, Irak, Sudan ve Kıbrıs adası üzerindeki hâkimiyet haklarından, İngiltere lehine vazgeçecekti.

Batı Sınırı Misak-ı Millî'de öngörülen şekliyle belirlenmeye çalışılmıştır. Ancak, Batı Trakya'nın elden çıkması önlenememiştir. Türkiye, Batı Trakya için halk oylamasına başvurularak, sorunun çözümünü önermiştir.. Ancak, Yunanistan bu isteğe karşı çıkmıştır. Yunanistan Batı Trakya’yı Türklerden değil, II. Balkan savaşında Bulgaristan’dan savaşarak aldığını ileri sürdü. Türkiye’nin halk oylaması isteğine karşı, İtilâf Devletleri ile Yugoslavya ve Romanya da karşı çıkarak, Yunanistan’ın yanında yer almışlardır. Sonuçta Meriç nehrinin akım yolu sınır olarak kabul edilmiştir.

Karaağaç ve yöresi, Yunanistan tarafından savaş tazminatı karşılığı Türkiye’ye verilmiş, Gökçeada ve Bozcaada Türkiye'ye iade edilmiştir. Yunan işgalindeki Semadirek, Limni, Midilli, Sakız, Sisam ve Ahikerya adaları Yunanistan'a bırakılmıştır. Yunanistan'a bırakılan bu adalar askerden arındırılacaktı. Türkiye'ye bırakılan Gökçeada ve Bozcaada'da mahallî idare kurulabilecekti. İtalya'nın işgali altında bulunan Rodos adası dahil on üç ada ve bunlara tâbi olan adacıklar ile Meis adası İtalya'ya bırakılmıştır. İtalya II. Dünya Savaşı’ndan sonra, Meis adası ile birlikte, bu adaları Yunanistan'a bırakmıştır.

Kapitülasyonlar

Kapitülasyonlar Lozan Konferansı’nda görüşülen en çetin meselelerden birisi olmuştur. Kapitülasyonlar esas itibariyle, bir ülkede yabancı devlet uyruklularına tanınan ayrıcalıktı. Kapitülasyonlar’ın verilmesindeki sebep o dönemde yasaların kişiselliğinde aranabilir. Bunun yanında Osmanlı Devlet adamlarının kendilerine yapılan başvuruları cömertçe karşılamaları ve diğer dinlere karşı hoşgörülü olmalarının da göz ardı edilmemesi gerekir. Osmanlı Devleti’nde Kapitülasyonlar zamanla Batılı devletler lehine tek taraflı olarak tanınan ayrıcalıklar rejimi olarak gelişmişti. XIX. yüzyılın yarısına gelindiğinde Kapitülasyonlara ek olarak ticari sözleşmelerle yabancılara Osmanlı topraklarında tam anlamda ticaret serbestisi tanınmış ve ülke ekonomisi temelden baltalanmıştı. 1 Ekim l914'de Osmanlı Devleti Kapitülasyonları kaldırma kararı almış, ancak, Sevr Antlaşması ile Kapitülasyonlar genişletilmiş olarak tekrar iade edilmişti.

Lozan Antlaşması ile adlî, malî, ekonomik ve idarî alanlarda yüzlerce yıl sürüp giden Kapitülasyonlar tüm sonuçları ile toptan kaldırılmıştır. Türkiye'deki yabancı ticarî kurumlar da, belli ve kısa bir geçiş döneminden sonra Türk kanunlarına kayıtsız-şartsız uyacaklardır.

Azınlıklar

Azınlıklar meselesi Lozan’da büyük tartışmalara sebep olmuştu. Türkiye bu konunun çözümünde Milletler Cemiyeti kararları ve antlaşmalarla ortaklaşa kabul edilmiş olan hükümlere göre hareket edilmesini savunuyordu. Türkiye bütün devletlerin kendi ülkelerinde azınlıklara tanıdıkları hakları aynen uygulayacaktı. Ayrıcalıklı bir durum ve geçmişte görülen herhangi bir denetim kabul edilmeyecekti. Özellikle İngilizler, azınlıklar sorununa çok ateşli yaklaşıyordu. Ermenilere Doğu Anadolu’da toprak verilmesi isteği bunların başında geliyordu.

Antlaşma ile bütün azınlıkların Türk vatandaşı olduğu kabul edilmiştir. Doğu Trakya ve Anadolu'daki Rumlarla, Yunanistan'daki Türkler karşılıklı olarak yer değiştireceklerdi. İstanbul'un yerlisi Rumlarla Batı Trakya'daki Türkler bu değişimin dışında kalacaklardı. Böylece Batı Trakya’daki Türk azınlığı ile İstanbul’daki Rum azınlığı dışında, ne Türkiye’de Yunanlı, ne de Yunanistan’da Türk kalıyordu. Etnik bakımdan, Osmanlı Devleti’nin başta gelen özelliklerinden olan çok ulusluluk Türkiye’de sona ermişti. Artık Türkiye’de Türkler vardı. Türkiye azınlıklar konusunu yasal yollarla çözüme kavuşturmak suretiyle büyük bir başarı elde etmişti. Osmanlı Devletinin son döneminde Anadolu’da yüzde yirmi civarında azınlık nüfus bulunduğu, dikkate alındığında elde edilen başarı açıklıkla görülecektir. Bu durum Anadolu’nun Türk vatanı hâline gelmesinin Cumhuriyetle sağlandığını göstermesi açısından önemlidir.

Savaş Tazminatı

I. Dünya Savaşı dolayısıyla istenen tazminattan, hiçbir şey ödenmeden, vazgeçilmesi sağlanmıştır.

Yunanistan ise, Batı Anadolu’yu işgali dolayısıyla Türkiye'de büyük tahribat yaptığını, bunların askerlik kurallarına, uluslararası geleneklere uymadığını, bu nedenle verdiği zararı ödemesi gerektiğini resmen kabullenmiştir. Ancak Türkiye, Yunanistan'ın çok güçsüz ve ekonomik bakımından çökmüş durumda olmasından dolayı savaş tazminatı olarak Karaağaç ve yöresini almakla yetinmiştir.

Osmanlı Borçları

Osmanlı Devleti’nin dış borçları çözülmesi gereken önemli bir problem olarak Lozan Konferansı’nın gündemini işgal etmekteydi. Malî problemleri dış borçlanmalar yoluyla çözmek 1854 yılından itibaren Osmanlı Devleti’nin geleneksel malî politikası hâline gelmişti. Osmanlı Devleti’nin gücünü gün geçtikçe zayıflatan dış borçlanmalara Kırım Savaşı ile başlanmış, daha sonra dış borç taksitlerini ödemek için yeni borçlanmalara gidilmişti. Her yeni dış borçlanmaya bir gelir kaynağı karşılık gösterildiğinden, ülke içi gelir kaynakları üzerinde yabancı etkisi artmıştır. Bunun sonucu yabancı kökenli kuruluşlar meydana getirilerek (Düyun-i Umumiye ve Tütün Rejisi İdaresi gibi) devlet gelirlerinin yönetimi yabancılara terk edilmişti. 1919 yılı itibariyle I. Dünya Savaşı boyunca yapılan borçlanmalarla birlikte mevcut dış borç tutarı 303.7 milyon liraya ulaşmıştı. Bu borçlar Almanya, İngiltere, Fransa ve İtalya devletlerine yapılmıştı. Osmanlı Devleti daha çok savaşta kendisi gibi yenik çıkan Almanya’ya borçluydu. Bu sebeple 170 milyon Sterlin civarında olan bu borç iptal edilmişti. Vadesi dolmuş borçlar, Osmanlı Devleti’nin parçalanması ile ortaya çıkan yeni devletlere gelirleri oranında paylaştırılmıştır.. Türkiye'ye kalan kısmın ödenmesi ise, düzenli taksitlere bağlanmıştır. Borç taksitlerinin altın veya Sterlin olarak ödenmesini isteyen Batılı devletlerin önerisi kabul edilmemiş olup, Türk parası ya da Fransız Frangı olarak verilmesi kararlaştırılmıştır. Böylece borç toplamı bir hayli azalıyordu. Borçların ödenmesi üzerinde her türlü yabancı denetim ve gözetimine son verilmişti. Bu borçların yüzde 65’i Türkiye’nin payına düşüyordu.

Geçmişte günün rahatlığı geleceğin sıkıntılarına tercih edilerek yapılan dış borçları ödemek; Millî Mücadele’yi canıyla, kanıyla yürüten, malından, ekmeğinden, dişinden ve tırnağından ayırdıklarıyla zafere ulaştıran çileli nesillere düşecekti. Lozan Barış Konferansı masalarında Osmanlı dış borçları, dağılan imparatorluk topraklarında yer alan Türkiye, İtalya, Arnavutluk, Yugoslavya, Bulgaristan, Yunanistan, Suriye, Irak, Mısır ve Yemen gibi devletler arasında paylaştırılmıştı. Yeni Türkiye Cumhuriyeti payına düşen Osmanlı borcunu ödemeyi benimsemiş, İkinci Dünya Savaşı ve sonrasının büyük döviz sıkıntılarına ve elverişsiz ortamına rağmen borçlarını aksatmaksızın ödemeye devam etmiştir. Daha sonra, çeşitli imkânlardan faydalanılarak erken ödemelere gidilmiş ve 1954 yılında bütün borçlar ödenmiştir.

Boğazlar Meselesi

Boğazlar meselesi Osmanlı Devleti’nin eski gücünü yitirmesi ile ortaya çıkmıştı. Osmanlı Devleti ilk defa l774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile Boğazlar üzerinde mutlak egemenlik hakkının sınırlanmasını kabul etmişti. l841'de Boğazlar Sözleşmesi ile Boğazlar tarihinde olumsuz bir gelişme olmuştu. Bu sözleşme ile Boğazlar Osmanlı Devleti’nin mutlak egemenlik alanından çıkmış ve uluslararası bir statüye bağlanmıştı. Sevr Antlaşması ile Boğazlarla ilgili düzenlemeyi Boğazlar Komisyonu yerine getirecekti. Ayrıca bölge silahtan arındırılmış olacaktı.

Dünyanın en önemli siyasal konularından olan bu mesele Lozan'da uzun ve şiddetli tartışmalara yol açmış, olay görüşmelere katılan Rus temsilcisinin öldürülmesine kadar varmıştı. Sonuçta geçici olarak şu çözüm yolu bulunmuştur:

Barış zamanında Boğazlar’dan geçiş serbest olacaktır. Savaşta Türkiye tarafsız ise, geçiş yine serbest olacaktır. Türkiye savaşa girmiş ise tarafsız gemilere ve uçaklara, düşmana yardım etmemek koşulu ile geçiş serbest olacaktır. Ancak düşman gemileri ve uçakları ile ilgili olarak, Türkiye istediği kararı alabilecektir.

Barış zamanında, Karadeniz'e doğru geçişte, Karadeniz'e sınır olan devletlerden en güçlü donanmaya sahip bulunanından daha fazla gemi ve uçak geçmeyecek, bunun dışında, savaş gemileri ve uçaklarına geçiş serbest olacaktı. Ancak, bu geçişlerden doğacak sonuçlar. Türkiye için sorumluluk doğurmayacaktı.

Boğazlar’ın savunulması Birleşmiş Milletler’in güvencesi altında olacak, Boğazlar’ın iki yakası silahtan arındırılacak, Boğazlar’dan geçişleri düzenlemek üzere bir uluslararası kurul oluşturulacaktı. Boğazlar sorunu geçici olarak bu şekilde çözülebilmişti. Rusya, Lozan Antlaşması’nın yalnızca bu bölümünü imzalayacaktı. Bu geçici çözüm yolunun kabulü, Mustafa Kemal’in devlet adamı olarak gerçekçiliğini ve Türkiye’nin karşılıklı bir güven içinde, Batılı devletler topluluğuna alınması konusundaki isteğini belirtiyordu. Konu daha sonra Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile ele alınmış ve l936 yılında çözüme kavuşturulmuştur.

Lozan'da Çözülemeyen Meseleler

Lozan Barış Antlaşması’yla Türkiye milletlerarası plânda resmen tanınmıştır. Türk ulusal varlığının tanınması dört yıllık ağır bir mücadelenin sonunda mümkün olabilmişti. Bu zafer Anadolu’yu paylaşmak isteyen devletlerle Türkiye arasındaki münasebetlerin hemen düzelmesini sağlayamamıştır. 0 Bunun başlıca sebeplerinden biri, iki taraf arasındaki güvensizlik duygusu idi. İkincisi, Lozan Antlaşması’nda kesin çözüm getirilmemiş olan meselelerle diğer sorunların çözümlenmesi sırasında ortaya çıkan görüş ayrılıklarıydı. Lozan Antlaşması’nda çözümlenemeyen üç temel mesele vardı: İngiltere ile Musul anlaşmazlığı, Fransa ile Osmanlı Borçları meselesi ve Yunanistan ile ahali değişimi meselesi idi.

Musul Meselesi:

I. Dünya Savaşı’ndan önce Musul, petrolleri dolayısıyla İngiltere, Fransa, Almanya ve hatta Amerika Birleşik Devletleri arasında rekabet konusu olmuştu. 1916 Skyes-Picot Anlaşması’yla bu bölge Fransa’ya bırakılmıştı. 1920 Nisan ayındaki San Remo Konferansı’nda Fransa, kendisinin Orta Doğu’da desteklemesine karşılık burasını İngiltere’ye bırakmıştı. Lozan Konferansı’nda Türk–Irak sınırı konusu gündeme geldiğinde, Türkiye, Musul ve Süleymaniye’de yaşayan halkın büyük çoğunluğunun Türk olması nedeniyle, buraların Türk sınırları içine katılması gerektiğini ileri sürmüş ve İngiltere Irak adına, mandater devlet olarak, buna itiraz etmişti. Bunun üzerine Lozan Antlaşması’nın üçüncü maddesiyle bu meselenin çözümü dokuz ay içinde bir sonuca ulaştırılmak üzere Türk -İngiliz ikili görüşmelerine bırakılmıştı. Bu görüşmeler 19 Mayıs 1924’te İstanbul Konferansı’yla başladı ve 5 Haziran’a kadar devam etmiştir. Tarafların Lozan’daki tutumlarında bir değişiklik olmadığı için bir uzlaşmaya varmak mümkün olmamıştır. Türkiye, yine Musul ve Süleymaniye’nin Türk sınırları içinde kalmasında ısrar etmiştir. İngiltere ise bu fikre yanaşmadığı gibi üstelik Hakkari ilinin dinî çoğunluğunun Süryanî olduğunu, Süryanîlerin ise Irak’a göç etmeleri dolayısıyla Hakkari’nin de Irak’a katılması gerektiğini ileri sürmüştür.

İstanbul Konferansı’nın sonuçsuz kalması ve özellikle Türkiye’nin tutumundaki kararlılığı üzerine İngiltere, Türk- Irak sınır bölgesinde olayları kışkırtıp burada karışıklıklar çıkarmaya başlamıştır. Bu durum Türk-İngiliz münasebetlerinin gerginleşmesine sebep olmuştur. Yine Lozan Antlaşmasına göre ikili görüşmeler başarılı sonuç vermezse, konu Milletler Cemiyetine havale edilecekti. Milletler Cemiyeti 1924 Eylül ayında meseleyi ele almıştır. Türkiye Musul ve Süleymaniye bölgelerinde halk oylaması yapılmasını teklif ettiyse de İngiltere buna yanaşmamıştır. Milletler Cemiyeti, Musul meselesi hakkında inceleme yapmak ve rapor düzenlemek üzere bir komisyon oluşturmuştur. Komisyon raporunu 1925 Eylül ayında Milletler Cemiyetine sunmuştur. Rapor Musul’un Irak’a katılması gerektiğini, ayrıca bölge halkının haklarının garanti altına alınmasını tavsiye etmiştir. Bunun için halk oylamasına imkân olmadığı halkın Türkiye’den çok Irak’a bağlılık gösterdiği belirtilmiştir. Bu sırada İngiltere Milletler Cemiyetinde etkin bir durumda olduğu için Milletler Cemiyeti Konseyi de bu tavsiyeyi aynen kabul etmiştir. Komisyon raporu Hakkari’yi Türkiye’ye bırakmıştır. Milletler Cemiyeti Konseyi’nin kararı Türkiye’de büyük bir tepki yaratmış ve İngiliz aleyhtarlığının yeniden kuvvetlenmesine neden olmuştur.. Hatta Türk basını bir Türk- İngiliz savaşından bile söz etmeye başlamıştır. Fakat Türk hükûmeti daha ileriye gidemedi. Çünkü yıllarca süren savaştan yeni çıkılmıştı ve tekrar savaşmak kolay değildi. Kaldı ki içerde çözüm bekleyen bir sürü ekonomik ve sosyal meselelerin yanısıra İngilizlerce Şeyh Sait isyanı çıkarılmıştır. Bu sebeple 5 Haziran 1926 da İngiltere ile bir antlaşma imzalayarak, Milletler Cemiyeti kararını kabul etmiştir. Bu antlaşma ile bugünkü Türk-Irak sınırı çizilmiş ve Musul buhranı sona erdirilmiştir.

Fransa İle Meseleler:

Fransa ile birinci mesele, Türkiye-Suriye sınırının çizilmesi idi. 20 Ekim l921 tarihli Ankara Antlaşması’nın 8. maddesine göre, Antlaşma’nın imzalanmasından bir ay sonra, Türkiye-Suriye sınırını kesin olarak belirlemek üzere karma komisyon kurulacaktı. Fakat bu mümkün olmadı. Komisyon ancak 1926 Eylül ayında kurulabildi ve sınırların çizilmesinde anlaşmazlıklar ortaya çıkmıştır. Bir kısım topraklar üzerinde taraflar karşılıklı görüşler ortaya atmışlardır. Bunun üzerine Türk ve Fransız Hükûmetleri doğrudan doğruya diplomatik görüşmelere başlayarak, 18 Şubat 1926 Antlaşması’yla bu meseleyi sona erdirmişlerdir. Dostluk ve İyi Komşuluk Sözleşmesi adını alan bu antlaşma, sadece Türkiye-Suriye sınırını çizmekle kalmamış olup, genel olarak Türk-Fransız münasebetlerini de düzenlemiştir.. Buna göre taraflar, aralarındaki anlaşmazlıkları barışçı yollarla çözecekler ve taraflardan birine silahlı bir saldırı halinde, diğeri tarafsız kalacaktır. Bu antlaşma 18 Şubat 1926 da paraf edilmekle beraber, Fransa hemen imzaya yanaşmıştır. Türkiye ile İngiltere arasındaki Musul anlaşmazlığının çözümlenmesini beklemiştir.. Türkiye, Milletler Cemiyeti’nin kararını kabule karar verdikten sonra, Fransa Sözleşme’yi 30 Mayıs 1926 da imzalamıştır.

Türk-Fransız münasebetlerinde çözülmesi gereken ikinci mesele, Türkiye’deki Fransız misyoner okulları konusu olmuştur. Türk Hükûmeti bir yönetmelik hazırlayarak bu okullarla, diğer yabancı okullarda okutulan,Tarih ve Coğrafya gibi derslerin Türkçe olarak ve Türk öğretmenler tarafından okutulması prensibini kabul etmiştir. Bu okullar buna yanaşmak istemeyince,. Türk Hükûmeti de sadece bu okulları kendisine muhatap alarak, Fransa’yı ve Papalığı işe karıştırmamıştır. Fransa daha ileri gidememiş, ancak bu olay iki devlet arasındaki münasebetleri zayıflatmıştır.

Borçlar meselesi ise daha şiddetli görüşmelere sahne olmuştur. Bilindiği gibi Osmanlı Devleti, en fazla Fransa’dan borç almıştı. Lozan Konferansı’nda borçların ödenme şeklinin borçlu olunan ülke ile Türkiye arasında yapılacak görüşmelerle tespit edilmesine karar verilmişti. 13 Haziran 1928’ de imzalanan antlaşmalarla ödenecek borcun miktarı ve ödeme şeklide bir formüle bağlandı. Bu antlaşmalarla, Osmanlı Duyûn-u Umumiye İdaresi tarihe karışmış oluyordu. Fakat 1929 dünya ekonomik buhranı Türkiye’yi de zor duruma sokmuş ve ödeme güçlükleriyle karşılaşmıştır. Amerika Birleşik Devletleri Cumhurbaşkanı Hoover, 1931 yılında, kendi adını alan moratoryum (borç ödeme tehiri) ilân edince, Türkiye de buna dayanarak borç ödemeyi geciktirmek istemiştir. Alacaklı olan devletler, Osmanlı borçlarının onarım borcu olmadığını ileri sürerek, buna itiraz edince, görüşmeler yeniden başlamıştır. 22 Nisan 1933’ de Paris’te yeni bir borç sözleşmesi imzalanmıştır. Bu sözleşme Türkiye’nin daha lehine olmuştur. Borçlar meselesinin ilk çözümünü oluşturan 1928 Antlaşmaları’nın hemen arkasından, Fransa ile Adana- Mersin demiryolunun satın alınması meselesi ortaya çıkmıştır. Türkiye Kapitülasyonların kalıntılarını temizlemek amacıyla, 1929’da çıkardığı kanunla, bir Fransız şirketi tarafından işletilen Adana-Mersin demiryolunu satın almak isteyince, Fransa buna karşı çıkmıştır. Fransa Türkiye’nin yeni durumunu bir türlü anlamak istemiyordu. Ancak Fransa işi fazla uzatmamış ve 1929 Haziranı’nda yapılan bir antlaşma ile Adana-Mersin demiryolunu Türkiye’ye teslim edilmiştir.

Türk- Yunan “établi” Anlaşmazlığı

Lozan Barış Konferansı’nda Türkiye’de kalan Rumlarla, Yunanistan’da kalan Türklerin değişimi meselesi hususunda bir sözleşme ve protokol imzalanmıştı. Bu sözleşme ile karşılıklı nüfus değişimi yapılacak, yalnız 30 Ekim 1918’den önce İstanbul Belediye sınırları içinde yerleşmiş bulunan Rumlarla Batı Trakya Türkleri bu değişimin dışında tutulacaktı. İstanbul’da mümkün olduğu kadar fazla sayıda Rum bırakmak isteyen Yunanistan her ne suretle olursa olusun 30 Ekim 1918’den önce İstanbul’da bulunan bütün Rumların yerleşmiş sayılması gerektiğini ileri sürdü. Türkiye’ye göre ise “établi” (yerleşmiş) deyiminin anlamınun Türk kanunlarına göre belirlenmesi gerektiğini savunuyordu. Anlaşmazlık Milletler Cemiyetine havale edilmiştir. Fakat orada da çözülememesi üzerine Türk-Yunan ilişkileri gerginleşmiştir. Yunanistan’ın Batı Trakya Türklerinin mallarına el koyarak buralara Türkiye’den gelen Rumları yerleştirmesi buna karşılık olarak Türkiye’nin de İstanbul Rumlarının mallarına el koyması gerginliği artırdı. Anlaşmazlık yayılınca her iki tarafta işi siyasal bir anlaşma ile çözümleme yoluna gitmiştir. 1 Aralık 1926’ da bir anlaşma imzalandı. Bu anlaşma ile ahali değişimi meselesi büyük ölçüde çözümlenmiştir. Ancak yine bir takım anlaşmazlıklar çıkmıştır. Türk Yunan münasebetleri gerginleşmiştir. Bir savaş havası esmeye başlayınca, Yunan Başbakanı Venizelos, Türk-Yunan münasebetlerindeki gerginliğin Yunanistan’a vereceği siyasal ve ekonomik zararı göz önüne alarak yumuşama yoluna gitimiştir. İki devlet arasında ahali değişimini yeni esaslara göre düzenleyen 30 Haziran 1930 tarihli Antlaşma imzalanmıştır. Bu Antlaşma ile yerleşme tarihleri ve doğum yerleri ne olursa olsun İstanbul Rumları ile Batı Trakya Türklerinin hepsi “établi” (yerleşmiş) deyiminin kapsamı içine alınmıştır. Ayrıca her iki ülkenin azınlıklarına ait malları konusunda da bir çok düzenlemeler yapılmıştır. Bu şekilde anlaşmazlıklar sona erdirilmiştir

Ahmet Mumcu

Kaynakça: Abadan Yavuz; Lozan’ın Hususiyetleri, İ.Ü. Hukuk Fak. Mec., Sayı:15, 1938. Aras, Tevfik Rüştü; Lozan İzlerinde 10 Yıl, İst.,1935. Atatürk, Mustafa Kemal; Nutuk (1919-1927), Yayına Hazırlayan: Zeynep Korkmaz, Atatürk Araştırma Merk. Yay., Ank., 2003. Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, C. I-III., (1906-1938), Türk İnkılâp Tar. Ens. Yay., Ank.,1981. Baytok, Taner; İngiliz Belgeleriyle Sevr’den Lozan’a, İst., 2007. Bilsel, Mehmet Cemil; Lozan, C. I-II, Sosyal Yay., İst.,1933. Erhan, Çağrı; Yaşayan Lozan, Kültür Bak. Yay., Ank., 2003. İnönü, İsmet; İstiklal Savaşı ve Lozan, Atatürk Kültür Dil ve Tarih Yük Kurumu Yayınları, Atatürk Araştırma Merk., Ank., 1993. __________; Hatıralar, Haz: Sabahattin Selek, Bilgi Yayınevi, Ank., 2006. Karacan, Ali Naci; Lozan Konferansı ve İsmet Paşa, İst., 1943. __________; Lozan, Bilgi Yayınevi, Ank., 1993. Meray, L. Seha; Lozan Barış Konferansı, Tutanaklar-Belgeler, 8 Cilt, Yapı Kredi Bank.Yay. İst., 2001. Rıza Nur; Lozan Hatıraları, Boğaziçi Yay., İst., 1999. Sonyel, Selâhi Ramadan; Lozan’da Türk Diplomasisi (3 Eylül 1922-Ağustos 1923), Ank., 1974. Soysal, İsmail; Türkiye’nin Siyasi Antlaşmaları, 1920-1945, C.I., Ank., 1989. Şimşir, N. Bilâl; Lozan Telgrafları C. I (1922-1923), C.II, (Şubat-Ağustos 1923), TTK., Ank.,1990-1994. Türkiye Dış Politikasında 50 Yıl Lozan (1922-1923), TC. Dışişleri Bak Yay., Ank., 1973.

Mavri Mira Cemiyeti



Mavri Mira (Kara Kader) Cemiyeti

Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’ndan yenilmiş olması azınlıkları iyice şımartmıştı. Çünkü; Mondros Mütârekesi’nden sonra Osmanlı Devleti’nin otoritesi hemen hemen yok olmuştu. Bundan istifade ile her yerde karışıklıklar çıkmaya başlamıştı. Başta Rumları olmak üzere; bütün ayrılıkçı gruplar harekete geçmiş, bağımsızlıklarının peşine düşmüşlerdi. Batılı müttefiklere sırtını dayayan Rumlar, İstanbul Rum Patrikhanesi öncülüğünde1919’da harekete geçerek teşkilatlanmaya başladılar. Amaçları Mondros Mütârekesi’nin yedinci maddesini çok çabuk bir şekilde işler hale getirmek, dolayısıyla yabancı müdahalesini kolaylaştırmaktı. Sonunda ise bağımsızlıklarını elde etmekti. Ortodoks Patrikliğinin merkezi olan İstanbul, Yunan-Rum milliyetçiliğinin merkezi olarak önemli bir yere sahiptir. Ayrılıkçı hareketlerin organize edildiği yer durumundadır. Müttefik kuvvetlerin İstanbul'da bulunmasından da istifade ederek birçok gazete çıkarmakta ve bazı örgütleri kışkırtmaktadırlar. Bunlardan biri olan Mavri Mira kendisinden en çok söz ettirecek teşkilatlardan biri olacaktır. Yunan Konsolosluğu ve Rum Patrikliğinin himayesinde olan bu teşkilat kendini "göçmenlere yardım resmi kurumu" olarak tanıtmaktadır. Ancak üyelerinden bazıları kendilerini göstermelik bile olsa barışçı faaliyetlere veremiyorlardı. Bunun yerine Rum gençlerine silah kullanmasını öğretiyor, çeteler kurarak Türk köylerine saldırıyorlardı. “Mavri Mira”, eldeki güvenilir kaynaklara göre İstanbul Rum Patrikhanesi’nde bir kurul şeklinde oluşturulmuştur. Bu kurulun başkanı Patrik Vekili Drotheos, üyeleri ise şunlardır: Atenegoras, Enoz Metropolidi, Yunan Kaymakamı(Yarbay) Giritli Katehakis, Katelopolos, Dipasimas, Ayinpa, Polimitis ve Siyari adlı şahıslardır. Mavri Mira Cemiyeti, Patrikhane aracılığıyla Yunanistan’dan her konuda destek elde ediyordu. Mustafa Kemal Paşa’nın 22 Ağustos 1919 tarihli tamiminden anlaşıldığına göre bu cemiyet doğrudan Venizelos’tan talimat almaktadır. Rum ve Yunan Hükümeti’nin destekleri sayesinde büyük mal varlığına sahip olmuştur. Sözde hayır cemiyeti görünümündeki örgüt çeteler kurduruyor, çeşitli bölgelerde yaşayan Rumlara silah dağıtıyor ve eğitimini yaptırıyorlardı. Yunan Salib-i Ahmeri (Kızıl Haçı) başta olmak üzere, Resmî Muhacirûn Komisyonu (Resmî Göçmenler Komisyonu) Mavri Mira’nın işini kolaylaştırmakla görevli idi. Bu komisyon görünüşte göçmenleri korumak, gözetmek gibi sözde insani amaçlar adı altında çeteler kurmak ve ayaklanmalar düzenlemekle görevliydi. Sağlık araç ve gereçleri adı altında; silah ve cephaneyi Osmanlı ülkesine sokmak için uğraşmaktadır. Rum azınlık okullarının izci teşkilatları da bu teşkilatın kontrolündeydi. Mavri Mira’nın idaresindeki İzci teşkilatları, yirmi yaşından büyük gençleri bir araya getirerek teşkilatlanmalarını sağlıyordu. Yunanistan’dan talimat alan bu teşkilat, faaliyette bulunduğu bölgelerde Rumların silahlandırılmasını temin etmişti. Etnik-i Eterya Cemiyeti’nin devamı niteliğinde çalışan bu örgüt, onun bıraktığı yerden faaliyetlere başladı. Mavri Mira özellikle İstanbul Rum Patrikhanesi’nin önderliğinde fesat merkezi haline gelmişti. Bu terör teşkilatının bir görevi de çete grupları kurmak, onları yönlendirmek, propaganda yapmak ve mitingler düzenlemekti. Bir müddet sonra Mavri Mira hazırladığı Rum çeteleriyle Türk köy ve kasabalarında büyük dehşet ve katliam uygulamıştır. Bu örgütten talimatlı çetelerin en çok faaliyette bulundukları yerler; Ege, Marmara kıyıları ve Kırklareli bölgesi idi. Üsküdar’a bağlı Büyük ve Küçük Bakkal köyleri ve Şile yakınlarında bulunan Rum çeteleri korkunç bir hal almışlardı. Mavri Mira’nın örgütlediği bu çeteler Bostancı, Kartal ve Pendik dolaylarında birçok Türk’ü öldürmüşlerdi. Bu çetelerin öldürüp parçaladıkları insanları, değerli tarihçi Selahattin Tansel de bizzat gördüğünü kitabında yazmaktadır. Gebze’nin Mudarlı Köyü’nden olan yazar, Süleymaniye Dersiamları’ndan babası Zeynelabidin Efendi’nin köyde bulunduğu bir sırada Rum çetelerinin saldırısına ve hakaretine maruz kaldığını, annesinin de dövüldüğünü bizzat gördüğünü yazmaktadır. Bu çeteleri örgütleyen ise Mavri Mira Cemiyeti’nin elebaşılarından Yunanlı kurmay subay olduğu rivayet edilen Rum bakkal Todori’dir. Todori Yunanistan’dan gönderilen silah ve cephaneyi ilgili eşkıya gruplarına gönderiyordu. Daha sonra bu çete başı Demir Hulusi Bey grubu ile Sadık Baba ve Osman Kaptan Çeteleri tarafından ortadan kaldırılmıştır. Mavri Mira’nın desteklediği eşkıya gruplarının cinayetleri sadece Marmara kıyılarında değil; Ege Bölgesi’nde de yaygınlaşmıştı. Osmanlı ülkesinde Rumları kışkırtan ve birçok cinayet işlemelerine sebep olan kişi şüphesiz Patrik vekilliğine seçilen Dorotheos Mamelis’tir. Bu zat çetecileri örgütlemenin dışında Mavri Mira’nın başkanı sıfatıyla siyasi faaliyette de bulunmaktadır. Ermeni Patriği Zaven Efendi ile birlikte 17 Ekim 1919’da “bütün Türkiye’nin işgal” edilmesini isteye bilmiştir. Aynı şahıs 14 Şubat 1920’de Lloy George’a İstanbul için “Yunan mandası” teklif etmiş, Ocak 1921’de de “İstanbul Hıristiyan”dır iddiasında bulunmuştur. Bu papaz 19 Mart 1921’de Londra’da ölmüştür. İstanbul Patrikhanesi, ayrılıkçı ve terör örgütü durumunda olan Rum teşkilatlarıyla iç içe bulunuyordu. Yunan Kızılhaç hastaneleri ve Rum okulları teşkilat merkezi ve silah-cephane deposu haline getirilmişti. Teşkilatın arkasında her ne kadar Yunanlılar var gibi gözüküyorsa da, gerçekte Yunanlıların arkasında oldukları gibi bunların arkasında da İngilizler bulunuyordu. İngiliz istihbaratı ile doğrudan bağlantısı olan Papaz Frew teşkilatı perde arkasından yönetiyordu. Papaz Frew aracılığıyla Anadolu’nun muhtelif şehirlerinde gizli bir ağ kurulmuş ve Rum azınlığın örgütlenmesine yardımcı olunmuştur. Papaz Frew azınlıkları örgütlemeye çalıştığı gibi, Anadolu’daki millî harekete sempati duyan İstanbul Hükümeti’ndeki siyasilerin görevden uzaklaştırılmasını da sağlıyordu. Mustafa Kemal Paşa’nın bu cemiyetin faaliyetlerini yakından takip ettiği anlaşılmaktadır. Rumlar diğer azınlıklarla da temas halinde idiler. Bunlardan biri Ermeni Patriği Zevan Efendi’dir. Ermeniler, Zevan Efendi önderliğinde Rumları örnek alarak tıpkı onlar gibi hızla hazırlıklarını sürdürüyorlardı. Mavri Mira Teşkilatı, patrikhane bünyesinde; Patrik vekili Doroteos başkanlığında; kurulmuştu. Teşkilatın diğer üyeleri ise Yunan siyasi temsilcisi Katelopulas, askeri temsilci Giritli Yarbay Katehakis, Athenogoras, Enez Metropoliti, Diposi­mos, Ayinpa, Polimitis ve Siyari idi.

Yusuf SARINAY

KAYNAKÇA

Askerî Tarih Belgeleri Dergisi, Yıl:27, Sayı:77, Eylül 1973, Belge No:1694.

ATATÜRK, Mustafa Kemal, Nutuk(1919-1927) (Belgeler), Yay. Haz. İsmet Gönülal, 3. Cilt, Ankara 1984.

DUMONT, Paul, Mustafa Kemal, Çev. Zeki Çelikkol, Ankara 1993.

GÜLER, Ali, Sorun Olan Yunanlılar ve Rumlar, Ankara 2003.

GÜLER, Ali, Yakın Tarihimizde Pontus Meselesi ve Rum-Yunan Terör Örgütleri, Ankara 1995.

KOCATÜRK, Utkan, Atatürk ve Türk Devrimi Kronolojisi (1918-1938), Ankara 1973.

“Millî Mücadele”, Türkiye Ansiklopedisi (1923-1973), 3. Cilt, Kaynak Kitaplar, İstanbul 1974.

PEHLİVANLI, Hamit, Kurtuluş Savaşı İstihbaratında Askerî Polis Teşkilatı, Ankara 1992.

SELEK, Sabahattin, Anadolu İhtilâli, I. Cilt, Kastaş Yay., İstanbul 2000.

TANSEL, Selahattin, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, 1. Cilt, Ankara 1977.

YILDIRIM, Azmi, “Rum Çetelerinin Türklere Karşı Faaliyetleri (1912-1922)”, Türkler, 15. Cilt, Yeni Türkiye Yay.,

Mecelle



Mecelle (Osmanlı Medeni Kanunu)

1868 - 1876 yılları arasında büyük devlet adamı ve tarihçi Ahmet Cevdet Paşa tarafından hazırlandı. Bu yasa İslam Hukuku ile çağdaş hukuku bağdaştırmaya çalıştı. Medeni Kanun'un kabul edildiği 1926 yılına kadar yürürlükte kaldı.

Milletler Cemiyet



Cemiyet-i Akvam (Milletler Cemiyeti ve Türkiye)

Birinci Dünya Savaşı dünyanın o güne kadar gördüğü en büyük çapta yıkım ve acıları yaşattı. Dünyada böyle bir savaş ile tekrar karşılaşmamak için adalet, barış, hukuk ve eşitlik temelli uluslararası adımlar atılması beklentisi kuvvetlendi. Sürekli barışın sağlanmasına yönelik 1815’ten itibaren var olan çabalar ilk kez güçlü bir karşılık buldu. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Woodrow Wilson Ocak 1917’de kongrede, barışın korunması için uluslararası bir örgütlemenin gerekli olduğunu açıkladı. Wilson, savaşların önlenebileceği inancıyla bir takım barış prensipleri hazırlığına başladı.

Wilson, 8 Ocak 1918’de ABD Kongresinde Wilson Prensipleri olarak bilinen 14 ilkesini ilan etti. Wilson ilkelerinin11 ve 12. maddelerinde uluslararası güvenceden, 14.maddesinde iseise “Özel antlaşmalarla, küçük, büyük tüm devletlerin siyasi bağımsızlıklarını ve toprak bütünlüklerini karşılıklı olarak güvence altına alacak bir uluslar birliği kurulmalıdır” diyerek uluslararası bir örgütlenmeden söz etti.

Müttefiklerin savaş sonrası başka planları olmasına rağmen,18 Ocak 1919’da Paris Barış Konferansı’nda Wilson’un dünya güvenliğini sağlamaya yönelik örgütlenme düşüncesine katılmak durumunda kaldılar. Konferansta uluslararası bir örgüt kurulması ve Almanya’ya imzalattırılacak antlaşma temel gündem oldu. Örgütün kurulması için karar25 Ocak 1919’daalındı.Sekiz devletin hazırladığı taslak projeler içinden Wilson’un hazırlattığı taslak proje ilgi gördü. Bu taslak28 Nisan 1919’da Konferans Genel Kurulu’nda oybirliği ile kabul edildi. Başkan Wilson, kabul edilen taslağı ve Almanya’ya imzalattırılan Versay Antlaşması’nı yanına alarak ABD Kongresi’ne kabul ettirmek üzere Paris’ten ayrıldı. Wilson’un ısrarlı çabalarına rağmen kongre, Kasım 1919 ve Mart 1920’de Versay Antlaşması ile Cemiyet-i Akvam sözleşmesini kabul etmedi. Böylece ABD, Monreo Doktrini’ne geri döndü.

Cemiyet-i Akvam, (Milletler Cemiyeti - League of Nations –Sociétédes Nations) 26 maddelik sözleşmesi (misak) ile galip devletler tarafından resmî olarak Versay Antlaşması’nın yürürlüğe girdiği10 Ocak 1920’de İsviçre’de kuruldu. Milletler Cemiyeti dünyada kalıcı barışı, adaleti, güvenliği sağlamak ve uluslararası sorunları işbirliği ile çözmek, uluslararası hukuk kurallarını hâkim kılmak amacıyla faaliyet gösterecek ilk evrensel örgüt oldu.

Cemiyet sözleşmesinde, Birinci Dünya Savaşı’nın galipleri olan kurucular cemiyetin devamlı üyesi, diğerleri ise geçici üyesi kabul edildi. Cemiyetin kuruluşunda devletlerin; galipler, tarafsızlar ve mağluplar veya daimi, yarı daimi ve daimi olmayanlar olarak eşitsiz sınıflandırmalar ile ayrılması rahatsızlık yarattı. Kurucuların bu eşitsiz tutumları ve Versay Antlaşması ile başlayan yenidünya düzenini meşrulaştırma çabaları cemiyetin etkisini daha kuruluş aşamasında zayıflattı.

Cemiyet sözleşmesinin yapılacak barış antlaşmalarına ‘önsöz’ olarak konulması mecburiyeti getirildi. Sözleşmenin başlangıç kısmında genel amaçlar ve üyelerin sorumlulukları yer aldı. Bunlar uluslararasında işbirliği geliştirmek, uluslararası barış ve güvenliği sağlamak için savaşa başvurmamak, barışın sağlanması için birtakım yükümlülükleri kabul etmek, uluslararası ilişkileri gizlilikten uzak, adaletli ve onurlu şekilde sürdürmek, örgütlenmiş halkların karşılıklı ilişkilerinde adaleti korumak, uluslararası hukuk kuralları ve antlaşmalardan doğan bütün yükümlülüklere özenle saygı göstermekti.

Amaçları gerçekleştirmek ve işleyişi sağlamak için genel kurul, konsey ve sekreterlik olmak üzere üç temel organ oluşturuldu. Sekretarya altında Milletler Cemiyeti Komisyonları, Uluslararası Adalet Divanı ve Uluslararası Çalışma Örgütü yer aldı. Sekretarya, konsey ile genel kurulun gündemini oluşturdu ve düzenlenen toplantılar sonrası raporlar yayınladı.

Konseyin görevleri de cemiyetin amaçları doğrultusunda oldu. Konsey, anlaşmazlıkları yatıştırıp uzlaştırma, sözleşmeyi ihlal eden üyeleri uzaklaştırma, mandaların gözetim ve denetimini sağlama, silahsızlanma için planlar yapma, anlaşmazlıkların barışçıl yollarla çözümleme için uygun önerilerde bulunma ve gerektiğinde ambargoları uygulatma ve uluslararası barışa herhangi bir tehdit durumunda cemiyet üyelerinden birinin çağrısı üzerine toplanma gibi görevleri yerine getirdi. Konseyde kararlar üyelerin veto hakkı olmadığı için oy birliği ile alınmaya çalışıldı.

ABD ve Sovyetler Birliği’nin cemiyet içinde yer almaması, cemiyetin İngiliz çıkarlarına aracılık etmesi, Japonya’nın Mançurya’ya İtalya’nın da Habeşistan’a saldırmasında gereken yaptırımların devreye sokulamayışı güveni oldukça sarstı. İtalya, Japonya ve Almanya’nın cemiyetten ayrılması ve İkinci Dünya Savaşı’nın engellenememesi cemiyetin sonunu getirdi. Cemiyet, devletlerin toprak bütünlükleri ile bağımsızlıklarının korunması ve silahsızlanma konularında etkili olamadı. Ancak bir kısım siyasi sorunları çözümleyebildi. Cemiyet daha ziyade çocuk ve kadın ticaretinin önüne geçerek korunmalarını sağlamada, uyuşturucu ile mücadelede ve sağlık işlerinin düzenlenmesinde başarılı oldu. İkinci Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle anlamını yitiren cemiyet, savaş sonrası18 Nisan 1946’da dağıldı. Milletler Cemiyeti tecrübesi Birleşmiş Milletlerin kurulması ve faaliyetlerinde önemli rol oynadı.

Türkiye ile Milletler Cemiyeti ilişkileri 1923-1932 yılları arası sorunlu gelişti. İlk gelişme daha erken yaşandı. Ölü doğan Sevr Antlaşması’nda Milletler Cemiyeti sözleşmesi yer aldı. Ancak, TBMM Hükümeti Sevr Antlaşması’nı tanımadığı için bu hükümlerin hiçbir geçerliliği olmadı. İkinci gelişme örgütlenme alanında görüldü. Cemiyet kurulması düşüncesi ortaya atıldıktan sonra cemiyete etkinlik kazandırmak, propagandasını yapmak ve katılımları artırmak için Avrupa’da “Cemiyet-i Akvama Müzaheret Cemiyetleri” kurdurulmaya başlandı. Milletler Cemiyeti tarafından İstanbul hükümetine Sakarya Savaşı sonrası bu cemiyetin İstanbul’da kurulması için emir verildi. Kurulması 7 Aralık 1921’de kararlaştırılan cemiyet, 27 Nisan 1922’de faaliyete geçebildi.

Milli Mücadele döneminde, savaşılan devletlerin cemiyetin kurucuları olması nedeniyle cemiyete girilmesi söz konusu olamazdı. İlk kez Lozan’da İsmet Paşa; Milletler Cemiyeti’ne girileceğini ifade etti. Ancak, Lozan Barış Konferansı ve sonrasında İngiltere, Fransa, Yunanistan ile yaşanan sorunlarda buna izin vermedi.

Türkiye’nin cemiyete katılmasını engelleyen başlıca neden Musul sorunu oldu. Türkiye, Misak-ı Milli sınırları içinde bulunan Musul’un Lozan Barış Konferansı’nda Türkiye-Irak sınırı konusu görüşülürken Türkiye’ye bırakılmasını istedi. İngiltere ise bölgedeki petrolün varlığı nedeniyle bu isteğe karşı çıktı. Musul’un Irak sınırları içinde kalmasında ısrarcı olan İngiltere, Türkiye’nin tezlerine sürekli itiraz etti. Musul sorunu, Türkiye-İngiltere ilişkilerini gerginleştirdi ve konferans başlamadan dağılma sürecine girdi. Bu nedenle iki taraf sorunun çözümünü konferans sonrasına bırakma kararı aldı. Birinci Lozan görüşmelerinde İsmet Paşa ile Lord Curzon 4 Şubat 1923’te Musul sorununun bir yıl içinde Türkiye-İngiltere arasında çözüme kavuşturulması, eğer çözüme kavuşturulamaz ise Milletler Cemiyeti’ne sevk edilmesi kararını aldı. Böylece Musul,8 Mart 1923’te barış antlaşması tasarısı ve konferans programından çıkarıldı. İkinci Lozan görüşmelerinde ise Milletler Cemiyeti’nin statüsü uzlaştırma komisyonundan hakem statüsüne yükseltildi. Türkiye-Irak sınırının dokuz ay içerisinde barışçı yollarla belirlenmesi, bu sürede belirlenmediği takdirde sorunun doğrudan Milletler Cemiyeti’ne götürülmesi kararlaştırıldı. Oysa İngiltere cemiyetin kurucu ve devamlı üyesi iken Türkiye cemiyete üye dahi değildi.

Türkiye ile İngiltere arasında İstanbul’da 19 Mayıs 1924’de yapılan Haliç Konferansı’nda sonuç alınamadı ve konferans 5 Haziran 1924’te dağıldı. Türkiye, Musul ve çevresinin Türk sınırları içerisinde kalmasında direnirken, İngiltere buna karşı çıktığı gibi Hakkâri ilinin de yarısını istedi. İngiltere 6 Ağustos’ta Lozan Antlaşması’nı onaylayarak Milletler Cemiyeti’ne başvurdu. Cemiyet sorunu incelemek üzere tarafsız devletlerden bir komisyon kurma kararı aldı ve komisyon raporunu cemiyete sundu. İngiltere yanlısı hazırlanan raporda, Musul’da plebisit yapılmasının mümkün olmadığı, Musul’un Irak’ın bir parçası sayılması gerektiği ve Irak’ın 25 yıl süre ile İngiliz mandası altında kalması gerektiği tavsiye edildi.

Komisyonun, dolayısıyla cemiyetin İngiltere yanlısı tutumu Türkiye tarafından tepkiyle karşılandı. Sorun bu kez Türkiye tarafından Milletler Cemiyeti Lahey Daimi Adalet Divanı’na götürüldü. Divan, cemiyet meclisinin kararını, Cemiyet Konseyi de 16 Aralık 1925’teTürkiye’nin gıyabında tavsiye kararlarını aynen kabul etti. Cemiyet kararı ile İngiltere’nin isteği doğrultusunda Musul Irak’a dolayısı ile İngiltere’ye bırakıldı. Cemiyetin Musul’u Irak’a bırakma kararı, Türkiye’de büyük tepki uyandırdı. Çözüm ile birlikte Türkiye’nin cemiyete girmesine yönelik baskılar başladı.

Cemiyetin, Musul sorununda İngiltere’nin etkisiyle Türkiye’ye yönelik olumsuz kararı Türkiye-Sovyetler Birliği ilişkilerini daha çok birbirine yaklaştırdı. Sovyetler Birliği’nin Milletler Cemiyeti’nin kendisine yönelik kurulduğu düşüncesi de Türkiye’ye yaklaşmasında etkili oldu. Türkiye giderek Sovyetler Birliği’ne yaklaştı ve Sovyet Rusya ile 17 Aralık 1925’de Dostluk ve Tarafsızlık Antlaşması yapıldı.

Türkiye’nin cemiyetle karşı karşıya kaldığı sorunlardan biri de Türkiye-Yunanistan arasındaki mübadele sorunu oldu. 1 Mayıs 1923’den itibaren, 30 Ekim 1918’den önce İstanbul belediye sınırları içerisine etabli (yerleşmiş) bulunan Rumlar ile Batı Trakya’nın Türk halkı mübadele dışında kalmak kaydıyla; Türkiye’de kalan Rumlar ile Yunanistan’da kalan Müslümanların mübadelesi gerçekleştirilecekti. Mübadeleyi gerçekleştirmek üzere, bir uluslararası Karma Komisyon kurulması ve komisyonun Milletler Cemiyeti tarafından Türk ve Yunanlı üyelerle, Birinci Dünya Savaşına girmemiş devletlerden üye seçilmesi ve bir tarafsız başkanı olması kararlaştırıldı. İlk andan itibaren, sözleşmede yer alan ‘yerleşmiş’ yani İstanbul’da daha çok Rum bırakmak isteyen Yunanistan kriz yarattı. Komisyonun Türk ve Yunanlı üyeleri farklı görüşler ortaya koyduğu için anlaşma sağlanamadı. Karma komisyonun bir çözüm yolu bulamaması nedeniyle anlaşmazlık Milletler Cemiyeti’nin tavsiyesi doğrultusunda Lahey Daimi Adalet Divanına götürüldü. Divan’ın21 Şubat 1925’de yaptığı ‘yerleşmiş’ deyimi hakkındaki yorumu anlaşmazlığı gideremedi. Cemiyetin çözümleyemediği bu sorun daha sonra Türkiye’nin olumlu yaklaşımı ile çözüldü.

Türkiye-Fransa arasında 1926’da doğan Bozkurt-Lotus davası Türkiye tarafından Cemiyetin Uluslararası Daimi Adalet Divanına götürülmüş ve sorun 1927’de divan tarafından Türkiye lehine çözümlenmişti. Bu Türkiye’de Milletler Cemiyeti’ne yönelik ilk güveni oluşturmuştu. Barıştan yana olan Türkiye daha sonra Kellogg Paktını imzaladı, Milletler Cemiyeti’nin Silahsızlanma Konferansı Hazırlık Komitesi’ne katılarak uluslararası işbirliğine açık olduğunu gösterdi.

Türkiye 1930’lu yıllarda Batılı devletler ile sorunları büyük ölçüde çözümledi ve İngiltere ile yakınlaşma başladı. Bu yakınlaşmada uluslararası alanda Versay Antlaşması ile oluşturulan yenidünya düzeninin karşıtlarını ortaya çıkarması etkili oldu. İtalya, Japonya ve Almanya’daki revizyonist gelişmeler Türkiye’yi batılı devletlere, Batılı devletleri de Türkiye’ye yakınlaştırdı. Bu gelişmeler ile Birinci Dünya Savaşında yenilen devletler de cemiyete alınmaya başlandı. Türkiye 1931’de prensip olarak Milletler Cemiyeti’ne girmeyi benimsedi ve Sovyetler Birliği’ne bir nota ile güvence verdi. Türkiye, 1932 yılı başında cemiyete katılma kararı aldı. Ancak Türkiye, cemiyete müracaat ederek değil, davet edilerek katılmak istedi. Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Aras, 12 Nisan 1932’de Cenevre’de Silahsızlanma Konferansında İspanya temsilcisinin bir sorusuna cevap verirken, Türkiye’nin davet edildiği takdirde cemiyete katılmaktan onur duyacağını söyledi. İsviçre’nin Journal de Ceneve gazetesi Aras ile görüştü ve Türkiye’nin cemiyete davet edilirse bunun Türkiye tarafından kıvançla kabul edileceğine dair haber yayınladı. Cemiyetin Genel Sekreteri Eric Drummond, Dışişleri Bakanı Aras ile görüştü, Aras bu haberi doğruladı. Hatta Dışişleri Bakanı Aras bir kez daha cemiyet genel kurulu tarafından davet edildikleri takdirde memnuniyetle olumlu karşılık vereceklerini belirtti. Genel Sekreter bu durumdan memnuniyet duyduğunu ve konunun takipçisi olacağını ifade etti. Dışişleri Bakanlığı Milletler Cemiyeti Şubesi Müdürü Abdülahat Bey, 13 Nisan 1932’de Milletler Cemiyeti Genel Sekreter Yardımcısı Comert’i ziyaret etti. Ziyaretinde Türkiye’nin de Meksika gibi Milletler Cemiyeti Genel Kurulu tarafından yapılacak özel çağrı ile davet edilmeyi beklediğini söyledi. Genel Sekreter yardımcısı Türkiye’ye hukuki yol izlemesi tavsiyesinde bulunurken, Genel Sekreter Drummond Türkiye’nin önemi düşünülünce kuru hukuki sorumluluklar ile Türkiye’nin cemiyete girişinin zorlaştırılmaması gerektiğini belirtti.

İspanya’nın Milletler Cemiyeti Temsilcisi De Madariaga 1 Temmuz 1932’de Milletler Cemiyeti Genel Kurulu’nda söz alarak; Almanya, Arnavutluk, Avustralya, Avusturya, Britanya İmparatorluğu, Bulgaristan, Çekoslovakya, Danimarka, Estonya, Finlandiya, Fransa, Hollanda, Guatemala, İran, İspanya, İsveç, İsviçre, İtalya, Japonya, Kolombiya, Küba, Letonya, Macaristan, Panama, Polonya, Romanya, Yeni Zelanda, Yugoslavya ve Yunanistan adına Türkiye’nin üyelik için davet edilmesi karar tasarısını sundu. Türkiye’nin üyeliğe kabul edilmesi için konunun ivedi olarak gündeme alınmasını isteyen De Madariaga’yı Yunan Dışişleri Bakanı Mihalakopulos destekledi. Genel Kurul Başkanı Belçika Dışişleri Bakanı Hymans da tasarıyı gündeme aldı. Davet tasarısı Milletler Cemiyeti’nin Çin-Japonya sorununu görüşmek üzere topladığı Olağanüstü Genel Kurulda 6 Temmuz 1932 Çarşamba günü görüşüldü. Türkiye’nin cemiyete katılması yönünde on altı üye tek tek söz alarak görüşlerini belirtti. Bunun sonucunda Türkiye’nin cemiyete üye olmasına ve kıymetli katkılar vermek üzere oy birliği ile resmen davet edilmesine ve Genel Sekreterlik tarafından durumun Türkiye’ye bildirilmesine karar verildi.

Kararın Türkiye’ye bildirilmesi üzerine, Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), 9 Temmuz 1932’de daveti kabul ettiğine dair karar aldı. Alınan karar cemiyet Genel Sekreterliğine bildirildi. 18Temmuz 1932 Pazartesi günü, Milletler Cemiyeti’nin 43 üyesinin ittifakıyla Türkiye cemiyetin üyesi oldu. Aynı gün Türkiye temsilcilerinin devam eden dönem toplantılarına katılmasına karar verildi. Bu karar doğrultusunda o gün Bern Büyükelçisi Cemal Hüsnü (Taray) ve Sivas Milletvekili Necmettin Sadak Beyler katıldı. Türkiye’nin cemiyete katılması pek çok devlet tarafından memnuniyetle karşılandı.1932-1938 yılları arasında Türkiye uluslararası barış ve dayanışmanın sağlanması yönünde en büyük katkıyı veren devletlerden biri oldu. Mustafa Kemal (Atatürk) önderliğinde Türkiye uluslararası barışın sağlanması çalışmalarında önemli bir rol oynadı. 1934’te Türkiye’nin çabalarıyla Sovyetler Birliği Milletler Cemiyetine girdi.

Türkiye 1934’te Balkan Antantını imzaladı. Antantı imzalayan Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya 1935’de, İtalya’nın Habeşistan’a saldırması üzerine harekete geçti. Milletler Cemiyeti’nin çağrısı ile Cemiyet Sözleşmesi’nin 16. Maddesine dayanarak İtalya’ya karşı ekonomik ambargoya katılma kararı aldılar. Türkiye, bu desteği verirken ekonomik kayıpları olacağı, hatta İtalya’nın tehditleri ile karşılaşılacağını bildiği halde tedbirlerin uygulanmasına dair TBMM’nden oybirliği ile karar çıkarttı. Türkiye’nin bu çabaları dünya barışına verilen samimi ve cesur destekler olmuştu.

Türkiye 1936’da Boğazların güvenliği konusunu gündeme getirdi. Türkiye ile müttefikler arasında 24Temmuz 1923’de Lozan Barış Antlaşması imzalanırken bir de Boğazlar Sözleşmesi yapılmıştı. Bu statünün yürütülmesini kontrol için de bir Türk temsilcinin başkanlığında, sözleşmede imzası bulunan devletlerin temsilcilerinden oluşan bir “Boğazlar Komisyonu” kurulmuştu. Komisyon boğazlardan geçişi kontrol edecek ve Milletler Cemiyetine geçişle ilgili bilgiler verecekti. Boğazların güvenliği cemiyete, dolayısı ile İngiltere, Fransa, İtalya ve Japonya garantisine bırakılmıştı. Ayrıca, Türkiye’nin Boğazları silahsızlandırması da kararlaştırılmıştı. Türkiye, güvenliğini tehlikeye düşüren ve Boğazlar üzerindeki egemenliğini sınırlayan bu sözleşmeyi o günün koşullarında kabul etmişti. Ancak, Lozan Antlaşması’nın imzalandığı günlerde dünya, silahlanmanın azaltılacağı ve savaş tehlikelerinin uluslararası kontrolle önlenebileceği ümidi içindeydi. Fakat umulanın aksine, silahsızlanma çalışmaları olumlu bir sonuç vermemiş, Milletler Cemiyeti’nin kolektif güvenlik sistemi de saldırganlara karşı başarılı olamamıştı. Özellikle Japonya, Almanya ve İtalya gibi devletlerin girişimleri karşısında, Milletler Cemiyeti gittikçe etkisini kaybetmiş ve garantileri işlemez hale gelmişti.

Bu gelişmeler Türkiye’nin Lozan Antlaşması’nda öngörülen Boğazlar garantisi ile haklarının korunamayacağını gösterdi. Türkiye, Boğazlar statüsünün değiştirilmesi ve zamanın ruhuna uygun düzenlemeler yapılmasını istemeye başladı. Birçok girişimde bulunmuş ise de Avrupa’da özellikle Almanya’nın silahlanmaya ve uluslararası ilişkilerin bozulmaya başlamasından sonra Türkiye barışçı yaklaşımlarıyla dikkat çekmeye başladı. İtalya’ya karşı yaptırımlara cesaretle uyan Türkiye, Almanya’nın Versay Antlaşması’nın askerî kısıtlama hükümlerini tanımadığını ilan etmesi üzerine, olağanüstü toplanan Milletler Cemiyeti Konseyi’nde 17 Nisan 1935’de Dışişleri Bakanı Aras Türkiye’nin Boğazlar statüsünün değiştirilmesi isteğinde olduğunu bir kez daha dile getirdi. Dışişleri Bakanı Aras, Eylül 1935’de bu kez Milletler Cemiyeti Genel Kurulu’nda doğrudan Boğazlar statüsünün değiştirilmesini istedi. Bu girişim ile Boğazlar Konferansı toplandı ve 20 Temmuz 1936’da Türkiye lehine önemli gelişmeler sağlayan Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalandı.

Türkiye muhtemel savaş öncesi güvenliği için paktlar oluşturmaya çalıştı. Bu paktlardan biri diğeri Sadabat Paktı oldu. Pakta göre; Türkiye, İran, Irak ve Afganistan karşılıklı olarak birbirlerinin iç işlerine karışmama, uluslararası anlaşmazlıklarda birbirlerine danışma, birbirlerine karşı tek başına veya başka devletlerle birlikte saldırıda bulunmama kararları almışlardı.8 Temmuz 1937’de imzalanan pakt içinde Milletler Cemiyeti’ne dair bir hüküm de vardı. Bir saldırı durumunda saldırıya uğrayanın kendisini savunması ve konuyu Milletler Cemiyeti Konseyi’ne götürmesi kabul ediliyordu. Paktın kararları Milletler Cemiyeti garantisi altına konulmaya çalışılmıştı.

1936’da “Hatay Sorunu” gündeme geldi. Türkiye ile Fransa arasında imzalanan 20 Ekim 1921 Ankara Anlaşması’nda İskenderun Sancağı Türkiye sınırları dışında kalmıştı. 1921 sonrası Fransız mandasına bırakılan sancakla ilgili Fransızlar farklı tasarruflarda bulunmaya çalışmışlardı. Bu tasarruflar ya Suriye yönetiminin ya da bölgede yaşayan Türklerin tepkisi ile karşılaştı. Fransa,1928’de Şam Meclisine İskenderun Sancağının özel ve özerk statüsünü kabul ettirdi. Bu durum 1930’da Milletler Cemiyeti Mandalar Komisyonu tarafından da uygun bulundu.

İskenderun Sancağı’nın yönü Türkiye’ye dönüktü. Sancakta yaşayan Türkler Türkiye ile birleşme isteğindeydi. Fransa, 1936’da Suriye ve Lübnan üzerinde manda yönetimine son verirken İskenderun Sancağı’ndaki haklarını Suriye Hükümeti’ne devretti. Bu durum Türkiye’nin sert tepkisine yol açtı. Türkiye, Milletler Cemiyeti’nde sorun hakkında ikili görüşme yapılmasını önerdi. Fransa’nın öneriyi kabul etmemesi Türk-Fransız ilişkilerinin gerilmesine yol açtı.

Türkiye, 9 Ekim 1936’da Fransa’ya bir nota vererek, İskenderun Sancağı’na bağımsızlık verilmesini istedi. Fransa, Türkiye’nin notasına, 10 Kasım 1936’da İskenderun Sancağının bağımsızlığının tanınması halinde Suriye’nin parçalanmış olacağını ve buna da kendisinin yetkili olmadığını bildiren cevabı verdi. Türkiye’nin baskı ve ısrarları sonucunda Fransa sorunu Milletler Cemiyeti’ne götürdü. Sorun14 Aralık 1936’da, Milletler Cemiyeti’nde görüşüldü ve 22 Aralık’ta bölgeye bir gözlemci heyetinin gönderilmesi kararı verildi. İngiltere aracılığı ile Türkiye-Fransa arasında prensip anlaşmasına varıldı. Milletler Cemiyeti Konseyi, Sancak için 27 Ocak 1937’de yeni bir statü kabul etti. Statünün ve anayasanın uygulanması milletler Cemiyeti’nin gözetimi altında olacaktı. Cemiyetin kurduğu bir komisyon Mayıs 1937’de Hatay statüsü ve anayasasını oluşturdu. Cemiyet 29 Mayıs’ta bu anayasayı kabul etti ve aynı gün Türkiye ile Fransa, Hatay’ın yeni statüsünü garanti altına alan bir anlaşma imzaladı. Bu antlaşmaya rağmen uygulamada sorunlar çıktı ve sorunlar hemen çözülemediği için ilişkiler tekrar gerildi.

Türkiye, Milletler Cemiyeti’ne seçim sistemi nedeniyle Hatay’da yapılacak seçimin Türkler aleyhine olduğunu bildirerek durumu protesto etti. Milletler Cemiyeti de, Ocak 1938’de, Türkiye’nin itirazını haklı buldu ve seçim sistemini değiştirdi. Bu kez Fransızların itirazı nedeniyle ilişkiler tekrar gerildi. Fransa, Almanya’nın durumu ve Avrupa’daki gelişmeler nedeniyle tutumunu yumuşatmak durumunda kaldı. Fransa, 6 Haziran 1938’de Hatay’daki valisini geri çekerek yerine bir Türk vali atadı ve gerilen ilişkileri yumuşattı. Türkiye ile Fransa 3 Temmuz1938’de imzalanan bir anlaşma ile Hatay’ın toprak bütünlüğünün ve siyasî statüsünün ortaklaşa korunmasında anlaştı. Bu antlaşma doğrultusunda 5 Temmuz 1938’de Türk askeri Hatay’a girdi. Bu sorunun çözülmesindeki en önemli gelişme oldu.

Türkiye’nin cemiyet ile uluslararası sorunlar nedeniyle üye olmadan ve üye olduktan sonra birçok kez yolları kesişti. Türkiye, cemiyetin birçok komisyon ve komitesinde faaliyet gösterdi. Bilinen genel sorunlar dışında; Düyun-u Umumiye çalışanlarının yıllık ödemesinden, ana sermayesinin paylaştırılmasına, Batı Trakya’daki Türkler ile İstanbul’daki azınlıkların durumundan, tabi olma, karasuları ve devletlerin kendi topraklarındaki yabancılar ve mallarına verilen zararlara pek çok konu Milletler Cemiyeti tarafından ele alındı. Cemiyete götürülen sorunlar zaman zaman Türkiye’nin aleyhine, zaman zaman da lehine sonuçlandı. Türkiye, buna rağmen sorunların cemiyete götürülmesi, barışçı ve meşru yollardan sorunlara çözüm aramaktan vazgeçmedi.

Cemiyet, Atatürk’ün barışçı ve saygın kişiliği ile Türkiye’nin önemini göz önüne alarak Türk temsilcilere önemli görevler yükledi. Türkiye, 1934’de Afganistan’ın cemiyet üyelik isteğini incelemek için oluşturulan özel komisyonun başkanlığını ve raportörlüğünü, 1934-1936 Cemiyetin Konsey üyeliğini, 1933’de Cemiyeti Konseyi’nin 84 ve 85. Dönem başkanlıklarını ve 1937 Cemiyet Genel Kurul Başkanlığını yürüttü. 1937’de Genel Kurul Başkanlığına Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras seçildi. 1938’de Milletler Cemiyeti Çocuk Sağlığı ve Hakları üzerinde Türkiye’yi temsil etmek üzere milletvekili Esma Nayman görevlendirildi.

Atatürk’ün barışçı politikaları, güç ve saygınlığı cemiyet üzerinde olumlu etkiler yaptı. Cemiyetin Genel Sekreteri J. Avenol, Atatürk’ün ölüm haberini aldığında “barışın dahi yapıcısı” sözleriyle başsağlığı dileklerini iletti. Cenaze törenine cemiyetin en yüksek düzeyde katılımını sağladı. Genel Sekreter Başyardımcısı Walters, Direktör Agindes ve politik bölümden Kerim Tevfik Erim törene katıldılar.

İkinci Dünya Savaşı öncesi Milletler Cemiyeti dağılma işaretleri verdiğinde dahi Türkiye cemiyeti güçlendirmeye ve bağlılığını bildirmeye devam etti. Türkiye için cemiyete bağlılık dış politika dayanaklarından biri oldu.

Ercan HAYTOĞLU

KAYNAKÇA

ALANTAR, Özden Zeynep, “Türk Dış Politikasında Milletler Cemiyeti Dönemi”, Ed. F. Sönmezoğlu, Türk Dış Politikasının Analizi, Der Yayınları, İstanbul 2004.

BARLAS, Dilek, “Milletler Cemiyeti’nde Türkiye: İyimserlik ve Kuşku Arasında”, Uluslararası İlişkiler, C 14, S 55, 2017.

BCA. (Başbakanlık Cumhuriyet Arşivi) Belgeleri.

BİLSEL, Mehmet Cemil, Cemiyet-i Akvam, Matbaa-i Ahmet İhsan ve Şürekası, İstanbul 1924.

BOA. (Başbakanlık Osmanlı Arşivi) Belgeleri.

DOĞAN, Cabir, “Cemiyet-i Akvam’ın Kuruluşunun İstanbul Basınına Yansımaları”, Osmanlı Medeniyeti Araştırmaları Dergisi, C 2, No.3, 2016.

ERİM, Nihat, “Milletler Cemiyeti Üzerinde Düşünceler”, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, C 1, S 01.

FEYZİOĞLU, Ayfer, Türkiye ile Milletler Cemiyeti (Cemiyet-i Akvam) İlişkileri, İstanbul Üniversitesi, Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Yayınlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Yöneten: Erol Cihan, İstanbul 1995.

GÖNLÜBOL, Mehmet, SAR, Cem, Olaylarla Dış Politikası, Cilt:1 (1919-1973), Cilt:2 (1973-1990), 7. Baskı, Alkım Kitabevi, Ankara 1989.

KIRAN, Abdullah, “Milletler Cemiyeti ve Önlenemeyen Savaş”, Girne American University Journal of Socialand Applied Sciences, C 3, S 6, 2008.

KIRDAR, Üner, “Atatürk ve Milletler Cemiyeti”, Milliyet, 10-17.11.1971 (yazı dizisi).

SOYSAL, İsmail, Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları (1920-1945 ), Cilt I, Ankara 1989.

SÜRMELİ, Serpil, “Cemiyet-i Akvam’a Müzaheret Cemiyeti- Türkiye’de Kuruluşu ve Prag Konferansı”, Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisi, S 25-26, Mayıs-Kasım 2000.

TBMM Zabıt Cerideleri.

ULUSAN, Şayan, “Türkiye’nin Milletler Cemiyetine (Cemiyet-i Akvam) Girişi, Öncesi ve Sonrası”, Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi, C VII, S 16, Bahar-Güz 2008.

Milli Aşiret



Güneydoğu Anadolu'da bulunan bir aşiret.

Mir-i Miran



Beylerbeyi, eyalet valisi.

Misakı Milli



Misakı Milli (Ulusal Ant - 28 Ocak 1928)

28 Ocak 1920 günü Osmanlı Mebusan Meclisi'nde, ülkenin bağımsızlığını ve ulusal sınırlarını belirlemek amacıyla kabul edilen kararlar.

Misakı Milli Esasları:

1. Mondros Ateşkesi imzalandığı sırada Osmanlı Devleti'nin düşman orduları işgali altında kalan, Arap çoğunluğunun bulunduğu kısımların geleceği, halk oyuna göre tayin edilmelidir. Ateşkese göre, dini, ırk ve sosyal bağlarla birleşik, Osmanlı İslam çoğunluğunun bulunduğu kısımlar, hiçbir sebeple ayrılamaz bir bütündür.

2. Halkı özgür kalır kalmaz anavatana, kendi istekleri ile katılmış olan Kars, Ardahan, Artvin için gerekirse tekrar halk oyuna başvurulmasını kabul ederiz.

3. Geleceği Türkiye ile yapılacak barış antlaşmasına bırakılan Batı Trakya'nın durumu, özgürce yapılacak halk oyuna göre ortaya konulmalıdır.

4. İslam halifeliğinin, Osmanlı saltanat ve hükümetinin başkenti olan İstanbul şehri ile Marmara denizinin her türlü güvenliği sağlanmalıdır.

Bu esas dahilinde olmak şartıyla Akdeniz ve Karadeniz boğazlarının yabancı devletlerin ticaret ve ulaştırmasına açılması, bizimle ilgili devletlerin oy birliği ile verecekler karara bağlıdır.

5. Azınlıkların hakları, İtilaf Devletleri ile düşmanları ve bazı ortakları arasında kararlaştıracak esaslar içerisinde ve komşu memleketlerdeki Müslümanların aynı haklardan faydalanmaları şartı ile tarafımızdan sağlanacaktır.

6. Ulusal ve iktisadi gelişmemiz imkan çerçevesine girmek ve daha modern bir düzenli yönetimle işleri yürütmeyi başarabilmek için her devlet gibi bizim de tam bir bağımsızlığa ve serbestliğe ihtiyacımız vardır. Bu, yaşamımızın ve geleceğimizin esasıdır. Bu nedenle siyasal, adli ve mali gelişmemizi önleyecek sınırlamalara karşıyız. Borçlarımızın ödenmesi de bu esasa aykırı olamaz.

Mondros Mütarekesi



Mondros Mütarekesi (Ateşkes Anlaşması)

30 Ekim 1918

1914 yazında Avrupa merkezli başlayıp Amerika’dan Uzakdoğu’ya kadar genişleyen, çok sayıda devlet ve toplumu derinden etkileyen I. Dünya Savaşı, 1918 sonbaharına doğru hızlı bir şekilde İtilaf Devletleri lehine gelişmeye başlamış, Almanya dâhil hemen bütün ittifak ülkeleri birbirlerinden bağımsız mütareke arayışına girmişlerdir. Savaştan ilk çekilen ülke ise Bulgaristan olmuştu. Almanya dönüşünde Bulgaristan’ın teslim olduğunu ve Almanya’nın da barış girişiminde bulunduğunu öğrenen Sadrazam Talat Paşa, kabinesini toplayarak genel durumdan haberdar ile en kısa sürede barış teşebbüsünde bulunmaları gerektiğini söyledi. Nitekim hükümet, kabine üyelerinden bazılarının mütareke isteğine karşı çıkmasına rağmen İspanya Hükümetine başvurarak, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Wilson’un 8 Ocak 1918’de Kongre’ye sunduğu on dört maddelik barış programı ve 27 Eylül 1918’de verdiği demeçte ortaya koyduğu prensipler çerçevesinde müzakerelere başlamaya istekli olduğunu bildirdi ve ABD Başkanı katında, barışın sağlanması için aracı olmasını istedi. Ancak bu girişimden bir sonuç alamayınca yeni arayışlar içersine girdi ve özellikle İngilizlere yaklaşmaya çalıştı. Bu yöndeki girişimler devam ederken “savaşa neden olan kabinenin görevde kaldığı müddetçe barışın gerçekleşemeyeceği” yönünde eleştiri ve uyarıların giderek artması üzerine Talat Paşa Hükümeti 8 Ekim 1918’de istifa etmek zorunda kaldı. Padişah Vahdettin, hükümeti kurmak üzere önce Tevfik Paşa’yı görevlendirmiş ancak onun hükümet kurmada başarısız olması üzerine Ahmet İzzet Paşa’yı atamıştır. Harbiye Nezareti ile Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyasetini uhdesinde bulundurmak üzere çoğunluğu İttihatçılardan oluşan yeni bir hükümet kuran (14 Ekim 1918) Ahmet İzzet Paşa, ilk icraat olarak Talat Paşa Hükümetinin başlatmış olduğu mütareke girişimlerini sürdürdü. Londra ile görüşülmesi için Kutül-Amare’de esir alınan ve esirlik günlerini Büyükada’da geçirmekte olan General V. F. Townshend’la temasa geçen hükümet, bu girişimden kısa sürede olumlu sonuç aldı. Nitekim İngiliz Hükümeti Akdeniz Filosu Başkumandanı Koramiral Arthur Gough Calthorpe’a İngiltere, hatta Müttefikler adına mütareke görüşmelerini yürütme yetkisi verdi. Amiral Calthorpe da 23 Ekim’de Sadrazam Ahmet İzzet Paşa’ya bir telgraf çekerek mütareke görüşmelerinde bulunmak üzere Limni Adası’nın Mondros Limanı’na bir heyet gönderilmesini istedi. Bu önemli bir gelişmeydi ancak bu kez de delege olarak kimin görevlendirileceği konusunda anlaşmazlık ortaya çıktı. Ahmet İzzet Paşa, ilk önce Nurettin Paşa’nın delege olarak gönderilmesini önerdi. Ancak Sultan Vahdettin, mütareke görüşmelerine asker göndermenin uygun olmayacağını ileri sürerek Damat Ferit Paşa’nın gönderilmesini istedi. Padişah’ın bu isteği hükümet nezdinde endişeye ve rahatsızlığa neden oldu. Zira devlet yönetimindeki genel kanaat Damat Ferit Paşa’nın böylesine önemli bir görüşmenin altından kalkacak beceri ve dirayette olmadığı yönündeydi. Nitekim Damat Ferit Paşa’nın Ahmet İzzet Paşa’ya söylediği; “Amiral Calthorpe’a devletin bütünlüğü üzerinde anlaşma öneririm, eğer kabul etmezse Londra’ya gider ve İngiltere Kralı’na, ben senin babanın dostuydum der ve isteklerimi kabul ettiririm” şeklindeki sözleri devletin diplomasi ve üst düzey bürokrasi çevrelerinin endişesini haklı çıkarıyordu. Mütareke görüşmeleri için belirlenecek heyette kimlerin yer alacağı hususunda Padişah ile hükümet arasında yaşanan kısa bir anlaşmazlıktan sonra toplanan Meclis-i Vükela, Damat Ferit Paşa’nın delege olarak seçilmesinin uygun olmayacağına, onun yerine Bahriye Nazırı Rauf, Hariciye Müsteşarı Reşat Hikmet ve Yarbay Sadullah Beyler’in gönderilmesine karar verdi. Damat Ferit Paşa üzerinde ısrar etmenin bir hükümet bunalımına yol açacağını anlayan Sultan Vahdettin de Meclis-i Vükela’nın kararını onayladı ancak delegelere verilecek talimatlara, “Hilafet-i Celile ve Saltanat-ı Seniyye ve Hanedan-ı Osmanî Hukukunun temami-i mahfuziyetinin temini”ni şartının eklenmesini istedi. Hükümet ise delegelere; Yunan savaş gemileri dışında Boğazların, ticaret ve savaş gemilerine açık bulundurulabileceği, güvenliğin sağlanması için gerekli olan ihtiyaç dışında askerin terhis edilebileceği, mütareke imzalanır imzalanmaz cephelerde çatışmaların derhal son bulması gerektiği, Osmanlı Devleti’nin içişlerine karışılmaması ve namus-u milliyi rencide edecek hiçbir kararın kabul edilmeyeceği gibi ayrıca bazı direktifler vermişti.

27 Ekim 1918 günü başlayan mütareke görüşmelerine İtilaf Devletleri heyetine İngiltere’nin Akdeniz Filosu Kumandanı Amiral Calthorpe, Osmanlı Devleti heyetine ise Bahriye Nazırı Rauf Bey başkanlık etmekteydi. Amiral Calthorpe, müzakereler başlar başlamaz kendisine bildirilmiş olan mütareke metnini Osmanlı delegelerine okudu ve ilk dört maddesinde en ufak bir değişiklik yapılamayacağını bildirdi. Amiral Calthorpe'un bu teklifleri Türk heyeti tarafından İstanbul'a bildirildi. Ancak İstanbul’dan gönderilen değişiklik teklifleri, daha önce delegelere verilen direktifler gibi İngiliz Amirali tarafından dikkate dahi alınmadı. Calthorpe, Yalnızca Boğazların işgali sırasında Osmanlı birliklerinin bulunmasını ve Yunan gemilerinin akşam karanlığında geçmelerini hükümetine bildireceğini söyledi. Ancak bu husus gerçekleşmeyecektir. Görüşmelere oldukça sakin, iyi niyetli, nazik bir üslupla başlayarak Rauf Bey üzerinde yakın dost etkisi bırakan ve ateşkes hükümlerini tek tek kabul ettirmeyi başaran Calthorpe’un, müzakerelerin sonuna doğru Osmanlı heyetine, şartların reddi veya kabulü konusunda son kararın hemen kendilerine bildirilmesi şeklinde sert bir tutum alması üzerine heyet, İstanbul’dan gelecek cevabı beklemeden mütarekeyi imzaladı (30 Ekim 1918).

Dört gün süren ve beş oturumda tespit edilen mütareke maddelerini ise şu şekilde sıralayabiliriz:

1- Çanakkale ve Karadeniz Boğazlarının çevresi ve Karadeniz’e geçişin temini için buraların müttefikler tarafından işgali.

2- Osmanlı sularındaki bütün torpil yerleri gösterilecek ve bunları taramak veya yok etmek için yardım istendiği zaman gerekli kolaylık sağlanacaktır.

3- Karadeniz’deki torpil mevzileri hakkında bilgi verilecektir.

4- İtilâf harp esirleri ile Ermeni esirleri ve mevkuf Ermeniler, İstanbul’a getirilecek ve kayıtsız şartsız İtilâf kuvvetlerine teslim olunacaktır.

5- Hudutların emniyeti ve iç asayişin temini için lüzumlu askerden maadasının derhal terhisi (bu asker miktarı Türkiye’nin görüşü alındıktan sonra müttefikler tarafından kararlaştırılacaktır.)

6- Osmanlı karasularında zabıta ve buna benzer hususlar için kullanılacak küçük gemiler müstesna olmak üzere Türk ordularında bulunan bütün harp sefineleri teslim olunacak ve Osmanlı limanlarında mevkuf bulundurulacaktır.

7- Müttefikler, emniyetlerini tehdit edecek bir durum ortaya çıkarsa herhangi bir stratejik noktayı işgal edebileceklerdir.

8- Bugün Türk işgali altında bulunan liman ve demiryolu mahallerinden İtilâf Devletleri kuvvetleri yararlanacaktır. Osmanlı gemileri de ticaret ve terhis hususlarında aynı şartlardan yararlanacaktır.

9- Bütün Türk limanlarında ve tersanelerinde İtilâf Devletleri’ne ait gemilerin tamirine kolaylık gösterilecektir.

10- Toros Tünelleri Müttefikler tarafından işgal edilecektir.

11- İran’ın Kuzeybatı kısmındaki Osmanlı kuvvetlerinin derhal harpten evvelki hudut gerisine çekilmesi hususunda evvelce verilen emir yerine getirilecektir. Maveray-ı Kafkas’ın evvelce Türk kuvvetleri tarafından kısmen tahliyesi emredildiğinden kısm-ı mütebakisi müttefikler tarafından mahalli vaziyet tetkik edildikten sonra talep durumunda tahliye edilecektir.

12- Hükümet muhaberatı müstesna olmak üzere bütün telsiz ve telgraflar İtilâf Devletleri memurları tarafından kontrol edilecektir.

13- Bahri, askeri ve ticari malzemelerin tahripleri durdurulacaktır.

14- Memleketin ihtiyacı temin olunduktan sonra, İtilâf Devletleri’nin kömür ve diğer ihtiyaçlarının Türkiye kaynaklarından sağlanması için kolaylık gösterilecektir.

15- Bütün demiryollarına İtilâf Devletleri kontrol subayları memur edilecektir. Bu meyanda bugün, Osmanlı Hükümeti’nin kontrolünde bulunan Maveray-ı Kafkas demiryolları aksamı dâhildir. Ahalinin ihtiyacının tatmini nazar-ı dikkate alınacaktır. Bu maddeye Batum’un işgali dâhildir. Osmanlı Devleti Bakü’nün işgaline itiraz etmeyecektir.

16- Hicaz, Asir, Yemen, Suriye ve Irak’ta bulunan garnizonlar en yakın İtilâf Devleti kumandanına teslim olacaktır. Kilikya’daki kuvvetlerden asayişi sağlaması için yeterli miktardan fazlası 5. madde gereğince geri çekilecektir.

17- Trablus ve Bingazi’de bulunan Osmanlı subayları en yakın İtalyan garnizonuna teslim olacaktır.

18- Mısrata da dahil olmak üzere Trablus ve Bingazi’de işgal edilen limanlar en yakın İtilâf garnizonuna teslim olacaktır.

19- Almanya ve Avusturya’nın deniz, kara, sivil memurlarının ve tebaasının bir ay zarfında, uzak yerlerde bulunanlar da bir aydan sonraki mümkün olan en kısa zamanda Osmanlı memleketlerini terk edeceklerdir.

20- 5. madde gereğince terhis edilecek Osmanlı kuvvetlerinin teçhizatı hakkında verilecek talimata riayet olunacaktır.

21- Müttefiklerin menfaatlerini korumak için İaşe Nezareti nezdinde İtilâf Devletleri temsilcileri hazır bulunacak ve kendilerine gerektiğinde bütün bilgiler verilecektir.

22- Türk harp esirleri İtilâf kuvvetleri nezdinde muhafaza edilecektir.

23- Türk Hükümeti, Merkezi Devletler ile münasebetini kesecektir.

24- İtilâf Devletleri, Vilayat-ı Sitte (altı vilayet) de karışıklık çıkarsa, bu vilayetlerin herhangi bir kısmını işgal etme hakkına haizdirler.

25- Müttefiklerle Osmanlı Hükümeti arasında muhasamat 1918 senesinin 31 Ekim’inde tatil edilecektir.

Mütareke hükümlerine genel olarak bakıldığında özellikle Boğazların işgalin esas alan ilk üç maddesi, el koymayı tasarladıkları ve o vakit açıklamadıkları stratejik noktaların işgalini sağlayan 7. madde ve bu maddenin gereğini yerine getirmede hayati önem taşıyan Osmanlı ordusunun terhisi ve silahlandırılması hedef alan 5. ve 20. maddeler dikkat çekmektedir. Bu maddelere Toros Tünellerinin işgalini esas alan 10. madde, doğuda 1914 sınırına çekilmeyi şart koşan 11. madde ve altı vilayettin işgalini öngören 24. maddeyi eklemek mümkündür. Mütarekenin birçok maddesi de oldukça muğlâk olup, çeşitli şekilde yorumlamaya ve uygulamaya açık tutulmuş, özellikle Osmanlı ordusunun devletin sınırlarını ve iç düzenini sağlayamayacak bir duruma sokulmak istendiği izleniminden kaçınılmıştır. Böylece İtilâf Devletleri Türk ordusu ile ilgili gerçek düşüncelerini ortaya koymaktan çekinmişler ve uygulamada her tarafa çekilebilen bir metin hazırlamışlardır. Şüphesiz İtilâf Devletleri’nin böyle bir politika izlemelerinde henüz teslim olmayan Doğu Cephesi’ndeki Türk kuvvetlerinin büyük rolü vardı. Müttefikler, Osmanlı Devleti ile akdolunan mütarekenameye bir teslim vesikası nazarıyla baktıklarından dolayı Türk ordusunu terhis ettirerek daha rahat hareket etmeyi düşünmüşlerdi. Yine Müttefikler mütarekeye zaman kaydı koymamak suretiyle Osmanlı Devleti’nin en ağır şartları kabul edinceye kadar mütarekeyi uzatmak salahiyetini ellerinde tutmuş oluyorlardı. Mütarekenin imzalandığı gün iki taraf kuvvetleri arasında belli bir hattın belirtilmemiş olması da İtilâf Devletleri’nin iyi niyet taşımadıklarını ortaya koymaktadır. Ayrıca kontrol deyimini gerçek anlamı dışında adeta, hüküm, kumanda ve tasarruf anlamında yorumlayan İngilizler, mütarekenin uygulama sürecinde Türk makamlarına bir hayli zorluklar çıkarmıştı. Sözgelimi telsiz, telgraf istasyonlarının kontrolü, yalnızca haberleşmenin kontrolü olarak düşünülürken, İngilizler bunlara büsbütün el koymuşlardı. Yine mütarekenin 1., 2., 3., 6., 8., 9., 13., 14., 18. maddelerinin doğrudan veya dolaylı olarak deniz yolları ile ilgili olması İngiltere’nin dönemin en önemli askerî ve ticarî ulaşım hattını oluşturan denizlere ve donanmaya verdiği önemi göstermesi açısından dikkati çekmektedir.

Mütareke hükümlerinden ve bu hükümlerle ilgili kısa değerlendirmelerden de anlaşılacağı üzere Mondros Ateşkes Anlaşması, Osmanlı Devleti’nin siyasi ve askeri varlığını sona erdiren bir belge olmasına karşın, Osmanlı Hükümeti tarafından olumlu karşılanmıştır. Sadrazam Ahmet İzzet Paşa, 31 Ekim 1918’de mütareke görüşmelerinde Türk heyetinin başkanlığını yapan Rauf Bey’e gönderdiği telgrafta, “bu zor görevi başarıyla yerine getirdiklerinden dolayı” kendilerini kutlarken, ordulara, vilayetlere ve bağımsız livalara gönderdiği telgraf genelgesinde, Osmanlı Devleti’nin imzaladığı mütarekenin diğer müttefiklerin imzaladığı antlaşmalardan daha hafif olduğunu bildirdi. Rauf Bey ise, 2 Kasım’da Bahriye Nezareti’nde yaptığı basın toplantısında devletin bağımsızlığının ve saltanatın hukukunun tamamen korunduğunu iddia etmiştir. Rauf Bey demecinde; “Mütarekeyi imza ederken bugünkü gibi sevinçli döneceğimi tahmin etmiyordum. Görüşmeler sırasında İngilizler çok açık kalpli ve samimi hareket ettiler. Bu mütareke ile devletimizin istiklâli ve saltanatımızın hukuku tümüyle kurtarılmıştır. Bu mütareke yenen ile yenilen arasında yapılmış bir mütareke değil, savaş halinden çıkmak isteyen iki denk kuvvetin aralarındaki düşmanlığı durdurmaları gibi bir şeydir” demiş ve aynı zamanda İstanbul’a bir tek düşman askerinin çıkmayacağını da sözlerine eklemiştir. Benzer görüşler Hariciye Nazırı Nabi Bey tarafından da dile getirilmiştir. Hükümetin mütarekeyi başarılı görme ve gösterme çabaları Sultan Vahdettin tarafından da desteklenmiştir. Padişah şartları ağır bulmakla beraber, diğer müttefik hükümdarlar gibi tahtını kaybetmediği için memnundu. Zaten daha önce şartlar kendisine iletildiğinde, “bunları kabul edelim, İngilizlerin birkaç asırlık dostluğunun ve şarka hayırhah siyasetlerinin değişmeyeceğini tahmin ediyorum. Onların müsaadekâr­lık­la­rına daha sonra mazhar oluruz” diyerek mütareke şartlarının kabulü yönünde fikir beyan etmişti. Mütareke ile ilgili hükümetin olumlu yaklaşımı basına da yansımış, hatta İtilaf Devletleri’ne karşı hayranlıklarını ifade edenler dahi olmuştu. Nitekim İstanbul basınından Yeni İstanbul gazetesi, İtilaf donanmasının İstanbul’a gelişini büyük coşku ile karşılamıştı. Gazete, Vahdettin ve İngiliz Kralının resimlerini “iki yüce tacidar barışma halinde” diye veriyor, İngiltere Kralını ‘Alem-i İslam’ın gerçek dost ve destekçisi olarak tanıtıyordu. Yeni İstanbul bir başka yazısında da, İngilizleri karakter ve gelişmiş siyasi ve idari teşkilatları açısından dünyanın insan haklarına en fazla saygılı milleti olduğunu ileri sürmekteydi. Mütarekenin imzalanması siyasi çevrelerde ve basında genelde olumlu karşılanırken askeri çevreler için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Çünkü mütareke görünüşte barış getirse de, uygulaması felaketlere yol açacak hükümlerle doluydu. Mustafa Kemal Paşa, mütarekenin bu yönünü gören ve eleştirenlerin başında gelmekteydi. Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından bir gün sonra Yıldırım Orduları Grup Kumandanlığı’nı devralan Mustafa Kemal Paşa, Sadrazam ve Başkumandanlık Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Ahmet İzzet Paşa’ya gönderdiği telgrafta; mütareke maddelerinin açık olmadığını, bunun çok çeşitli tefsirlere yol açabileceğini dikkat çekerek, “…mütareke şartları arasında yanlış anlamaları giderecek önlemler almadan orduları terhis edecek ve İngilizlerin her dediğine boğun eğecek olursak, İngiliz ihtiraslarının önüne geçmeye imkân kalmayacaktır” şeklinde bir uyarıda bulunmuştur ki, bu uyarının ne kadar yerinde olduğu kısa bir süre sonra başlayacak işgaller, tutuklamalar ve gayrimüslimlerin neden olduğu asayişsizliklerde açıkça görülecektir.

Sonuçta Mondros Mütarekesi Osmanlı Devleti’nin, daha sonra kendisine sunulacak olan barış şartlarını beğenmese hatta İngiltere ve müttefikleri mütarekeyi ihlal etseler dahi yeniden savaşa girme ihtimalini ortadan kaldırıcı nitelikteydi. Zira asayiş ve sınırların korunması için belirlenen ve hafif silahlarla donatılan küçük bir kuvvet dışında bütün askerlerin derhal terhisi ve terhis edilen askerlerin silah ve cephanelerinin müttefiklerin emrinde bulundurulması (5. ve 20. maddeler) öngörülmüştü. Dolayısıyla bu mütareke bir teslim belgesi niteliğindeydi ve müeyyidesi de yoktu, ya da müttefiklerin namuslarıydı. Şüphesiz böyle bir varsayımın uluslararası bir güvence olamayacağı da açıktır. Nitekim uygulama hiç de Osmanlı Devleti idarecilerinin ümit ettiği gibi olmayacak, Müttefikler başta İstanbul olmak üzere stratejik yerleri işgal edecek, üç kıtaya yayılmış olan Osmanlı ordusunun silah ve cephanesi mütareke şartları hiçe sayılarak teslim alınacak ve ülke asayişsizliğe sürüklenecekti. Bundan sonra İngiltere ve müttefikleri için geçerli olan mütareke değil, daha önce aralarında imzaladıkları gizli antlaşmalar olacaktır.

Mehmet OKUR

KAYNAKÇA

Ahmet İzzet Paşa, Feryadım, Haz. S. İzzet Furgaç, Yüksel Kanar, Nehir Yayınları, İstanbul 1993.

Atatürk’ün Tamim Telgraf ve Beyannameleri IV, Haz. Nimet Arsan, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 1991.

BAYAR, Celal, Ben de Yazdım Millî Mücadeleye Giriş I, Sabah Kitapları, İstanbul 1997.

BAYUR, Yusuf Hikmet, Atatürk Hayatı ve Eseri, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 1990.

BAYUR, Yusuf Hikmet, Türk İnkılâbı Tarihi III/IV, Türk TARİH Kurumu Yayınları, Ankara 1991.

BELEN, Fahri, Türk Kurtuluş Savaşı, Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı Cumhuriyetin 50. Yıldönümü Yayınları, Ankara 1973.

BIYIKLIOĞLU, Tevfik, “Mondros Mütarekesi Antlaşması”, XI. Türk Tarih Kongresi (20-26 Ekim 1961), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1967.

ÇAVDAR, Tevfik, Bir Örgüt Ustasının Yaşam Öyküsü, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1995.

FROMKIN, David, Barışa Son Veren Barış, Çev. Mehmet Harmancı, Sabah Kitapları, İstanbul 1994.

JAESCHKE, Gotthard, “Mondros’a Giden Yol”, Belleten, XXVIII/109-112, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1964.

KARABEKİR, Kazım, İstiklâl Harbimiz I, Emre Yayınları, İstanbul 1993.

KURAT, Yuluğ Tekin, Osmanlı İmparatorluğu’nun Paylaşılması, Ankara 1976.

Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, Devre: 1, Cilt: 1, İçtima Senesi 5; Takvim-i Vekayi, 15 Teşrin-i Evvel 1918.

ONAR, Mustafa, Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı Yazışmaları I, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1985.

ORBAY, Rauf, Cehennem Değirmeni, Siyasi Hatıralarım I, Emre Yayınları, İstanbul 1993.

SARIHAN, Zeki, Kurtuluş Savaşı Günlüğü I, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1993.

SONYEL, Salâhi R., Gizli Belgelerde Mustafa Kemal, Vahdettin ve Kurtuluş Savaşı, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 2015.

SOYSAL, İsmail, Türkiye’nin Siyasal Antlaşmaları I, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1989.

TANSEL, Selahattin, Mondros’tan Mudanya’ya I, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1991.

TOWNSHEND, Charles V.F., Mezopotamya Seferim, Kurna, Kûtülamara ve Selmanıpâk Muharebeleri, Çev. Gürol Koca, İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul 2012.

TÜRKGELDİ, Ali Fuat, Görüp İşittiklerim, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1987.

TÜRKGELDİ, Ali, Mondros ve Mudanya Mütarekeleri Tarihi, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1948.

YAŞAR, Akbıyık, Millî Mücadele’de Güney Cephesi (Maraş), Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1990.

Moskova Antlaşması



1. İki taraftan birinin tanımadığı devletler arası bir senedi diğer ülke de tanımayacaktır.

2. Sovyetler Hükümeti, Türk Misakı Millisini tanıyacaktır.

3. Osmanlı Devleti ile Çarlık Rusyası arasında imzalanmış olan anlaşmalar geçersiz olacaktır.

4. Sovyetler Hükümeti, kapitülasyonların kaldırılmış olduğunu kabul edecektir.

5. İki devlet arasındaki ilişkileri sıklaştırmak için ekonomik, mali, kültürel bağlar kurulacaktır

6. Sovyetler, Türkiye Büyük Millet Meclisi ile Ermenistan ve Gürcistan arasında imzalanmış antlaşmalara göre saptanmış olan sınırı, Batum Gürcistan'a verilmek şartıyla tanıyacaktır.

Mudanya Ateşkes Anlaşması



Büyük Taarruz sonucu galip gelen ve zafer kazanan ordunun, Trakya'yı da düşmandan kurtarması esas amaçtı. Hedef, bütünü ile birlikte, Misak-ı Milli'de ilan olunan Türklüğün anavatanı idi.

Ordularımız İzmir ve Bursa'yı kurtardıktan sonra, Trakya'yı da Yunan Ordusundan kurtarmak için İstanbul ve Çanakkale istikametlerinde yürüyüşlerine devam ederken, İtilaf Devletleri durumdan telaşlandılar. Edirne dahil Meriç'e kadar Trakya'nın bize iadesi hakkındaki isteğimizin kabul edilmesi üzerine, Mudanya Ateşkes Anlaşması'na ulaşan yol açılmış oldu.

3 Ekim 1922'de Mudanya'da toplanan konferansta Türkiye'yi Batı Cephesi Komutanı İsmet (İnönü) Paşa, Büyük Britanya'yı General Harington, Fransa'yı General Charpy, İtalya'yı General Mombelli temsil etmiştir. Çetin görüşmeler sonunda hazırlanan Mudanya Ateşkes Anlaşması 11 Ekim 1922'de imzalanmıştır.

Ateşkes Anlaşması ile, Türkiye ve Yunanistan arasında silahlı çatışmaya son verilmiştir. Trakya, Meriç sınır olmak üzere Türkiye'ye bırakılmıştır. Yunanlılar on beş gün içinde Trakya'yı boşaltacaklardır. Yunanlılardan boşalan yerlere İtilaf Devletleri birlikleri girecek, onlar da en geç bir ay içerisinde, Trakya'yı Türklere teslim ve devredeceklerdir. Türklerin Trakya'da en çok sekiz bini bulan jandarma kuvveti olacaktır. Türkler, Ateşkes Anlaşması'nda öngörülen sınırlar içinde İtilaf Devletleri birliklerinin bulundukları yerlere girmemeyi taahhüt etmektedir. Ateşkes Anlaşması imza edildiği tarihten üç gün sonra yürürlüğe girecektir.

Mudanya Mütarekesi akti için yapılan toplantıda geçen bir olay, İsmet Paşa'nın gücünü belirtmekte ve nasıl görüşmeye daha ilk andan itibaren hakim olduğunu göstermektedir. Olay şöyle cereyan etmiştir: ismet İnönü diyor ki: "Küçük bir heyetle Mudanya'ya gittik. Benim yanımda Batı Cephesi Kurmay Başkanı Asım Gündüz, birkaç kurmay subay vardı. Mudanya'da bir binada yerleştik. General Harington İngiltere'yi, General Chary Fransa'yı, General Mombelli'de İtalya'yı temsil ediyorlardı.

Ben heyeti ikamet ettiğimiz binada kabul ettim. Generallere masada yer gösterdim. Harington'u sağıma aldım. Fransa delegesini karşıma, İtalyan generalini de soluma oturttum. Fakat ben generallere yer gösterirken onlar biraz şaşırmış gibi oldular. Meğer başkanlığı, müzakereyi idare etmeyi onlar kendileri için düşünmekte imişler."

Sonradan Fransız General şöyle demiş: "İsmet Paşa, bize mağlup generaller muamelesi yaptı."

Muhafazai Mukaddesat Cemiyeti



Muhafazai Mukaddesat Cemiyeti (Derneği)

TBMM içinde Teşkilatı Esasiye Kanununun öngördüğü "Egemenlik Kayıtsız Şartsız milletindir" maddesine karşı olan bazı milletvekilleri tarafından, padişahlık ve halifelik haklarını, şeriat düzenini korumak amacıyla kuruldu.

Muharrem Kararnamesi



1881 Kasımında Düyun-ı Umumiye (Genel Borçlar) yönetiminin kurulması ile ilgili karar.

Musul Sorunu



Lozan Barış Antlaşması'nda durumu kesin bir sonuca bağlanmayan Musul'un Türkiye veya Irak'a bağlanması konusunda Türkiye ile İngiltere arasında ortaya çıkan anlaşmazlık.

Lozan Barış Antlaşması Musul'un yönetimini kesin bir sonuca bağlayamadı. 16 Aralık 1925'te toplanan Milletler Cemiyeti Genel Kurulu, Musul ili topraklarının Irak'a, dolayısıyla İngiliz Mandasına bırakılmasına karar verdi. Musul sorunu, İngiltere ile Türkiye arasında imzalanan Ankara Antlaşması'yla (5 Haziran 1926) bir sona bağlandı ve Musul kesin olarak Irak'a bırakıldı. Bu antlaşma gereğince Irak'ın Musul petrollerinden sağlayacağı karın %10'u 25 yıl süreyle Türkiye'ye verilecekti.

Mutasarrıf



Osmanlı Devleti'nde, sancağın üst yöneticisi. [Tanzimat'tan sonra]

Nasturi



Nastur mezhebinden olan.

Nasturilik



M.S. 5. yüzyıldan başlayarak Anadolu ve Suriye'de gelişen Hıristiyanlık mezhebi. Hz. İsa'nın tanrısal ve insani değerinin birbirinden bağımsızlığını vurgular.

Nigehbancılar



7 Ocak 1919'da Kurtuluş Savaşı'na karşı olan emekli subay ve paşalar tarafında İstanbul'da kurulan bir örgüt.

Panislamizm



Müslüman milletleri bir devlet çatısı altında yönetme ideali.

Reddi İlhak Cemiyeti



Reddi İlhak Cemiyeti (Dernek)

Batı Anadolu Bölgesi'nin Yunanistan'a katılmasını önlemek için kurulan derneklerin genel adı. İlk önce Balıkesir Reddi İlhak altında kurulan bu derneğin adı Reddi İlhak Hareket-ı Milliye'ye çevrildi. İzmir'de de kurulan bu derneğin amacı, İzmir ve yöresinin Türk olduğunu, Yunanistan'a verilmemesi gerektiğini, yayın yolu ve direnme hareketiyle anlatmaktı.

Sancak



Osmanlı devlet örgütünde il ve ilçe arasındaki yönetim birimi. Sancaklar liva adıyla da anılırdı.

Sevr Barış Antlaşması



Ana hatları ile 24 Nisan 1920'de San Remo Konferansı'nda kararlaştırılan Sevr Barış Antlaşması, 11 Mayıs 1920'de incelenmek üzere Osmanlı Hükümeti'ne verilmiştir.

Sevr Antlaşması'nın kabulünü kolaylaştırmak ve Sevr hükümlerini uygulamak üzere İtilaf Devletleri'nin teşvik ve desteği ile Yunan ordusu da 23 Haziran 1920'de Anadolu'da ve Trakya'da saldırıya geçmiştir. Bursa'nın, Balıkesir'in, Uşak'ın ve Nazilli'nin işgali ile Sevr idam hükmünün kolaylıkla uygulanmasını sağlamak ve herhangi bir değişikliğe meydan vermemek bu saldırıda esas amaç olmuştu.

Sultan Vahdettin'in başkanlığında toplanan Şura-yı Saltanat, 22 Temmuz 1920'de "zayıf bir mevcudiyeti, mahva tercih edilmeye değer" görerek antlaşmanın onanmasına karar vermişti. İstanbul Hükümeti delegeleri, Türk topraklarını parçalayan, Türklere bırakılan arazi üzerinde milli şeref ve haysiyetle bağdaşmayan, milli hakimiyeti tanımayan bu antlaşmayı Sevr'de 10 Ağustos 1920'de imzalamıştır.

Büyük Millet Meclisi 19 Ağustos 1920 tarihli toplantısında, Sevr Antlaşması'nı imzalayanların ve bunu onaylayan Şura-yı Saltanatta bulunanların vatansız sayılmaları kararını aldı. Aynı zamanda Büyük Millet Meclisi Hükümeti bu antlaşma ile kendini hiç bir surette bağlı görmediğini de ilan etti.

10 Ağustos 1920'de Osmanlı delegelerinden, Maarif Nazırı Bağdatlı Hadi Paşa, Şura-yı Devlet (Danıştay) Başkanı Rıza Tevfik ve Bern Sefiri Reşat Halis beyler tarafından imzalanan antlaşma bir önsöz ve 433 maddeyi kapsamaktadır. Antlaşma on üç kısımdan meydana gelip birinci kısım, Birinci Dünya Savaşı'na son veren antlaşmalarda olduğu gibi Milletler Cemiyeti Misakına ait bulunmaktadır.

Sevr Barış Antlaşması'na göre, Osmanlı İmparatorluğu parçalanıyor, Türk milleti de yaşama hakkında yoksun bırakılıyordu.

Rumeli sınırımız aşağı yukarı İstanbul vilayetinin sınırı tayin olunuyordu. Batı Anadolu (İzmir ve havalisi) Yunanlılara verilecekti. Güney sınırı ise Mardin, Urfa, Gaziantep, Amanos dağları ve Osmaniye'nin kuzeyinden geçmekte ve bu sınırın güneyini Fransa'ya bırakmakta idi. Doğuda Beyazıt, Van, Muş, Bitlis ve Erzincan'ı içine alan bir Ermenistan, Irak ve Suriye arasında bir Kürdistan kurulacaktı. Bunun dışında, Türkiye'ye bırakılan topraklar nüfuz mıntıkalarına ayrılmakta; İtalyanlar Antalya ve Konya, Fransızlar Adana, Sivas ve Malatya bölgesi üzerinde, İngilizler de Irak'ın kuzey kısmında nüfuz bölgeleri tesis ediyorlardı. İstanbul'da ise hükümet ve padişah oturacak fakat İstanbul milletlerarası bir şehir olacak, Boğazlar'da ordusu, donanması, bütçesi ve organize kuruluşları ile bir komisyon bulunacaktı. Sevr'e göre, Türklere bırakılan bölge; hakimiyet hakkı en ağır biçimde sınırlanmış, Ankara ve Kastamonu vilayetleri ve dolayları idi. Sevr'e göre memleket dahilinde bulunan azınlık, Türklerden daha fazla hakka sahip oluyor, vergi vermeyecek, askeri hizmet yapmayarak imtiyazlı (ayrıcalıklı) bir durumda bulunuyordu. Türk tabiyetinden çıkanlar birçok hükümlülüklerden kurtulduğu gibi, yeniden hiç kimse Türk tabiyetine giremeyecekti.

Devletin askeri kuvveti, her bakımdan sınırlanarak azami miktar 50.700 kişi olacak; tank, ağır top, uçak bulunmayacaktı. Askeri de gönüllü olacak, donanma ise 7 gambot ve 6 torpidodan ibaret olup, donanmada denizaltı da bulunmayacaktı. Diğer taraftan mali ve iktisadi hükümler, Osmanlı Hükümeti ile meclisin yetkilerini hiçe saydıracak şekilde sınırlayıcı ve külfet teşkil eder mahiyette olup, Osmanlı Devleti'ni İtilaf Devletleri'nin müşterek bir sömürgesi haline getiriyordu. İngiliz, Fransız ve İtalyan devletlerinin temsilcilerinden kurulu Mali Komisyon, Osmanlı Devleti'nin gelir ve giderlerini düzenlemekte ve devletin yetkilerini devletlik sıfatı ile bağdaştırılmayacak şekilde bağlamakta idi.

Sevr Antlaşması'nın Osmanlı Hükümeti'nce imzalanması Anadolu'daki milli mücadele azmini kuvvetlendirmiş, halkın İstanbul Hükümeti'nden ümitlerini tamamen kesmesine neden olmuştur.

Sulh ve Selameti Osmaniye Cemiyeti



Sulh ve Selameti Osmaniye Cemiyeti (Fırkası)

Aralık 1918'de kurulan dernek, 14 Ocak 1919'da siyasi partiye dönüştü. Ülkenin kurtuluşunun, Wilson ilkelerine, padişahın ve halifenin emirlerine bağlı kalmakla mümkün olacağını savundu. Kurtuluş Savaşı karşıtı çalışmalarda bulundu.

T.B.M.M. İlk Bakanlar Kurulu



T.B.M.M. İlk Bakanlar Kurulu (3 Mayıs 1920)

• Şer'iye Vekili (Din İşleri Bakanı)

Mustafa Fehmi Efendi

• Müdafaa-i Milliye Vekili (Milli Savunma Bakanı)

Fevzi Paşa (Çakmak)

• Hariciye Vekili (Dış İşleri Bakanı)

Bekir Sami Bey (Kunduk)

• Maliye Vekili (Maliye Bakanı)

Hakkı Behiç Bey (Koryürek)

• Nafia Vekili (Bayındırlık Bakanı)

İsmail Fazıl Paşa

• İktisat Vekili (Ekonomi Bakanı)

Yusuf Kemal Bey (Tengirşek)

• Adliye Vekili (Adalet Bakanı)

Celalettin Arif Bey

• Dahiliye Vekili (İç İşleri Bakanı)

Cami Bey (Başkut)

• Maarif Vekili (Milli Eğitim Bakanı)

Dr. Rıza Nur Bey

• Sıhhat ve İçtimai Muavenet Vekili (Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanı)

Adnan Bey (Adıvar)

• Erkan-ı Harbiye'i Umumiye Vekili (Genelkurmay Başkanı)

İsmet Bey (İnönü)

T.B.M.M. İlk Cumhuriyet Hükümeti'nin Bakanlar Kurulu



T.B.M.M. İlk Cumhuriyet Hükümeti'nin Bakanlar Kurulu Listesi (30 Ekim 1923)

• Başbakan ve Hariciye (Dışişleri) Bakanı

İsmet Paşa (İnönü)

• Şer'iye (Din İşleri) Bakanı

Saruhan Milletvekili Mustafa Fevzi Efendi

• Ekranı Harbiye-i Umumiye (Genelkurmay)

İstanbul Milletvekili Fevzi Paşa (Çakmak)

• Dahiliye (içişleri) Bakanı

Kütahya Milletvekili Ferit Bey (Talay)

• Maliye Bakanı

Gümüşhane Milletvekili Hasan Fehmi Bey

• Müdafaai Milli (Milli Savunma) Bakanı

Karesi Milletvekili Kazım Paşa (Özalp)

• İktisat Bakanı

Trabzon Milletvekili Hasan Bey (Saka)

• Adliye Bakanı

İzmir Milletvekili Seyit Bey

• Maarif (Milli Eğitim) Bakanı

Adana Milletvekili İsmail Safa Bey (Özler)

• Nafia (Bayındırlık) Bakanı

Trabzon Milletvekili Muhtar Bey

• Sıhhiye (Sağlık) Bakanı

İstanbul Milletvekili Dr. Refik Bey (Saydam)

• İmar ve İskan Bakanı

İzmir Milletvekili Necati Bey

Takrir-i Sükun Kanunu



Şeyh Sait Ayaklanması üzerine Meclis tarafından 4 Mart 1925'de çıkarıldı. Bu yasaya göre hükümet, ayaklanmanın bastırılması için uygun gördüğü tüm önlemleri alabilecekti. 4 Mart 1929'da kaldırıldı.

Tanin Gazetesi



İstanbul'da yayınlanan ittihatçı ve Ulusal Direnişi desteleyen gazete.

Teali İslam Cemiyeti



Teali İslam Cemiyeti (İslamı Yükseltme Derneği)

Kurtuluş Savaşı'nı engellemek amacıyla İstanbul'da kuruldu. Bu dernek, çalışmalarıyla saltanatın korunacağına inanıyordu

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası



Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (Partisi)

17 Kasım 1924 tarihinde Ankara'da Cumhuriyet Halk Partisi'nden ayrılan milletvekilleri tarafından kuruldu. Parti başkanlığına Kazım Karabekir Paşa getirildi. Başlıca kurucuları Ali Fuat Paşa (Cebesoy), Rauf Bey (Orbay), Adnan Bey (Adıvar), Refet Paşa (Bele)'dir. Bu parti, 3 Haziran 1925'de İstiklal Mahkemesi kararıyla kapatıldı.

Tercümanı Hakikat



Ahmet Mithat Efendi tarafından 1878 yılında İstanbul'da yayın hayatına giren günlük gazete. Kurtuluş Savaşı'nı desteklemiştir.

Tevhid-i Evkar



İstanbul'da yayımlanan günlük siyasal gazete. Velid Ebüzziya tarafından Tasvir-i Efkar gazetesinin yerine 15 Haziran 1921'de yayımlanmaya başladı. Kurtuluş Savaşı'nı destekleyen etkili gazetelerden biri oldu. 6 Mart 1925'te Takrir-i Sükun Kanunu gereğince kapatıldı.

Trabzon Muhafazai Hukuku Milliye Cemiyeti



Trabzon Muhafazai Hukuku Milliye Cemiyeti (Trabzon Ulusal Hakları Koruma Derneği)

12 Şubat 1919'da Trabzon ve çevresinin Rumlara verilmesini ve Pontus - Rum Devleti'nin kurulmasını önlemek için kuruldu.

Trabzon ve Havalisi Ademi Merkeziyet Cemiyeti



Trabzon ve Havalisi Ademi Merkeziyet Cemiyeti (Dernek)

Aralık 1919'da İstanbul'da kurulan bu dernek, Trabzon ve yöresi için bölgesel ve özerk bir yönetim taraftarıydı. Kurtuluş Savaşı'na karşı bir kuruluş özelliğindeydi. 15 Eylül 1919 günü, Hürriyet ve İtilaf Partisi'yle birleşme kararı aldı.

Trakya-Paşaeli Cemiyeti



Edirne'de 2 Aralık 1918'de kurulan bu derneğin amacı, Trakya'nın Yunanistan'a katılmasını önlemekti.

Turancılık



Bütün Türklerin tek vatanda ve tek bayrak altında birleşmesini öngören ırkçı ve siyasi nitelikte akım.

Vatan Gazetesi



26 Mart 1923'te İstanbul'da Ahmet Emin (Yalman) tarafından yayımlanmaya başlanan günlük gazete. 12 Ağustos 1925'te Takrir-i Sükun Kanunu gereğince kapatıldı.

Vilayatıi Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti



Merkezi İstanbul'da bulunan derneğin amacı, Doğu illerimizin Ermenilere verilmesini önlemek, Osmanlı Devleti'nden ayırmamaktı. Erzurum ve Sivas Kongreleri'nin toplanmasında etkin rol oynadı.

Vrangel Ordusu



1917'de Sovyet Devrimi'ne karşı Çarlık rejimini korumak amacıyla kurulan, Çarlık yanlısı General Piyoti Nikolayeviç Vrangel'in başında bulunduğu ordu.

Wilson İlkeler



Wilson İlkeler (14 Nokta)

Wilson'un 8 Ocak 1918 yılında sunduğu ilkeler (Wilson İlkeleri, 14 Nokta) olarak adlandırılır. Bu ilkelerin başlıcaları:

1. Açık barış antlaşmaları ve gelecekte de açık diplomasi uygulanacaktır.

2. Karasuları dışında, savaşta ve barışta denizler kesinlikle serbest olacaktır.

3. Ekonomik engeller mümkün olduğunca kaldırılacaktır.

4. Ulusal silahlanmaların azaltılması için gerekli ve yeterli garanti sağlanacaktır.

5. Sömürge isteklerinin, ilgili halkların çıkarları ile yetkileri sonradan belirlenecek olan sömürgeci devletin istekleri aynı derecede göz önüne alınmak sureti ile, kesin bir tarafsızlıkla çözümlenecektir.

12. Osmanlı İmparatorluğu'nun Türk olan kısımlarının egemenliği sağlanacak, fakat Türk olmayan uluslara özgür gelişme imkanları verilecektir. Çanakkale boğazı devamlı olarak bütün ulusların gemilerine açık olacaktır.

14. Büyük ve küçük, bütün devletlerin siyasi bağımsızlıklarını ve toprak bütünlüklerini karşılıklı olarak garanti altına almak olanağı sağlamak amacı ile bir milletler örgütü kurulacaktır.

Yezitler



Emevi Halifesi Muaviye'nin oğlu Yezit'i tutanlar.

Yüce Divan



Yüce Divan (Divan-ı Harp)

Osmanlı Devleti Anayasası'na göre parlamento üyeleri hükümet üyelerini yargılayan üst mahkeme.

Yüksek Askeri Şura



Türk Silahlı Kuvvetleri'nde yüksek karar ve danışma kurulu.

Yüzellilikler



1924 yılında kabul edilen genel af kapsamı dışında kalan ve sınır dışı edilen yüzelli kişi. Sevr Antlaşması'nı imzalayanlar, Kuvayi İnzibatiye'den yana olanlar ve Vahdettin'in hizmetinde bulunan Kurtuluş Savaşı karşıtı görevliler ve bazı gazetecilerden oluşan grup.

Vilâyatı Şarkiye Müdafaai Hukuku Milliye Cemiyeti



Vilâyât-ı Şarkiyye Müdâfaa-i Hukûk-ı Milliye Cemiyeti (Doğu İllerinin Millî Hukukunu Koruma Cemiyeti), Doğu ve Güneydoğulu aydınlar tarafından, İtilâf Devletleri’nin Osmanlı İmparatorluğu ile 30 Ekim 1918 tarihinde imzaladıkları Mondros Mütârekesi’nin 7. Maddesi (Müttefikler, güvenliklerini tehdit edecek durum olduğundan herhangi bir stratejik noktayı işgal hakkına sahip olacaklar) ve özellikle 24. Maddesi’ne (Vilâyât-ı Sitte/Altı Vilayet ki, mütarekenin İngilizce metninde Altı Ermeni Vilayeti olarak geçer (Erzurum, Van, Diyarbakır; Sivas, Bitlis, Ma’mûretil’azîz/Elazığ-Harput) karışıklık çıktığında bu illerin herhangi bir bölümünü ele geçirmesi hakkını İtilâf Devletleri saklı tutar) dayanak Doğu Anadolu’da bir Ermenistan kurmak fikir ve faaliyetlerine; bölgeyi işgal etmek tehdit ve tehlikelere karşı olarak, Wilson İlkeleri’nin 12. Maddesi’ne (Osmanlı İmparatorluğu’nda Türklerin oturdukları bölgenin bağımsızlığının sağlanması) dayanılarak Merkezi İstanbul olmak üzere 2 Aralık 1918’de İstanbul’da kurulmuştur. V.Ş.M.H.M.C’ nin Başkanı Eski Bitlis Valisi Harputlu Nedim Bey idi. Diğer üyeleri ise; Diyarbekirli Süleyman Nazif, Diyarbakır Mebusu Pirincizâde Feyzi (Ziya Gökalp’in dayısı oğlu), eski Beyrut Valisi Diyarbekirli İsmail Hakkı, Sivas Mebusu Rasim, Sivaslı genç yedek subay Abdulmuttalib (daha sonra (1946) Malatya Mebusu Muttalib ÖKER), Diyarbakırlı genç yedek subay Cavit (daha sonra Yüksek Murakabe Heyeti Başkanı Cavit EĞİN), eski Meclis-i Meb’usan-ı Osmaniye/Osmanlı Mebusan Meclisi Mebusu Rasim, eski Osmanlı Mebusan Meclisi’nde Erzurum mebusu olan Raif Hoca (DİNÇ), Erzurumlu öğretmen Cevad (DURSUNOĞLU) Bey idi. V.Ş.M.H.M.

C, Fransızca olarak yayınladığı Le Pays/Vatan Abdulmuttalib’in sorumluluğundaki ve Türkçe yayınlanan (Süleyman Nazif’in) Hadisat’ı gazeteleri ile fikirlerini yaymaya çalışmıştır. Cemiyet, Doğu illerin hukuki, tarihi ve ırki saldırıya uğramaması için fikrî, siyasî ve ilmî çalışmalara da başlamıştır. Bu amaç ve faaliyetler içinde olan Cemiyet, Doğu illerinin Türklüğünü ve Ermenilerin hiçbir zaman çoğunluk sağlayamadıklarını savunurken; hiçbir kavmi ayrılık gütmediğinden; vatanın kurtuluşu için kendileri ile işbirliği yapmayıp, yıkıcı-bölücü faaliyetlerde bulunan Kürdistan Te’ali ve Te’avün Cemiyeti’ne karşı da mücâdele etmiştir. Genel Merkezce Erzurum’da cemiyetin bir şubesini açmak için görevlendirilen Cevad Bey, resmi işlemleri yaparken; 6 Mart 1919’da Âsâr-ı Terakki Mektebi’nde cemiyetin ilk toplantısı oldu. Başkanlığa İbrahim Hakkı Efendi’nin torunu Hacı Fehmi Efendi; muhasipliğe Süleyman Bey, kâtibliğe de Cevad Bey seçilmişti. Ancak birkaç gün sonra, Geçici Heyet’teki Hacı İsmail Efendizâde Tevfik Bey ve Kobalzâde Ahmed Bey ayrılmış; Hacı Fehmi Bey’in de başkanlığı tecrübeli olan Hoca Raif (Dinç) Efendi’ye bırakmıştı. Cevad Bey’in çabaları sonucu 10 Mart 1919 tarihinde Erzurum’da resmen bir şubesi açılan V.Ş.M.H.M.C’nin Başkanı ise; Hoca Raif Efendi idi. Ulema, asker, aydın, memur ve şehrin ileri gelenleri tarafından da desteklenen cemiyetin İdare Heyeti Üyeleri ise şunlardı: Başkan: Raif Efendi, Kâtib: Cevad Bey, Muhasebeci: Emekli Binb. Süleyman Bey idi. Üyeleri ise; Em. Bnb.Kazım, Albayrak gazetesi sahibi Süleyman Necati (GÜNERİ), Namık Efendizâde Ahmed, Av. Hüseyin Avni (ULAŞ), Av. Mesut (ÇANKAYA), Hacı Recebzâde Hoca Hafız, Fevzi (KIRBAŞ), Eski Evrak Müdürü Maksud (KAPIKAYA) Bey’ler idi. Daha önce, Süleyman Necati Bey tarafından Erzurum’da yayımlanan Albayrak gazetesi de, cemiyetin yayın organı olarak; Doğu Anadolu’da Türk-Kürt’ün ayrı olmadığı; gelecek felâketin her iki kardeşi yok edeceğini yazarak; Ermeni istek ve iddialarının asılsızlığını ispat ederek Milli Birliğin kurulmasına çalışmıştır. XV. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’nın 3 Mayıs 1919 tarihinde Erzurum’a gelişi ile daha da güçlenen ve ordunun da desteğini alan V.Ş.M.H.M.C, 17-21 Haziran 1919’da Erzurum Vilâyeti Sancak/il ve kazalarından yirmibir temsilcinin katılımı ile “Vilâyet Kongresi”ni gerçekleştirmiştir. Raif Hoca’nın başkanlık yaptığı “Vilâyet Kongresi”nde; fikirde ve işte birlik sağlamak, Osmanlı camiasından kesinlikle ayrılmamak, Ermeni saldırısı olduğunda bunu şiddetle karşılamak ve millî varlığımızı son ferdin ölümüne kadar savunmak, millî varlığımızı silmemek için asla göç etmemek, bu işleri başarabilmek için orduyu güvenmek ve halkı silahlandırmak kararları alınmıştır. Trabzon Vilâyeti (Merkez Trabzon, Rize, Gümüşhane, Giresun, Ordu Sancakları/İlleri dahil) üzerindeki Rum iddia ve faaliyetlerine karşı kurulmuş olan Trabzon Muhafaza-i Hukûk-ı Milliye Cemiyeti ve V.Ş.M.H.M.C’ nin Erzurum Şubesi, birbirinden habersiz olarak birlikte Doğu Vilâyetleri Kongresi yapmak üzere 30 Mayıs 1919’da karar almışlardır. Her iki cemiyetin bu ortak kararı ile her bakımdan daha güvenli olan Erzurum’da toplanacak olan kongre için çalışmalara başlanılmıştır. 3 Temmuz 1919’da Erzurum’a gelen III. Ordu Müfettişi (13 Haziran 1919’da IX. Ordu’nun adı III. Ordu’ya çevrilmişti) Mustafa Kemal Paşa (ATATÜRK), hemen ertesi gün Vilâyât-ı Şarkiye-i Müdâfa’a-i Hukûk-ı Millîye Cemiyeti ile temasa geçerek; kongre çalışmalarına katkıda bulunmuştur. Ayrıca V.Ş.M.H.M.C’ nin üyeleriyle yapılan görüşmelerde kongrede ele alınacak konuların ve kararların da tespiti yapılmıştır. Erzurum Kongresi’nin toplanması için önce 10 Temmuz günü belirlenmiş ise de; çeşitli nedenlerden dolayı, kongre delegelerinin zamanında ulaşamamaları nedeniyle kongrenin toplanması için 23 Temmuz günü kararlaştırılmıştır. Kongre çalışmaları sürerken; 8/9 Temmuz 1919 gecesi askerlik görevinden ayrılan Mustafa Kemal Paşa, milletin sinesinde “bir millet ferdi” olarak görevine devam etmeye karar vermiştir. 10 Temmuz 1919 günü, V.Ş.M.H. M.C. Başkanı Raif Hoca imzalı ve cemiyetin kararını belirten yazı ile Mustafa Kemal Paşa’ya “Cemiyetin Fa’al Hey’eti”nin Başkanlığı; Rauf Bey’e de, İkinci Başkanlığı teklif edilmiş ve Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey tarafından da kabul edilmiştir. Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’lerin kongreye delege olarak katılabilmeleri için 20 Temmuz 1919 günü, Cevad Bey ile Kazanasmazlardan Küçük Kâzım (YURDALAN) Bey’ler kongre delegeliklerinden istifa etmişlerdir. Böylece Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey, Erzurum Kongresi’ne Erzurum adına katılabilmişlerdir. Yine, 20 Temmuz 1919 günü V.Ş.M.H.M.C. Erzurum Şubesi Başkanı Raif Hoca, İstanbul’daki Genel Merkez’den Mustafa Kemal Paşa’nın Genel Merkez adını kongreye katılması ve merkez adına faaliyette bulunarak; oy ve görüş bildirmek üzere görevlendirilmesi için yetki verilmesi istenmiş ve bu yetki verilmiştir. Zaten bu tarihten itibaren de V.Ş.M.H.M.C. Erzurum Şubesi, Genel Merkez yetkililerine sahip olmuştur. Diyarbekir ve Ma’mûretil’azîz Valileri bölgelerindeki V.Ş.M.H.M.C’lerince Erzurum Kongresi’ne katılmak üzere seçilen delegelerin Erzurum’a gitmelerine engel olmuşlardır. Bu iki vilayetin temsilcileri hariç, Erzurum, Van, Bitlis, Sivas V.Ş.M.H.M.C’leri ve şubeleri ile Trabzon, Rize, Gümüşhane, Ordu, Gümüşhane Muhafaza-i Hukuk-ı Milliye Cemiyetleri ve şubelerinin delegelerinin katılımı ile Erzurum Kongresi toplanmıştır. 23 Temmuz-7 Ağustos 1919 tarihlerinde Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlık ettiği, önceleri bölgesel kurtuluş amacı ile toplanan, ama 30 Ekim 1918 tarihindeki sınırlarımızı millî sınır kabul ederek; vatanın bütünlüğünü ve milletin istiklalinin sağlanmasını içeren, manda ve himayeyi reddeden kararlar alması ile ilk millî kongre olma özelliği taşıyan Erzurum Kongresi toplanmıştır. Erzurum Kongresi’nde, milli amaç için kurulan cemiyetler, dolayısıyla V.Ş.M.H. M.C ve T.M.H.M.C’leri ve onların tüm şubeleri “Şarkî Anadolu Müdâfa’a-i Hukûk Cemiyeti” adı altında birleştirilmiştir. (9. Madde) Yine kongre kararlarına göre; (10. madde) 10 kişilik bir Heyet-i Temsiliye oluşturularak başkanlığına Mustafa Kemal Atatürk getirilmiştir. V.Ş.M.H.M.C, 7 Ağustos 1929 tarihli “Şarkî Anadolu Müdâfaa-i Hukûk Cemiyeti” başlıklı Erzurum Kongresi Beyannâmesi ve “Şarkî Anadolu Müdâfâ’a-i Hukûk Cemiyeti” başlıklı Erzurum Kongresi kararlarından da anlaşılacağı üzere beyanname ve kararların kabulü ile İstanbul’daki “V.Ş.M.H.M.C” ile bütün bağları keserek; “Şarkî Anadolu Müdâfâa-i Hukûk Cemiyeti” adını almıştır. V.Ş.M. H.M.C’nin İstanbul’daki Merkezi, Erzurum Kongresi’nden sonra faaliyetlerine devam etmiş; Sivas Kongresi’nde tüm Müdâfâ’a-i Hukûk Cemiyeti’nin birleştirilmesi ile “Anadolu ve Rumeli Müdâfâ’a-i Hukûk Cemiyeti” ismi altındaki birleşmeye katılmıştır. Ş.A.M.H.C Erzurum Heyet-i Merkeziyesi Başkanlığınca 25 Temmuz 1919 tarihinde Mustafa Kemal Paşa’ya “Erzurum Hemşehriliği” teklif edilmiş; kabulü üzerine de, 27 Ağustos 1919’da Erzurum Nüfusu’na kaydedilmiştir. V.Ş.M.H.M.C’nin, topladığı Erzurum Kongresi’ni Mustafa Kemal Paşa şöyle değerlendirmektedir: “Hassas ve necib (soylu) bir ruh ve salâbetli (kuvvetli) bir iman ile vatan ve milletimizin kurtuluşuna ait esaslı kararlar aldığını” belirterek; “Bilhassa bütün cihana karşı milletimizin mevcudiyetini (varlığını) ve birliğini gösterdi. Tarih bu kongremizi şüphesiz; ender ve büyük bir eser olarak kaydedecektir”. Mustafa Kemal Paşa, Hey’et-i Temsiliye ile katıldığı ve başkanlığını yaptığı 4-11 Eylül 1919 tarihinde Sivas’ta toplanan Genel Büyük Kongre’de de, Anadolu ve Trakya’daki tüm cemiyetler, “Anadolu ve Rumeli Müdâfâ’a-i Hukûk Cemiyeti” adı altında birleştirilmiştir. Dolayısıyla Ş.A.M.H.C’nin en son geldiği nokta Anadolu ve Rumeli Müdâfâ’a-i Hukûk Cemiyeti’dir. Sivas’ta sayısı onaltıya çıkarılan ve tüm Müdâfâ’a-i Hukûk Cemiyetleri’nin özü ve temsilcisi olan Heyet-i Temsiliye, TBMM açılışına kadar faaliyetine devam etmiştir.

Sinever Esin DERİNSU DAYI

KAYNAKÇA

ATATÜRK, Kemal, Nutuk, 1919-1927, Haz. Zeynep Korkmaz, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 2000.

DURSUNOĞLU, Cevat, Millî Mücadele’de Erzurum, İstanbul 1946.

GOLOĞLU, Mahmut, Erzurum Kongresi, Ankara 1968.

KANSU, Mazhar Müfit, Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber I, Türk Tarih Kurumu, Ankara 1986.

KARABEKİR, Kâzım, İstiklal Harbimiz, İstanbul 1988.

KIRZI­OĞLU, M. Fahrettin, Bütünüyle Erzurum Kongresi, Ankara 1993.

KIRZIOĞLU, M. Fahrettin, Türk İnkılâp Tarihi Ders Notları, Millî Mücadele ve Atatürk İnkılâpları, Atatürk Üniversitesi Yayınları, Erzurum 1977.

“Rauf Orbay’ın Hatıraları”, Yakın Tarihimiz Dergisi, I-IV, S 1-52, 1962-63.

SELEK, Sebahattin, Millî Mücadele’de Ulusal Kurtuluş Savaşı I, İstanbul 1970.

Süleyman Necati Güneri Hatıraları, Haz. Ali Birinci, İstanbul 1999.

ŞAHİN, Enis, İstanbul Basınında Vilâyât-ı Şarkiye Meselesi, Atatürk Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Erzurum 1991.

TANSEL, Selahattin, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar I, MEB Yay.:2262, İstanbul 1991.

TUNAYA, Tarık Zafer, Türkiye’de Siyasi Partiler, (1859-1952), İstanbul 1952.

TÜRKGELDİ, Ali Fuat, Mondros ve Mudanya Mütarekeleri Tarihi, Ankara 1948.

Abdurrahman Şeref Bey



Abdurrahman Şeref Bey (1853 - 1925)

Ünlü tarihçi ve siyaset adamlarımızdan birisidir. Osmanlı Ayan Meclisi üyeliğinde bulundu. TBMM'nin II. Döneminde İstanbul Milletvekilliği yaptı. Eserlerinden en önemlisi iki ciltlik "Tarih-i Devlet-i Osmaniye"dir.

Adbülkerim Paşa



Adbülkerim Paşa (1878 - 1932)

Hurşit Paşa Savaş Divanı'nda önce üyelik, sonra başkanlık yaptı. İstanbul Hükümeti adına Mustafa Kemal Paşa ile telgraf yazışmalarını düzenledi.

Adbülmecit Efendi



Adbülmecit Efendi (1868 - 1944)

Son halifedir. 1918'de Vahdettin'in tahta çıkması üzerine Veliaht oldu. Büyük Millet Meclisi Hükümeti 1 Kasım 1922'de saltanatı kaldırınca, Veliaht sıfatını kaybetti. Vahdettin'in İngilizlere sığınması üzerine Meclis tarafından Halife seçildi. Cumhuriyetin ilanından dört ay sonra halifeliğin kaldırılıp bütün Osmanlı hanedanının sınır dışı edilmesi üzerine yurt dışına çıkarıldı.

Adnan Bey



Adnan Bey (Adıvar) (1882 - 1955)

Son Osmanlı Mebusan Meclisi'nde İstanbul milletvekili seçildi. Kurtuluş Savaşı başında Anadolu'ya geçti. TBMM'nin I. Döneminde Sağlık Bakanlığı yaptı. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurucuları arasında yer aldı.

Ahmet İzzet Paşa



Ahmet İzzet Paşa (1864 - 1937)

Sadrazamlığı sırasında Mondros Ateşkes Anlaşması imzalandı. Ahmet Tevfik Paşa Hükümeti'nde İçişleri Bakanlığı yaptı. Bilecik görüşmesine katılan Osmanlı kurulu içinde yer aldı. Ankara'ya götürüldü. İstanbul hükümetlerinde görev almayacağına söz vermesine üzerine İstanbul'a dönmesine izin verildi. Ahmet İzzet Paşa, Mustafa Kemal Paşa'ya verdiği bu sözü tutmadı.

Ali Rıza Paşa



Ali Rıza Paşa (1860- 1932)

Ali Rıza Paşa Mareşal. Osmanlı Devleti’nin son sadrazamlarından Ali Rıza Paşa, 1860’da İstanbul Şehzadebaşı’nda doğmuştur. Babası emek­li binbaşı Tahir’dir. 31 Ekim 1932’de ölmüş, İstanbul-İçerenköy Mezarlığı’na defnedilmiştir. 1874’te Askerî İdadiyi, 1883’te Harp Okulunu, 1886’da Harp Akademisini bitirmiştir. 1887–1890 yılları arasında Almanya’da staj yapmıştır. 1883 yılında teğmen olan Ali Rıza, 1886’da kurmay yüzbaşı, 1889’da binbaşı, 1890’da yarbay, 1895’te albay, 1898’de mirliva (tuğgeneral), 1901’de ferik (tümgeneral) 1904’te I.ferik (Korgeneral), 1905’te müşir (mareşal) olmuştur. İkinci Meşrutiyet’ten sonra yapılan rütbe indirimlerinden dolayı 24 Ağustos 1909’da I. ferikliğe indirilmiş, 2 Ekim 1918’de tekrar mareşal olmuştur. 1891–1895 yılları arasında Harp Okulunda öğretmenlik yapmış, 1896’da Havran İsyanı’nı bastırmıştır. 1897 Türk-Yunan Savaşı’na ordu karargâhında Harekât Şube Müdürü olarak katılmıştır. 1898’de Genelkurmay Harekât Şube Müdürlüğü’ne, 1901’de Üsküp Tümen Komutanlığı’na, 1903’te Manastır Valiliği’ne ve Komutanlığı’na atanmıştır. 1905’te Yemen İsyanı’nı bastırmakla görevlendirilmiştir. 1907’de Hamidiye-Hi­caz Demiryolu Müdürlüğü’ne, 1908’de Harbiye Nazırlığı’na getirilmiş ve Âyan Meclisi Üyesi yapılmıştır. 1909’da Harbiye Nazırlığı’ndan azledilmiş ancak aynı yıl tekrar aynı göreve getirilmiştir. 31 Mart 1909’da Harbiye Nazırlığı’ndan istifa etmiş, 1911’de Makedonya’daki Garp Ordusu Komutanlığı’na getirilmiştir. Balkan Savaşı’nda Meriç Nehri’nin batısındaki savaşı yönetmiş, Balkanlar’daki toprakların 1,5 ayda kaybedilmesini ve Balkan Bozgunu’nu yaşamıştır. Mondros Mütarekesi’nden sonra kurulan ilk Damat Ferit Hükûmeti’nde, 1919’da, Bahriye Nazırı olmuştur. Damat Ferit’in, ihanetinden dolayı, Heyeti Temsiliye Başkanı Mustafa Kemal’in baskıları üzerine görevden alınmasıyla yerine 2 Ekim 1919’da, Sadrazam olmuştur. Sadrazamlığı, 3 Mart 1920’ye kadar 5 ay sürmüştür. Bu süreçte, işgal devletlerinin isteklerini yerine getirme, onları gücendirmeme ve Anadolu’da Mustafa Kemal’in liderliğinde gelişen ulusal direnişi söndürme faaliyetlerinde bulunmuştur. Atatürk Nutuk’ta, Ali Rıza Paşa’nın bu faaliyetlerini anlatmaktadır. İngilizlerin beğenisini kazanabilmek için 1914’te kaldırılmış olan Kapitülasyonları dahi genişleterek tekrar yürürlüğe sokabilmiştir. Ali Rıza Paşa Hükû­meti, Yahya Kaptan’ın öldürülmesi ile Anadolu direnişine karşı ilk silah kullanan hükûmet olmuştur. Ali Rıza Paşa, İstanbul’dakilerin arasında Mustafa Kemal’in Cumhuriyeti kuracağını ilk anlayanlardandır. İşgalci kuvvetler için ülke aleyhine tüm yaptıklarına rağmen onları tatmin edememiş, verdikleri bir nota üzerine suçlu duruma düşmekten korkup, 3 Mart 1920’de istifa etmiştir. Sonraki hükûmet­lerde, 9 Şubat 1921’de Bayındırlık, 12 Haziran 1921’de İçişleri bakanı olmuştur. 1922’de emekliye ayrılmıştır.

İsmet GÖRGÜLÜ

KAYNAKÇA

ATATÜRK, Mustafa Kemal, Nutuk, Haz. Zeynep Korkmaz, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara 1995.

Balkan Savaşı’na Katılan Komutanların Yaşam Öyküleri, Genel Kurmay ATASE Başkanlığı Yayını, 2004.

GÖRGÜLÜ, İsmet, Türk Harp Tarihi Derslerinde Adı Geçen Komutanlar, Harp Akademileri Yayını, 1983.

Ali Bey



Ali Bey (Çetinkaya) (1878 - 1949)

1878 yılında Afyonkarahisar'da doğmuştur. Babası demirci ustası Ahmet Efendi, annesi Fatma Hanım’dır. Ailesi, tanınmış ailelerinden Şerifoğullarındandır. Babasını küçük yaşta kaybetmiştir. Arkadaşları arasında ‘Vezir Ali’ olarak temayüz etmiştir. Afyonkarahisar Rüştiye’sini ve Bursa Askeri İdadisini, Mekteb-i Harbiye’yi bitirip 26 Aralık 1898 yılında Teğmen olmuştur.

Ali Çetinkaya ilk görevini Balkanlarda Cuma-yı Bala, Pirlepe, Debre, Arnavutluk ve Bulgaristan dağlarında komitecilere karşı başarılı mücadeleler vermiştir. 2 Mayıs 1903’te Üsteğmenliğe yükselmiştir. Aralık 1903 de 37. Redif Alayı Pirlepe Taburunda görevlendirilmiştir. 1 Haziran 1904’te İştip’teki İkinci Alay Taburu ile eşkıya takibinde görev almıştır. Makedonya’da çetecilik faaliyetlerini önlemek amacıyla oluşturulan Makedonya civarında birçok bölgede Bulgar çetecilerine karşı başarılı icraatlar yapmıştır.

18 Ağustos 1904’te Edirne’deki 2’nci Ordu Yedek Subay Talimgâh Komutanlığı emrine verilmiştir. İştip Avcı Taburu’nun 2’nci Bölüğünde 1905 Temmuz’unda Yüzbaşı terfi etmiştir. Debre-i Bala’daki 18’nci Nizamiye Alayı 2’nci Tabur 6’ncı Bölük Komutanlığı’na atanmıştır. 1908’de Balkanlarda çeteler komisyonunda görevlendirilmiştir. 15 Mart 1909’da Debre Jandarma Tabur Komutanlığı’na üç ay vekâlet etmiştir.

Ali Çetinkaya 1907 de Manastır’da İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne katılmış, cemiyetin Kırcaova bölgesi teşkilatında görev almıştır. Kazım Karabekir, Kuşçubaşı Sami, Yakup Cemil, Abdulkadir Canpolat, Çerkez Reşit, Kuşçubaşı Eşref, Enver Bey, Rahmi Apak, C. Cahit Toydemir, Yenibahçeli Şükrü ve Topçu İhsan gibi ittihatçılarla tanışmıştır. Teşkilatın ‘Fedailer Grubu’nda kısa sürede sivrilerek Enver Paşa’nın güvenini kazanmıştır. 31 Mart Ayaklanmasında Hareket Ordusunun isyanı bastırmasından sonra II. Abdülhamit’in tahtan indirilmesinde ve Alatini Köşkünde ikamete götürülen padişahın korunmasında Muhafız Birlik Komutanı Ali Fethi Bey’in yardımcısı olmuştur.

Ardından Hareket Ordusu bünyesinde Arnavutluk harekâtına katılmıştır. Ocak 1910’da Manastır ilindeki Raka’lar kaymakamlığına getirilmiş; 18’inci Nizamiye Alayındaki görevine geri dönmüştür.

1911 yılında Trablusgarp vilayetinde başlayan İtalyan işgal teşebbüsüne karşı Bingazi Sancağı’na memur edilmiştir. Ali Çetinkaya, Enver Paşa ve Mustafa Kemal Paşa ile bir yıl yerli kuvvetlere kumanda etmiştir. Mustafa Kemal Bey Derne’de aşiretlerden kurulu bir fırkanın komutanı iken, Ali (Çetinkaya) Ubeydat kolu komutanı olarak görev yapmıştı. Derne Cephesine bağlı Ben-Zafa’da ‘Deli’ lakaplı Üsteğmen Halit’le aynı cephede iki kol komutanı olarak görev yapmıştır. Birbirleriyle anlaşamadıkları için Mustafa Kemal ve Enver Bey’in ortak kararı ile görev yerleri değiştirilmiştir. Ouchy Antlaşması ile Kuzey Afrika’daki son topraklar 18 Ekim 1912’de İtalyanlara bırakılmış oldu. Kısa sürede İstanbul’a dönmüştür.

Balkan Savaşı’nın patlak vermesi üzerine Ali Çetinkaya anavatana dönmüş ve Şark Ordusunda Aydın Taburu Kumandanı olmuştur. Birliği ile birlikte Selanik bölgesinde Yunanlılara karşı savaşmıştır. Balkan savaşlarının ikinci safhasında Enver Bey’le beraber çalışmış, Edirne Vilayet-i İstilâ’ Komisyonu azası olarak görev almış ve Edirne’deki Redif Birliğine atanmıştır. Kasım 1913’te Trablusgarp’taki başarılarından dolayı Binbaşılığa terfi etmiştir. Balkanlardan sonra İstanbul’da I. Kolordu İtfaiye Alayı 2’nci Tabur Komutanlığına atanmıştır.

I. Dünya Savaşı başladığında bu görevinde Binbaşı Ali Çetinkaya Irak cephesinde Komuta ettiği Fırat Grubu, Irak Cephesi Genel Komutanı Yarbay Süleyman Askeri Bey emrinde İngilizlerle savaşmıştır. Bu mücadele sürerken emrindeki Süleyman Askeri Bey’in Şuayyibe Muharebesindeki yenilgisinden dolayı kendini öldürünce birliklerin geri çekilişini Binbaşı Ali Çetinkaya komuta etmiştir. Başkomutan Vekili Enver Paşa tarafından 6 Nisan 1915’te Yarbaylığa yükseltilmiştir.

Irak cephesindeki görevinden sonra 3’üncü Ordu Komutanlığını emrinde 18’inci Kolordu emrinde Kafkas harekâtına katılarak Bitlis’in geri alınmasında etkili olan komutanlardan biri olmuştur.

Kutü’l-amare’de dört ay Türk Birliklerine karşı dayanan General Towsend komutasın-

daki İngiliz birliğinin beş General, 481 Subayı ve 13,300 er mevcudu ile teslim alınmasında Yarbay Ali Çetinkaya büyük katkı sağlamıştır.

Ali Çetinkaya Irak-İran ve Doğu-Kafkasya Cephelerinden sonra Kafkaslardan Rumeli’ye geçen Ali Çetinkaya, burada Alman ve Avusturya kuvvetleriyle birlikte mücadeleler vermiş, ardından da Kuva-yi Taarruziye Komutanı olup Bolu, İzmit, Üsküdar Livaları içerisinde eşkıya ile mücadele etmiştir. Üsküdar İnzibat Müfettişliğine tayin olunan Ali Çetinkaya, mütarekeye kadar bu görevde kalmıştır. Bir süre 17. Kolordu’da bulunmuş, 1919’da Ayvalık Mıntıka ve 172. Alay Komutanlığına atanmıştır.

1917’de Gümüş Madalya, 4 Şubat 1918’de ikinci sınıf Demirhaç Madalyası, 21 Nisan 1918’de Muharebe Gümüş Liyakat Madalyası, 21 Mayıs 1918’de Üçüncü Askeri Liyakat madalyası almıştır.

I. Dünya Savaşı’ndan sonra İstanbul’da Üsküdar’da Bölge Müfreze Komutanlığı görevine getirilmiştir. Gayriresmî işgalinden sonra İstanbul’da Mıntıka Müfettişliği görevini de üstlenmiştir. Teşkilat-ı Mahsusa dağıldıktan sonra ‘Karakol Cemiyeti’ ve Mim Mim Grubu (Müdafaa-i Milliye İstihbarat Grubu) nu kurmuşlardır. Başta İsmet İnönü olmak üzere Millî Mücadele’ye katılacak birçok önemli şahsiyetin ‘Karakol Cemiyeti’ tarafından Anadolu’ya geçişleri sağlanmıştır. Ali Çetinkaya’nın da kurucular arasında yer aldığı ve “Yediler” diye bilinen ilk faaliyet grubunu oluşturmuşlardır. Cemiyetin amaçlarından biri, kalan ittihatçıları Anadolu’ya geçirmek, önemli miktarda silah ve cephaneyi milli mücadeleye kazandırmaktır. İttihatçı yapısından kurtulamadığı için Anadolu milli teşkilatlanmadan farklılık göstermişlerdir. Ayvalık’ta görev alıncaya kadar bu cemiyette gizli faaliyetlere katılacaktır.

İzmir’de 17. Kolordu emrine verildiği sırada İstanbul’da Mefharet Hanım’la izdivacından ‘İstiklal’ adını verdikleri kızları dünyaya gelmiştir.

Ayvalık’ta başında bulunduğu 172. Alay ile Ali Çetinkaya İngilizlerin görüşme tekliflerinden birini kabul edecek ve Amiral Calthorpe’nin muavini miralayla görüşecek Ayvalık işgal edilirse emir almadan karşı savaşacağını söylemiştir. Bölgesel kuvvetlerle, stratejik noktalara kuvvetler yerleştirerek, Yunanlıların hatlarını keserek yaptığı ‘ilk kurşun savaşı’ ile mücadelesinde önce Bergama’yı sonra Ayvalık’ı kurtarmış, az sayıdaki kuvvetle başarısı bölge halkının teşkilatlanmasında, direnişe katılmasında ‘Kuva-yı Milliyenin teşekkülünde büyük katkısı olmuştur.

Kasım 1919 başlarında Afyonkarahisar halkının talebi ile vekil seçilen Ali Çetinkaya ilk olarak Afyonkarahisar’a geçmiş ve ardından İstanbul’a hareket ederek Meclis-i Mebusan’da mebus olarak göreve başlamıştır. Yapılan gizli oyla Misak-ı Millînin kabul edilmesi üzerine 16 Mart 1920 de İstanbul resmen işgal edilecektir. Meclis basılarak milletvekilleri tutuklanarak Bekir Ağa bölüğüne götürülmüşlerdir. 28 Şubat 1919 da İngiltere’nin kara listelerinde ‘azledilip, sürülecekler’ arasında ilk sıralarda Ali Çetinkaya da vardır. Ali Çetinkaya, 13 Nisan 1920 günü Malta’ya sürülmüştür. Malta’da bir buçuk yıl geçiren Ali Çetinkaya buradan Ankara’da açılan meclisi takip etmeye çalışmıştır. Ankara’da olmamasına rağmen kendisi Meclis’te Afyonkarahisar mebusu olarak meclis üyesi sayılacaktır. II. İnönü zaferinden sonra Bekir Sami Bey İngilizlerle esir değişimi anlatması yapmış fakat tüm İngiliz esirlere karşılık bazı Malta sürgünlerinin serbest bırakılması meclis tarafından kabul edilmemiştir. 23 Ekim 1921 de Kızılay İkinci Başkanı Hamit Bey’le İngiltere Komiseri Rumbold Antlaşması üzerine istinasız tüm esirlerin mübadelesi kararlaştırılmıştır. Ali Çetinkaya 1 Kasım 1921’de Ankara’ya gelmiştir. Döndüğünde ülkede Sakarya savaşı kazanılmış, büyük taarruz için hazırlanılmaktadır. TBMM’ye katıldıktan sonra 19 Şubat 1922’de 1. Grup İdare Heyetine idari memurluğa, 18 Temmuz’da Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu, Grup Yönetim Kurulu Üyeliğine seçilmiştir.

Ali Çetinkaya mecliste birinci dönem görevi sırasında Milli Savunma, Milli Eğitim, Bayındırlık, Sağlık-Sosyal Yardım ve Sayıştay komisyonlarında görev almıştır. Dönem içinde üçü gizli oturumlarda olmak üzere 11 konuşma yapıp bir soru önergesi vermiştir.

11 Ağustos 1923 de meclis yenilenmiştir. 9 Eylül’de Cumhuriyet Halk Partisi kurulmuş parti grup başkanlığına Ali Fethi Bey, Birinci Başkanlığına Ali Çetinkaya getirilmiştir. Anayasa ve Halk Fırkası Tüzüğünün hazırlanması için oluşturulacak komisyonda görev almıştır. Parti kurulduktan sonra da Kazım Karabekir, Ziya Gökalp, İsmail Canpolat, Yusuf Akçura, Ahmet Ağaoğlu, Celal Bayar’la birlikte parti programı inceleme heyetinde gö-

rev almıştır.

Ali Çetinkaya ve Rasih Kaplan, meclis seçiminin yenilenmesi aşamasında Yakup Kadri Karaosmanoğlu’na destek amacıyla İstanbul’a görevlendirilmiştir. Karaosmanoğlu hemen Müdafaa-i Hukuk Başkanlığını Ali Çetinkaya’ya devretmiştir. Seçimler Karaosmanoğ-lu’nun korktuğu biçimde cereyan etmemiş, Müdafaa-i Hukuk listesindeki adaylar kazanmıştır. Ali Çetinkaya kendisi de 15 Temmuz 1923 seçimlerinde ikinci kez Afyonkarahisar milletvekili olmuştur. Bu dönemde Milli Müdafaa, Muvazene-i Maliye komisyonlarında çalışmış, dört kez Milli Müdafaa Komisyonu Başkanlığına seçilmiştir. CHP Meclis Grup Başkan Vekilliği’ne getirilmiştir. Dönem içerisinde sekiz önerisi ve genel kurulda 17 değişik konuda 30 konuşması vardır.

Ali Çetinkaya’nın adı 9 Şubat 1925 Pazartesi Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde gerçekleşen bir ölüme karışır. Resmi kayıtlar Ali Çetinkaya’nın nefsi müdafaa ile Halit Paşa’yı vurduğu şeklindedir. Bugüne kadar tam olarak aydınlatılamayan bu gelişme hakkında başka bir tahkikata lüzum görülmemiştir.

Kurtuluş Savaşı sırasında kurulan İstiklal Mahkemelerinin amacı, artan asker kaçakla-rını önleyerek cepheyi desteklemek ve cephe gerisinde kamu düzenini ve güvenliğini sağlamak gibi teknik konulardı. Cumhuriyetten sonra yeniden oluşturulan bu mahkemelerin, daha çok siyasal iktidarın uyguladığı politikalara karşı gerek basından gerekse muhalefet partisi ve diğer muhalif kesimlerden gelen ağır eleştirileri bastırmak şeklinde siyasi bir işlevi vardı. 11 Mart 1925 günü Takrir-i Sükûn Kanunu çıkarılmış, tekrar kurulan İstiklal Mahkemelerinden Ankara İstiklal Mahkemesi üyesi ve başkanı olarak Ali Çetinkaya görev almıştır. İlk başta asker kaçakları, Şeyh Sait ve arkadaşları, Terakkiperver Fırkasının kapatılması, gazeteciler davası, İskilipli Atıf Hoca, Komünistler davası, Şapka Kanunu muhalifleri ve Tekke ve Zaviyelerin kapatılması karşıtları, daha sonra Mustafa Kemal’e İzmir suikastı sanıkları yine Ali Çetinkaya’nın başkanlığını yaptığı İstiklal Mahkemelerinde yargılanarak cezalandırılmışlardır. Bu çalışmanın odaklandığı ve İstiklal Mahkemeleri aracılığıyla iki yıllık bir sürede siyasal muhalefet, muhalif basın, muhalif gruplar tasfiye edilmiştir.

4 Temmuz 1927’de kendi isteğiyle Albaylıktan emekliye ayrılan Ali Çetinkaya 1946 yılına kadar aralıksız milletvekili olarak seçilmiştir Mustafa Kemal Paşa’nın isteği üzerine 1926-1927 yıllarında Ali Çetinkaya, Ziraat Bankası’nın yönetim kurulunda yer almıştır. ‘Çetinkaya’ soyadı kendisine bizzat Atatürk vermiştir.

Ali Çetinkaya, 16 Şubat 1934 ‘Nafia Vekâleti (Bayındırlık Bakanlığı)’ görevine başlamıştır. 1 Mart 1935’te seçimin yenilenmesi ile İnönü kabinesinin istifası üzerine, yine yeni kabineyi kuran İnönü Hükümeti’nde Afyon Milletvekili Ali Çetinkaya tekrar ‘Nafia Vekâleti’ olarak görev almıştır. Bakan iken Ankara Bahçelievler Yapı Kooperatifi’nin fahri başkanı olmuş ve her türlü desteği sağlamıştır.

1936’da Almanya ziyaretinde yanında Berlin Askeri Ataşesi Fahri Sabit Korutürk ile birlikte Alman lider Hitler ile görüşmüştür.

21 Ekim 1937’de İsmet İnönü Başbakanlıktan istifa edince yerine Celal Bayar Başbakanlığa tayin edilir. Ali Çetinkaya, Celal Bayar Hükümeti’nde de ‘Nafia Vekâleti’ olarak görevini sürdürmüştür.

12 Kasım 1937’de Atatürk ile birlikte Başbakan Celal Bayar, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Bayındırlık Bakanı Ali Çetinkaya ve bir grup milletvekili trenle Doğu seyahatine çıkmışlardır.

Ocak 1939’da birinci Refik Saydam Hükümeti’nde ‘Nafia Vekâleti’ tekrar Ali Çetinkaya’ya verilmiştir. Netice olarak, 16 Şubat 1934-4 Nisan 1939 tarihleri arasında Bayındırlık Bakanlığı yapmıştır.

Üç tarafı denizlerle çevrili ülkenin, deniz nakliyatına önem vermiş, başta kabotaj hakkı olmak üzere bir dizi tedbirlerle deniz ticaret filomuzu geliştirip, limanlarda daha iyi hizmet verecek hale getirmiştir. Osmanlı hükümetlerinin son dönem­lerinde, imtiyazı yabancı şirketlerin ellerinde bulunan İstanbul-Galata Rıhtım şirketi, İzmir-Afyon hattı, Manisa-Bandırma hattı, İzmir-Eğridir hattı gibi belirli kesimleri işleten demiryolu şirket ve hatlarını Ali Çetinkaya milli­leştirmiştir. Sivas-Erzincan, Erzincan-Erzurum, Malatya-Çetinkaya, Afyon-Karakuyu, Baladız-Burdur, Bozanönü-Isparta, Diyarbakır-Batman demiryolu hatları-nın ya­pılmasını sağlamıştır. Demiryolu sanayinin de gelişmesi­ne önem vermiş, Eskişehir Lokomotif Fabrikasında tevsi yatı­rımlar yaparak modern hale getirmiş, Sivas Demiryolu Fabri­kasını hizmete açmıştır. Ankara’da TCDD (Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demir Yolları) hastanesinin temelini atmış, Ankara, Afyon, Aydın ve Turgutlu garlarını yenilemiş ve modern Af­yon gar binasını hizmete açmıştır. 1934 senesinde İzmir-Afyon, Manisa-Bandırma ve 1935'te Aydın Demiryolu hatları satın alınmıştır.

1937 yılında 14’ü betonarme toplamda 121 köprünün yapımı tamamlamıştır. Demir-yolu 1938’de Erzincan’a, 1939’da Erzurum’a ulaşmıştır. 41 km uzunluğunda 222 tünel, İstanbul- Edirne yolu asfaltlanmış, Trabzon-İran yolu inşasına devam edilmiş ve gerekli onarımlar yapılmıştır.

1937 yılında Zonguldak-Irmak hattı tamamlanmıştır. Aynı yıl Çankırı-Çerkeş-Eskipazar arası kömür yolu işletmeye açılmıştır. Zonguldak-Filyos-Kozlu kömür yatakları Ankara, Doğu ve Akdeniz’e bağlanarak kömür sevkiyatında büyük yol kat edilmiştir. Aynı zamanda kömür tüketiminde de yaygınlaşma başlamıştır. 1939 yılında "İstanbul Tramvay ve Tünel Şirketleri" millileştirmiştir.

Ali Çetinkaya, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin ilk Ulaştırma Bakanı olmuştur. Nafia Vekâleti ile İktisat Vekâleti tarafından yürütülen ulaştır­ma ve haberleşme hizmetleri 27 Mayıs 1939 tarih ve 3613 sa­yılı kanunla kurulan “Münakalât Vekâleti (Ulaştırma Bakanlığı)”ne verilmiştir. Ulaştırma Bakanlığı sırasında yeni demiryolla­rı yapımına ve Türk Hava Yolları'nın kuruluşuna büyük katkı sağlamıştır. Telgraf ve telefon şebekelerinin yaygınlaşmasına ve posta hizmetlerinin köylere kadar götürülmesine büyük katkıda bulunmuştur.

Kasım 1940 yılında Ulaştırma Bakanlığı görevinden ayrıldıktan sonra 1946 yılına kadar Afyonkarahisar mebusu olarak seçilmiştir. Ömrünün son yıllarını İstanbul’da geçirmiştir. 21 Şubat 1949 Pazartesi gecesi 22.30’da hayatını kaybetmiş, Afyonkarahisarlıla-rın ısrarı üzerine Afyon’a defnedilmiştir.

Ahmet ESENKAYA

KAYNAKÇA

“Ali Çetinkaya”, İl İl Büyük Türkiye Ansiklopedisi, Milliyet Yayınları, I. Cilt, İstanbul 1991.

“Ali Çetinkaya”, Türk Ansiklopedisi, II. Cilt, Ankara 1963.

APAK, Rahmi, Yetmişlik Bir Subay’ın Hatıraları, Ankara 1988.

ARIKOĞLU, Damar, Hatıralarım, İstanbul 1961.

AYBARS, Ergun, İstiklal Mahkemeleri (1920-1927), Cilt II, İzmir 1988.

COKER, Olcay, “Fahri Korutürk Özel Programı’, Araştırma İnceleme. 12 Eylül 1989 günü TRT 1 Programında yayınlanmıştır.

ÇETİNKAYA, Ali, Askerlik Hayatım 1914-1922, Yay. Haz. Oktay Şimşek, Zeki Dilek, Türkiye İş Bankası Kültür Yay., İstanbul 2012.

DEMİRTAŞ, Bülent, Anadolu İnkılabı, Millî Mücadele Anıları (1919-1923) Miralay Mehmet Arif Bey (Ayıcı) Arif’in Anıları, Arba Yayınları, İstanbul 1987.

ERİM, Hıfzı, Ayvalık Tarihi, Ankara 1948.

ERMAN, Azmi Nihat, İzmir Suikastı ve İstiklal Mahkemeleri, İstanbul 1971.

ERTUNA, Hamdi, 1911-1912 Osmanlı-İtalyan Harbi ve Kolağası Mustafa Kemal, Ankara 1985.

ERTÜRK, Hüsamettin, Millî Mücadele Senelerinde Teşkilatı Mahsusa, Ankara 1975.

HAZAR, Nurettin, “Ziraat Bankası’na Hizmet Edenler”, Kooperatif Dünyası, S 156, Ankara 1984.

KARAOSMANOĞLU, Yakup Kadri, Politikada 45 Yıl, İstanbul 1984.

KILIÇ, Ali, İstiklal Mahkemesi Hatıraları, İstanbul 1955.

NASRATTINOĞLU, İrfan Ünver, Ali Çetinkaya, Ankara 1978.

NASRATTINOĞU, İrfan Ünver, “Türk Kooperatifçiliğinin Temel Taşı, Nusret Namık Uzgören’le Sohbet”, Karınca Dergisi, S 545, Ankara 1982.

ÖZALP, Kazım, Millî Mücadele (1919-1922), Cilt II, Ankara 1988.

ÖZKAN, İbrahim, Unutulan Yıllar, Unutturulan Kahraman; Deli Halit Paşa, Ötüken Neşriyat, İstanbul 2015.

POLAT, Zelkif, Ali Çetinkaya Hayatı, Eserleri, Kişiliği ve Devlet Adamlığı, Afyon Kocatepe Üniversitesi Yayınları, Afyon 2002.

SELEK, Sabahattin, Anadolu İhtilali, Cilt II, İstanbul 1987.

STADDORD, Philip H., Teşkilat-ı Mahsusa, Arba Yayınları, İstanbul 1993.

ŞİMŞİR, Bilal, Malta Sürgünleri, Ankara 1985.

TEVETOĞLU, Fethi, Millî Mücadele Yıllarındaki Kuruluşlar, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1988.

YÜKSEL, İbrahim, “Ali Çetinkaya”, Ali Çetinkaya Paneli Bildirileri, 22-23 Şubat 1986, Afyonkarahisar Belediyesi Yayınları, Afyonkarahisar 1986.

Ali Fuat Paşa



Ali Fuat Paşa (Cebesoy) (Orgeneral) (1882 - 1968)

AİLESİ VE EĞİTİMİ

Ali Fuat (Cebesoy) Eylül 1882’de İstanbul’da doğmuştur. Babası Sökeli Korgeneral İsmail Fazıl Paşa’dır. Annesi Zekiye Hanım ise 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşında Tuna Orduları Umum Kumandanı olan Müşir Mehmet Ali Paşa’nın kızıdır. İlk tahsilini Erzincan Askeri Rüştiyesi’nde tamamlayan Ali Fuat Bey, sırasıyla Saint Joseph Lisesi (1899), Harb Okulu (1902) ve Harb Akademisi’nden (1904) mezuniyet belgelerini almıştır. Okulun o sırada diğer öğrencileri arasında Enver (Paşa), Ali Fethi Okyar, Cafer Tayyar Eğilmez, Kazım Karabekir, Selahattin Adil ve Halil Kut (Paşalar) da bulunmaktaydı. Harb okulunu başarıyla bitirdikten sonra Harb Akademisine kabul edilmiştir. Ali İhsan Sabis ve Asım Gündüz’ün de yer aldığı akademide Ali Fuat, Mustafa Kemal ile sıra arkadaşlığı yapmıştır. Harb Akademisini sekizinci olarak bitiren Ali Fuat’ın Mustafa Kemal ile arkadaşlığı mezuniyetten sonra da devam etmiştir.

HARB AKADEMİSİ SONRASINDA ALDIĞI GÖREVLER

Harb Akademisini bitirdikten sonra Ali Fuat Bey Beyrut’ta süvari alayında, Mustafa Kemal Bey ise Şam’da staja başlamıştır. Mustafa Kemal, Şam’da bir yandan gerilla savaşı üzerine tecrübe kazanırken, diğer yandan da Vatan ve Hürriyet Cemiyeti’ni kurmuş, bu arada Ali Fuat ile görüşmeleri de sürmüştür. Stajlarına Makedonya’da devam etmek isteyen iki arkadaş bunun için Ali Fuat’ın aile dostlarını devreye sokmuştur. Bu çabaların neticesinde Fuat Bey topçu stajını da Selanik’te (20 Haziran 1907) tamamlamış, bir süre sonra Kıdemli Yüzbaşı rütbesi verilerek, Sisam Karaferye’de meydana gelen bir isyanı bastırmakla görevlendirilmiştir. Mustafa Kemal ise Ekim 1907’de merkezi Manastır olan III. Orduya Kurmay Yüzbaşı olarak atanmış ve Ali Fuat’ın akrabaları vasıtasıyla ondan boşalan III. Ordu Müşirliği Kurmay dairesi Selanik şubesinde çalışmaya başlamıştır

İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin Merkez Komitesi de Selanik’te idi. Ali Fuat Bey anılarında cemiyete üye olduğunu, toplantılarına katıldığını ancak hayal kırıklığı yaşadığını belirtmiştir. Karaferye’den tekrar Selanik’e dönen ve III. Süvari Tümeni Kurmay Başkanlığı’na atanan Fuat Bey, aynı binada çalıştığı Mustafa Kemal ve Fethi Bey’le sık sık görüşmeye devam etmiştir.

II. Meşrutiyet ve Balkan Savaşı Yıllarındaki Faaliyetleri

Yüzbaşı Ali Fuat Selanik'te iken 23 Temmuz 1908’de meşrutiyet ilan edilmiştir. Mustafa Kemal ve Fuat Beylerin her ikisinin de bu olayda doğrudan yer aldığına dair henüz bir kayıt bulunmamaktadır. Ali Fuat Bey aynı sene sonunda İtalya Askeri Ataşeliği’ne atanmış, 1911’e kadar burada kalmıştır. Bu sebeple, Mustafa Kemal 31 Mart olaylarına müdahale için oluşturulan Hareket Ordusu’nda aktif rol oynarken, İtalya’da olan Ali Fuat bu oluşumda yer almamıştır.

İtalya, uzun zamandır Trablusgarp’ı işgal için hazırlıklar yapmaktaydı. Ağustos 1910'da İtalyan Ordusu'nun manevralarına izleyen Ali Fuat Bey, Genelkurmay Başkanlığına Trablusgarp ve Bingaziye çıkarma yapılabileceği hakkında raporlar göndermişti. Nitekim İtalyanlar 1911 yılında işgal girişimini başlatmıştır. İşgal üzerine Mustafa Kemal Bey Teşkilat-ı Mahsusa önderliğinde yapılan Trablusgarb çete savaşlarına gönüllü olarak katılmıştır. Binbaşı Ali Fuat Bey ise Trablusgarb’a silah ve mühimmat gönderilmesi çalışmalarında yer almış, ancak Trablusgarb’daki direniş hareketine de katılmamıştır.

Trablusgarp direnişi devam ederken, 1912’de Balkan Savaşı başlamıştı. Binbaşı Ali Fuat önce Karadağ’a karşı konuşlanan kolordunun, 29 Eylül 1912'de de Yanya Kolordusunun Kurmay Başkanlığına getirildi. 23. Tümen’e de vekâleten komuta etmekteydi. Balkan Savaşları sırasında Pizani tepesini korumakla görevlendirilmiş, muharebe esnasında kalçasından ağır yaralanmıştır. Lojistik ve yiyecek sıkıntısı içindeki Yanya Kalesi’nin Esad Paşa tarafından Yunanlılara teslim edilmesi (6 Mart 1913) üzerine savunmanın devam ettiği Pizani tepesi de teslim alınmıştır. Bir anlamda esir düşen ve tedavisi Atina Kifisya’da yapılan Fuat Bey, bu sebeble II. Balkan savaşına da katılamamıştır. 1 Mart 1914'de ise I. Balkan Savaşı’na katkıları sebebiyle rütbesi Kaymakamlık (Yarbay)’a yükseltildi.

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI SIRASINDAKİ GÖREVLERİ

25. Tümen Komutanlığı ve I. Kanal Harekâtı

Birinci Dünya Savaşı dönemi, Osmanlı Devleti için ölüm kalım yılları olmuştur. Devlet-i âliyye subayları da bu sebeple adeta soluk alamadan bir cepheden diğer cepheye koşmuştur. Nitekim Ali Fuat Bey Balkan Savaşı’ndan sonra, 15 Ocak 1914’te Şam’da VIII. Ordu Kurmay Başkanlığı görevinde bulunmuştur. Şam’a tayininden yaklaşık 11 ay sonra, Osmanlı Devleti 30 Ekim 1914’te savaşa dâhil olmuştur. Savaşın başlangıcından itibaren Alman müttefikleri tarafından Osmanlı ordularına yüklenen görev, Alman cephesini rahatlatmak amacıyla İngiliz ve Rusları meşgul etmekti. Daha savaşa girmeden Ağustos ayında Genelkurmay karargâhında konu ile ilgili çalışmalar yapılmıştır.

Cemal Paşa komutasında gerçekleşen Kanal harekâtı da İngiliz askerlerini Mısır’da bağlayarak, batı cephesine yardım etmelerine engel olmak amacıyla yapılmıştır. Harekât sonucunda Mısır vatanperverlerinin ayaklanacağı ve Mısır’ın kurtarılacağı hesapları da yapılmaktaydı. Bu harekâtta görev alması istenilen Yarbay Ali Fuat Bey, 25. Tümenin başına getirilmiştir. I. Kanal Harekâtı’nda 30.000 kadar Osmanlı askeri görev almıştır. Bu askerler Fuat Bey’in önceden yaptığı keşfe uygun olarak, Sille’ye kadar demiryolu ile taşınmış, buradan 300 km’si çöl olan 450 km lik yol yürünerek Kanal önlerine ulaşılmıştır. 3 Şubat 1915 gece yarısı Kanala taarruz edilmiştir. Ancak, üstün İngiliz tahkimatı karşısında Türk birlikleri başarılı olamadılar. Düzenli olarak geri çekilen birlikler ve 20 Şubattan itibaren Birüssebi’de toplandılar.

Çanakkale ve Doğu Cephelerindeki Görevleri

Cemal Paşa, II. Kanal Harekâtı için hazırlık yaparken, müttefiklerin Çanakkale Boğazı’nı donanma ile geçme teşebbüsü (18 Mart 1915) yenilgiyle sonuçlanmıştı. Yenilgi üzerine müttefik kuvvetler 25 Nisan 1915’te, bu defa karadan çıkarma harekâtını başlatmıştır. Başkumandan vekili Enver Paşa, 8., 10. ve Ali Fuat Bey’in komuta ettiği 25. Tümeni Çanakkale’ye çağırmıştır. 25 Mayıs 1915’ten itibaren sevk edilen birlikler Haziran’da İstanbul’a ulaştılar. Çanakkale kara muharebelerinin komutanlığına getirilen Liman Von Sanders, savaşın Bolayır Cephesi’nde geçeceğini düşünmekteydi. Yığınağı buna göre oluşturmuş ve Ali Fuat Bey’in 25. Tümeni de 29 Ağustosta Saros -Bolayır bölgesine gönderilmiştir. Ancak asıl taarruz Mustafa Kemal Bey’in öngördüğü Kabatepe ve Seddülbahir bölgesinde yaşandığından, çıkartma bölgesi dışında konuşlanan Ali Fuat Bey ve tümeni fiilen savaşa dâhil olamamıştır.

Bu sırada Sarıkamış Harekâtı başarısız olmuş, ilerleyen Rus kuvvetleri Trabzon, Erzurum, Bitlis, Muş, Van gibi şehirleri almıştı. Çanakkale’de bağlanan bazı Türk birlikleri zaferden sonra doğuya kaydırılmıştır. Nitekim Albay Mustafa Kemal (16. Kolordu kumandanı) Diyarbakır'a, 14. Tümen komutanı yapılan Yarbay Ali Fuat Bey de Filistin Cephesi’ne gönderilmiştir. Ali Fuat Bey Filistin’e hareket etmişken, tayin yeri Bingöl – Çapakçur olarak değiştirilmiştir. Cephede gerek Mustafa Kemal, gerekse Ali Fuat Beylerin terfileri yapılarak, Mustafa Kemal Mirlivalığa (Tümgeneral), Ali Fuat ise Albaylığa terfi ettirilmiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın birlikleri Ruslar’a karşı Bitlis ve Muş’u kurtarmak için taarruza geçtiğinde, Ali Fuat Bey’in birlikleri ona destek vermiştir. Bu amaçla Çanakçı ve Oğnut’ta Ruslarla muharebe edilmiştir. Bir süre sonra gerek sert geçen kış, gerekse Rusya’da ihtilalle sonuçlanacak gelişmeler, doğu cephesindeki hareketliliği azaltmış, Osmanlı ordularının önemli kısmı buradan alınmıştır.

XX. Kolordu Kumandanlığına Atanması ve Faaliyetleri

Albay Ali Fuat Bey, 1916 yılı sonunda önce Sina- Filistin Cephesi Kumandanı Von Kress’in kurmay başkanlığına getirilmiştir. 30 Haziran 1917’da da XX. Kolordu kumandanlığına atanmıştır. İngiliz ordularının komutanlığına ise General Murray’ın yerine, Haziran 1917 Edmond Allenby tayin edilmişti. Allenby yılbaşından önce Kudüs’ü ele geçirmekle görevlendirilmişti. Bu sırada İngilizler’in fevkalade hazırlıklarını doğru anlayamayan Osmanlı Genelkurmay’ı Bağdat’ı geri almaya odaklanmıştı. Bu amaçla Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı kurulup başına Alman General Von Falkenhayn atanmıştır. Bu atamaya karşı çıkan VII. Ordu Kumandanı Mustafa Kemal Paşa ise görevinden istifa etmiştir. Bir süre sonra “Yıldırım” Filistin’e gönderilmiş ancak çok geç kalındığı için, Türkler İngilizler’in saldırısına hazırlıkları tamamlanmadan yakalanmıştır.

Birüssebi- Gazze Muharebeleri ve Kudüs’ün Kaybı

Başarısız iki Kanal Harekâtından sonra saldırıya geçen İngilizler’in Gazze-Birüssebi hattına Mart ve Nisan 1917’de yaptıkları iki taarruz, Türk Orduları tarafından durdurulmuştur. Hazırlıklarını tamamlayan İngiliz orduları 31 Ekim 1917’de tekrar saldırıya geçmiştir. Bu saldırılar karşısında Türk kuvvetleri tutunamayarak önce Birüssebi, ardından 6/7 Kasım’da Gazze elden çıkmıştır. Geri çekilen Türk birlikleri çok sıkı takip edilmiş ve XX. Kolordu’nun Falkenhayn’ın emriyle yaptığı kurtarma taarruzu başarılı olamamıştır. Diğer birlikler çekilirken İngilizleri oyalamak için, XX. Kolordu’dan Kudüs’ü savunması da istenmişti. Albay Ali Fuat buna karşı çıkmış, hiç olmasa takviye kuvvet istemiştir. Ancak kabul görmeyince 19 Kasım/ 9 Aralık 1917 tarihleri arasında Kudüs’ü savunmuştur. Nihayet 40 gün süren takip ve muharebeler sonunda şehrin tahrip edilmesini önlemek maksadıyla Fevzi (Çakmak) Paşa’nın emri ile Kudüs boşaltıldı. Albay Ali Fuat, bu savunma sırasında 22 Kasım 1917’de, Tuğgeneral yapılmıştır.

Kudüs’ten sonra hedefi İskenderun olan İngilizler karşısında Türk Orduları süratle geri çekilmek zorunda kalmıştır. Şeria’da iki kez başarıyla savaş yapıldıysa da, 25/26 Ekim 1918 gecesi Türk birlikleri Haleb’in kuzeyindeki Katma’ya kadar, elinde tuttuğu alanı terk etmiştir. Mustafa Kemal Paşa da dâhil Osmanlı ordusunun en güzide subaylarının görev yaptığı bu cephede İngiliz ilerlemesi, ancak Mondros Mütarekesi ile durmuştur.

MÜTAREKE VE MİLLÎ MÜCADELE DÖNEMİNDEKİ FAALİYETLERİ

Mütareke imzalandığında Ali Fuat Paşa XX. Kolordu Kumandanlığı’na asaleten ve Mersinli Cemal Paşa’dan boşalan VII. Ordu birliklerine de vekâleten komuta ediyordu. Yıldırım Orduları Kumandanı ise Mustafa Kemal Paşa idi. Bu günlerde İngilizler İskenderun’un da boşaltılmasını taleb etmekteydi. Nitekim ısrarlı teklif ve hatta tehditler karşısında Adana vilayeti Pozantı’ya kadar boşaltılmıştır. İngilizler, Çukurova’daki Osmanlı askerlerinin çekilmesini de istiyorlardı. Fuat Paşa, bölgenin geleceği için XX. Kolordu’nun uygun gördüğü subaylarını polis ve jandarmaya aktarmak, diğer birliklerini ise terhis etmeden barış zamanındaki konuşlanma bölgesine ulaştırmak için çaba sarf etmiştir. Nitekim Kolordu’nun kalan birlikleri zor koşullarda Toroslar’ı aşarak trenle Niğde’ye, daha sonra İngilizlerin engellemesi üzerine kara yoluyla Ereğli, Kırşehir üzerinden Ankara’ya nakledilmiştir. İleride bu kuvvetler Milli Mücadelenin bel kemiğini oluşturacaktır.

Savaşın kaybı üzerine hemen hemen bütün komutanlar İstanbul’da toplanmaya başlamıştı. İstanbul’daki endişeli hava içinde yapılacaklar düşünülüyordu. Giderek işgal altındaki İstanbul’da her hangi bir şey yapılamayacağı kanaati ağır basmaktaydı. Dolayısıyla asker- sivil vatanseverler birer görev veya vesileyle Anadolu’ya geçmeye başladılar. Mustafa Kemal Paşa ise geniş yetkilerle 9. Ordu Kıtaatı Müfettişliği’ne getirilmiştir. Ali Fuat Paşa onun bu makama seçilişinde İsmail Fazıl Paşa ile Fuat Paşa’nın eniştesi Dâhiliye Nazırı Mehmet Ali Bey’in de yardımı olduğunu ifade etmektedir. Mustafa Kemal Paşa’nın olağanüstü yetkilerle Samsun’a hareketi ile yerel alanda başlayan Milli Mücadele organize bir güce kavuşmuştur.

Amasya Tamimi’nin (22 Haziran 1919) İmzalanması

15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa, 12 Nisan 1919’da Erzurum’a hareket etmişti. 20. Kolordu Kumandanı Ali Fuat Paşa ise, kolordunun barış zamanında konuşlanma yeri olan Ankara’ya, 13 Mayıs 1919’da ulaşmıştı. Mustafa Kemal Paşa da müfettişlik göreviyle 16 Mayıs 1919'da İstanbul’dan Samsun’a hareket etmişti. Yanında Refet (Bele) Bey de bulunmaktaydı. 23 Mayıs’ta yola çıkan Rauf Bey ise Balıkesir, Salihli, Denizli, Afyon’da Teşkilat-ı Mahsusa ve mahalli direniş örgütleri ile ilgili çalışmalardan sonra Ankara’ya ulaşmıştır. Fuat Paşa’nın, Kemal Paşa’yı Rauf Bey’in gelişi konusunda bilgilendirmesinden sonra Milli Mücadelenin bu dört öncüsü Amasya’da toplanarak Amasya Tamimi’ni hazırladılar. Mersinli Cemal ve Kazım Karabekir Paşa’nın da onaylamasından sonra Tamim tüm ilgililere duyurulmuştur. Memleketin kurtuluşunun milletin azim ve kararıyla mümkün olacağını belirten bu tamim, Milli Mücadele’nin ilk büyük adımıdır. Tamimde ayrıca Sivas’ta milli bir kongre toplanacağı da belirtilmekteydi.

Bir direniş çağırısı olan Amasya Tamimi ile Sivas Kongresi hazırlıkları işgal kuvvetlerini rahatsız etmişti. Hükümet üzerindeki ısrarlı taleb ve baskılarıyla, 26 Haziran 1919’da Dâhiliye Nazırı Ali Kemal’e, millî ordu teşkil etmenin ve millî savunma girişimlerinin bir felâket olduğu, sorumluların cezalandırılacağına dair bir bildiri yayınlattılar. Ayrıca, Mustafa Kemal Paşa’nın azli kararını da aldırmışlardı. Ancak bu emirleri kimse dinlemediği gibi, Mustafa Kemal Paşa’nın azli işleme konulmadı. Karar hükümet içinde sert tartışmalara yol açmış ve Dâhiliye ve Harbiye nazırları aynı gün istifa etmek zorunda kalmıştır.

Ali Fuat Paşa, bu bildirinin kötü etkilerini silmek için 26 Haziran 1919’da 1408 numaralı şifre ile bir genelge yayınlamıştır. Genelgede kolordu mıntıkasına giren bölgelerdeki (Ankara, Kastamonu illeri ile Kütahya, Afyonkarahisar bağımsız sancakları, Konya Vilayeti’nin Isparta ve Burdur livaları) her sancakta birer mevki komutanı olacağı belirtiliyordu. Bu komutanlar asayişi korumak, milli teşekküller ile vatanı savunanlara yardım etmek, içerideki fesat hareketleri ile dışarıdan gelecek işgallere karşı koymak görevlerini ifa edeceklerdi. Kısaca, Müdafaa-ı Hukuk ve Reddi İlhak Cemiyetleri’nin kurulması ve kurulanların faaliyetlerine yardım edilmesi isteniyordu. Genelgede her ne kadar Dâhiliye Nazırı’nın Kuvva-yı Milliye’nin faaliyetlerini sekteye uğratabilecek beyanatta bulunmuşsa da, hem kendisinin hem de Harbiye Nazırının görevden çekildikleri belirtmekte idi. Anlaşılacağı üzere genelge açıkça merkezi hükümete karşı bir başkaldırı anlamını taşımaktaydı.

Sivas Kongresi ve XX. Kolordu Kumandanlığından Azli

Sivas Kongresi o zamana kadar yapılan çok sayıda yerel kongre ve cemiyetleri tek çatı altında topladığı için büyük öneme haizdir. Amasya buluşmasından sonra Ankara’ya dönen Ali Fuat Paşa, XX. Kolordu’nun imkânlarını seferber ederek Sivas Kongresi’nin hazırlıkları ile ilgilenmiştir. Batı Anadolu delegeleri, demiryoluyla önce Ankara’ya ulaşmaktaydı. Burada Ali Fuat Paşa ile görüşüp, sonra Sivas’a hareket ediyorlardı. Ali Fuat Paşa gerek Anadolu’da olup bitenler, gerekse İstanbul’daki bazı kişilerle Kara Vasıf Bey aracılığıyla yürüttüğü yazışmalar hakkında Kemal Paşa’yı sürekli bilgilendiriyordu. Bu nedenle Fuat Paşa gerek Sivas kongresinin toplanması sırasında, gerekse sonrasında önemli görevler üstlenmiştir. Nitekim Mazhar Müfit Kansu, Ali Fuat Paşa’nın yardımı, gayreti, azmi olmasaydı Sivas Kongresi belki toplanamaz, delegeler Sivas’a gelmek imkânını bulamazdı ifadelerini kullanmaktadır. Ayrıca, 4-11 Eylül 1919’da gerçekleşen Sivas Kongresi’ne Fuat Paşa’nın babası İsmail Fazıl Paşa da İstanbul delegesi olarak katılmıştır.

Amasya görüşmelerini imzalayan komutanlar görevde fazlaca tutulmayacaklarının bilincindeydi. Ali Fuat Paşa böyle bir ihtimal karşısında kendisi de görevden alınsa bile Mustafa Kemal’in yanında yer alacağını ona bildirmişti. Nitekim İngilizlerin Osmanlı Hükümetine baskıları üzerine birkaç defa İstanbul’a çağrılan Mustafa Kemal Paşa, 8-9 Temmuz 1919’da ordudan istifa etmek zorunda kalmıştır. İstifasının hemen akabinde Kazım Karabekir, Kemal Paşa’ya desteğini bildirmişti. Benzer bir tavrı da Ali Fuat Paşa göstermiştir. Fuat Paşa gerekirse bütün vatanseverlerin resmi makamlarından çekilerek kendisine katılacağını ifade etmiştir.

Harbiye Nezareti çok geçmeden emirlere uymadığı gerekçesiyle Ali Fuat Paşa’yı da görevden almıştır (28 Ağustos). Ali Fuat Paşa’ya göre nezaretin bu kararına, kendisinin Eskişehir’e gönderdiği tabur yol açmıştır. Demiryollarının birleştiği nokta olan Eskişehir’e hâkimiyet önemliydi. Nitekim şehrin bu öneminden dolayı Mütarekenin hemen akabinde (Ocak 1919), 520 mevcutlu bir İngiliz birliği Eskişehir İstasyonu çevresine yerleştirilmişti. Bu sebeple, Fuat Paşa’nın gönderdiği tabur İngilizleri çok rahatsız etmiş, General Milne hükümete baskı yaparak taburun çekilmesini istemiştir. Baskılara dayanamayan hükümet taburun geri alınmasını istemişse de Ali Fuat Paşa 27 Ağustosta, İngilizler cephaneliğe el koymak üzere iken Türk birliğinin çekilmesinin halk üzerinde kötü tesir yapacağı cevabını vererek, emre karşı gelmiştir. Bunun üzerine 28 Ağustosta da Ali Fuat Paşa Harbiye Nezareti tarafından emirlere uymadığı gerekçesiyle görevden alınmıştır.

Umum Kuvva-yı Milliye Kumandanlığı

Fuat Paşa’dan kumandayı Ahmet Hulusi Paşa’ya terk etmesi istenmişti. Ancak Ali Fuat Paşa bu emre de uymadı. Ahmet Hulusi Paşa’nın da görevi kabul etmemesi üzerine vekâleten XX. Kolordu Kumandanlığına devam etmiştir. Nezaret bu defa Kiraz Hamdi Paşa’yı asaleten Fuat Paşa’nın yerine tayin etmiş, ancak Beylikköprü mevkiindeki demiryolu köprüsü tahrip edilmek suretiyle onun da Ankara’ya ulaşması engellenmiştir. Harbiye Nezareti bunun üzerine XX. Kolordunun konuşlanma yerini Eskişehir olarak belirlemiş fakat bu defa da kolordu mensupları bu talimata uymamıştır.

4 Eylül 1919’da toplantılarına Sivas Kongresi delegeleri Fuat Paşa’nın vaziyetindeki bu karmaşayı gidermek amacıyla 9 Eylül’de Onu “Garbi Anadolu Umum Kuvva-yı Milliye Kumandanlığı” ile görevlendirmiştir. Bu arada İstanbul Hükümeti tarafından merkeze çağrılan Fuad Paşa, sağlık raporunu gerekçe göstererek Ankara'dan ayrılmamıştır.

Eskişehir’e Düzenlenen Harekât: Daha önce de belirtildiği gibi Eşkişehir Anadolu’da mevcut demiryollarının birleştiği nokta olması dolayısıyla, hem Milli Kuvvetler hem de işgalci kuvvetler açısından önemliydi. Bu sebeple Eskişehir İstasyonu çevresinde bir İngiliz birliği yerleştirilmişti. Daha sonra bunlar 600 kadar Hindli askerle değiştirildi. Yanlarında bir miktar da İngiliz kökenli asker bulundurulmaktaydı. Eskişehir’e Fuat Paşa tarafından mıntıka Kumandanı olarak yerleştirilen Tabur, Komutanları Yarbay Atıf Bey’in İngilizler tarafından tutuklanıp İstanbul'a gönderilmesi üzerine dağıtılmıştır. Bu durumda Ali Fuat Paşa kendi inisiyatifiyle13 Eylül 1919’da Sivrihisar’a hareket etmiştir. Burada milli kuvvetlerden oluşan müfrezelerle şehrin etrafının sarılması talimatını vermiştir.

Bu tarihte Ali Galip hadisesi dolayısıyla Sivas Kongresi, İstanbul’da vatansever bir hükümetin kuruluşuna kadar İstanbul Hükümetiyle bağlantıları kestiğini duyurmuş ve bütün vilayetlerin de bu karara katılmasını istemişti. Ali Fuat Paşa, Heyet-i Temsiliye’nin kararına gerek Eskişehir’in, gerekse etraftaki diğer illerin de katılması için çalışmıştır. Eskişehir’e Milli Mücadele taraftarlarının hâkim olmasını sağlamış, şehrin bağlantısını sağlayan köprüleri de tahrip ettirmiştir. İngiliz General Solly Flood ile de görüşmeler sürdürülmekteydi. Nihayet baskılara dayanamayan, İzmit merkezi hariç bütün Anadolu vilayetleri ile irtibatı kesilip, emirleri alınmayan Damat Ferit Hükümeti 1 Ekim’de istifa etmiştir. Mutasarrıf Hilmi Bey’in su-i kasdla öldürülmesinden sonra 5 Ekim 1919’da Eskişehir Heyet-i Temsiliye'ye bağlanmıştır. Böylece I. Eskişehir Harekâtı tamamlanmıştır.

Yeni hükümeti kurmakla vatansever olduğu bilinen Ali Rıza Paşa görevlendirilmişti. Yeni hükümete bir takım isteklerini sıralayan Heyet-i Temsiliye bunların hemen hepsini kabul ettirmişti. İstanbul hükümeti ile yapılan görüşmeler sırasında Heyet-i Temsiliye adına Mustafa Kemal Paşa, İstanbul ve Edirne dâhil batıdaki kolorduların Ali Fuat Paşa’nın emrine, doğudakilerin de Kazım Karabekir Paşa’nın emrine verilmesini talep eden bir telgrafı Harbiye Nezareti’ne çekilmek üzere Fuat Paşa’ya göndermişti. Ancak Fuat Paşa Kuvva-yı Milliyenin teşkilatlanması çalışmalarına devam etmek istediğini bildirmişti.

Ali Rıza Hükümeti, ilerleyen günlerde (20-22 Ekim 1919) Salih Paşa aracılığı Heyet-i Temsiliye ile temasa geçmiş ve çok önemli konularda mutabakat sağlanmıştı. 7 Ekimde Heyeti Temsiliye ile Hükümet arasında mutabakatın sağlandığı ile ilgili tamim ülke genelinde yayınlanmıştır. 8 Ekim’de XX. Kolordunun Eskişehir’e nakli ile ilgili karar da kaldırılmış, ancak Ali Fuat Paşa’nın durumu netleştirilememiştir. Fuat Paşa’nın müracaatı üzerine Nezaret onun kolordu kumandanlığından izinli sayıldığını bildirmişti. Yarbay Mahmud Bey, XX. Kolorduya vekâlet ederken, Fuat Paşa “Garbi Anadolu Umum Kuvva-yı Milliye Kumandanı” gayri resmi sıfatını kullanmaya devam etmiştir. Mustafa Kemal Paşa da Harbiye Nazırı Cemal Paşa’dan onun ya XX. Kolorduya geri dönmesi, ya da (kendi talebi üzerine) Aydın Cephesi’ne atanmasını istemişti. Ancak bunların hiç biri gerçekleşmedi. Ali Fuat Paşa’nın Aydın Cephesi’ne hareketi durduruldu. Hükümetin Aydın Cephesi ile ilgili aldığı tedbirlerinin uygulanması ise müttefik kuvvetlerce engellendi.

Müttefikler İstanbul Hükümeti ile Heyet-i Temsiliye arasındaki bu iş birliğine 16 Mart 1920 tarihinde İstanbul’u resmen işgal edip, Meclisi Mebusan’ı basarak karşılık verdiler. İşte Eskişehir’e düzenlenen ikinci harekât Meclisi Mebusan’ın kapanması ve Ankara’da yeni bir meclisin açılması çalışmalarına başlanması sırasında yapılmıştır. Ankara’da açılacak meclisin güvenliği için Eskişehir’e konuşlanmış İngilizlerin demiryolu hattı üzerinden atılması gerekiyordu. Ayrıca o zaman iş başında olan ve Milli Mücadeleye müzahir olan Hükümet de, ileride yapılacak bir Yunan harekâtı sırasında cephe gerisinin güvenceye alınması için İngilizlerin Afyon- Eskişehir hattından uzaklaştırılması ve kolordunun gerekli önlemler alması gerektiğini ifade ediyordu. Bütün bu sebeplerle Ali Fuat Paşa 17 Mart 1920'de, 143. Alay'la yola çıkarak Ankara - Eskişehir arasındaki demiryolunu tekrar ele geçirmiş, direnen İngiliz asker ve subaylarını da tutuklatmıştır. 20 Mart 1920'de de 20. Kolordu komutan vekili Mahmut Bey, işgal kuvvetlerinden Eskişehir'i bir saat içinde terk etmelerini talep etmiştir. Aynı gün, sürenin uzatılması istekleri reddedilen İngiliz kuvvetleri çok sayıda araç gereç ve mühimmat bırakarak Eskişehir'i terk edip, Osmaneli’ne yerleştiler.

İngilizlerin Osmaneli’nden de atılması için Ali Fuat Paşa tarafından Adapazarı’na müfrezeler gönderildi. Burada Kuvva-yı Milliyenin açtığı ateş sonucu birkaç İngiliz askeri öldü. İngilizler hükümetten sorumluların cezalandırılmasını istemiş, Hükümet ise bir nasihat heyeti göndermiştir. Nasihat heyetindeki Yusuf Kemal (Tengirşek), Rıza Nur, Hoca Vehbi Efendi, Binbaşı Azmi ve Salih Omurtak bir daha geri dönmediler. 27/28 Mart 1920’de de İngilizler Osmaneli’ndeki köprüleri tahrip ederek İzmit ‘e çekildiler. Milli kuvvetler Geyve Boğazı’na yerleşti.

Güney Cephesi İle İlgili Faaliyetleri

Bu günlerde Mustafa Kemal Paşa kolordu komutanlarını Sivas’a çağırmıştı. Fuat Paşa da 8 Kasımda Sivas’a gelerek bu toplantılara katıldı. Bir yandan da Adana, Antep, Maraş’taki işgaller hakkında hazırladığı raporları Heyet-i Temsiliye’ye sundu. Bu raporların kabulü üzerine Sivas’tan Kayseri’ye hareket eden Fuat Paşa, burada XX. Kolordunun yardımı ile mücadeleyi yürütecek olan Selim, Tufan, Sinan, Şahin, Doğan müstear isimli seçilmiş subaylarla görüşmüştür. Bu cephe teşkilatı da Umûm Kuvvâ-yı Milliye Kumandanı olarak Ali Fuat Paşa’nın sorumluluğunda idi. Heyet-i Temsiliye adına Ali Fuat Paşa tarafından bu cepheye teşkilatçı subaylar gönderilirken, bütün cephenin birlikte ayaklanması planlanmıştı. Fakat işgal kuvvetlerinin baskılarına dayanamayan Urfa, Maraş, Antep halkı isyana başlamışlardı. Bu durum karşısında Osmanlı Devletine sadık Araplar’a isyan eden şehirlerle birlikte hareket etmeleri ve direnişe yardım etmeleri konusunda Mustafa Kemal ve Ali Fuat imzalı yazılar gönderilmiştir. Yine bu cümleden olarak XX. Kolordu’dan bir müfreze gönderilerek Bağdat Demiryolu hattının Fransızların işgal ettiği kısımlarında, özellikle Toros ve Amanos tünelleri civarında sık sık tahribat yaptırılmıştır. Burada amaç İngilizlerle Fransızlar arasında sorun yaratmaktı. Bir müddet sonra da bölge halkının direnişi ile karşılaşan Fransızlar Maraş, Urfa, Antep’den çekilmişlerdir.

Heyet-i Temsiliye’nin Ankara’ya Yerleşmesi ve Yeni Seferberlik Planı

Fuat Paşa, Kayseri’den sonra Kırşehir’e uğrayarak 12 Aralık 1919’da Ankara’ya döndü. Ankara demiryolu ile Batı Anadolu’ya bağlanma ve XX. Kolordu’nun haberleşme gibi çeşitli imkânlarını kullanabilme avantajlarına sahipti. Kolordu bütün diğer ordular ile şifreli yazışabilmekteydi. Bir diğer avantaj ise Milli hareketin en önemli destekçilerinden biri olan Ali Fuat Paşa’nın Ankara’da olmasıdır. Bu ve benzer sebepler Milli hareketin artık Ankara’dan yürütülmesi sonucunu doğurmuştur. Nitekim gerekli hazırlıklar tamamlandıktan sonra Heyet-i Temsiliye Fuat Paşa’nın da tavsiyesi ile Kırşehir üzerinden Bektaşi dedeleri ile görüşerek Ankara’ya gelmiştir. Burada Meclis-i Mebusan’a Anadolu’dan seçilen delegeler ile görüşülmüş, milli hareketin gayesi anlatılmıştır. Bu arada bir Misak-ı Milli programı üzerinde görüş alışverişi yapılmıştır.

Millî mücadeleye yardım için harekete geçen Ali Rıza Paşa Hükümeti Anadolu’ya bir yandan asker, silah ve para, hatta doktor ve subay göndermekte idi. Diğer yandan Harbiye Nezareti, Yunanlıların harekâtını genişleteceğine dair alınan haberler üzerine 24.12.1919 tarihinde Anadolu’daki ordulardan seferberliklerini tamamlamalarını istemiştir. Plana göre Kuvva-yı Milliye yetersiz kalacağı için XIV., XII. ve XX. Kolordular Batı cephesine yardım edeceklerdi. Şayet İzmir Yunanistan’a ilhak edilirse, bu ordular hükümetle bağlantılarını keseceklerdi. XV., XII. ve III. Kolordular ise hükümetin itilaf kuvvetlerine karşı elini güçlendirmek için ona bağlı kalacaklardı. İrtibatı kesen ordular hakkında İtilaf Kuvvetleri tarafından baskı olursa, hükümet sadece nasihat heyetleri gönderebilecek böylece birçok güzide subay Anadolu’daki ordulara kazandırılmış olacaktı. Harbiye’den gelen bu yazılar Heyet-i Temsiliye tarafından bütün kolordulara aynen duyurulmuştu.

TBMM’NİN AÇILIŞI SONRASINDAKİ FAALİYETLERİ

Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin Milli Mücadele konusunda Heyet-i Temsiliye ile birlikte hareket etmesi, yabancı baskının artmasına yol açmıştı. Nitekim baskılar karşısında önce Harbiye Nazırları (Mersinli Cemal Paşa ve Cevat Paşa), sonra da yaklaşık altı aydır görevde olan hükümet 3 Mart 1920’e istifa etmek zorunda kalmıştır. Yeni hükümeti kurmakla, yine Milli Mücadele taraftarı Salih Paşa görevlendirildi. Ancak müttefikler İstanbul hükümetlerinin Anadolu’ya müzahir tutumlarına, 16 Mart 1920’de İstanbul’u ve Meclis-i Mebusan’ı resmen işgal ederek karşılık verdiler. Yirmi sekiz günlük Salih Paşa hükümeti ayrıldı. Heyet-i Temsiliye ise Amasya’da alınan karar gereğince meclisin Ankara’da toplanacağını bütün yurda duyurmuştur.

Bu arada Ankara’ya dönen Ali Fuat Paşa, TBMM için düşünülen Numune Mektebi’nin bitirilmesi, mebusların ikameti için düşünülen Millet Mektebi’nin tamir edilmesi ile ilgilenmiştir. Milli Harekâtın başında bulunan kumandanlar ve yüksek dereceli memurların mebus olması kararına uygun olarak Ali Fuat Paşa, Ankara’dan Mustafa Kemal ile birlikte milletvekili seçilmiştir. Mecliste babası İsmail Fazıl Paşa da yer almıştır.

Anzavur İsyanı ve Mahmud Bey’in Ölümü

Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nin açılması hazırlıkları devam ederken iç ayaklanmalar en büyük problemlerden birisini oluşturmaktaydı. Anadolu’da milli oluşumun giderek güçlenmesi, hükümeti düşürüp yerine milliyetçi bir hükümet getirilmesini sağlaması, hatta İngiliz askerlerinden bir kaçının öldürülmesi gibi olaylara İngilizler, başta Anzavur olmak üzere çeşitli ayaklanmaların çıkarılmasında ön ayak olarak cevap vermişlerdi. Sadrazam Damat Ferit Paşa, hükümeti kurduktan kısa bir süre sonra 11 Nisan'da Kuva-yı Milliyecilerin eşkıya olduğu, öldürülmelerinin sevap ve vatani bir yükümlülük olduğuna dair Dürrizade Abdullah Efendi'ye çıkarttırdığı fetvanın da ayaklanmalara katılımda etkisi olmuştur. Aznavur isyanının genişlemesini oradaki kolordu kuvvetlerinin önleyememesi, durumun vahamet kazanması üzerine Ali Fuat Paşa 14 Nisan 1920’de bölgeye hareket etmiştir. 19 Nisan’da Bursa’ya geçen Paşa, burada ulema ile bir toplantı yaparak hareketlerini anlatmış ve Heyet-i Temsiliye’den gelen bir yazıyı okuyarak Dürrizade’nin fetvasına, karşı fetva talep etmiştir. Yaklaşık yüzeli kişinin imzaladığı karşı fetvada esaret altında olan Halife- Padişah ile Fetva Emiri’nin verdikleri hükümlerin geçerli olamayacağına işaret edilmekteydi. Karşı fetva bütün Anadolu’da yayınlanmıştır.

Ali Fuat Paşa, isyanların bastırılmasında nizami birlikler yerine Kuva-yı Milliye’nin kullanılması taraftarıydı. Nitekim Ankara’dan gelen Aznavur isyanının bastırılmasında Yarbay Mahmut Bey’in birliklerinin kullanılması isteğine olumsuz cevap vermişti. Nitekim Aznavur isyanı Kuva-yı Milliye tarafından (Salihliden gelen süvari ve piyade 2.000 mevcudlu Ethem Bey kuvvetleri, Aydın Cephesi’nden Demirci Efe’nin 600 mevcutlu atlı birliği, Akhisar Cephesi’nden bir millî müfreze, Balıkesir’den Keçeci Hafız Emin Bey idaresinde bir süvari müfrezesi, Soma Cephesi’nden Selahattin Efendi kumandasında bir müfreze, İvrindi ve Ayvalık bölgelerinden gelen kuvvetlerle) bastırılmıştır.

Ali Fuat Paşa Bursa’daki temaslarını sürdürürken, Mahmut Bey Düzce –Hendek isyanında görevlendirilmiş ve 22 Nisan’da asiler tarafından pusuya düşürülüp öldürülmüştü. Bu olayın Fuat Paşa’yı derinden etkilediğini anlıyoruz. Birkaç kere Ankara’dan çağrılmasına rağmen gitmeyerek, 8 Mayıs 1920’de Adapazarı ve Sapanca’da yeniden ortaya çıkan Aznavur’a karşı Ethem Bey kuvvetleri gelinceye kadar tedbir almak maksadıyla bölgede kalmıştır. Bu arada 15 Mayıs’ta asiler tarafından pusuya düşürülmüşse de kurtulmuştur. Doğançay Deresi civarında da Anzavur kuvvetleri ile girdiği çatışmada yaralanmıştı. Anzavur’un 15 Mayıs’taki taarruzu ise Kuvva-yı Milliye müfrezeleri tarafından püskürtülerek boğaz temizlenmiştir (18 Mayıs 1920).

Ali Fuat Paşa, kendi inisiyatifiyle “fesat yuvalarını” temizlemek üzere harekete geçtiğini Adapazarı’nda iki yüz kişiyle, İngiliz subayını tutuklattığını ve asilerden on üçünü Hıyanet-i Vataniye Kanunu uyarınca idam ettirdiğini belirtmektedir. Aynı şekilde Ankara’dan direktif almadan Albay Refet Bele kuvvetleri ile Düzce ve Hendek’e girilerek (25 Mayıs 1920) burada da 6 asi idam edilmiştir. Tekrar Ankara’ya çağrılmasına rağmen, öncelikle Halife Kolordusu (veya Kuvva-yı İnzibatiye)’nin ortadan kaldırılması için çalışacağı cevabını vermiştir. Kuvva-yı İnzibatiye kumandanlarından gerek Kemal Paşa’nın gerekse kendisinin tanıdığı olan Suphi Paşa’yla anlaşarak birliğinin mühimmatları ile Kuvva-yı Milliyeye katılmalarını sağlamıştır. Bunun üzerine Halife ordusu 25 Haziran da Harbiye Nezaretince tamamen dağıtılmıştır.

Garb Cephesi Kumandanlığı

Beklenen Yunan taarruzu 18 Haziran’da başlamıştır. Ertesi gün İsmet Bey’den gelen davet üzerine 20 Haziranda Kemal Paşa ve bazı vekillerle Eskişehir’de yapılan görüşmede Ali Fuat Paşa’ya Garb Cephesi Kumandanlığı teklif edilmiş ve 21/22 Haziran gecesi birlikte Ankara’ya dönülmüştür. İcra Vekilleri Heyeti toplantısından sonra da 24/25 Haziran 1920’de Ali Fuat Paşanın Garb Cephesi Kumandanlığına tayin edildiği ilgililere duyurulmuştur. Fuat Paşa 28/29 Haziran’da Eskişehir’den Uşak cephesine hareket ettiği sırada Yunan ordusu Salihli ve Alaşehir’i almış Balıkesir’e yaklaşmıştı. Nitekim 30 Haziran’da Balıkesir ve 8 Temmuz’da da Bursa işgal edilmiştir.

Batı Cephesinin son anda oluşturulması, Milli Kuvvetlerin yaşadığı panik, ordudan firarlar Yunan ilerleyişinde etkili olmuştu. Çapanoğulları isyanını bastırmak üzere Yozgat’ta bulunan Ethem Bey kuvvetlerinin cepheye alınması ile 30 Temmuz- 18 Ağustos arasında yapılan vur-kaç savaşlarında zayiat verdirilen Yunanlıların ilerleyişi geçici olarak durdurulmuştur. Bu sırada (Demirci Muharebeleri sonrasında) Ethem Bey’e kanunla Kuva-yı Seyyare Kumandanlığı unvanı verilmiştir. Ancak 29 Ağustos 1920 tarihinde Uşak işgal edilmiştir. Yunanlılar Bursa –Uşak hattını ele geçirdikten sonra harekâtlarını bir süreliğine durdurdular.

Gediz Taarruzu

Bu durgunluk döneminde özellikle Ethem Bey ve Ertuğrul Grubu Kumandanlığında (Kazım Özalp) Yunanlılara zayıf bulundukları Gediz’den saldırılması fikri doğmuştu. Oysa Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyaseti böyle bir taarruza karşı idi ve İsmet Bey bizzat cepheye gelerek kumandanlara durumu anlatmıştı. Ancak kumandanların ısrarı üzerine Ali Fuat Paşa tarafından taarruz emri verilmiş ve 24 Ekimde başlayan taarruz başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Başarısızlık üzerine Kuva-yı Seyyare ve nizami birlikler birbirlerini suçlarken, Ali Fuat Paşa cephe kumandanlığından alınmış, yerine İsmet Bey getirilmiştir. Ankara’ya çağrılan Ali Fuat Paşa’ya Moskova Büyükelçiliği teklif edilmiş ve Kasım ayında resmen bu göreve atanmıştır. Ali Fuat Paşa’ya göre cepheden uzaklaştırılmasında Tevfik Paşa hükümetiyle İngilizlerin etkisi olmuştu. Mustafa Kemal Paşa’ya rakip olacağı söylentisinin yayılması, İsmet Bey’le anlaşmazlığı cepheden alınmasının nedenlerinden bazıları olarak gösterilmektedir. Nutuk’ta ise Gediz taarruzunun Kuvva-yı Milliye’nin tasviyesi ve düzenli orduya geçilmesi zorunluluğunu bir kez daha ortaya çıkarttığı belirtilmektedir. Böyle bir yapılanmaya engel oluşturması ihtimali üzerine, Ali Fuat Paşa’nın cepheden ve ülkeden uzaklaştırıldığı ifade edilebilir.

Moskova Büyükelçiliği

Bilindiği gibi BMM’nin açılışından hemen sonra Mustafa Kemal Paşa, Lenin ile mektuplaşmaya başlamıştır. Fakat karşılıklı temaslara rağmen o güne kadar Moskova ile resmi ilişkilere geçilememiştir. Hâlbuki İstanbul’un işgal edildiği, Yunanlıların Bursa Uşak hattını ele geçirdiği bu günlerde Ankara’nın hem maddi yardım olarak, hem de stratejik anlamda Rusya’ya ihtiyacı vardı. Eylül 1920'de doğuda Ermenilere karşı harekete geçen 15. Kolordu Sarıkamış, Kars, Ardahan, Artvin, Batum, Iğdır ve Gümrü’yü almıştır. 3 Aralık’ta Gümrü Anlaşması’nın imzalanması ile doğu sınırı güvenceye alınmıştır. Artık Rusya ile resmi ilişkiler kurulabilirdi. Ali Fuat Paşa’nın şahsında Mili Mücadele taraftarı, güvenilir bir kişi Moskova’ya büyükelçi atanmış oluyordu. Aynı zamanda onun ayrılması ile batı cephesinde istenilen düzenlemeler rahatça yapılabilecekti.

Her ne kadar “burjuva milliyetçi” bir hareket olarak tanımlansa da Ankara, Rusya’dan ekonomik siyasi yardımlar beklemekteydi. Ali Fuat Paşa, Moskova’ya hareketi sırasında Kars’ta Sovyetlerin Ankara temsilcisi Medivani ile bir dostluk ve yardımlaşma anlaşmasını görüşmüştür. Aynı yerde Mustafa Suphi ve arkadaşları ile yaptığı konuşmaları da Ankara’ya rapor etmiştir. Moskova’da Çiçerin, Karahan, Stalin ile mülakatlar yapan Fuat Paşa ile elçilik mensupları, Moskova Antlaşmasının ilk çalışmalarını tamamladılar. Anlaşma 25 Şubat-15 Mart tarihleri arasında yapılan esasa yönelik müzakereler sonrasında, 16 Mart 1921’de imzalanmıştır. Anlaşma sonrasında bir miktar harp malzemesi ile, 1921 yılı için vaat edilen 10 milyon altın ruble’nin yarısı Türk tarafına teslim edilmiştir. Kars Türkiye’ye iade edilmiş, ancak Batum Sovyet Rusya’ya bırakılmıştır.

İttihat ve Terakki Erkânı ile Mülakatları ve Büyükelçilikten Ayrılışı

Fuat Paşa, Enver ve Cemal Paşalar, Dr. Nazım gibi İttihat ve Terakki ileri gelenleri ile Moskova’da bulundukları sürelerde sık sık görüşmüş, Ankara’nın duruş ve değerlendirmelerini, kimi zaman da kendilerinden taleplerini onlara bildirmiştir. Buna karşılık İttihatçıların faaliyetlerini de Ankara’ya iletmiştir. Bu bilgiler Kütahya- Eskişehir Muharebeleri sırasında Ruslar tarafından Anadolu’ya gönderilmek istenen Enver Paşa’nın niyeti ve hareketleri açısından önemli olacaktır. Fuat Paşa Moskova’da iken babası İsmail Fazıl Paşa Ankara’da vefat etmiştir.

13 Ekim 1921 tarihinde Türkiye’nin doğu sınırlarına kesinlik kazandıran Kars Antlaşması imzalanmıştır. Sakarya zaferine kadar Türkiye’de görev almayı bekleyen Enver Paşa, zaferden sonra Türkistan’da Ruslara karşı istiklal mücadelesine katılmış ve burada öldürülmüştür. Ancak bu olay Rusya Hükümeti ve Emniyet Teşkilatı (ÇEKA)’yı teyakkuza geçirmiştir. Türk Büyükelçilik ek binasında aramalar yapan ÇEKA, bazı elçilik görevlilerini casusluk suçlamasıyla tutuklamıştır. Tutukluluğu sırasında bir büyükelçilik mensubu da darb edilmişti. Kemal Paşa’ya olay ve Sovyet yönetimi hakkında bilgi veren Fuat Paşa, Sovyet hükümeti nezdindeki bazı girimlerine rağmen herhangi bir özür beyan edilmemesi üzerine ayrılma isteğinde bulunmuştur. İsteğin Ankara tarafından onaylanması üzerine 10 Mayıs 1922’de Moskova’dan ayrılmıştır. Ali Fuat Paşa’nın 22 Haziran’da Ankara’ya ulaşması üzerine, aynı gün Ankara Hükümeti kendi hukukunun ihlâli anlamına gelen bu hareket konusunda Sovyetlerden tarziye (özür) talep etmiş, karşılık verilmesi üzerine mesele kapatılmıştır.

SİYASİ HAYATI

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti Başkanlığı

Moskova dönüşünde Çankaya Köşkünde iki ay kadar Mustafa Kemal Paşa’nın misafiri olan Fuat Paşa, kriz aşıldıktan sonra Moskova’ya dönmeye hazırlanırken Anadolu ve Rumeli Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti Başkanlığı’na seçilmiştir. Bu günlerde özellikle Başkumandanlık Kanunu dolayısıyla Mecliste I. ve II. Gruplar arasında ayrışma yaşanmaktaydı. Oysa büyük taarruzun arifesinde ayrılıkların orduya da sirayet edecek şekilde büyümemesi gerekiyordu. Fuat Paşa anılarında cemiyet başkanı olarak tarafsızlığını sürdürmek için Çankaya köşkünden ayrıldığını ifade etmektedir. Onun bu görevi sırasında 20 Temmuz 1922'de Başkumandanlık Kanunu dördüncü kez uzatılmıştır. Kanunun Mecliste görüşülmesinden bir gece önce Mustafa Kemal, Ali Fuat, Refet Paşa ile Rauf Bey’ler toplanarak, çeşitli sorunlar ve mecliste izlenecek hatt-ı hareketi değerlendirmişlerdi. Yine 1922 yılının 4 Ağustosunda kurban bayramı münasebetiyle Fuat Paşa başkanlığında bir heyet Batı Cephesine moral ziyareti yapmış, cephe komutanları ile yapılan görüşmeler ve izlenimler, 9 Ağustos’ta Kemal Paşa’ya aktarılmıştır.

26 Ağustos 1922 tarihinde başlayan Büyük Taarruz, Yunan askerlerinin tümüyle Anadolu’dan atılması ile sonuçlanmıştır. Zaferden sonra Kemal Paşa’nın daveti üzerine Rauf Orbay ve Ali Fuat Paşa, Yusuf Kemal Bey’le birlikte İzmir’e gitmiştir. Burada Rauf Bey’in, Refet ve Fuat Paşaların terfi ettirilmesini teklif ettiği, ancak teklifin harbe iştirak etmemeleri nedeniyle kabul edilmediği Nutuk’ta ve İsmet İnönü’nün hatıralarında yer almaktadır.

Zaferden sonra İstanbul hükümetinin temsilcilerinin Londra konferansına (Şubat-Mart 1922) davet edilmeleri üzerine Ali Fuat Paşa, mecliste “Osmanlı İmparatorluğu yıkılıp yerine yeni ve Milli bir Türk devleti, Padişah yıkılıp yerine büyük millet meclisi geçmiştir” şeklinde Yeni Türkiye hakkında tavrını ortaya koymuştur.

Büyük Millet Meclisi İkinci Başkanlığı

Lozan görüşmeleri devam ederken mecliste karşıtlıkların iyice su yüzüne çıktığı gergin bir hava bulunmaktaydı. Bu atmosfer içinde 2 Aralık 1922’de meclis İkinci Başkanı Adnan Adıvar istifa etmiş, yerine milletvekillerinin çoğunluk oyuyla Ali Fuat Paşa seçilmiştir. 1 Mart 1923’de sene başı olması hasebiyle yenilenen seçimlerde de ikinci defa bu göreve seçilecektir. Onun bu görevi sırasında Lozan’da Misak-ı Milliden taviz verilip verilemeyeceği en önemli gündem olmuştur. Özellikle II. Grup, Misak-ı Milli’den taviz verilmemesi konusunda çok hassas ve ısrarlıydı. Nitekim Türkiye’nin çok ihtiyaç ve arzu duyduğu barış anlaşmasının ancak taviz vermek suretiyle gerçekleşeceği anlaşıldığında bu grup, I. TBMM’nin fesh edilmesi ve kamuoyuna müracaat edilmesi, Lozan Barış Antlaşması’nın yenilenen meclis tarafından onaylanması fikrinde olmuştur. 5 Mart 1923’de böyle düşünenlerin hislerini ifade etmek üzere konuşan Sırrı Bey, I. Meclisin Misak-ı Milli üzerine yemin ettiğini belirterek buna aykırı bir anlaşmayı kabul edemeyeceğini, bunu ikinci meclisin yapması gerektiğini söylemiştir. Onun II. Başkanlık görevi sırasındaki bir diğer önemli hadise İkinci Grubun lider ve hatiplerinden Ali Şükrü Bey’in 27/28 Mart 1923’de öldürülmesi hadisesidir. Meclis, Ali Şükrü Bey’in öldürüldüğü ve büyük tartışmalar yaşandığı bu koşullarda 16 Nisan 1923’te dağılmıştır.

Halk Fırkası’nın Kurulması

Mustafa Kemal Paşa, Aralık 1922’den beri parti kurma niyetinde olduğunu açıklamıştı. Oysa gerek Ali Fuat, gerek diğer birçok silah arkadaşı, Kemal Paşa’nın partiler üstü -tarafsız bir konumda olması gerektiğini düşünüyorlardı. Nihayet I. Grup, 8 Nisan’da toplanarak dokuz umdeli bir seçim programı benimsemiştir. Bu program ve beyanname çerçevesinde bizzat Kemal Paşa’nın başkanlığında seçim çalışmaları yürütülmüştür. Seçimler sürerken, Lozan görüşmeleri de yeniden başlamıştı. Bu arada Halk Fırkasının kuruluş hazırlıkları tamamlanmış, fırka Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis Başkanlığı’na, Ali Fuat Paşa’nın da ikinci başkanlığa getirilmesini kararlaştırmıştır. 13 Ağustosta yapılan seçimlerde bu yönde oy kullanılmıştır. Nitekim Lozan Antlaşması, Ali Fuat Paşa’nın başkanlık yaptığı oturumda, II. TBMM tarafından onaylanmıştır.

II. Ordu Müfettişliği

İstiklâl Harbinin kazanılmasından sonra yorgun ordular terhis edilmiş, cephe ve ordu kumandanlıkları lağvedilerek, üç ordu müfettişliği oluşturulmuştu. II. Ordu Müfettişliğe Ali Fuat Paşa, diğerlerine de Kazım Karabekir ve Cevat Paşa’lar getirilmiştir. Fuat Paşa’nın bu göreve tayini 9 Eylül’de İzmir’in Kurtuluşu törenleri sırasında kararlaştırılmış olmalıdır. Nitekim törenlere katılmak üzere İzmir’de bulunan Ali Fuat Paşa ile görüşen Mustafa Kemal Paşa, onun Konya’da bulunan II. Ordu Müfettişliği’ne dönmesine onay vermiştir. 24 Ekim’de de Fuat Paşa Meclis Başkanlığı’ndan ayrılma dilekçesini vermiştir. Göreve başlamadan önce 27 Ekimde doğum yeri olan İstanbul’da hareket etmiş, burada Refet Paşa, Rauf ve Adnan Beyler ile buluşmuştur. İki gün sonra da Cumhuriyet ilan edilmiştir. Dolayısıyla Milli Mücadelenin bu önemli şahısları cumhuriyetin ilanı sırasında Ankara’da bulunamamışlardır. İstanbul’dan Ankara’ya dönen Ali Fuat Paşa, 11 Aralık 1923’te Konya’da görevine başlamıştır. Bu arada harb oyunları ve çeşitli törenler vesilesiyle Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları ile zaman zaman görüşme fırsatı bulmuştur.

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Ali Fuat Paşa

Cumhuriyet Milli Mücadele’de görev almış paşalar Ankara’da yokken ilan edilmiş, yani onlar bu şereften mahrum bırakılmışlardı. Artık yeni bir Türkiye başlamıştı. Mustafa Kemal Paşa kendisine, (İsmet Paşa hariç) karizmatik olmayan yeni yol arkadaşları seçmişti. Bütün bunlar kumandanların kendilerini bir köşeye atılmış hissetmeleri gibi son derece insani hislere yol açmıştır. Paşalar anılarında cumhuriyetin demokrasiye değil, zümre hâkimiyetine doğru evrildiği kuşkusuna kapıldıklarını yazmaktadır. Üstelik onlar izlendiklerini, mektuplarının açıldığını düşünüyorlardı. Fuat Paşa, durumu Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa’ya şikâyet etmiş, kişilik haklarının hangi hakla ihlâl edildiğini sormuştu. Fevzi Paşa’nın tavsiyesi üzerine de 30 Ekim 1924’te müfettişlikten istifa etmiştir. İstifasını öğrenen Kemal Paşa, kendisini birkaç defa aratmış, ancak şüphe götürür şekilde bulduramamıştır. Bunun üzerine bütün mebus komutanları telgraf başına davet ederek istifalarını istemiştir. Cevat ve Cafer Tayyar Paşalar sebebini sorduklarında derhal görevlerine son verilmiştir. Diğer paşalar ise mebusluğu tercih etmiştir.

19 Ekim’de İmar İskân Bakanlığı hakkında mübadele sırasında yaşananlar ile ilgili verilen bir soru önergesi, gensoruya dönüşmüş, kabine güvenoyu almışsa da bazı milletvekilleri Halk Fırkasından ayrılmıştı. Bu sırada Paşalar henüz meclise gelmişlerdi. Gensoru yeni partinin ilk adımını oluşturmuştur. 10 Kasım’da Halk Fırkası’nın başına Cumhuriyet kelimesi ilave edilmiştir. 17 Kasım 1924’te ise Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kuruluş dilekçesini vermiştir. Fuat Paşa yeni partide Genel Sekreter olarak görev almıştır. Birkaç gün sonra Genel Başkan Kazım Karabekir olarak açıklanmıştır.

Falih Rıfkı’nın TCF halk ve aydınlar arasında karşılığı olan ciddi ve büyük bir hareketti şeklinde tavsif ettiği parti, ancak 6 ay yaşayabilmiştir. Daha sonra muhalefetin eksikliği hissedilip, bizzat Atatürk tarafından Ali Fethi Bey’e kurdurulan SCF ise, siyasi hayatını yalnızca 3 ay devam ettirebilmiştir. Bu iki parti de Cumhuriyet Halk Fırkası’na göre daha liberal (hürriyetçi) eğilimliydi. Bu sırada devlet içindeki birimlerin uzun zamandır beklediği Şeyh Sait İsyanı çıkması üzerine, TCF isyan ile ilişkili görülerek kapatılmıştır. Milli Mücadelenin başarısı için hayatlarını ortaya koyan haklarında idam kararı çıkartılan paşaların Türkiye’yi bölmeyi hedefleyen gerici bir isyanla doğrudan ilişkilerinin olması muhtemel değildir. Nitekim parti binaları araştırılmışsa da, aranan kanıt bulunamamıştır. Ancak, parti programında yer alan "Fırka, efkâr ve itikadât-ı diniyyeye hürmetkârdır" ifadesinin (madde 6) isyanı cesaretlendirdiği suçlamasıyla kapatılmıştır.

İzmir Suikastı Davası

TCF’nin kapatılmasından sonra parti kurucularına ikinci bir darbe İzmir Suikastı Davası ile gelmiştir. 16 Haziran 1926’da yurt gezisine çıkan Mustafa Kemal Paşa’ya, İzmir’de bir suikast tertip edildiğine dair bir resmi tebliğ yayınlanmıştır. Bundan sonra Trabzon mebusu Ziya Hurşid ile tutuklamalar zinciri başlamıştır. Ziya Hurşit’in ifadelerinden Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası mensuplarının da bu işin içinde olabileceğini düşünen mahkeme dokunulmazlıklarının kaldırılmasına gerek görmeden yirmi kadar mebus hakkında tutuklama kararı çıkartmıştı. Ali Fuat, Kazım Karabekir, Refet Bele, Cafer Tayyar Eğilmez, Rüştü Paşa, Mersinli Cemal Paşa, Bekir Sami Beyler ve diğer bazı kişiler tutuklanmış ve yargılanmak üzere İzmir İstiklâl Mahkemesine gönderilmiştir. 13 Temmuz 1926’da 15 kişiyi idama mahkûm eden mahkemeden Paşalar beraat ettiyse de uzun bir uzlete çekilmişlerdir. Hadise sırasında yurtdışında olmasına rağmen Rauf Orbay gıyabında yargılanarak 10 yıl hapis cezasına çarptırılmıştı. Bazı hatıralarda Kemal Paşa’nın Fuat Paşa’yı kurtarmak için olaya müdahale ederek beraatlarını sağladığı, böylece son anda idamdan kurtuldukları yazılmaktadır.

Askerlikten Emekli Edilmesi

Fuat Paşa anılarında, 18 Mart 1927’de Mustafa Kemal Paşa tarafından Çankaya köşkünde yemeğe davet edildiğine ve baş konuk yapıldığına yer vermektedir. Ancak, o sırada yapılan milletvekili seçimlerinde aday gösterilmemiştir. Yasama görevi sona erdiği gerekçesiyle 1 Ekim 1927’de ordu açığına alınarak, 5 Aralık’ta da Karabekir ve Cafer Tayyar Paşalarla birlikte emekliye sevk edildiğine dair zarfı tebellüğ etmiştir. Böylece kırk beş yaşında askerlik hayatı da bitmişti. Bu durumun onu çok üzdüğü kendi ifadelerinden anlaşılmaktadır.

Konya Bağımsız Milletvekilliği

Atatürk 1933 yılında Ali Fuat’ı Ankara’ya çağırmış ve adını boş bulunan Konya Bağımsız Mebusluğu listesine yazdırmıştı. 10 Haziran’da da bu görevine başlamıştır. Sonraki Yasama yılında da aynı yerden milletvekili yapılmıştır. 3/4 Aralık 1934’de de bizzat Atatürk tarafından kendisine “Cebesoy” soyadı verilmiştir. Eski arkadaşları ile yeniden görüşmek isteyen Atatürk, 1935 yılında Refet Paşa’nın İstanbul Milletvekilliği’ne adaylığını koymasına muhalefet etmemişti. Gerek yurda dönen Rauf Bey, gerekse Karabekir ile görüşme arzusu ise bazı sebeplerle gerçekleşmemiştir. İleriki günlerde hastalığı giderek ağırlaşmaya başlayan Atatürk’ü, Ali Fuat Cebesoy sık sık ziyaret etmiş, bu ziyaretler Atatürk’ü de memnun bırakmıştır. Komaya girmeden önce vasiyetini yapmış ve Ali Fuat’ı çağırtmıştı. Ancak O henüz ulaşmadan komaya girmiş ve çağrının sebebi meçhul kalmıştır.

CHP’ye Girişi- Bayındırlık Bakanlığı ve Meclis Başkanlığı

Atatürk 10 Kasım 1938’de vefat etti. Cumhurbaşkanı İnönü onun ölümünden sonra oluşan siyasi boşluğu bir ölçüde kapatmak amacıyla arkadaşlarını CHP’de toplanmaya çağırdı. Buna uygun olarak Refet Bele ve Cebesoy yasama yılı sonunda CHP’ye girdiler. Fuat Paşa sonraki dönemde de CHP’den Konya milletvekili seçilmiştir. 3 Nisan 1939 - 8 Mart 1943 yılları arasında Nâfia Vekili olarak görev yapmıştır. 7 Ağustos 1943/9 Mart 1946 arasında ise Münakalât Vekilliği (Ulaştırma Bakanı)’ne getirilmiştir. Büyük Millet Meclisi Başkanı Kazım Karabekir’in vefatı üzerine de 30 Ocak 1948’de TBMM Başkanı seçilmiştir. Bu makamda 1 Kasım’a kadar dokuz ay kalmıştır. Bu tarihte CHP grubunun kararı ile başkanlıktan düşürülmüş, yerine Şükrü Saraçoğlu seçilmiştir. 14 Mayıs 1950 seçimleri öncesinde CHP’den ayrılan Fuat Paşa Eskişehir Bağımsız Milletvekili seçilmiştir. 1954 ve 1957 seçimlerinde de İstanbul Bağımsız Milletvekili seçilmiş ve anılarını yayınlama çalışmalarına başlamıştır. 27 Mayıs’ta milletvekilleri gibi tutuklanmamıştır. Ancak cephe komutanlarına verilen ödeneği bir süre kesilmiştir.

Vefatı

Ali Fuat Cebesoy 1960 darbesinden sonra artık tamamen siyasi hayattan çekilmiştir. Hatıralarını yazmak, konferanslar vermek, toplantılara katılmakla meşgul olmuştur. 10 Ocak 1968’de üre yükselmesi sebebiyle kaldırıldığı Amerikan Hastanesinde, geçirdiği kalp krizi sonucunda 85 yaşında vefat etmiştir. 13 Ocak 1968 tarihinde harbiye binası önünde yapılan tören sonrasında cenazesi vasiyetine uyularak kendi adını taşıyan Ali Fuat Paşa beldesine defnedilmiştir.

İçlerinde Ali Fuat (Cebesoy)’un da bulunduğu Osmanlı İmparatorluğunun son yıllarını ve yeni Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunu idrak etmiş nesil, kahraman bir nesildir. Bir asker olarak üzerine düşen görevleri layıkıyla yerine getirmeye çalışan Ali Fuat Cebesoy, kendi kuşağının diğer fertleri gibi ülke meselelerine duyarlı vatansever bir komutan idi. Mustafa Kemal Paşa’nın Anadolu’ya çıkış ve Milli Mücadele’yi başlatma sürecinde her zaman yanında olmuş, ona destek vermiştir. Her ne kadar bir ara çeşitli sebeplerle ayrı düşseler de Atatürk’ün son günlerinde görüştüğü nadir kişilerden biri olmuştur. Ölümünden sonra Atatürk’ün yakın dava arkadaşlarını yeniden birleştirme politikasına uygun olarak İsmet İnönü’nün Cumhurbaşkanlığı döneminde çeşitli görevler üstlenmiştir.

Ayfer ÖZÇELİK

KAYNAKÇA

AKŞİN, Sina, İstanbul Hükümetleri ve Millî Mücadele, İstanbul 1983.

ANDONYAN, Aram, Balkan Harbi Tarihi, Çev. Zaver Biberyan, İstanbul 1975.

Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Arşivi.

ATATÜRK, Mustafa Kemal, Nutuk, Ankara 1927, İstanbul 1981.

ATAY, Falih Rıfkı, Çankaya, İstanbul 1980.

AYBARS, Ergün, İstiklal Mahkemeleri (1923-1927), Ankara 1982.

CEBESOY, Ali Fuat, Milli Mücadele Hatıraları, İstanbul 1953.

CEBESOY, Ali Fuat, Sınıf Arkadaşım Atatürk, İstanbul 1967.

CEBESOY, Ali Fuat, Siyasi Hatıralar, İstanbul 1957.

CEMAL PAŞA, Hatıralar, (Haz: Behçet Cemal), İstanbul 1959.

Harp Tarihi Vesikaları Dergisi, Türkiye Cumhuriyeti Genel Kurmay Başkanlığı Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Dairesi Başkanlığı, Haziran 1963.

İNÖNÜ, İsmet, Hatıralar, Haz. Sabahattin Selek, Ankara 1985.

KANSU, Mazhar Müfit, Erzurum’dan Ölümünü Kadar Atatürk’le Beraber, Cilt I-II, Ankara 1966.

KARABEKİR, Kazım, İstiklal Harbimiz, İstanbul 1960.

KRESSENSTEİN, Kress Von, Türklerle Beraber Süveyş Kanalına, İstanbul 1943.

ÖZÇELİK, Ayfer, Ali Fuat Cebesoy: Hayatı ve Faaliyetleri, Ankara 1989.

SANDERS, Liman Von, Türkiye’de Beş Yıl, Çev. M. Şevki Yazman, İstanbul 1965.

TANSEL, Selahattin, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, Ankara 1977.

TENGİRŞEK, Yusuf Kemal, Vatan Hizmetinde, Ankara 1981.

TUNÇAY, Mete, Türkiye Cumhuriyeti’nde Tek Parti Yönetiminin Kurulması (1923-1931), Ankara 1981.

Türkiye Cumhuriyeti Genel Kurmay Başkanlığı Askerî Tarih ve Stratejik Etüt Dairesi Başkanlığı Arşivi.

YERASİMOS, Stefanos, Türk Sovyet İlişkileri, İstanbul 1979.

ZÜRCHER, Erik Jan, Millî Mücadelede İttihatçılık, Çev. Nüzhet Salihoğlu, İstanbul.

Ali Galip



Ali Galip (1871)

1919 yılında Damat Ferit Paşa tarafında Elazığ (Harput) Valiliğine atandı. Sivas Kongresi'ni engellemeye, Mustafa Kemal Paşa'yı tutuklamaya çalıştı. Yüzellilikler listesinde yer aldı ve yurt dışına çıkarıldı.

Ali Hikmet Paşa



Ali Hikmet Paşa (Ayerdem) (Korgeneral) (1876 - 1939)

1921 - 1922 yıllarında Kafkas Cephesinde Tümen Komutanlığı yaptı. Milli Savunma Bakanlığı'nda Müsteşarlık görevinde bulundu. 2. ve 6. Kolorduda komutanlık yaptı.

Ali İhsan Paşa



Ali İhsan Paşa (Sabis) (General) (1882 - 1957)

1919 yılında İngilizler tarafından Malta Adası'na sürgün edildi. 2 yıl sonra Malta'dan dönüp orduya katıldı. Batı Cephesinde I. Ordu komutanlığı yaptı.

Ali Kemal



Ali Kemal Bey (1867 - 1922)

Mondros Ateşkes Anlaşması sonrasında kurulan İstanbul Hükümetlerinde İçişleri ve Milli Eğitim Bakanlıklarında bulundu. Kurtuluş Savaşı yıllarında "Peyam-ı Sabah" gazetesinde Kurtuluş Savaşı karşıtı yazılar yazdı. Büyük Zaferden sonra yargılanmak üzere Ankara'ya götürülürken İzmit'te linç edildi.

Anzavur Ahmet



Anzavur Ahmet (… - 1921)

Alaydan yetişme bir jandarma subayıdır. İstanbul Hükümeti'ne yakınlığında dolayı "Mir-i Miranlık" rütbesi ile "Paşa" sanını aldı. İzmit Mutasarrıflığına atandı. Bolu, Düzce, Bandırma ve Gönen yörelerindeki ayaklanmaları yönetti. Yunanlı işgalcilerle işbirliği yapan Anzavur 1921 yılında bir çarpışma sırasında öldürüldü.

Bekir Sami Bey



Bekir Sami Bey (Kunduh) (1862 - 1932)

Yeni Türkiye Devleti’nin ilk dışişleri bakanı. 1867 yılında Kuzey Kafkasya’da Osetya’da doğdu. O yıllarda Türkiye’ye göç ederek Osmanlı Devleti’nin hizmetine giren Kunduh Musa Paşa’nın oğludur. Galatasaray Lisesi’nden mezun oldu. Fransa’ya giderek Paris’te Siyasal Bilgiler Okulu’nda öğrenim gördü. Yurda dönüşünde Hariciye Nezaretinde devlet hizmetine girdi. Önce, Petersburg Elçiliğinde kâtiplik, ardından Tebriz, Kirmanşah, Sina, Malta ve Mesina konsolosluklarında bulundu. Trablusgarp mektupçuluğu ile Dahiliye Nezaretine geçti. Cebeligarbi ve Halep valilikleri yaptı. Son görevinde Suriye Vali ve Kumandanı olan Cemal Paşa ile anlaşmazlığa düşerek azledilmesi üzerine bir süre Tokat’taki çiftliğine çekildi.

Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasının ardından İstanbul’a geldi. 4 Mayıs 1919’da siyasal yaşama giren Millî Ahrar Fırkası’nın kurucuları arasında yer aldı. 23 Temmuz 1919’da toplanan Erzurum Kongresi Başkanlığı’na 25/26 Temmuz gecesi çektiği telde “bağımsızlığı tam olarak istersek vatanın bölüneceği kesindir” diyerek ulus için en yararlı çözümün Amerikan mandası olduğunu savundu. Mustafa Kemal Paşa, manda konusunun sakıncalarına işaret ederek kendisine kimi sorular yöneltti ise de görüşünde diretti. Kongreye katılmadığı halde 7 Ağustos’ta oluşturulan Temsil Heyeti’ne üye seçildi. Mustafa Kemal Paşa’nın çağrısı üzerine Sivas Kongresi’ne katıldı. Sivas Kongresi’nde başkan seçimi konusunda Rauf (Orbay) Bey ile hareket ederek Mustafa Kemal’e karşı olumsuz davrandı. Amerikan mandası lehindeki görüşlerini burada da savundu. Temsil Heyeti üyeliğine seçildi. 20-22 Ekim 1919’da Amasya’da İstanbul Hükümetinin temsilcisi Bahriye Nazırı Salih Paşa ile yapılan görüşmelerde Mustafa Kemal Paşa ve Rauf Bey’in yanında yer aldı. 17 Aralık 1919’da Osmanlı Mebusan Meclisinin son dönemine Amasya’dan milletvekili seçildi. Felah-ı Vatan Gurubu’nun 9 kişilik Yönetim Kurulu üyeleri arasında yer aldı. Meclisin feshinden sonra 8 Nisan 1920’de Hamdullah Suphi Bey ile birlikte Ankara’ya geldi. 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılışında hazır bulundu. İcra Vekilleri Heyeti’nin oluşturulmasında 3 Mayıs 1920’de Hariciye Vekilliğine seçildi. 5 Mayıs’ta İcra Vekilleri Heyeti’nce Sovyet Rusya ile görüşmeleri yürütmek üzere oluşturulan heyetin başkanlığına getirildi. Heyet, 11 Mayıs 1920’de Ankara’dan ayrıldı. Bu arada İstanbul Divanı Harbince 6 Haziran 1920’de idama mahkum edildi. “Kuva-yı Milliye adı altında çıkarılan fitne ve fesadın hazırlayıcısı ve teşvikçilerinden olduğu” iddiası ile verilen bu hüküm 15 Haziran’da Padişah tarafından onandı. 19 Temmuz’da Moskova’ya ulaşan heyetin başkanı olarak 31 Temmuz’da Hariciye Komiseri Çiçerin’e bir mektup yazdı; Türkiye’nin iç durumundaki ağır koşulların göz önünde bulundurularak bir an önce görüşmelere başlanmasını istedi. 13 Ağustos’ta başlayan görüşmeler sonucunda Türk-Sovyet dostluk ve yardımlaşma anlaşması sağlandı. Anlaşmayı ve Rusların önerileri hakkındaki raporunu Yusuf Kemal Bey ile Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdi. Osetya’da bulunan akrabaları ile görüşmek üzere 11 Eylül’de Moskova’dan ayrıldı. Türk-Sovyet görüşmelerinin sürdüğü günlerde Kafkasyalı gençlerle daha rahat görüşebilmek için odasını ayıran, Tiflis’te Gürcü ileri gelenleriyle, İngiliz ve Fransız temsilcileriyle görüşmelerde bulunan Bekir Sami Bey Kafkasya’da bir konfederasyon teşkili konusunu ortaya attı. Bu konfederasyon fikrini Lıoyd Georg’e açtı. O’nun bu durumu Çiçerin’e iletmesi Ankara-Moskova ilişkilerinde kısa süreli de olsa bir soğukluk yarattı. Böylece Sovyet Rusya aleyhinde nitelendirilebilecek bir faaliyet içerisine girerek TBMM’nin Türk Heyetine verdiği yetkinin dışına çıktı. Türk dış politikasının tutarlılığı konusunda şüphe uyandırdı. 16 Aralık 1920’de yurda döndü. İtilaf Devletlerince 21 Şubat 1921’de Londra’da toplanacak konferansta Hariciye Vekili olarak TBMM’yi temsil etmesi kararlaştırıldı. 1 Şubat’ta Meclis’te Hükümetin konferansa katılmak için yaptığı çalışmalar hakkında bilgi verdi. 2 Şubat’ta Avrupa siyasi merkezlerine gönderdiği telgrafla toplanacak konferansta Türkiye’yi temsil etme hakkının Ankara’da olduğunu vurguladı. 6 Şubat’ta bir heyetle birlikte Ankara’dan ayrıldı. İtalya üzerinden Londra’ya ulaştı. Mustafa Kemal Paşa’nın “Barış ilkelerinin Türklerin millî emellerini kesin güvence altına alması gerektiği ve kendisine verilen yetkinin Millî Misak’ın saptadığı sınırları aşmayacağı” direktifine karşın 11 Mart 1921’de Fransa Başbakanı Briand, 12 Mart 1921’de İtalya Hariciye Nazırı Kont Sforza ve 16 Mart’ta da İngiliz esirlerinin değişimi konusunda İngiltere ile anlaşmalar imzaladı. Anlaşmalar Misak-ı Millî’ye aykırı olduğu gerekçesi ile TBMM’de kabul edilmedi. Mustafa Kemal Paşa’nın isteği üzerine 8 Mayıs 1921’de Hariciye Vekilliğinden istifa etti. 12 Mayıs’taki gizli oturumda istifası kabul edildi. Ayrıca, Mustafa Kemal Paşa’nın önerisi üzerine Avrupa ülkelerinde Türkiye’nin beklentilerini anlatmak, kamuoyunu bu konuda aydınlatmakla görevlendirildi. Bu amaçla süresiz izinli sayıldı. 21 Mayıs 1921’de Ankara’dan ayrıldı. Roma ve Paris’teki temaslarından olumlu sonuç alamadı. Lozan’da İttihat ve Terakki’nin Maliye Nazırı Cavit Bey’i ziyaret etti. O’na, yaptığı anlaşmalar hakkında Mustafa Kemal’i ikna edemediğini, Vekillerin “Şark Şark” diyerek Doğu siyasetini tercih ettiklerini, bunun üzerine istifa etmek zorunda kaldığını, Batı ile bütün ilişkilerin kesilmesi halinde Meclis’te bütün gerçekleri açıklayacağı tehdidinde bulunduğunu, bunun üzerine Avrupa’ya gönderildiğini söyledi. TBMM Hükümeti 27 Temmuz 1921’de kendisinin Avrupa’da hiçbir resmi görevi olmadığını açıkladı. 12 Ağustos 1921’de Mustafa Kemal Paşa’ya çektiği telde Hükümetin siyasetini eleştirdi. Fırsat elde iken akıllıca bir siyaset gütmenin ülkeyi içine düştüğü girdaptan kurtarabileceğini ileri sürdü. Aksi durumda tarih ve millet önünde hükümet üyelerinin sorumluluktan kurtulamayacağını belirtti. 26 Ağustos 1921’de Mustafa Kemal Paşa tarafından Ankara’ya çağrıldı ise de Avrupa’daki temaslarını sürdürdü. Paris’teki temaslarında, Yunanistan Anadolu’da olduğu sürece Ankara’nın bu ülke ile barış masasına oturmayacağı görüşünü savundu. Roma’da verdiği demeçte ise “biz kendi yurdumuzun hakiki efendisi olmak isteriz” dedi. Cavit Bey’e yazdığı mektupta “Ankaradakileri aşırılıktan korumaya çalışacağını” belirten Bekir Sami Bey, 20 Aralık 1921’de Ankara’ya geldi. Mustafa Kemal Paşa’ya yazdığı mektupta savaşa son verilmesini önerdi. 2 Şubat 1922’de Avrupa’da tedavisi için izin isteği kabul edildi ve yaptığı başvurularla izni, dönem sonuna kadar uzatıldı.

II. Dönemde TBMM’ye Tokat’tan milletvekili seçildi. 17 Kasım 1924’te Kâzım Karabekir Paşa ile arkadaşlarının kurduğu Terakkiperver Cumhuriyet Partisi’ne katıldı. Partinin kapatılmasından sonra yasama görevini bağımsız olarak sürdürdü. 17 Haziran 1926’da Cumhurbaşkanı Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya suikast girişimi ile ilgili görülerek tutuklandı. İstiklâl Mahkemesinde yargılandı ise de 13 Temmuz 1926’da beraat etti. Bu dönem sonunda siyasal yaşamdan çekildi. Tokat’taki çiftliğinde ve İstanbul’da yaşamını sürdürdü. 16 Ocak 1933’te İstanbul’da öldü. Evli ve iki çocuk babası olan Bekir Sami Bey’in ailesi “Kunduh” soyadını aldı.

Şaduman HALICI

KAYNAKÇA

ÇOKER, Fahri, Türk Parlamento Tarihi-Millî Mücadele ve TBMM I. Dönem 1919-1923, C. III, TBMM Basımevi, Ankara 1995.

KERMAN, Zeynep, Belçika Temsilciliği Vesikalarına Göre Milli Mücadele, Dergâh Yayınları, İstanbul 1982.

KOCATÜRK, Utkan, Atatürk ve Türk Devrimi Kronolojisi 1918-1938, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü Yayınları, Ankara 1973.

ÖZTOPRAK, İzzet, “Dışişleri Bakanı Bekir Sami Bey’in İstifası Meselesi”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C IX, S 25, Kasım 1992.

ÖZTOPRAK, İzzet, “II. İnönü Savaşı Sonrasında İç Siyasi Durum ve Ankara’da Hükümet Değişikliği”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C XIV, S 42, Kasım 1988.

SARIHAN, Zeki, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, Cilt I, II, III, IV, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1993, 1994, 1995, 1996.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Albümü 1920-1991, TBMM Basımevi, Ankara 1994.

---------------------------

Bekir Sami Bey (Günsav) (Kurmay Albay) (1879 - 1934)

Albay olarak 1919 - 1920 yılları arasında 56. Tümen Komutanlığı ve II. Kolordu Komutan Vekilliğinde bulundu. Bursa ve çevresinde Ulusal Kuvvetlerin örgütlenmesi için çalıştı.

Cafer Tayyar Bey



Cafer Tayyar Bey (Eğilmez) (Tümgeneral) (1877 - 1958)

Merkezi Edirne'de olan Birinci Kolordu Komutanı olarak Kurtuluş Savaşı'na katıldı. TBMM'nin I. ve II. Döneminde Edirne milletvekilliği yaptı. Terakkiperver Cumhuriyet Partisi'ne katıldı.

Celal Bey



Celal Bey (Bayar) (1883 - 1986)

İttihat ve Terakki Derneği'nin İzmir ve Bursa örgütlerine Genel Sekreterlik yaptı. "Müdafaa-i Hukuku Osmaniye Cemiyeti"ne girdi. "Galip Hoca" takma adıyla Batı Anadolu'da çalışmalarda bulundu. Son Osmanlı Mebusan Meclisi'nde Manisa milletvekili seçildi. TBMM'nin I. döneminde Bursa, II. Döneminde İzmir milletvekilliği yaptı. İktisat ve İmar Bakanlığı yaptı. İş Bankası'nın kurucuları arasında yer aldı. 1937 - 1939 yılları arasında Başbakanlık, 1950 - 1960 yılları arasında Cumhurbaşkanlığı yaptı. Demokrat Parti kurucularındandır.

Celalettin Arif Bey



Celalettin Arif Bey (1876 - 1930)

Son Osmanlı Mebusan Meclisi'nde İstanbul milletvekili seçildi ve başkanlığını yaptı. Meclisin dağılması üzerine Ankara'ya geldi. TBMM'nin I. Döneminde Erzurum milletvekilliği yaptı. TBMM II. Başkanlığı ve Adalet bakanlığı yaptı. 1921'de Roma Büyükelçiliğine atandı.

Cemal Paşa



Cemal Paşa (Mersinli) (1873 - 1941)

1919'da II. Ordu Müfettişi olarak Konya'da bulundu. İstanbul Hükümeti'nde Milli Savunma Bakanlığı yaptı. Son Osmanlı Mebusan Meclisi'nde Isparta milletvekili seçildi. 16 Mart 1920'de İstanbul'un işgali üzerine İngilizler tarafından Malta Adası'na sürüldü. Sürgünden döndükten sonra TBMM'nde Isparta milletvekilliği yaptı.

Cemil Cahit Bey



Cemil Cahit Bey (Toydemir) (Orgeneral) (1883 - 1956)

Albay rütbesi ile 10. Tümen Komutanlığında bulundu. 5. Kafkas Tümeni Komutanlığı, Trakya I. Bölge Komutanlığı, 41. ve 11. Tümen Komutanlıkları, Milli Savunma Bakanlığı Müsteşarlığı yaptı.

Cevat Abbas



Cevat Abbas Gürer (7 Ağustos 1887-4 Temmuz 1943):

Üsküp’ün Niş kentinde doğdu. Babası Ahmet Şerif Abbas Bey’dir. Askerî eğitim aldı. İlkokul ve askerî ortaokul eğitimini Üsküp’te, askerî lise eğitimini Manastır’da tamamladı. Aralık 1905’te Manastır Harp Okulu’na girdi. Burada öğrenci iken İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne üye oldu. 1908 yılının Ağustos-Eylül döneminde Harp Okulundan Teğmen (Mülazım-ı Sani) rütbesiyle mezun oldu. İlk olarak 3. Ordu emrine verildi. 19. Alayda görevli olarak Preşova, Komanova, Koçana ve Köprülü’de bulundu. 1910 yılında Selanik’te açılan Yedek Subay Talimgâhı’nda görevlendirildi. Aynı yıl yine Selanik’te Birinci Takip Taburu’na nakledildi. Selanik vilayetinin muhtelif yerlerinde eşkıya takibinde bulundu. Bu görevi bir yıl devam etti. 1911 sonunda 37. Alay Yaverliği’ne atandı. Atatürk ile de ilk defa bu görevi sırasında tanışma imkânı buldu. Bu tanışma Cevat Abbas Bey’in hatıralarından öğrendiğimiz kadarıyla Selanik’te Kristal gazinosunda gerçekleşti. Lofçalı İsmail adlı bir üsteğmen “bizdendir” diyerek kendisini Atatürk’le tanıştırdı. Bu ilk karşılaşma kısa sürdü. Atatürk’le asıl birlikteliği daha sonra masa başında değil, muharebe ve ateş sahasında oldu. Bu arada İtalya ile çıkan Trablusgarp Savaşı’nda Selanik Körfezi’nin muhafazasında görev aldı. Temmuz 1912’de böbreklerinden rahatsızlanarak tedavi için İstanbul’a gitti. Eylül-Ekim 1912’de rütbesi üsteğmenliğe yükseltildi. Ardından inzibat subayı olarak İstanbul Merkez Komutanlığı emrine atandı. Cevat Abbas Bey, I. Dünya Savaşı’nda önce Yedek Subay Talimgâhı’nda bölük komutanlığı yaptı. 16 Nisan 1915’te Gelibolu’ya gönderildi. Burada Anafartalar Grubu Karargâhı’nda bulundu. Aralık 1916’da yüzbaşı oldu. Çanakkale Savaşları sırasında 16. Kolordu Komutanı Atatürk’ün yaverliğine tayin edildi. Samsun’dan Erzurum’a kadar Atatürk’ün özel kâtipliğini yaptı. Savaş süresince yaver olarak Atatürk’ün emrinde bulundu. Yaptığı bu hizmetlerin karşılığı olarak harp madalyaları ve nişanlarıyla taltif edildi. Kısacası Cevat Abbas, yaver olarak tüm I. Dünya Savaşı boyunca Atatürk’ün yanından ayrılmadı. Çanakkale, Diyarbakır, Bitlis, Halep gibi Atatürk’ün komutanlık yaptığı her cephede onunla beraber bulundu. 1917’de bu defa Veliahd Vahdettin’in Almanya seyahatinde Atatürk ile birlikte Almanya’ya gitti. Alman imparatoru tarafından da ikinci dereceden Demir Salip nişanıyla ödüllendirildi. Yıldırım Orduları emrinde iken de Alman komutan Liman Von Sanders tarafından nişan taltifiyle ödüllendirildi. Birinci Dünya Savaşı’nda Atatürk’ün yaveri olarak onu gizli yazışmalarında da görevlendirmiştir. Bu savaş sırasında hazırladığı raporu’ İstanbul’a, Enver ve Talat Paşalara, Cevat Abbas Bey’le elden yollamıştır. Atatürk bu raporunda devletin yıkılacağından, bu feci çöküşten kurtulmak için icap eden tedbirlerin alınması zaruretinden bahsediyordu. Mond­ros Mütarekesi’nden sonra Harbiye Nezareti emrine verilen Atatürk ile birlikte 13 Kasım 1918’de İstanbul’a geldi. Atatürk aynı gün İstanbul’u işgal eden İngiliz ve Fransızlar için “Geldikleri gibi giderler.” sözünü Cevat Abbas Bey’e söyledi. Abbas Bey, İstanbul’da da Atatürk’ün Şişli’deki evinde yaverliğini sürdürdü. Cevat Abbas Bey anılarında, Atatürk’ün Samsun’a çıkışında dolaylı da olsa kendi etkisinden de bahsetmektedir. Abbas Bey, Harbiye Nazırı Şakir Paşa’ya Atatürk’ü anlatarak padişaha çok bağlı olduğunu, Almanya seyahati sırasında Sultan Vahdettin’in Atatürk’ü “İstanbul’un İkinci Fatihi” olarak gösterdiğini ve müfettişlik görevine layık olduğunu anlatmıştı. Netice de 9. Ordu Müfettişliği’ne atanan Atatürk’ün yaveri olarak 19 Mayıs 1919’da Anadolu’ya geçti. Erzurum’da 8 Temmuz 1919’da Atatürk’ün askerlikten istifası üzerin Erzurum Müstahkem Mevki Komutanlığı’na atandı. Fakat daha sonra kendisi de askerlikten istifa etti. Sivas Kongresi’nde Heyet-i Temsiliye başkâtipliğine getirildi. Ocak 1920’de Bolu milletvekili seçilerek Son Osmanlı Mebûsân Meclisine katıldı. Bu meclisin aldığı Misâk-ı Millî kararlarını hazırlayan komisyonun üyeliğinde bulundu. İngilizlerin İstanbul’u işgali ve meclisin feshi üzerine takibata uğradı. Bir müddet’ İstanbul’da gizlendikten sonra bir balıkçı kılığında Yalova’ya, oradan da tekrar Anadolu’ya geçti. Temmuz 1920’de Bolu milletvekili olarak TBMM’ye katıldı. Aynı ay Yozgat ve yöresindeki ayaklanmanın bastırılmasında görevlendirildi. Kurduğu 400 kişilik Süvari Alayı ile bölgede asayişi sağladı. Yaver Abbas Bey, Ekim 1920’de Atatürk tarafından özel görevle, Anadolu’nun özlem ve selamlarını Trakya’ya tebliğ etmek üzere Bulgaristan’a gönderildi. Görevinde başarılı bulunarak Sofya’da, Ankara Hükûmeti’nin resmî temsilcisi oldu. İtilaf Devletlerinin Bulgaristan’ı sıkıştırması üzerine 27 Temmuz 1921’de Bulgaristan’ı terk etmesi istendi. Abbas Bey, bu dönemde “417 gün” yurt dışında kaldı. Bulgaristan’da Kurtuluş Savaşı’na destek sağlamaya çalıştı. Millî Mücadele lehine Avrupa’da kamuoyu oluşturdu. Bu konuda gazetelere demeçler verdi. Abbas Bey’in Bulgaristan’daki görevlerinden biri de Trakya İhtilal Komitesini kurmaktı. Bulgaristan’daki faaliyetlerini gizli bir raporla Atatürk’e ulaştırdı. Ancak İtilaf Devletleri’nin takibi dolayısıyla Bulgaristan’ı terk etmek zorunda kaldı. Almanya’ ve İtalya’ ya gitti. Şubat 1922’de yeniden TBMM’ye katıldı. Bu ilk mecliste Müdafaa-i Hukuk Grubunda yer aldı. Meclis’te Millî Savunma ve Dışişleri Komisyonları’nda çalıştı. Bolu’ya yaptığı hizmetler sayesinde Aralık 1922’de kendisine “Bolu Fahri Hemşehrili­ği” unvanı verildi. Bu dönemde milletvekilliği yanında Atatürk’ün yaverliği görevi devam etti. Atatürk’ün itimadını kazandı. Mesela Atatürk, Büyük Taarruz’da kendisinin Ankara’da olduğu izlenimi vermesini, aleyhindeki her gelişmeden haberdar etmesini istemişti. Abbas Bey, 1923 yılı seçimlerinde Halk Fırkası tarafından Zonguldak ve çevresinin seçim müfettişi olarak görevlendirildi. İkinci, Üçüncü, Dördüncü ve Beşinci dönemlerde yeniden Bolu milletvekili seçilerek yasama görevini 1939’a kadar sürdürdü. Bu arada 1 Eylül 1923’te rütbesi binbaşılığa yükseltildi. Kurtuluş Savaşı’nda gösterdiği yararlılıklardan ötürü İstiklal Madalyası’yla ödüllendirildi. Ancak kendi isteği üzerine 27 Şubat 1927’de ordudan emekliye ayrıldı. Cevat Abbas Bey, Türkiye’de sivil havacılığa da öncülük etmiştir. Türk Tayyare Cemiyeti’nin kurucu başkanıdır. Bu cemiyeti kurmadan önce çeşitli konuşmalar yaparak havacılığın gelişmesine destek aramıştır. 15 Mart 1925’te ise onun çalışmalarıyla Türk Tayyare Cemiyeti Nizamnamesi mecliste kabul edilerek yürürlüğe girmiştir. Oysa onun havacılığa ilgisi daha eskiye dayanmaktadır. Daha 1919’da mevcut bulunan uçakları Anadolu’ya kaçırmak amacıyla Münakalat-ı Havaiye Cemiyeti’nin tasarılarını yapanlardandır. 1923’te uçak yapmak için izin istemiştir. Bu konuyu meclise taşımıştır. İş Bankası’nın kuruluşunda da etkin rol alan Cevat Abbas Bey, 1928-1939 yılları arasında bankanın idare meclis üyeliğini yapmıştır. Bunun dışında Ateş Güneş Kulübü’nü kurmuştur. 4 Temmuz 1943’te istirahat için geldiği Yalova’da kalp krizi neticesinde vefat etmiştir. Cavet Abbas Bey, Memduha Hanım ile evli, altı çocuk babasıydı. Gürer soyadı Atatürk tarafından verildi. Atatürk’ün cumhurbaşkanlığı döneminde de Çankaya Köşkü’nün devamlı konuklarından biriydi. Cevat Abbas Bey, 24 yıl Atatürk’ün hizmetinde bulunmuştu. Önemli, tarihî olaylara şahitlik etmişti. Savaştığı cephelerde, yenilgiler ve zaferlerde, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşunda, hangi görevde bulunursa bulunsun Cevat Abbas, Atatürk’ün hep yanında, yakınındaydı. Fransızca ve Bulgarca bilen Yaver Cevat Abbas Bey, Atatürk hakkında anı, hatıra ve yazılarını 1939 yılında Ebedî Şef ve Kurtarıcı Atatürk’ün Zengin Tarihinden Birkaç Yaprak adlı eserinde topladı. Ayrıca 1941 yılında anılarını kaleme aldı. Atatürk’le Cevat Abbas arasındaki ilişkide güven duygusu esastı. Atatürk bu mümtaz yaverine çok defa dış dünyada, sınır ötesinde özel ve gizli görevler emanet etmişti. Bir başka husus Atatürk’ün başyaveri olarak Cevat Abbas Bey’in gün ışığına çıkan hatıraları, Kurtuluş Savaşı’nın karanlıkta kalmış yönlerini aydınlatmaktadır. Bu anılarda Atatürk’ün Anadolu’ya geçmek için hazırladığı planları onun Ordu Müfettişliği görevine muhtaç olmadığını da göstermektedir. Her daim Atatürk’le bulunan Cevat Abbas Bey’e, havacılığına da vurgu yapılarak “Atatürk’ün Karakutu­su” denilmiştir. Yalnız Atatürk gibi, Cevat Abbas Bey’in de aniden ölümü kapsamlı bir hatırat hazırlamasını engellemiştir. Uzun yıllar sonra Cevat Abbas Bey’e ait anılar ve belgeler torunlarından Turgut Gürer tarafından Atatürk’ün Yaveri Cevat Abbas Gürer Cepheden Meclise Büyük Önder ile 24 Yıl adlı eserde bir araya getirildi.

Fahri MADEN

KAYNAKÇA

“Acı Bir Kayıp”, Cumhuriyet, 6 Temmuz 1943.

ATEŞ, Toktamış, Türk Devrim Tarihi, İstanbul 2002.

“Cevad Abbas Gürer Eski Bolu Mebusu Vefat Etti”, Akşam, 6 Temmuz 1943.

“Gürer, Cevad Abbas”, A’dan Z’ye Kurtuluş Savaşı ve Atatürk Dönemi II, İstanbul 2005.

GÜRER, Cevat Abbas, Ebedî Şef ve Kurtarıcı Atatürk’ün Zengin Tarihinden Birkaç Yaprak-I, İstanbul 1939.

“Gürer, Mehmed Cevad Abbas”, Türk Ansiklopedisi, XVIII, Ankara 1970, s.208-209.

GÜRER, Turgut, Atatürk’ün Yaveri Cevat Abbas Gürer Cepheden Meclise Büyük Önder ile 24 Yıl, İstanbul 2006.

HÜRKUŞ, Vecihi, Bir Tayyarecinin Anıları, İstanbul 2000, s.176-177.

Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, I, Ankara 1992, s.3.

“Merhum Cevad Abbas’ın Cenaze Töreni”, Cumhuriyet, 7 Temmuz 1943.

SARIHAN, Zeki, Kurtuluş Savaşı Günlüğü I, Ankara 1993.

SARIHAN, Zeki, Kurtuluş Savaşı Günlüğü III, Ankara 1995.

SARIHAN, Zeki, Kurtuluş Savaşı Günlüğü IV, Ankara 1996.

TBMM Yıllık, Ankara 1935, s.142, 557.

TBMM Zabıt Ceridesi, X, Ankara 1932, s.10.

TBMM Zabıt Ceridesi, XVII, Ankara 1341 (1925), s.93.

TBMM Zabıt Ceridesi, XX, Ankara 1934, s.22, 25, 30, vd.

TEVETOĞLU, Fethi, Atatürk’le Samsun’a Çıkanlar, Ankara 1987.

Türk Tayyare Cem’iyyeti Nizamnâme-i Esâsisi, Ankara 1341 (1925).

Türkiye İş Bankası Tarihi, İstanbul 2001.

VELİKOV, Stefan, “Kemal Atatürk ve Bulgar-Türk İlişkileri”, IX. Türk Tarih Kongresi Ankara 21-25 Eylül 1981 Bildiriler III, Ankara 1989.

VELİKOV, Stefan, Bulgar Gözüyle Atatürk Kemalist İhtilal ve Bulgaristan (1918-1922), Çev. Naime Yılmazer, İstanbul 1969.

Cevat Bey



Cevat Bey (Dursunoğlu) (1892 - 1970)

Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Erzurum Şubesi kurucularındadır. Kendi delegelik hakkını Mustafa Kemal Paşa'ya vererek Mustafa Kemal Paşa'nın Erzurum Kongresi'ne katılmasını sağladı. Cevat Bey, kongreye Hasankale delegesi olarak katıldı. Milli Mücadelede Erzurum adlı önemli bir kitabı vardır.

Cevat Paşa



Cevat Paşa (Çobanlı) (Orgeneral) (1871 - 1938)

İstanbul Hükümeti'nde Milli Savunma Bakanlığı, Genelkurmay Başkanlığı yaptı. 16 Mart 1920'de İstanbul'un işgali üzerine İngilizler tarafından Malta Adası'na sürüldü. İki yıl sonra yurda döndü. TBMM'nin II. Döneminde İstanbul milletvekilliği yaptı. Aynı yıl Üçüncü Ordu Müfettişliği'ne atandı.

Curson



Curson (Kürzin) (George Cord) (1859 - 1925)

1919 - 1922 yılları arasında İngiltere Dışişleri Bakanı.

Çerkez Ethem



Çerkez Ethem (1885 - 1948)

Kurtuluş Savaşı Dönemi çetecilerindendir. 1919 - 1920 yılları arasında, Anadolu'da kurduğu Gezici Kuvvetler (Kuvayi Seyyare) ile iç ayaklanmaların bastırılmasında ve Yunan ilerleyişinin durdurulmasında önemli hizmetleri oldu. Düzenli orduya geçiş süresinde Batı Cephesi Komutanlığı emrine girmeyi reddederek TBMM Hükümeti'ne başkaldırdı. Çıkan çarpışmada yenilerek Yunanlılara sığınmıştır. İzmir'e ve oradan Atina'ya gönderildi. Ankara İstiklal Mahkemesi'nde Çerkez Ethem, kardeşleri ve yakınlarıyla birlikte 9 Mayıs 1921'de "Hükümeti silahlı olarak düşürmek için girişimde bulunmak ve düşman tarafına kaçmak" suçuyla idama mahkum edildi.

Lozan Barış Antlaşmasından sonra Çerkez Ethem ve kardeşleri, yüzellilikler listesine alınarak yurda girmeleri yasaklandı.

Çerkez Reşit



Çerkez Reşit Bey (1877 - 1951)

Çerkez Ethem'in kardeşidir. TBMM'nin I. Döneminde Saruhan (Manisa) milletvekilliği yaptı. Kardeşi ile birlikte, düzenli ordunun kurulmasına karşı çıktı. Çerkez Ethem ile birlikte Yunanlılara sığındı. Ankara İstiklal Mahkemesi tarafından idama mahkum edildi. Yüzellilikler listesine alındı ve yurt dışına çıkarıldı.

Çolak İbrahim



Çolak İbrahim Bey (Albay) (1878 - 1944)

Kurtuluş Savaşı'nda, Batı Cephesi Komutanlığı'na bağlı II. Kuvayi Seyyare adı verilen bir süvari birliği ile, Bolu, Düzce ve Yozgat ayaklanmalarının bastırılmasında önemli başarılar kazandı. Tümen komutanlığına atandı. Birinci ve İkinci İnönü, Sakarya Savaşı ve Büyük Taarruza katıldı.

Damat Ferit Paşa



Damat Ferit Paşa (1853 - 1923)

Vahdettin döneminde beş kez sadrazamlık yaptı. Kurtuluş Savaşı'nın başarısız olması için her türlü girişimde bulundu. Sadrazamlığı döneminde Sevr Antlaşmasını imzalandı. Kurtuluş Savaşı'nın kazanılmasından sonra Fransa'ya kaçtı.

Demirci Mehmet Efe



Demirci Mehmet Efe (1883 - 1961)

Demirci Mehmet Efe, Yunan birliklerinin 15 Mayıs 1919’da İzmir’i işgali ile başlayan süreçte, Kuva-yı Milliye bünyesinde faaliyet gösteren çete reislerinin en önemlilerinden biridir.

1883 tarihinde Nazilli’nin Pirlibey köyünde Demirci Süleyman Efendi ve Ayşe Hanım’ın en büyük çocukları olarak dünyaya gelmiştir. Medrese hayatını tamamlayamadığı için okumayı bildiği halde, yazmayı bilmemektedir. Babası kendi sanatı olan demirciliğe başlatmak istediyse de bunda başarılı olamamıştır. Ava meraklı olan Mehmet çocukluk ve gençlik dönemlerinin çoğunu av yaparak geçirmiştir. Babasının demircilikle uğraşması ve bu isimle tanınması nedeniyle halk arasında “Demirci” lakabıyla bilinmiştir. Demirci Mehmet Efe’nin İzmir’de 17. Kolordu’ya bağlı 5. Depo Alayı’nda askerliğini yaptığı sırada komutanı olan bir Ermeni Yüzbaşı’dan dayak yemesi sonrası firar ederek çetecilik hayatına adım atmıştır. Demirci Mehmet Efe, askerlik yaptığı dönemde Nazilli’de bir meyhanede bir kavgaya karışmıştır. İlk cinayetini de bu dönemde işlemiş ve firar etmiştir. 6 ay kadar da müezzinlik yapmış, en sonunda da Ödemişli “Gökdeli” isimli bir çete reisinin emrine girerek Milli Mücadele yılarına kadar sürecek olan kesintisiz çetecilik hayatına başlamıştır.

Demirci Mehmet Çakırcalı ve Yanık Efe’nin kızanları arasında da bulunmuş zekası, cesareti ve gözüpekliği sayesinde çete içinde konumunu yükselterek kızanlıktan efeliğe kadar yükselmiştir. Güvenlik ve asayiş’in bozulduğu I. Dünya savaşı ve mütareke yıllarında, Aydın, Ödemiş, Denizli dağlarında kendi zeybek çetesi ile gerçekleştirdiği eylemlerle hükümet güçlerine zor anlar yaşatmış olan Demirci Mehmet Efe Tavas baskını ile tanınmıştır. Bu süre boyunca kalabalık çetesiyle dağlarda eşkıyalık yaparken sık sık bölgenin diğer Rum eşkıya çeteleriyle de mücadele içinde olmuştur.

Mütareke imzalandığında Batı Anadolu’da dağlarda dolaşan çetelerden biri de Demirci Mehmed çetesiydi. Milli Mücadele yıllarında adından sıkça söz ettirecek olan çete, daha önce birçok vukuat işlemişse de ele geçirilememişti. Eşkıyalığın ortadan kaldırılması amacıyla 30 Mart’ta Nazilli’de oluşturulan Nasihat Heyeti kaza dâhilinde eşkıyalık yapan çetelere teslim olmaları için gerekli nasihat ve telkinlerde bulunmuştu. Demirci çetesi ve Ortakçılı Mehmet Efendi çetesi de bütün çete üyeleriyle birlikte teslim olacaklarını bildirmelerine karşın son anda vazgeçmişler, jandarma müfrezeleriyle girdikleri çatışmanın ardından tekrar dağa çıkmışlardı. İzmir’in işgali sonrası geçen 3 aylık süreçte Demirci Mehmet Efe çetesi bütün uğraşlara rağmen bir türlü ele geçirilememiştir.

Demirci Mehmet Efe’nin Hükümetten çetesi ve kendisiyle ilgili af beklentisi nedeniyle Kuva-yı Milliye hareketine sempati duysa da katılımı karşılıklı güven sorunu nedeniyle zaman almıştır. İzmir’in işgalinden beri yaşanan gelişmeleri yakından takip eden, bilgi sahibi olan Demirci Mehmet Efe, 18-19 Mayıs 1919 akşamı Nazilli’nin Pirlibey ve Uzgur köyleri arasındaki Sünnetçi Durmuş Ali’ye ait çiftlik evinde Cevat Sökmensüer, Küçük Yusuf Bey, Hacı Hilmizade Yusuf Bey’in talebi ve çabası sonucu Kuva-yı Milliyeye katılma konusunda ikna olmuştur. Daha sonra görüştüğü Galip Hoca (Celal Bayar) ve Rauf Bey’in (Orbay) telkinleri de Milli Mücadeleye katılma sürecini hızlandırmıştır.

İzmir’in işgali Yunan birliklerinin ilerleyişi, bölgede Müslüman Türk halkına zulmü, İstanbul hükümetinin kayıtsızlığı, başta Yörük Ali Efe olmak üzere kimi çetelerin Kuva-yı Milliye’ye katılarak gerçekleştirdikleri Malgaç ve Erbeyli baskınları gibi gelişmeler, Demirci Mehmet Efe’nin Kuva-yı Milliye’ye katılması üzerinde etki yapmıştır. Demirci Mehmet Efe, farklı yorumlara neden olan Bozdoğan ve Karacasu baskınları ile o tarihlerde Milli Mücadele’yi takip ettiğini belli etmiş, fakat mücadelenin dışında kalarak yarattığı korku ve endişe ile dikkat çekmeye başlamıştır. İzmir’in işgali sonrası Nazilli Jandarma Komutanı Nuri Bey’i köyüne davet ederek gelişmeler hakkında bilgi almış, Nuri Bey’in kendisini mücadeleye davetine, hazırlığını yapar yapmaz katılacağını belirtmiştir. Demirci Mehmet Efe önce işgaller karşısında birliklerinden ayrılıp çekilmekte olan askerlerin silahlarını alarak işe başlamış, ardından iane ve iaşeyi meşru yollarla karşılayamayacağını anladığında Bozdoğan kasabasını basarak kasabadaki mahkumları maiyetine almış, jandarmanın silahlarına da el koymuştu. Yunanlıların 19/20 Haziran 1919 tarihinde Nazilli’yi boşaltmaları sonrası kasabada yaşanan yağma olayını Sarayköy müfrezesi komutanı İsmail Hakkı Bey ile birlikte durdurmuştur. Bu hareketi sonrası Nazilli- Bozdoğan- Karacasu hattında faaliyetlerine devam etmiştir. Karacasu’da asayiş ve güvenin kaybolması nedeniyle Karacasu Belediye Başkanı, Müftü ve halkın ileri gelenleri kasabayı saldırılardan koruyabilmek amacıyla hükümete değil, Demirci Mehmet Efe’ye müracaat etmişlerdir. Demirci Mehmet Efe’de Denizli Mutasarrıfı Faik Bey’in aracılığı ile bölgenin asayiş ve güvenliğini sağlaması karşılığında arkadaşlarıyla kendisinin affını talep etmiştir. Haziran 1919 sonlarında başta Hacı Süleyman Efendi olmak üzere Nazilli’de mücadelenin önde gelen isimleri Demirci Mehmet Efe’ye mektupla müracaat ederek Kuva-yı Milliye’ye katılması yönünde davet etmişlerdir. Mücadele için yeterince kuvvete sahip olan Demirci Mehmet Efe, “hükümete olan güven” problemini kendisini mücadeleye davet eden Hacı Süleyman Efendi’nin oğlunu, Nazilli’nin önde gelen eşrafını bir süre için rehin alarak aşmaya çalışmıştır.

Demirci Mehmet Efe’nin cepheye katılışı ise Tire üzerinden Beydağ’a inmek üzere hareket eden Yunan birliklerine sağ kolu Sökeli Ali Efe’nin müfrezesinin Üç yol mevkiinde karşı koyduğu 3 Temmuz 1919 tarihidir. Kuva-yı Milliyenin Umurlu’da toplandığı 11 Temmuz 1919’da ise Demirci Mehmet Efe Sökeli Ali Efe, Zurnacı Ali Efe, Rumelili Yaşar ve 2000 kişilik kuvvetiyle katılmıştır. 1919 Temmuz’unda 1894-1898 doğumluların silahaltına alınmasıyla Aydın Cephesinde Demirci Mehmet Efe komutasında “Milli Menderes Alayı” kurulurken, bu alayın dağ taburunu Yörük Ali Efe’ye ait kuvvetler oluşturmuştur. Bu dağ taburu daha sonra Alay haline getirilmiştir. Demirci Mehmet Efe, Köşk’te oluşturulması gereken teşkilatlanma için kendisine yardımcı olacak olan ekibini de hazır bulmuştur. Demirci Mehmet Efe’nin, 1919 senesi Temmuz ayı başlarında Nazilli’de yüze inmesiyle başlayıp Haziran 1920 sonlarına doğru Yunanlıların saldırısıyla sona erecek Aydın Cephesi Komutanlığı dönemi, yaşamında dönüm noktası olmuş, kanun kaçağı iken kanun uygulayıcısı konumuna gelmiştir.

Yunanlıların 15 Mayıs 1919’da İzmir’le başlayan işgal hareketi, Kuva-yı Milliye’nin direnişi üzerine Umurlu’da durmuştur. Yunan işgalinin durmasıyla birlikte Aydın Kuvâ-yı Milliyesi bir teşkilatlanma içerisine girmiştir. Kuva-yı Milliye güçlerinin giderek artan sayısı karşısında cephenin sevk ve idaresi için yeni düzenlemeler yapılmasına karar verilmiştir. Son düzenlemeler ile cephede baş gösteren en büyük sorunlardan biri Yörük Ali Efe ve Demirci Mehmet Efe arasında ortaya çıkan iktidar çekişmesi olmuştur. Bu kavgayı körükleyen Köşk cephesine geldikten sonra her geçen gün cephenin kontrolünü ele geçiren Demirci Mehmet Efe’nin tutumu olmuştur. Demirci Mehmet Efe’nin Köşk cephesine gelir gelmez hâkimiyeti eline alması Yörük Ali ve taraftarlarını rahatsız etmişti. Önceden gelen husumetlerin de etkisiyle iki Efe birbirlerine karşı daha çekingen, şüpheci ve birbirlerinin işlerini baltalar hale gelmişlerdi. Efeler arasında çekişme yalnız iki efe arasında değil, efeler ile subaylar arasında da olmuştur. Miralay Şefik ve Celal Bey’lerin uzlaştırma çabalarına rağmen Denizli ve Nazilli Heyet-i Milliyelerinin yanlış tutumları da bu anlaşmazlığı körüklüyordu. 1919 Ağustos ayının ilk haftası içinde Nazilli ileri gelenlerinin bulunduğu bir grup, Demirci Efe’nin Köşk’teki karargâhına gelerek hazırlattıkları mühürleri Efe’ye teslim ettiler. Mühürlerde, “Aydın Mıntıkası Kumandanı Demirci Mehmet Efe”, “Cenubi Aydın Mıntıkası Kumandanı Yörük Ali Efe”, “Aydın Zeybek Ordusu Kumandanı Hacı Şükrü” yazılıydı. Bu mühürler Kuva-yı Milliye liderlerinin gönüllerini almak için hazırlanmış olmasına karşın, aralarındaki kırgınlığı ortadan kaldırmadı. Üstelik ciddi derecede yetki çatışması da baş gösterdi. Efelerin geçici de olsa barıştırılması ile Kuva-yı Milliye’nin kendi içinde yaşayabileceği çatışmanın da önü alınmış oldu.

Yunan işgalinin Umurlu’da kalmasıyla birlikte, Köşk’te yoğun bir teşkilatlanma faaliyeti yürütülmüştür. Demirci Mehmet Efe’ye askeri işlerin yürütülmesinde cephede bulunan Albay M. Şefik Bey, Nazilli Jandarma Kumandanı Yüzbaşı Nuri Bey ve daha pek çok subay yardımcı olurken, Heyet-i Milliyelerin teşkili ve eşrafla olan ilişkilerde Çine Müftüsü Hacı Süleyman Efendi, Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi gibi din adamları öncülük etmiştir. Bölgedeki sivil teşkilatlanma önce 8/9 Ağustos 1919 tarihinde toplanan I.Nazilli Kongresi’nde ele alınmış, nihayet 19/23 Eylül 1919 tarihlerinde toplanan II. Nazilli Kongresi’yle bütün yönleriyle ortaya çıkmıştır. Bu teşkilatlanma içerisinde Demirci Mehmet Efe’nin kumandanlık mesaisinin büyük bölümünü, Nazilli Heyet-i Merkeziyesi’nin aldığı kararları uygulamak, uymayanları cezalandırmak ve bölgede asayiş ve huzuru temin etmek teşkil etmiştir.

Demirci Mehmet Efe’nin önderliğindeki “yerel teşkilatlanma” I. Nazilli Kongresi’nden sonra belli bir düzene kondu. Cephenin ihtiyaçlarını karşılamak için ne gerekiyorsa yapıldı. 1919 yılı Ağustos ayının yirmisine doğru, Jandarma Umum Komutanı Ali Kemal Paşa, Aydın Kuvayı Milliyesini ortadan kaldırmak, bunu başaramadığı takdirde ise Sivas’ta Mustafa Kemal Paşa’nın yürüttüğü milli hareket ile Aydın Kuva-yı Milliyesinin birleşmesini engellemek için Denizli’ye gitmiş, oradan da Nazilli’ye geçmişti. Demirci Mehmet Efe, Nazilli’ye giderek Ali Kemal Paşa’yı tutuklamış, 5000 tüfek ve çok sayıda mühimmat verilmemesi durumunda serbest bırakılmayacağını açıklamıştı. Denizli Mutasarrıfı Faik Bey, Tavaslı Hüseyin Ağa’nın girişimleri sonrası Ali Kemal serbest bırakılmış ve İstanbul’a dönmüştür. 1919 yılı Ağustos ayı içinde İstanbul Hükümeti tarafından faaliyetleri izlenen ve kontrol altına alınmak istenen Demirci Mehmet Efe ile affedilmesi konusunda üst düzeyde yazışmalar yapılmış, kendisine adamlar gönderilmiştir.

Demirci Mehmet Efe Yunan mezaliminin Aydın Sancağında devam etmesi karşısında suskun kalmayarak durumu Yunan Generali Nider’e de aktarmıştır. Demirci Mehmet Efe bölgede yaşanan olayları incelemek amacıyla Nazilli’ye gelen Tahkikat heyeti ile rahatsızlığından ötürü görüşme olanağı bulamamış yerine, Hacı Şükrü Beyi göndermiştir. Tahkikat Heyeti Nazilli’deki mesaisini daha ziyade Türk ve Rum muhacirlerinin durumu ve bunlara yapılan iaşe yardımı üzerinde yoğunlaştırdı. Heyetin bu şekilde bütün unsurların meseleleriyle ilgilenmesi ve onların ne gibi problemlerle karşılaştıklarını tespit etmeye çalışması, özellikle Türk makamlarınca takdirle karşılanmıştır. Demirci Mehmet Efe bölgede komutanlığı sırasında İngiliz Albay İmling, Yüzbaşı Hadkinson, İtalyan Yüzbaşısı Ferrari, İtalyan Teğmen Bozza ile de görüşmeler yapmıştır. Demirci Mehmet Efe’nin cephenin ve bölgenin sosyal ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla mektep başta olmak üzere, saraçhane, matbaa, hastane, köprü vb. müesseselerin kurulması yönünde de gayret sarf ettiği bilinmektedir Efe cephede yararlılık gösteren efrada fakir ve fukaraya da para dağıtmıştır.

Umurlu- Köşk hattında Kuva-yı Milliye’nin ihtiyaçlarının karşılanmasına çalışan Demirci Mehmet Efe taleplerini çoğu kez emir ve tehdide yönelik üslubuyla askeri ve mülki yöneticilere ulaştırmıştır. Demirci Mehmet Efe’nin İstanbul hükümetinin iradesini hiçe sayan tavrı hükümet nezdinde hoş karşılanmamıştır. Resmi yazışmalardan anlaşıldığı kadarıyla Heyet-i Temsiliye Yunan ve İtalyan işgal bölgesinde görev yapan, İstanbul Hükümeti yanlısı mülki ve askeri yöneticilerin Kuva-yı Milliye’ye taraf olmaları yönünde baskı unsuru olarak Demirci Mehmet Efe’nin bölgedeki gücünden yararlanmıştır. Bütün bunların yanında Heyet-i Temsiliye Eskişehir’de Kuvâ-yı Milliye aleyhtarlığıyla bilinen bazı kişilerin bölgeden uzaklaştırılması görevini de Demirci Mehmet Efe’ye vermiştir. Demirci Mehmet Efe, İtalyan siyasetine yakınlık gösteren Burdur eşrafından bazılarını da uygun bir şekilde uyarmıştır. Nüfuz alanına dâhil olsun veya olmasın memleketin neresinde Kuva-yı Milliye karşıtlığı görmüşse duruma müdahil olarak bu tür teşebbüsleri bertaraf etmek isteyen Demirci Mehmet Efe’nin tutumu düzenli ordu kuruluncaya kadar Mustafa Kemal Paşa tarafından da desteklenmiştir.

Galip Hoca, İttihat ve Terakki Fırkasının üyeleri olan ve kendisini iyi tanıyan Denizli ve Nazilli müftülerinin referansları ile Demirci Mehmet Efe’nin güvenini sağlamış, onun kısa süreliğine de olsa müşavirliğini yapmıştır. Demirci Mehmet Efe önemli meselelerde, güven duyduğu Galip Hoca’ya danışmadan artık bir şey yapmamaya başlamıştı. Eylül ayı ortalarından itibaren Nazilli’deki Hürriyet ve İtilaf Fırkası mensupları, Demirci Mehmet Efe’ye, Köşk’te İttihatçıların kendisini kontrol altına aldıklarını, Galip Hoca’nın gerçek adının Mahmut Celâl Bey olduğunu ve İttihatçılığını gizlemek için adını değiştirdiğini söylemişler, ayrıca diğer İttihatçılar hakkında da olumsuz değerlendirmelerde bulunmuşlardı. Karşı propaganda etkisini göstermiş olacak ki Eylül 1919 sonlarında Nuri Bey Demirci Mehmet Efe’nin danışmanlığına getirilmiş, Galip Hoca Nazilli’den ayrılmış, Akhisar Milli Alay Komutanlığı görevine gitmek zorunda kalmıştır. Binbaşı Hacı Şükrü Bey’in de Kuvayı Milliye Komutanlığı görevine son verilmiş, 57’nci Tümen Komutanı Albay Şefik (Aker) Bey’ de istifa etmiştir. Hürriyet ve İtilafçılar, Demirci Mehmet Efe’nin bölgedeki nüfuz ve kuvvetinin bir göstergesi olarak ona “Aydın ve Havalisi Kuva-yı Milliye Umum Kumandanı” unvanını vermişler ve bu unvanı taşıyan bir de mühür takdim etmişlerdir. Demirci Mehmet Efe’nin bundan sonra karargahını Köşk’ten Nazilli’ye taşıyan Hürriyet ve İtilafçılar, Demirci Mehmet Efe’nin Doğu’daki Mustafa Kemal hareketi ile irtibata geçmemesi ve Sivas Kongresine delege göndermemesi için telkinde bulunmaya devam etmişlerdir.

1919 yılı Eylül ayının sonlarına doğru toplanan II. Nazilli Kongresi’nden sonra Demirci Mehmet Efe’nin önderliğindeki teşkilatlanmaya çeki düzen verilmiştir. Demirci Mehmet Efe’nin hakimiyet bölgesindeki en geniş katılımlı kongre olarak ön plana çıkan bu kongreden sonra, Demirci Mehmet Efe’nin karargahı da bu düzenlemelerden nasibini aldı. Kurulan “Hareket-i Harbiye Reisliği”nin başına getirilen Tahir Bey, cephede askeri işlerin başına getirildi. Kongre başkanlığını yürüten Nuri Bey, Demirci Mehmet Efe’nin müşavirliği görevini üzerine aldı. Bu kongre sırasında Doğu’daki Mustafa Kemal hareketi ile irtibata geçilip geçilmeyeceği meselesi tartışıldı. Kongreye katılan Muğla delegelerinden olan Mutasarrıf Hilmi Bey, kısa zamanda Demirci Mehmet Efe’nin kalbini kazanmayı bildiği gibi, Damat Ferit Hükümeti ile olan ilişkisini kesen Muğla bölgesinin hakimiyetini Demirci Mehmet Efe’ye verdi. Bundan sonra Demirci Mehmet Efe, en geniş yetki alanını ifade eden “Aydın, Menteşe ve Havalisi Kuva-yı Milliye Kumandanı” unvanını aldı. 2 Ekim 1919 tarihinde Ali Rıza Paşa Hükümetinin göreve gelmesiyle birlikte Aydın Kuva-yı Milliyesinin hem Harbiye Nezareti hem de Heyet-i Temsiliye ile irtibatı kolaylaşmıştır. Demirci Mehmet Efe’nin Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği telgraflar hem Demirci Mehmet Efe’nin Doğu’da başlayan hareketi tanıma hem de Aydın bölgesindeki gelişmeleri Mustafa Kemal Paşa ile paylaşma amacı taşımaktadır. 15 Ekim tarihli telgrafında ise Sivas Kongresi kararlarını tanıdığını beyan etmiştir. Demirci Mehmet Efe’nin Ekim ayının son haftası Aydın’a taarruz yapma düşüncesi ise Kuva-yı Milliye’nin gücüne olumsuz etki edeceği düşüncesiyle Harbiye Nazırı Cemal Paşa tarafından engellenmiştir. Hareket-i Harbiye Reisi Tahir Bey’in cephe raporu göndermesi ile başlayan ve Demirci Mehmet Efe’nin doğrudan Mustafa Kemal’e hitaben yazılan telgraf ile devam eden ilişkiler, Demirci Mehmet Efe’nin üç kişiden oluşan bir heyeti Sivas’a göndermesiyle daha anlamlı hale gelmiştir. Harbiye Nazırlığı makamında bulunan Cemal Paşa’nın Kuva-yı Milliyeyi destekleyen çaba ve gayretlerinin ve hükümet ile Heyet-i Temsiliye arasında varılan anlaşmanın bir gereği olarak bölgeyle daha fazla ilgilenmek ve hakimiyeti ele geçirmek isteyen Mustafa Kemal Paşa, bölgeye bu amaçla Refet Bey’i gönderdiyse de Refet Bey, Demirci Mehmet Efe’den kumandayı almakta şartları müsait görmemiştir. Demirci Mehmet Efe, Cemal Paşa’nın görevinde kaldığı süre içerisinde gerek Harbiye Nezareti ile gerekse Mustafa Kemal Paşa ile uyumlu bir ilişki içerisinde olmuş, bölge hakkında bilgi veren raporlar gönderdiği gibi her iki tarafın isteklerine göre hareket tarzı belirlemeye çalışmıştır.

Son Osmanlı Mebusan Meclisi’ne gönderilecek olan mebus adaylarının seçimlerine müdahale eden ve bölgedeki gelişme1eri yakından takip eden Demirci Mehmet Efe, bölgeden göndermiş olduğu bir telgrafname ile de Meclis görüşmeleri sırasında ismini duyurmuştur.

Heyet-i Temsiliye’nin Batı Cephesinde Kuva-yı Milliyeye yön verme çabaları, Sivas Kongresinin devam ettiği sıralarda bölgeye Ali Fuat Paşa’yı atamasıyla başlamıştır. 23 Ekim 1919 tarihinde Refet Bey, Aydın Cephesi Kuva-yı Milliye komutanlığına getirilmiştir. Refet Bey doğrudan kumandayı almak yerine Demirci Mehmet Efe’yi kendisine yakınlaştırmış, böylelikle Heyet-i Temsiliye ile ilişkilerini düzenlemeye çalışmıştır. Aydın, Denizli, Burdur, Isparta, Antalya sancakları ile Ödemiş kazasını içerisine alan cepheye komutan olmuştur. Kuvvetlere “Menderesler Grubu” adı verilmiştir. Menderes Grubu adı altında Büyük ve Küçük Menderes Havzaları bölgesindeki nizami ve milli kuvvetler 6 Şubat 1920’de verilen emir doğrultusunda, Mart 1920 başlarında “İzmir Cenup Cephesi” adı altında yeniden teşkilatlandırılmıştır. Cephe komutanlığına Albay Şefik Bey getirilmiştir. Demirci Mehmet Efe, Aydın Kuvayı Milliye Kumandanı olarak kalmıştır. Milne Hattı üzerinde küçük çatışmalar dışında önemli olayların yaşanmadığı bu dönemde, bölgede bulunan Nazilli ve Denizli mıntıkası kuvvetlerinin Konya bölgesindeki isyanların bastırılmasında rol oynadıkları görülmektedir.

Milli Mücadele’nin hukuki bir statü kazandığı TBMM’nin açıldığı günlerde Ankara, çevreyi çepeçevre kuşatan ayaklanmalarla sarsıldı. Balıkesir havalisinde Anzavur ayaklanmasının bastırılması faaliyetleri devam etmekte iken, Düzce’de bir ayaklanma çıkmış ve kısa zamanda Bolu, Beypazarı, Nallıhan havalisine kadar yayılmıştı. Refet Bey ve Kazım Bey bu isyanları bastırmak üzere Aydın Kuvayı Milliyesi Umum Kumandanı Demirci Mehmet Efe’den ayrı ayrı olarak çektikleri telgraflarda yardımcı kuvvet istemişlerdir. Yardım taleplerine olumlu geri dönüş yapan Demirci Mehmet Efe, bu konuda elinden gelen gayreti göstermiş; ayaklanmaların bastırılması için mücahit desteğinde bulunmuştur. Demirci Mehmet Efe; II. Anzavur İsyanı’nı bastırmak üzere Aydın Cephesi’nden, toplam 300 atlıdan oluşan üç bölük oluşturarak Yüzbaşı Nuri Bey kumandasında isyan bölgesine göndermiştir. Gönderilen bu birlikler isyanların bastırılmasında önemli rol oynamışlardır. 2 Ekim’de başlayan ve süratle yayılarak bir kolu Eğridir ve Isparta’yı, diğer bir kolu Antalya’yı tehdit eden Delibaş isyanı Konya’dan Akdeniz’e kadar olan bütün ilçelerdeki BMM Hükümetine bağlı idarecileri tasfiye etmişti. Ankara isyanı bastırmakla Refet Bey’i görevlendirdi. Refet Bey’de Demirci Mehmet Efe’den destek istedi. Efe kuvvetleriyle Dinar- Isparta üzerinden Eğridir ve Şarki Karaağaç’a hareket etti. Öte yandan Kadınhan, Çiğil ve Yalvaç istikametine de Yarbay Osman kuvvetleri gönderildi. Bu şekilde Isparta Sancağı sınırlarındaki isyanların iki koldan kuşatılarak bastırılması planlandı. Miralay Şefik Bey ve Demirci Mehmet Efe 12 Ekim akşamı Eğridir’e geldiler. Eğridir’e gelindiği günün akşamı, yapılan kısa bir soruşturmadan sonra isyanla bağlantısı bulunanların hepsi yakalandı. Ertesi gün sabahı isyancılar idam edildiler. Demirci Efe ertesi gün müfrezesi ile Gelendost yoluyla Şarki Karaağaçta da temizlik harekâtına devam etti. Arama kolları 14 köyü basarak isyancıların elebaşlarını ve 200’den fazla asker kaçağını yakaladılar. Olaylarla ilgisi görülen birçok kişi de İstiklal Mahkemesi’ne sevk edildi. Demirci Mehmet Efe, bundan sonra Beyşehir’e hareket etti. Yol boyunca isyana katılan tüm unsurlar ortadan kaldırıldı. Beyşehir’de Albay Refet Bey kuvvetleriyle birleşen Efe, buradan ayaklanma merkezlerinden 24 Ekim’de İbradı’ya 25 Ekim’de de Akseki’ye geçti. Demirci Mehmet Efe müfrezesi, geniş bir bölgeyi taramış ve Konya bölgesini isyancılardan temizlemişti.

1920 Haziranında Yunan taarruzu genişlerken, Denizli’de üzücü ve TBMM’ni heyecanlandıran bir olay yaşandı. Yunan taarruzu ile Denizli’ye bağlı bulunan Buldan kaza merkezi ve köyleri ile Sarayköy ve Çivril kazalarının pek çok köyü işgale uğramıştır. İşgale uğrayan yerlerde yasayan pek çok Denizlili türlü metotlarla zulme maruz kalmıştır. Müftü Ahmet Hulusi Efendi Denizli halkında yaşanan panik ve korku’yu dağıtmak için 115 kişilik “Milli İntikam Bölüğü” adıyla bir gönüllü birliği kurmuştu. Fakat Yunanlıların Sarayköy’e geldiği duyulunca korku ve endişe tekrar artmıştır. Böyle bir dönemde Aydın, Nazilli gibi yerlerden göç etmek zorunda kalan Müslim ve gayrimüslim ahali Denizli’ye gelerek asayişin bozulmasına sebep olmuştur. Böylece şehirdeki Hıristiyan unsurların giderek artması ve olumsuz davranışları Denizlilileri rahatsız etmeye başlamıştır. Başından itibaren Kuva-yı Milliye hareketine karşı olan manda taraftarları ise azınlıkların taşkınlıklarını ve işgalin yaklaşmasını fırsat bilmişlerdir. Kuva-yı Milliyecilere ve bu harekete karşı düşüncelerini dile getirmekten çekinmedikleri bir de “Hicret Etmeyeceklerin Hukukunu Muhafaza Cemiyeti” kurmuşlardır. Böyle bir ortamda azınlıkların tehcirinin gündeme gelmesi ile Denizli Heyet-i Milliye Reisi Müftü Ahmet Hulusi Efendi, Goncalı’da bulunan Demirci Mehmet Efe’den yardım talep etmiştir. Demirci Efe’nin Sökeli Ali Efe’yi görevlendirmesi ve Sökeli Ali Efe’nin 6–7 Temmuz’da tehcirle meşgul olması, Denizli’nin en sıkıntılı günleri yaşamasına neden olmuştur. Hürriyet ve İtilafçılar bir taraftan tehcire engel olmaya çalışırken, diğer taraftan da Sökeli Müfrezesini soygun yaptığı gerekçesi ile Demirci Efe’ye şikayet etmiştir. Demirci bunun üzerine Sökeli Ali Efe’ye Goncalı’ya dönmesi emrini vermiş, ancak Sökeli ve kızanlar istasyon caddesi üzerinde ilerlerken ateşe tutulmuşlardır. Bu ateş sırasında Sökeli ve bazı kızanların ölmesi üzerine Demirci Mehmet Efe Denizli’ye gelerek pek çok insanın canına kıymıştır. İstasyonda Askerlik Şubesi Başkanı Tevfik Bey’in öldürülmesi ile başlayan bu hareket, kızanların şehre dağılmasıyla artarak devam etmiş ve suçlu olup olmamasına bakılmaksızın 68 Denizlili öldürülmüştür. Demirci Mehmet Efe zeybeklerinin intikamını almak için şehri yağmalamış, söz verdiği gibi Denizli’yi yakmaktan son anda vazgeçirilmiştir. Bu durum Mecliste büyük tepki ve üzüntü yaratmıştır. Yarbay Nazım Bey’in 29 Temmuz’da Denizli’ye gelişiyle birlikte olaylar durulmuştur.

Denizli olayının tahkiki için Ankara’dan kolordu komutanı Fahreddin Altay gönderilmiştir. Fahreddin Paşa, Denizli´de bir-iki gün kaldıktan sonra yapılan gelişigüzel bir tahkikatla işi savsaklamıştır. Büyük Millet Meclisi´nde yaşanan birçok tartışmanın ardından Mustafa Kemal Paşa´nın müdahalesiyle konu kapatılmıştır. Denizli Olayı’ndan 18 ay sonra konu İstiklal Mahkemesinde yeniden gündeme getirilecekken, Dahiliye Nezaretine havale edilerek bitirilmiştir.

TBMM’nin 23 Nisan 1920’de açılmasıyla Ankara’da oluşan hükümet merkezi otoriteyi kurmak yolunda düzenli ordunun kurulması kararı ile önemli adımlardan birini atmıştır. Başarısız Gediz Taarruzu sonrası ise Batı bölgesi Batı cephesi ve Güney cephesi şeklinde ikiye ayrıldı. 10 Kasım 1920 tarihinde Albay İsmet Bey Batı Cephesine, 11 Kasım’da ise Albay Refet Bey, Güney Cephesi Komutanlığına atandılar. Düzenli ordu kurulması yönünde atılan bu adımın ardından Kuva-yı Milliye’nin de tasfiyesine başlandı. Mustafa Kemal Paşa’nın verdiği direktif gereği Dahiliye Vekili ve Güney Cephesi Komutanı Albay Refet Bey harekete geçerek önce Burdur’da Demirci Mehmet Efe tarafından teşkil edilmiş olan Milli Alayı lağvettirdi. Durumundan endişe duymaya başlayan Demirci Mehmet Efe, 22 Kasım’da hem Mustafa Kemal Paşa’ya hem de Refet Bey’e 12. Kolordu Komutanlığına ve Milli Müdafaa Vekaletine de alay’ın tekrar kurulması yönünde af ve özür içerikli birer telgraf gönderdi.

Demirci Mehmet Efe, Kasım sonlarında Delibaş isyanını bastırdıktan sonra, karargahını Keçiborlu’nun İğdecik nahiyesine kurarak burada yaşamaya başladı. Albay Refet Bey Demirci Mehmet Efe’ye bağlı Kuva-yı Milliye birliklerinin de ordu kuruluşu içine alınması amacıyla 22-23 Kasım 1920 tarihinde, Isparta’da bulunan Albay Mehmet Şefik Bey ve Demirci Mehmet Efe’ye birer telgraf gönderdi. Gönderilen emirle Demirci Mehmet Efe sadece Güney Cephesi Komutanlığı ile haberleşebilecek, emrinde 300 mevcutlu bir Süvari Alayı bulundurabilecekti. Emri alan Efe, başlangıçta Albay Mehmet Şefik Bey’inde telkinleri ile emri uygun bulmuş, fakat bir gün sonra Burdur’da ortadan kaldırılan Heyeti Milliye üyelerinden bazılarının olumsuz sözlerinin etkisinde kalarak emri kabul etmemiştir. Bu tarihlerde hem Ankara’yı hem de Refet Bey’i kaygılandıran Demirci Mehmet Efe’nin, Ankara’ya karşı silahlı bir mukavemete girişmesi değil, daha ziyade onun çevresindeki bazı insanların telkinleriyle Çerkes Ethem kuvvetleriyle birleşmesi ihtimali idi. Nitekim 15 Aralık 1920 gece yarısı Refet Bey’e bağlı birlikler Demirci Mehmet Efe’ye karşı harekete geçtiler. Tenkil kuvvetleri köye geldiğinde Demirci Efe, karısı ve 5-10 atlı ile birlikte kaçmıştı. Kuvvetleri diğer köylere dağılan Efe, kendisi de karşı koymadan Acıpayam’a doğru çekildi. Bu harekât 18 Aralık 1920’ye kadar sürdü ve 700’e yakın kişi düzenli orduya dahil edildi. Demirci Mehmet Efe bir süre daha dağlarda gezdi ve takip edildi. Sonunda Jandarma Yüzbaşısı Nuri Bey, Demirci Mehmet Efe ile temas sağladı. Efe, Nuri Bey’i seviyor ve güveniyordu. Nuri Bey, Efe’yi hükümete güvenmesi konusunda ikna etti. Demirci Mehmet Efe’nin komutasındaki 50 kişilik bir koruma kuvvetiyle beraber, doğduğu köy olan Pirlibey’in hemen batısındaki Dualar köyünde yerleşmesine izin verildi. Refet Bey, Demirci Mehmet Efe’nin geride kalan ailesine ve mallarına sahip çıkmış daha sonra emanetleri sahibine iade etmiştir. Demirci Mehmet Efe’nin Kuva-yı Milliye içerisindeki faaliyeti İğdecik baskınıyla son bulmuş oldu. Efe’nin emrindeki kuvvetlerin neredeyse hepsi düzenli orduya alınmıştır. Teslim olan Demirci Mehmet Efe, Milli Mücadele’deki hizmetleri göz önünde bulundurularak hükümet tarafından affedilmiş, kendisine ödenek tahsis edilerek köyünde oturmasına izin verilmiştir. Demirci Mehmet Efe her ne kadar hükümetçe takip edilmiş olsa da bir hain olarak algılanmamıştır. Nitekim M. Kemal Paşa, 30 Aralık tarihinde meclis gizli oturumunda yaptığı konuşmada Demirci Mehmet Efe’nin cehaletinden dolayı hatalarının olduğunu lakin genel itibariyle itaatkâr davrandığını, orduya ve hükümete karşı silahlı bir hamleye girişmediğini, böylelikle teslim olduğunu anlatarak Demirci’yi mazur görmüştür.

Demirci Mehmet Efe, 5 Eylül 1922 tarihinde Nazilli’yi düşman işgalinden kurtaran milli kuvvetler içerisinde yer almıştır. TBMM, 24 Ocak 1924 tarihinde kabul edilen 400 numaralı kanuna istinaden Demirci Mehmet Efe’nin de içinde bulunduğu yüz doksan sekiz kişiyi istiklal madalyasıyla taltif etmiştir. Bazı kaynaklara göre Demirci Mehmet Efe’ye devlet ölümüne kadar maaş vermiştir.

Demirci Mehmet Efe, “kanun kaçağı” olarak ayrıldığı toplum hayatına milli bir kahraman olarak geri dönmüştür. O, vatanın kurtarılmasına dönük vermiş olduğu üstün hizmetlerden dolayı devlet nezdinde her ne kadar istiklal madalyasıyla taltif edilmiş ve memleketine dönmüş olsa da bundan sonraki yaşamında bütün bu zor ve çetin geçen yılların bazı hesapları tekrar önüne çıkarılmış ve bu olaylar Demirci Mehmet Efe’nin rahatını kaçırmıştır.

Öyle ki iş 12 Mart 1925 tarihinde İzmir’de Park Kıraathanesi’nin önünde Demirci Mehmet Efe’ye suikast teşebbüsünde bulunulmasına kadar varmıştır. Olayın ardından yapılan soruşturmada Demirci Mehmet Efe’yi vuran kişinin Nazillili Hasan Ali tarafından teşvik edildiği anlaşılmıştır. Demirci Mehmet Efe’ye yapılan bu ilk suikast teşebbüsü de değildir. Efe kendisinin can güvenliğini tehdit eden girişimler nedeniyle İstanbul’a taşınmayı dahi düşünmüştür. Demirci Mehmet Efe bu tarihlerde can güvenliğinin sağlanması konusunda Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’dan da yardım istemiştir.

1930 yılında da Milli Mücadele esnasında el koyduğu afyonlar nedeniyle hakkında hazinece dava açılmıştı. Yapılan muhakeme neticesinde Demirci Mehmet Efe’nin bahsi edilen afyonu aldığı anlaşılmış ise de bu afyonların düşmana karşı memleket savunmasında kullanıldığı, resmi belgelere dayandırılarak alındığının ortaya çıkmasından dolayı Demirci Mehmet Efe aleyhine açılan davanın reddine karar verilmiştir. Efe, yaşadığı bu olaylar ve aldığı tehditler nedeniyle Nazilli’de barınamaz hale gelmiş bir süreliğine de olsa İstanbul’da ikamet etmek zorunda kalmıştır.

Demirci Mehmet Efe, vefat edeceği tarihe kadar siyasete katılması yönündeki teklifleri geri çevirmiş ve ömrünün sonuna kadar siyasetten uzak durarak sıradan bir vatandaş gibi yaşamayı tercih etmiştir. Çok partili hayata geçiş sonrası Demokrat Parti yöneticileri Demirci Mehmet Efe’yi partilerine davet etmişler, Efe kimi zaman tehdit derecesine varan bu istekleri sonuçları ne olursa olsun reddetmişti. Esasen, ne karakter bakımından ne de sosyo-kültürel bakımdan Demirci Mehmet Efe bir siyaset adamı değildir ve hiçbir zaman siyasi ihtirasları olmamıştır.

Demirci Mehmet Efe, 5 Şubat 1961 tarihinde Nazilli’deki evinde kalp krizinden vefat etmiştir. “Milis Albayı Demirci Mehmet Efe”nin Türk bayrağına sarılı cenazesi evinden alınarak Büyük Camii’ye getirilmiş, burada kılınan cenaze namazını müteakip Nazilli Garnizon Kumandanlığı’nca hazırlanan resmi bir törenle ebedi istirahatgahına defnedilmiştir. Demirci Efe’nin cenazesine başta Aydın Valisi olmak üzere, Garnizon Kumandanı, Aydın Cumhuriyet Savcısı, Jandarma Alay Kumandanı, Nazilli Kaymakamı, adli ve mülki erkân ile binlerce Nazillili katılmıştır. Mezarı Nazilli Eğriboyun’da bulunan Demirci Mehmet Efe’nin zeybek kostümü ve silahları İstanbul Harbiye Müzesinde sergilenmektedir. Adına yakılmış bir türkü, yazılmış hikaye ve romanların yanı sıra, üniversitelerde yapılmış iki yüksek lisans tezi ile Milli Mücadele dönemi faaliyetlerini ve hayatını konu alan kitap, makaleler ile bilimsel toplantılarda sunulmuş bildiriler bulunmaktadır.

Günver GÜNEŞ

KAYNAKÇA

AKCAN, Erol, Milli Mücadele’de Demirci Mehmet Efe, 1919-1920, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, Ankara, 2014.

AKER, M. Şefik, “İstiklâl Harbinde 57. Tümen ve Aydın Millî Cidali”, Askeri Mecmua, C.III, İstanbul, 1937.

AKKOYUN, Turan, Milli Mücadele’de Aydın Kuva-yı Milliyesi, Kümbet Yayınları, Afyonkarahisar, 2014.

AYDINEL, Sıtkı, Güneybatı Anadolu’da Kuva-yı Milliye Harekâtı, III. Baskı, KB, Ankara, 2002.

BAYAR, Celal, Ben de Yazdım, C.VII, Baha Matbaası, İstanbul, 1967.

CURA, Bilal, Demirci Mehmet Efe, Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, (Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi) İzmir, 2004.

DANİŞ, Naci Sadullah, “Oğlu, Demirci Efe’yi Anlatıyor”, Demokrat İzmir, (30 Ekim 1970-Şubat 1971).

DAYI, Esin, Nazilli Kongreleri, A.Ü., Erzurum 1998.

GÖKBEL, Asaf, Milli Mücadelede Aydın, Aydın, 1964.

GÜNEŞ, Günver, “Milli Mücadele’de Efe ve Zeybekler; Demirci Mehmet Efe”, Geçmişten Günümüze Denizli; Yerel Tarih ve Kültür Dergisi, Sayı:61, Denizli, 2020.

GÜNEŞ, Günver, “Yunan İşgalinin Nazilli ve Çevresinde Yarattığı Tahribat”, Milli Mücadele’de Nazilli Cephesi ve Önderleri, Üç-Er Ofset, İstanbul, 2007.

Hafız İbrahim Demiralay’ın Hatıratı ve Isparta’da Milli Mücadele ile İlgili Belgeler, (Haz: Bayram Kodaman-Hasan Babacan) Yeni Matbaa, Isparta, 1998.

KÖSTÜKLÜ, Nuri, Milli Mücadele’de Denizli, Isparta ve Burdur Sancakları, ATAM, Ankara, 1999.

MÜFTÜLER, Lütfü, Milli Mücadele’de Denizli Heyet-i Milliyesi, Türk Dili Basımevi, Balıkesir, 1947.

ÖZDEMİR, Ali Ulvi, Anılarda Batı Anadolu Kuva-yı Milliyesi, Tarihçi Kitabevi, İstanbul, 2017.

SELEK, Sabahattin, Ulusal Kurtuluş Savaşı ve Milli Mücadele, C.II, Milliyet Yayınları, İstanbul, 2011.

SINDIRGILI, Süreyya, Denizli Vakası ve Demirci Mehmet Efe, Sel yayınları, İstanbul 1955.

SÖKMENSÜER, Cevat, Milli Mücadelede Aydın-Nazilli Cephesi Hatıralarım, Karınca Matbaacılık ve Tic. Koll. Şti, İzmir, b.t.y.

TEKELİ, İlhan- Selim İLKİN, Ege’deki Sivil Direnişten Kurtuluş Savaşı’na Geçerken Uşak Heyet-i Merkeziyesi ve İbrahim (Tahtakılıç) Bey, TTK, Ankara, 1989.

Derviş Bey



Derviş Bey (Ahmet) (Korgeneral) (1884 - 1932)

1920 - 1921 yılları arasında Süvari Grup Komutanlığında bulundu. Ayrıca tümen komutanlıkları, askeri okullar müfettişliği, İstanbul Merkez Komutanlığı yaptı.

Fahrettin Bey



Fahrettin Bey (Altay) (Orgeneral) (1880 - 1974)

(12 Ocak 1880/İşkodra- 26 Ekim 1974/ Emirgân-İstanbul)

Orgeneral Fahrettin Altay, 24 Aralık 1880 tarihinde (Emekli Sandığı kayıtlarında Rumî 1296- Hicrî 1298 şeklinde tarih düşülmüştür.) İşkodra’da dünyaya gelmiştir. Bazı kaynaklarda doğum yeri İzmir olarak kaydedilmiştir. Ancak emekli sandığı dosyasında bulunan “Safahat Cetveli”nde ve “Vukuatlı Nüfus Kayıtları”nda doğum yeri İşkodra olarak belirtilmiştir. Ailesi Fahrettin Bey’in doğumundan sonra İzmir’e gelmiş olmalıdır. Babası Piyade Albay İzmirli İsmail Bey’dir. Babasının ailesi İzmir/Urla’da yaşamıştır. Dolayısıyla Fahrettin Altay İzmirlidir. Babası İsmail Bey Bursa Askeri Lisesi mezunudur. Mekteb-i Harbiye’yi 1869’da bitirerek Piyade teğmeni olmuştur. Harbiye Nazırı’nın yaverliğini yapmıştır. Yüzbaşı rütbesinde iken İşkodra’ya tayin edilmiştir. Burada iken Manastırlı Emekli Yarbay İbrahim Bey’in kızı Hayriye Hanım ile evlenmiştir. Bu evlilikten İşkodra’da Fahrettin Altay dünyaya gelmiştir. Fahrettin Altay 6 yaşına gelince okula başlamıştır. Kendisi bu hususta şöyle yazmaktadır: “Annem çok sofu olduğu için Kur’an ayetlerini ezberlemek, oruç tutmak ve namaz kılmak gibi dini vecibelerim de okulla başlatılmış”.

Babasının Mardin’e tayin edilmesi üzerine Diyarbakır’a gelmiş ve ortaokula burada başlamıştır. Babasının Albay rütbesi ile Erzincan’da 4. Ordu’ya tayin edilmesi üzerine tahsilini Erzincan Askeri Rüştiyesi’nde tamamlamıştır. Erzurum’da da askeri liseye kaydolmuştur. Erzurum Askeri Lisesi’nde üç yıllık lise eğitimini tamamladıktan sonra 14.03.1897 tarihinde İstanbul’da Harp Okulu’na kaydolmuştur. Üç yıllık Harp Okulu eğitimini başarı ile tamamlayarak okul birincisi olarak 1899 yılında mezun olmuştur. Okul birincisi olması hasebiyle kurmay sınıfına ayrılmıştır. Ordu saflarına 17 Ocak 1900 tarihinde Teğmen (Mülâzım-ı sânî) olarak katılmış ve 2 Şubat 1901’de üsteğmenliğe (mülâzım-ı evvel) terfi etmiştir. Üç yıllık Harp Akademisi eğitiminden sonra 06 Aralık 1902 tarihinde yüzbaşı rütbesiyle sınıfının altıncısı olarak mezun olmuştur.

Kurmay yüzbaşı rütbesi ile Erzincan’da 4. Ordu 1. Şubeye tayin edilmiştir. Zamanın askerî kurallarına göre kurmay yüzbaşılar piyade, süvari ve topçu sınıflarında sekizer ay bölük komutanlığı yaptıktan sonra kurmay olurlardı. Fahrettin Altay topçu bölük komutanlığını Erzincan’da, piyade ve süvari bölük komutanlığını da Diyarbakır’da tamamlamıştır. 9 Mart 1904’te kurmay kıdemli yüzbaşı; 24 Aralık 1904’de de kolağası (önyüzbaşı) olmuştur. 1906 yılında Diyarbakır’da tümen kurmay subaylığı yapmıştır. 20 Mart 1906’da İran Hudut Komisyonu kurmay subaylığına atanmıştır. 4 Nisan 1909’da kurmay binbaşılığa terfi ederek 76. Alay 2. Tabur Komutanlığı’na tayin olunmuştur. Bu görevde iken 19 Nisan 1909’da Dersim ve çevresinde bulunan Aşiret Alaylarının sayıca azaltılmaları ile görevlendirilmiştir. Makedonya’da 3. Orduda bulunan Enver (Paşa) ve Hafız Hakkı (Paşa) beylerle sınıf arkadaşı olması münasebetiyle ara sıra mektuplaşmaktadır. Bu mektuplaşmalarda geçen memleket ahvaline dair bazı hususlardan dolayı Bitlis’e sürgüne gönderilmiştir. Bu sıralarda babası da Bitlis’e sürgüne gönderilmiştir. Burada ailece sürgün hayatı yaşamışlardır. Meşrutiyetin ilanı (1908) ile birlikte bu durumdan kurtulmuşlardır. 17 Mayıs 1910’da Erkân-ı Harbiye-i Umumiye 1. Şubesine atandı. 1912 yılında Büyükçekmece’de Donanma Komutanlığı emrine tayin edilmiştir. İstanbul’da eski Van Valisi Podgoriçalı Tahir Paşa’nın kızı Münime Hanım ile 1912 yılında evlenmiştir. Bu evlilikten bir kızı ve bir de oğlu dünyaya gelmiştir.

Balkan savaşlarından başlayarak Milli Mücadele sonuna kadar ömrünün on yılı cephelerde geçmiştir. 31 Ocak 1913’te Balkan savaşları sırasında Başkomutan Ahmet İzzet (Furgaç) Paşa’nın karargâhına kurmay binbaşı olarak tayin edilmiştir. Ateş hattını ilk defa burada gördüğünü hatıralarında yazmaktadır. Edirne’nin Temmuz 1913’te kurtarılışı sırasında Kur. Bnb. Fahrettin Bey, Aşiret Süvari Tugay Komutanlığına atanmıştır. Balkan savaşlarından sonra sorumlular hakkında kurulan Divân-ı Âli’ye üye olarak seçilmiştir. Divân-ı Âli’nin lağvedilmesinden sonra Balkan savaşları süresince Rumeli Doğu Ordusu ile Batı Ordusu komutanlarının teklif ettikleri taltif defterlerindeki bazı subaylar arasındaki kıdem farklarını düzeltmek üzere görevlendirilmiştir. Kasım 1913’te sırasıyla 4. Kolordu’ya, Genelkurmay 3. Şubesine, Genelkurmay 1. Şubesine, Anadolu Demiryolları Komiserliğine, Harbiye Nezareti emrine ve 1.Fırka Komutanlığı karargâhına atanmıştır.

Birinci Dünya Savaşı için seferberlik ilan edilince yarbay rütbesi ile 20 Ekim 1914’te Tekirdağ’da bulunan Yanyalı Esat Paşa’nın (Bülkat) komutanı olduğu 3. Kolordu Kurmay Başkanlığı’na tayin edilmiş ve kısa süre sonra 29 Kasım 1914’de de kurmay yarbaylığa terfi etmiştir. Çanakkale Boğazı tehdit altına girince 3. Kolordu Karargâhı Gelibolu’ya gönderildi. Fahrettin Altay, 25-26 Nisan 1915’te Seddülbahir, Anafartalar, Arıburnu, Conkbayırı muharebeleri sırasında kolordu kurmay başkanı idi. Savaş sırasında Mustafa Kemal Bey’de 3. Kolordu’ya bağlı 19. Tümen Komutanı idi. Fahrettin Altay hatıralarında, 19. Tümen karargâhının kurulduğu yere “Kemâl Yeri” ismini Kolordu Komutanı Esat Paşa ve Yarbay Mustafa Kemal Bey’e kendisinin teklif ettiğini ve teklifinin kabul edildiğini yazmaktadır. . Bu hususda Ankara Halkevi Mecmuası Ülkü’de 1933’de yazdığı bir makalesinde ve 21 Mart 1950 tarihinde Uluğ İğdemir’e yazdığı mektubunda da bu ismi kendisinin koyduğunu ifade etmektedir. Bu husus ile ilgili olarak 21 Mart 1950 tarihinde Uluğ İğdemir’e yazdığı mektubunda da bu ismi kendisinin koyduğunu ifade etmektedir. 28 Eylül 1915’te Harbiye Nezareti Müsteşar yardımcılığı görevine atanmıştır. 14 Ekim 1915’te Askerî Protokol memurluğuna tayin edilmiş ve 14 Aralık 1915'de kurmay albay olmuştur. 2 Ocak 1916’da 5. Ordu emrine verilmiştir. 25 Şubat-22 Nisan 1917’de 6. Orduya bağlı olarak 6. Tümen komutanlığı yaptı. 22 Nisan 1917’de Vehib Paşa ile birlikte Almanya’ya gitti. 3 Haziran 1917’de 26. Tümen Komutanlığına atandı. Albay rütbesi ile Suriye-Filistin cephesinde (15 Kasım-9 Aralık 1917) ve Yıldırım Orduları (Mareşal Falkenhayn komutasında) grubuna bağlı olarak Şeria Muharebelerinde 26. Tümen Komutanlığı yapmıştır. 1 Mart 1918’de 15. Kolordu Komutan Vekili olmuştur. 10 Nisan 1918’de 26.Tümen Komutanlığına tekrar atanmıştır. 7 Mayıs 1918’de 12. Kolordu Komutanlığına tayin olunmuştur. Mütareke döneminde Suriye Cephesi’nde (29 Ekim-15 Kasım 1918) Mareşal Liman Von Sanders’in komutasındaki Yıldırım Orduları Grubu’na bağlı olarak Adana’da 12. Kolordu Komutanlığı görevine getirilmiştir. 12 Nisan 1919’da 3. Kolordu Komutanı olmuştur. 25 Ekim 1919 tarihinde yeniden 12. Kolordu Komutanlığına tayin edilmiştir. Kolordu bu sefer Konya’da bulunmaktadır. Ekim 1920’de Gediz Taarruzu ve 23 Mart-4 Nisan 1921’de II. İnönü Muharebeleri sırasında Batı Cephesi Komutanlığı’na bağlı olarak 12. Kolordu Komutanlığı yapmıştır. Aslıhanlar ve Dumlupınar muharebeleri sırasında Güney Cephesi Komutanlığı’na bağlı olarak yine 12. Kolordu Komutanlığı’na atanmıştır. 13 Temmuz 1921’de 15. Tümen ve 14. Süvari Tümenlerinden Albay Fahrettin (Altay) komutasında 5. Grup teşekkül ettirildi. 5. Süvari Grup Komutanı olarak Sakarya Meydan Muharebesi’ne katılmıştır. Bu sırada gösterdiği yararlıklardan dolayı 12 Eylül 1921'de Mirlivalığa (Tuğgeneral) terfi ettirildi. Bu durum Başkumandan Mustafa Kemal, Genelkurmay Başkanı Fevzi (Çakmak) ve Garp Cephesi Komutanı İsmet (İnönü) imzasıyla kendisine bildirilmiştir. Yazıda “muharebe meydanlarında sebk eden (geçen) fevkalade hizmet ve fedakârlığınızı takdiren rütbenizin mirlivalığa terfiini tebrik eder ve ordumuzun sizin gibi değerli kumandanları ile müftehir olacağını arz ve temin eyleriz” denilmektedir. Fahrettin Bey’in terfii, Batı Cephesi Komutanı İsmet imzasıyla 13. 9. 1337(1921) tarihli ordu günlük emri ile “Mangal Dağı’nın işgali ve düşmanın takibi sureti ile fevkalade hüsnü idare ve cesaret ibraz ettiklerinden rütbesinin Mirlivalığa terfi ettirildiği” şeklinde askeri birliklere bildirilmiştir. Süvari kolordu komutanı olarak Büyük Taarruz’a katılmıştır. İsmet İnönü hatıralarında 5.Süvari kolordusunun dört tümenden müteşekkil, her türlü silahı ve topu ile mükemmel bir kıta olduğunu; hatta bu kolordunun mükemmellik derecesini anlatmak için “Mohaç’tan sonra en büyük süvari kuvvetini ben kullanıyorum diye çalım satardım” diye yazmaktadır.

Ali İhsan Sabis’in I. Ordu Komutanlığı’ndan alınmasından sonra bir süre I. Ordu Komutan Vekili olmuş, 15 Mart 1922’de Konya’daki 5. Kolordu Komutanlığı’na tayin edilmiştir. 12 Eylül 1922'de de Korgeneralliğe terfi etmiştir. 31 Ekim 1924’te 2. Ordu Müfettişi (komutanı), 30 Ağustos 1926'da orgeneral, ardından 22 Kasım 1933’te de I. Ordu Komutanı olmuştur. 17 Aralık 1943’te Yüksek Askeri Şura üyeliğine atanmıştır. 14 Temmuz 1945 tarihinde de yaş haddinden emekliye ayrılmıştır. Askeri hayatında on yıl 2. Ordu, on yıl da 1. Ordu komutanlığı yapmıştır. 11 Temmuz 1945 tarih ve 19519 sayılı Cumhurbaşkanı İsmet İnönü imzalı kararname ile 14 Temmuz’dan geçerli olmak üzere emekliye sevk edilmiştir. Böylece toplam 48 sene 4 ay 12 gün fiili hizmetten sonra askerlikteki hizmeti sona ermiştir.

Katıldığı Savaşlar: Balkan Savaşları, 29.11.1912-29.09.1913; Birinci Dünya Savaşı, 29 Ekim 1914-31 Ekim 1918; İstiklâl Savaşı, 15 Mayıs 1919-23 Ağustos 1923. Bu görevlerinden dolayı harp zammı almıştır. Ayrıca 02 Ağustos 1909-16 Eylül 1909 tarihleri arasında Dersim’de görev yaptığından dolayı Kısmî Seferberlik Şark Mıntıka zammı da almıştır.

Nişan, Madalya ve Takdirnameleri: Alman İkinci Dereceden Krom Nişanı, Bronz ve Demir Salip Nişanı, Muharebe Gümüş İmtiyaz Madalyası, Avusturya Liyâkat-ı Askeriye Nişanı, Muharebe Altın Liyâkat Madalyası, Afganistan Nişanı, TBMM. tarafından da Kırmızı Yeşil Şeritli İstiklal Madalyası ve takdirname ile ödüllendirilmiştir.

Askerî görevleri sırasında aynı zamanda siyasî hayata da atılmıştır. 1. Dönem (1920-1923) Mersin milletvekilliği yapmıştır. 2. Dönem (1923-1927) İzmir milletvekili seçilmiştir. 30 Ekim 1924’te milletvekilliğinden istifa etmiştir. Atatürk’ün isteği ile siyaset yerine ordu komutanlığı görevinde kalmayı tercih etmiştir. Emekli olduktan sonra yeniden siyasete dönmüş ve 8. Dönem (1946-1950) Burdur milletvekilliğine seçilmiştir. 1950 yılında milletvekilliğinin sona ermesiyle aktif siyasetten çekilmiştir.

İstanbul Emirgân’daki evinde gece kalp yetmezliğinden 26 Ekim 1974 Cumartesi günü 94 yaşında vefat etmiştir. Cenazesi, Şişli Camii’nde 28 Ekim Pazartesi kılınan namazdan sonra askerî merasimle Aşiyan’daki aile mezarlığına defnedilmiştir. Yıllar sonra Aşiyan Mezarlığı’ndaki naşı 25 Ekim 1988’de Devlet Mezarlığı’na nakledilmiştir. Fahrettin Altay’ın ölümü üzerine Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk, Altay’ın ailesine bir başsağlığı mesajı göndermiştir. Cumhurbaşkanı Korutürk’ün mesajı şöyledir:

“Türk Ordusunun büyük komutanlarından Kurtuluş Savaşı’nın efsaneleşmiş kahramanlarından Orgeneral Fahrettin Altay’ın ismi tarihimizde, Türk Milletinin hafızasında, kalbi vatan ve memleket için çarpan örnek bir asker olarak daima yaşayacaktır. Tanrıdan kendisine rahmet diliyor, kederli ailesine en içten taziyelerimi sunuyorum.” Cumhurbaşkanını cenazede Başyaver Kur Alb. Hasan Sağlam temsil etmiştir. Cenaze merasimine, Cumhuriyet Senatosu Başkanı Tekin Arıburun, Millî Savunma Bakanı Hasan Işık, eski cumhurbaşkanlarından Celal Bayar, Cevdet Sunay, I. Ordu Komutanı Hüseyin Doğan Özgöçmen, İstanbul Valisi Namık Kemal Şentürk, Belediye Başkanı Ahmet İsvan, Harp Akademileri Komutanı Turgut Sunalp, İstanbul Garnizon Komutanı Korgeneral Selahattin Demircioğlu katılmıştır. Bunların dışında Genelkurmay Eski Başkanı Memduh Tağmaç, İstanbul Eski Valisi Fahrettin Kerim Gökay, yüksek rütbeli subaylar, Harp Gazileri Derneği üyeleri, ailesi ve kalabalık bir halk topluluğu da merasime katılanlar arasındadır. Fransızca ve Almanca bilmektedir.

I. Ordu Komutanı Orgeneral Hüseyin Doğan Özgöçmen, Fahrettin Altay Paşa’nın İstanbul’da 29 Ekim 1974’de yapılan cenaze merasiminde bir konuşma yapmıştır. Özgöçmen konuşmasında O’nun Mustafa Kemal Atatürk ile ilişkisini, şahsiyetini şöyle değerlendirmektedir: “Yüz yıla çok yaklaşık olan ve uzun sayılan ömrünü önce iki bölümde düşünmek, giderek ikinci bölümü de tekrar ikiye ayırarak mütalaa etmek sanırım ki hayli kolaylık sağlar. I. bölüm Atatürk’ü tanımadan öncesi, II. bölüm Atatürk’ü tanıdıktan sonra ve daha doğrusu anladıkça Atatürk ile dolan, aydınlığa kavuşan, inanç ve bilinçle bağlanan ve Altay’ı saygı dolu kişiliğe götüren dönem. Bu ikinci bölümü de tekrar iki kısımda incelemek mümkün ve uygun olur kanısındayım. İlki 10 Kasım 1938’e kadar sürdürülen ve karşılıklı ilgi, sevgi, saygı ile işlenen ve temelinde sınırsız güven unsuru bulunan gıpta, belki de zaman zaman hasret uyandıran devre. Atatürk devrinin ünlü Fahrettin Paşa’sı inkâr edilemez. Sonra da; 10 Kasım 1938’den 26 Ekim 1974’e kadar olan otuz altı yıllık hasret ve vefa dolu hazin, buruk bekleyiş dönemi. Her fırsatta kapısı çalınan, eşiği aşılan, saygı ile ziyaret edilen ve kendisi hayranlıkla ve istifade ile dinlenen silah arkadaşı. Yurt, millet ve Atatürk ilkeleri aşkını, bütün bir ömrü dolduracak kadar engin, iddialı ve üstün bir zekâyı ve hassas bir kalbi yeterince ve rahatlıkla meşgul edebilecek ölçüde güçlü ve manalı düşünenlerin, kabul edenlerin safında bulunan Sayın Altay. ”

Fahrettin Altay Paşa meslekî ve kültürel konularda bazı eserler de yazmıştır. Eserleri şunlardır:

a-On Yıl Savaş (1912-1922) ve Sonrası, İstanbul 1970.

b-İstiklâl Harbimizde Süvari Kolordusu, İnsel Kitabevi, (İlk Tabı 1925) (baskı tarihi yok), İstanbul.

c-I.Dünya Harbi’nde Cereyan Eden 3. Gazze Muharebesine Dair Verilen Konferans.

d-III. Gazze ve Kudüs Savaşları Hatıraları.

e- İmparatorluktan Cumhuriyete: Fahrettin Altay Paşa Anlatıyor: İmparatorluk, İttihat ve Terakki, Cumhuriyet “1902-1938 Üç Devrin Galerisi” (Hazırlayan: Taylan Sorgun), Kamer yayınları, İstanbul 1998.

f-Atatürk, Din ve Laiklik, “Dindar Atatürk”, Menteş Kitabevi, İstanbul 1968.

g-İslâm Dini, Ölçülü Yayınevi, İstanbul 1959.

h- “Türkiye İstiklâl Muharebatında Süvari Kolordusu’nun Harekatı, (yayınevi yok), Konya 1341(1925). /

Hamit PEHLİVANLI

KAYNAKÇA

SGK-ESA-Sosyal Güvenlik Kurumu-Emekli Sandığı Arşivi: Fahrettin Altay’ın AOO75925 Numaralı Şahsi Dosya Muhteviyatı.

Altay, Fahrettin; “Kemal Yeri”, Ülkü- Halkevleri Mecmuası-, 1.Cilt, Sayı:4 (Mayıs 1933), s.257-258, Ankara 1933.

Atatürk, Kemal, Nutuk,-İkinci Elli Bin- Türkiye’de Tab‘ ve Neşri Türk Tayyare Cemiyeti’ne Tevdi Edilmiştir, Ankara 1927.

Gazi Ahmed Muhtar Paşa, Takvimü’s-Sinîn (Hazırlayanlar: Yücel Dağlı- Hamit Pehlivanlı), Genelkurmay Başkanlığı Yayınları, Ankara 1993.

Görgülü, İsmet; On Yıllık Harbin Kadrosu (1912-1922), Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara 1993.

Işık, İhsan, Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi, I.cilt, Elvan yayınları, Genişletilmiş 3. Baskı, Ankara 2004.

İğdemir, Uluğ, “Ölümünün Birinci Yıldönümünde Orgeneral Fahrettin Altay’ı Anıyoruz”, Belleten, Cilt: XXXIX, Sayı: 153-156, Ankara 1975.

İnönü, İsmet; Hatıralar, 1. Kitap, Bilgi Yayınevi, İstanbul 1985.

İskora, Muharrem Mazlum; Harp Akademileri Tarihçesi (1846-1965), Genelkurmay Başkanlığı Yayınları, Ankara 1966.

Süslü, Azmi-Balcıoğlu, Mustafa; Atatürk’ün Silah Arkadaşları Atatürk Araştırma Merkezi Şeref Üyeleri, Ankara 1999.

Sorgun, Taylan, İmparatorluktan Cumhuriyete (Fahrettin Altay Paşa Anlatıyor), Bilge Karınca Yayınları, İstanbul 2003.

Toker, Hülya-Aslan, Nurcan; Birinci Dünya Savaşı’na Katılan Alay ve Daha Üst Kademedeki Komutanların Biyografileri, III. Cilt, Genelkurmay Başkanlığı Yayınları, Ankara 2009.

Tuğlacı, Pars, Çağdaş Türkiye I, Cem Yayınları, İstanbul 1987.

Türk İstiklâl Harbi’ne Katılan Tümen ve Daha Üst Kademelerdeki Komutanların Biyografileri, Genelkurmay Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2010.

Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi, Anadolu Yayıncılık, İstanbul 1983.

Türkiye Ansiklopedisi, 1.Cilt, Kaynak Yayınları, İstanbul 1974.

TBMM Albümü -1920-1950- 1.Cilt:1920-1950, Ankara 2010.

Dünya, 27 Ekim1974 Pazar.

Cumhuriyet, 27 Ekim 1974 Pazar, Yıl:51, sayı:18046, 18047, 18048.

Fethi Bey



Fethi Bey (Ali Fethi Okyar) (1880 - 1943)

Son Osmanlı Mebusan Meclisi'nde İstanbul Milletvekili seçildi. 1920'de TBMM'ne katıldı. 1920 - 1921 yıllarında Meclis İkinci Başkanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Hükümet Başkanlığı yaptı. Cumhuriyetin ilanından sonra dört ay başbakanlık yaptı. 1925 - 1930 yılları arasında Paris'te büyükelçi olarak bulundu. 1930'da Serbest Cumhuriyet Fırkası'nı kurdu. Londra büyükelçiliği ve Adalet bakanlığı yaptı

Fevzi Paşa



Fevzi Paşa (Çakmak) (Mareşal) (1876 - 1950)

27 Nisan 1920'de Ankara'ya geldi. Kurtuluş Savaşı sırasında Milli Savunma Bakanlığı, Bakanlar Kurulu ve Genelkurmay başkanlığı yaptı. Büyük Zafer'den sonra mareşalliğe yükseltildi. TBMM'nin II. Döneminde Kozan milletvekilliği ve Genelkurmay Başkanlığı görevlerinde bulunduğu sırada, milletvekilliği görevinden ayrılarak Genelkurmay Başkanlığını yürüttü. 1944 yılında emekli oluncaya kadar bu görevinde kaldı. Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin Mustafa Kemal Paşa'dan sonra ikinci mareşalidir.

Franklin Bouillion



Franklin Bouillion (Franklen Buyon) (1870 - 1939)

Fransa Dışişleri Bakanlığı özel temsilcisi olarak 1921 - 1922 yıllarında Türkiye'ye geldi. Mustafa Kemal Paşa ile Fransa adına görüşmelerde bulundu. Ankara Antlaşması ile Mudanya Ateşkes Antlaşmasında etkin ve yapıcı rol oynadı.

Hacı Şükrü Bey



Hacı Şükrü Bey (Altındağ) (1883 - 1935)

57. Tümende komutanlık yaptı. TBMM'nin I. Döneminde Diyarbakır milletvekilliği yaptı.

Hacim Bey



Hacim Bey (Hacim Muhittin Çarıklı) (1881 - 1965)

İzmir'in Yunanlılar tarafında işgal edilmesi üzerine Balıkesir Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nde görev aldı. Son Osmanlı Mebusan Meclisi'nde milletvekili seçildi. İstanbul'un işgali üzerine Ankara'ya geçti. TBMM'nin I. ve II. Döneminde Balıkesir, III. Döneminde ise Giresun milletvekilliği yaptı. Olağanüstü yetki ve milletvekilliği göreviyle Bursa valiliğine atandı. İstiklal Mahkemesi başkanlığı da yaptı.

Hakkı Behiç Bey



Hakkı Behiç Bey (Behiç) (1886 - 1943)

TBMM'nin I. Döneminde Denizli milletvekilliği yaptı. İçişleri ve Maliye Bakanlıkları görevlerinde bulundu. Yeşilordu'da Genel Yazmanlık yaptı.

Halide Edip



Halide Edip (Adıvar) (1882 - 1964)

Halide Edip Adıvar, 1882 yılında İstanbul’da doğdu. Babası Ceyb-i Hümayun başkâtibi Selânikli Mehmet Edip Bey, annesi Bedrifâm Hanım’dır. Annesini çok küçük yaşta kaybeden Halide Edip çocukluğunu daha çok anneannesinin evinde geçirdi ve ilk terbiyesini orada aldı. Babasının evlenmesi üzerine onun yanına taşınan Halide Edip, orada Amerikan Koleji’ne gitti. Ayrıca devrin tanınmış şahsiyetleri olan Rıza Tevfik’ten Türk Edebiyatı ve felsefe, Salih Zeki’den matematik, Şükrü Efendi’den de Arapça dersleri aldı. Rıza Tevfik onun mistik temayüllerini geliştirirken Salih Zeki de ona pozitif ilim düşüncesini aşıladı.

1901 yılında koleji bitirdi ve aynı yıl hocası Salih Zeki ile evlendi. Bu evliliğinden iki oğlu oldu. 1908 yılında Meşrutiyetin ilanından sonra yazı hayatına başladı. İlk yazılarını “Halide Salih” imzasıyla yazdı. Yazdığı yazılar sebebiyle 31 Mart Vak’asını takiben çocuklarıyla birlikte Mısır’a kaçtı. Birkaç hafta Mısır’da kaldıktan sonra İngiltere’ye giden Halide Edip, 1909’da olayların yatışması sebebiyle yurda döndü ve Dârülmuallimât’ta pedagoji öğretmenliğine tayin edildi. 1911’de Salih Zeki’nin ikinci defa evlenmesi üzerine ondan ayrıldı. Bu tarihten itibaren yazılarında “Halide Edip” imzasını kullandı. İlk dönemlerdeki yazılarında daha çok kadın ve çocuk eğitimi üzerinde duran Halide Edip, kadınların toplum hayatına katılması ve eğitilmesi için Teâli-i Nisvân Cemiyeti’ni kurdu. 1912’de faaliyete geçen Türk Ocağı’nda da görev aldı. Balkan Savaşı sırasında Teâli-i Nisvân Cemiyeti’nin kurduğu hastanede hemşirelik ve hastabakıcılık yaptı. Öğretmenlik ve müfettişlik çalışmalarına Cemal Paşa’nın kendisini davet ettiği Suriye’de de devam etti. 1917’de Suriye’deyken daha önce okuldan tanıdığı ve aile doktorluklarını da yapmış olan Doktor Adnan Adıvar ile evlendi. 1918’de Darülfünûn Edebiyat Fakültesi’ne Garp Edebiyatı hocası olarak girdi.

Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Türk milletinin çektiği acılara rağmen ruhen ayakta olduğunu göstermesi için Wilson Prensipleri’ni savunanların teşkilatlanması gerektiğini ileri sürdü. 1918 yılında kuruculuğunu Halide Edip ve Ahmet Emin (Yalman) ve Yunus Nadi gibi aydınların öncülük yaptığı, kısa ömürlü fakat etkisi fazla olan Wilson Prensipleri Cemiyeti kuruldu.

Halide Edip, 15 Mayıs 1919’da İzmir’in işgal edilmesinin ardından düzenlenen Fatih, Kadıköy ve Sultanahmet mitinglerinde ateşli konuşmalar yaptı. Bu mitingler içerisinde Millî Mücadele ve Halide Edip açısından en önemlisi Sultanahmet Mitingi’dir. Sultanahmet Mitingi’ndeki konuşmasıyla Halide Edip, adeta efsaneleşti. 16 Mayıs 1919’da Anadolu’ya hareket eden Mustafa Kemal, Amasya Tamimi’ni yayımladıktan sonra bazı aydınlara, artık İstanbul’un Ankara’ya tabi olmasının gerektiğini bildiren ve yapılması gerekenleri anlatan bir mektup gönderdi. Mustafa Kemal’in mektup yazdığı kişilerden biri de Halide Edip’ti.

Bu yıllarda Anadolu’ya gizlice silah kaçırma işinde de görev alan Halide Edip, İstanbul’un işgalinden hemen sonra eşi ve birçok aydınla birlikte Ankara’ya gitti. Halide Edip ve ekibinin geldiği treni istasyonda karşılayanlar arasında Mustafa Kemal de vardı. Daha önce Mustafa Kemal’i asker üniformasıyla uzaktan bir kere gören Halide Edip, Mustafa Kemal’le orada tanıştı. Bu karşılaşmadan sonra Halide Edip Ankara’da bulunduğu süre içinde Mustafa Kemal’le görüşen onunla fikir alışverişi yapan aydınlar arasında yer aldı. Halide Edip’in Mustafa Kemal’le olan bu beraberliği, onun bundan sonraki eserlerinin ana konusunu oluşturdu.

Ankara’da gerekli haberleri temin edip Anadolu Ajansı’nın kurulmasında rol oynayan Halide Edip, Hâkimiyet-i Millîye gazetesi için de haber sağladı. O yıllarda Ankara’da İngilizce okuyan ve konuşan nadir insanlardan biri olduğu için Atatürk’ün yakınındaki bir kişi olarak Ankara’ya gelen her yabancı gazeteci ve siyasetçiye rehberlik edip çevirmenlik yaptı.

1921 yılının Mayıs ayı sonlarında Eskişehir'e hasta bakıcı olarak gitti. Savaş sürecinde cephelerde, Kızılay hastanelerinde görev yapan Halide Edip, Yunanlıların ülkeden çekilirken yaptıkları hasarı tespit için kurulan Tedkik-i Mezâlim komisyonunda Yakup Kadri Karaosmanoğlu ve Yusuf Akçura ile de çalıştı. Millî Mücadele sırasında ordudaki çalışmalarından dolayı kendisine önce onbaşılık sonrada çavuşluk rütbeleri verildi. Halide Edip hayatı boyunca “onbaşılık” rütbesiyle iftihar etmiştir.

1922’de savaşın sona ermesinden sonra Adnan Adıvar, İstanbul Hariciye Vekâleti Mümessili olarak görevlendirilince İstanbul’a döndüler. Halide Edip İstanbul’da Akşam, Vakit, İkdam gazetelerinde yazılar yazdı. Dr. Adnan Adıvar 1924’ten itibaren Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurucuları arasında yer aldı. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın muhalefette yer alması Halide Edip hakkında basında aleyhte çeşitli yazılar yazılmasına neden oldu. Millî Mücadele’den sonra Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın İsmet Paşa (İnönü) hükümetince kapatılması ve Mustafa Kemal ile aralarında çıkan siyasi ihtilaflar üzerine 1924 yılı sonlarında Halide Edip, eşi ile birlikte Türkiye’den ayrıldı.

Halide Edip, 1924’ten 1939’a kadar -1935’teki kısa ziyareti dışında- yurt dışında kaldı. Eşiyle birlikte önce Paris’e sonra Londra’ya giden Halide Edip, demokrasi ve hürriyetin bulunduğu bir yer olarak gördüğü İngiltere’de verimli bir çalışma içine girdi. Orada konferanslar verip yazılar yazan Halide Edip, yurt dışında Türkiye’nin temsilcilerinden biri olarak görüldü.

1928 yılında Williamstown’da Political Institute’un düzenlediği konferansa davet edildiği için Amerika’ya gitti. Bu konferansta açılış konuşması yapan Halide Edip, Political Institute’ye davet edilen ilk kadındır.

Halide Edip, Hindistan’da kurulacak olan bir Müslüman Üniversitesi’nin temellerini atacak bir kampanyaya katılmak üzere 1935 yılı başında, Hindistan’a gitti. Hindistan’daki konferansları ona geniş çaplı bir şöhret kazandırdı.

Halide Edip, yurt dışında olduğu süre içerisinde memlekette zaman zaman aleyhinde yazılar yazılmıştır. Bu yazılardan biri de Nutuk’un yayınlanmasından sonra onun Times gazetesine gönderdiği bir mektup üzerinedir. Bu mektubunda, Nutuk’ta Wilson Prensipleri Cemiyeti’ne atıf yapıldığını fakat bu cemiyetin çok kısa ömürlü olduğunu, Erzurum Kongresi’ndeki maddelerden birine göre Mustafa Kemal’in de mandacı olmasa bile mandacılığın karşısında olmadığını belirtir. Ona göre Rauf Bey ve Refet Paşa’da mandacı olmadıkları halde Nutuk’ta mandacı gibi gösterilmişlerdir. Dr. Adnan Bey de, 1928 yılında The Daily Telegraph gazetesine gönderdiği bir yazıda, Mustafa Kemal’den “Türk diktatörü” olarak bahsetmiştir. Halide Edib’in kendisinin de bu dönemde yapılan inkılapları benimsemediği ve eleştiren yazılar yazdığı ve Mustafa Kemal Atatürk’ü diktatör olarak nitelendirdiği bilinmektedir. Mustafa Kemal Paşa’nın yanındaki arkadaşları Paşa’nın bu yazılara ehemmiyet vermediğini ifade ederler.

Halide Edip, Atatürk’ün ölümünden sonra 1939 yılında yurda döndü. 1940’ta İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde İngiliz Dili ve Edebiyatı Kürsüsü’nü kurmakla görevlendirildi. 1950’ye kadar bu kürsüde profesörlük yaptı. 1950-1954 yılları arasında Demokrat Parti listesinden bağımsız İzmir milletvekili oldu. 1954’te siyasetten ayrılarak üniversitedeki görevine döndü. 1955’te eşi Adnan Adıvar’ı kaybetmesi onu çok sarstı. Ömrünün bundan sonraki kısmında hastalıklarıyla uğraşan Halide Edip 9 Ocak 1964’te İstanbul’da hayatını kaybetti. Merkezefendi Mezarlığı’na gömüldü.

Banu ALTINOVA

KAYNAKÇA

Nazan Bekiroğlu, Halide Edip Adıvar, İstanbul 1999, Bilal N. Şimşir, Atatürk’ün Büyük Söylevi Üzerine Belgeler, Ankara 1991, Ayşe Atalay, Kurtuluş Savaşı Siyasal Akımları İçinde Halide Edip’in Yeri, (Yayımlanmamış Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü), İstanbul 1991, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, C. 1, s. 376-377, Yahya Kemal, Siyasi ve Edebi Portreler, İstanbul 1986, İnci Enginün, Halide Edib Adıvar, Ankara 1989, Baha Dürder, Halide Edip: Hayatı ve Sanatı, İstanbul 1940, H. Uğur Barlas, Halide Edip Adıvar, İstanbul 1963, Hilmi Yücebaş, Bütün Cepheleriyle Halide Edip, İstanbul 1964; Muzaffer Uyguner, Halide Edip, İstanbul 1968, H. C. Armstrong, Bozkurt, İstanbul 1997, Halide Edip Adıvar, Mor Salkımlı Ev, İstanbul 2004, Halide Edip Adıvar, Türkün Ateşle İmtihanı, İstanbul 2007,

Hamdullah Suphi Bey



Hamdullah Suphi Bey (Tanrıöver) (1885 - 1966)

1885 yılında İstanbul-Aksaray’da Suphi Paşa Konağı’nda doğdu. İlk Maarif Nazırı Abdüllatif Sami Paşa’nın torunu, altıncı Maarif Nazırı Abdüllatif Suphi Paşa’nın oğludur. Amcası Samipaşazâde Sezaî Bey de dönemin ünlü edebiyatçıları arasındadır. İlk öğrenimini Kısıklı, Altuni-zade ve Numûne-i Terakkî mekteplerinde yaptı. 1904’te Galatasaray Lisesinden mezun oldu. 1905’te Reji İdaresinde görev aldı. 1907’de Defter-i Hâkânî Yazı İşleri Kalemine geçti. 1908’de Ayasofya Rüştiyesinde Fransızca ve Medenî Bilgiler dersi vermeye başladı. Güzel konuşma ve yazma alanında kendisini geliştirdi. Bu dönemde yazdığı şiirlerini Şurâ-yı Ümmet, Servet-i Fünûn, Resimli Kitap, Musavver Muhit, Resimli Roman gibi gazete ve dergilerde yayımladı. Fecr-i Âti topluluğu içinde yer aldığı Meşrutiyet yıllarında, Davul adlı mizah gazetesinin başyazarlığını yaptı. 25 Mart 1912’de resmen kurulan Türk Ocaklarının tüm ülkede örgütlenmesinde etkin rol oynadı. Ocakların I. Kurultayı’nda (28 Kasım–5 Aralık 1913) başkanlığa seçildi. Ocakları, “Türkün gören gözü, duyan kulağı, uyanık vicdanı” olarak tanımladı. “Aziz Ocaklı’ya” nutku ile üyelerine ulaşacakları hedefi gösterdi. Ocakların “çarpan kalbi” oldu. 1913’ten itibaren Darülfünûn Edebiyat Fakültesinde Türk Edebiyatı, Eğitim Bilimi ve Estetik (Hikmet-i Bedâyi) derslerini verdi. Aynı yılın Ağustos ayında Trakya ve Edirne’nin Osmanlı egemenliği altında kalmasını istemek ve Bulgar zulmünü Avrupa’ya anlatmak üzere oluşturulan kurul üyeliğine seçildi; Viyana, Roma, Paris ve Londra’ya gitti. 1917’de Ayşe Saide Hanım ile evlendi. 1918 yılında Bahriye Nazırı Cemal Paşa tarafından verilen iki aylık balayı iznini kullanmak için gittiği Almanya’da, savaş nedeniyle yollar kapandığı için, on bir ay kaldı. I. Dünya Savaşı sonunda ülkeye döndü. İzmir’in işgalinin ardından, 30 Mayıs 1919 ve 13 Ocak 1920’de Sultanahmet’te yapılan mitinglerde halkı birlik olmaya çağırdı. Bağımsızlık isteğini vurguladı. İstanbul, Edirne ve İzmir’in çoğunluğu Türk ve Müslüman olan doğu ve güneydoğu illerinin Türkiye’den ayrılamayacağını belirtti. Coşku ve heyecan dolu bu nutuklar nedeniyle İngilizlerin suikast girişimi ile yüz yüze geldiyse de yılmadı, ulusal direnişin oluşturulması için mücadelesini sürdürdü. Osmanlı Meclis-i Mebusanının son dönemi için yapılan seçimlere Millî Türk Fırkası listesinden girdi. Saruhan ve Antalya’dan milletvekili seçildi. Antalya’yı tercih etti. Mecliste yaptığı konuşmalarla dikkatleri millî mücadele üzerine çekti. 22 Ocak 1920’de “Anadolu’da vatan müdafaası için ortaya çıkmış olan Kuva-yı Milliye’yi tanıdığımızı, millî hareketi tasvip ettiğimizi ve bu harekete istinat etmekte olduğumuzu dünyaya karşı ilan edelim.” diyerek Anadolu’daki soylu direnişin desteklenmesini savundu. Mustafa Kemal Paşa’yı “çoban yıldızı”na benzetti. İngiliz basınında “Asya Kundakçıları” diye nitelenen Türk Ocaklarının İstanbul merkezinin 9 Mart 1920’de İngilizlerce basılması üzerine aynı gün Mustafa Kemal Paşa’ya çektiği telgrafla işgal haberini verdi. Ondan işgalin İtilaf Devletleri nezdinde protesto edilmesi yanıtını aldı. İstanbul’un işgalinin ardından İngilizlerin tutuklayacakları millîciler arasında yer aldığı için Anadolu’ya geçmeye karar verdi. 17 Mart’ta İstanbul’dan ayrıldı. “Ahmet Kemal” takma adı ile 8 Nisan 1920’de Ankara’ya geldi. Mustafa Kemal Paşa ile ilk karşılaşmasında “bir dosta kavuştuğu” izlenimini edindi. Mustafa Kemal de onu Anadolu’da görmekten duyduğu mutluluğu dile getirdi. Hakimiyet-i Milliye gazetesinde millî mücadeleyi savunan yazılar kaleme aldı. 23 Nisan 1920’de açılan TBMM’ye Antalya’dan milletvekili olarak katıldı. 25 Nisan’da Mustafa Kemal Paşa’nın başkanlığında oluşturulan geçici İcra Encümeninde yer aldı. Bu görevini 3 Mayıs 1920’de İcra Vekilleri Heyeti’nin oluşturulmasına kadar sürdürdü. 1 Mayıs’ta Meclis’in amacını halka ve İslam dünyasına açıklamak üzere bir bildiri yayımlanması önerisi TBMM’de kabul edildi. İstanbul I. Divan-ı Harbi Örfisinin “Kuva-yı Milliye namı altında çıkan fitne ve fesadın” hazırlayıcı ve teşvikçilerinden olduğu gerekçesi ile 6 Haziran 1920’de gıyabında verdiği idam kararı 15 Haziran’da Padişah tarafından onandı. 7 Haziran 1920’de kurulan Matbuat ve İstihbarat Umum Müdürlüğüne atandı. 19 Ağustos’ta bu görevinden ayrıldı. 16 Aralık 1920’de Maarif Vekilliği’ne seçildi. 12 Kasım 1921’e kadar sürdürdüğü bu görevi sırasında hangi dinden olursa olsun bütün çocuklar için tek tip okullar açılmasını savundu. “Anadolu mücadelesinin mühim bir sahifesi” olarak nitelediği ve Meclis kürsüsünden okuduğu Mehmet Akif (Ersoy)’e ait şiirin “İstiklal Marşı” olarak benimsenmesinde etkin rol oynadı. Şiir, Genel Kurul’da görüşülerek 12 Mart 1921’de kabul edildi. 15 Temmuz 1921’de Ankara’da kadın ve erkek yaklaşık iki yüz elli öğretmenin katıldığı Maarif Kongresi’ni topladı. Kongrede, yeni Türkiye Devleti’nin millî eğitim ilkelerinin saptanmasını sağladı. Türk ordusunun; İnönü önlerinde kazandığı ikinci zaferin ardından, Mustafa Kemal Paşa’nın isteği üzerine İsmet Paşa’ya çekilen telgrafı kaleme aldı. TBMM Ordularının Sakarya’nın doğusuna çekildiği bunalımlı günlerde, Meclis’te “…Reisimizin bir defa yanılmamış olan muhakemesini, zekâsını ve iradesini Türk vatanı lehine terazinin gözüne koymak zamanı gelmiştir…” diyerek Mustafa Kemal Paşa’nın başkomutanlığını destekledi. Ülkenin işgalden arındırılması üzerine oluşturulan Tahkik-i Mezalim Heyetinde yer aldı. Bu görevi sırasında Kız Muallim Mektebinde gizlice topladığı kadınlara çalışmalarının zorunluluğunu öğütledi. Büyük zaferin ardından Türk Ocaklarının yeniden örgütlenmesine hız verdi. II. Dönem TBMM’ye İstanbul milletvekili olarak katıldı. 4 Mart 1925’te ikinci kez Millî Eğitim Bakanlığı’na seçildi. 20 Aralık 1925’e kadar sürdürdüğü bu görevinde Türkiye’de müzeciliğin gelişmesi için çaba sarf etti. Ankara Etnografya Müzesinin temellerinin atılmasını sağladı. III. Dönemde İstanbul’dan milletvekili seçildi. 10 Nisan 1931’de toplanan kurultayda Türk Ocaklarının kapatılmasına karar verilmesi onu derinden etkiledi. 4 Mayıs 1931’de yapılan IV. Dönem seçimlerine katılmadı. 12 Haziran 1931’de Bükreş’e Birinci Sınıf Elçi olarak atandı. 28 Haziran’da Büyükelçiliğe yükseltildi. 8 Ağustos 1931’da bu sıfatla Romanya Kralı’na yeni güven mektubunu sundu. 1934 tarihli Soyadı Kanunu ile Atatürk tarafından kendisine “Tanrıöver” soyadı verilen Hamdullah Suphi, büyükelçilik görevi süresince Dobruca köylerinde yaşayan Gagauz Türkleri ile ilgilendi. Onlar için Türkçe öğreten okullar açılmasını, kimi öğrencilerin eğitimlerini Türkiye’de sürdürmelerini sağladı. Balkan ve I. Dünya Savaşı’nda Romanya topraklarında şehit düşen 2174 şehit için Bükreş’te bir Türk Mezarlığı yaptırdı. II. Dünya Savaşı yıllarında Türkiye ile Romanya arasındaki ilişkilerin gelişmesinde ve Türkiye’nin savaşa girmeme politikasının uygulanmasında bürokrat olarak başarılı hizmetlerde bulundu. Bükreş Üniversitesi Senatosu’nca kendisine fahrî doktorluk unvanı verildi. 13 yılı bulan büyükelçilik görevinden 5 Aralık 1944’te ayrılarak İstanbul’a döndü. 1945 yılında yapılan ara seçimde İçel’den aday gösterilerek milletvekili seçildi. 1946 seçimlerinde İstanbul’dan milletvekili oldu. 1947 yılı yazında ABD Hükûmeti’nin çağrılısı olarak konferanslar vermek üzere Amerika’ya gitti. Eisenhower ile yaptığı görüşmede kendisine yöneltilen “Türkiye bir Sovyet saldırısı karşısında ne yapmayı düşünüyor?” sorusuna “Türkiye’nin bir Rus saldırısına uğraması hâlinde Amerika ne yapmayı düşünür?” sorusu ile yanıt verdi. İktidar Partisinin 17 Kasım-4 Aralık 1947 tarihleri arasında yapılan 7. CHP Kurultayı’nda Halkevleri’nin “Türk milliyetçiliğinin Ocağı” yapılması önerisi, “laiklik” maddeleri görüşülürken yaptığı açıklamalar, Türk büyüklerinin türbelerinin açılması ve Türk gençliğine partiler üstü kaynaştırıcı bir milliyet duygusunun verilebilmesi için Halkevleri’nin ve Halkodaları’nın tüzüklerinde değişiklik yapılması isteği bazı milletvekillerinin tepkisine yol açtı. Bu gelişmeler üzerine parti ile bağlarını kopardı. Türk Ocaklarını yeniden açmak için yaptığı çalışmalara hız verdi. 10 Mayıs 1949’da yaşamının sonuna dek başkanlığını yürüteceği Türk Ocaklarını yeniden canlandırdı. 1950 seçimlerinde Manisa’dan bağımsız milletvekili seçildi. X. Dönemde yerini korudu. 1957’de Siyasal hayattan çekildi. 10 Haziran 1966’da 81 yaşında öldü. Meclis kürsüsünde yaptığı ateşli konuşmaları, basında yer alan coşkun yazıları, vekilliği döneminde attığı cesur adımları ve ismi ile özdeşleşen, Türk Ocaklarındaki özverili çalışmaları ile Atatürk İhtilâli’nin önde gelen isimlerinden olan Hamdullah Suphi Tanrıöver, Atatürk’ün “en güzel eserini” şöyle tanımladı: “Yaratmaya davetli olduğu en mübarek eser, yarın kalbi müsterih olarak, kurtardığı vatanı ve yaptığı muhteşem inkılâbı ellerine emanet edebileceği gençliktir…”

Eserleri: Tanrıöver, Hamdullah Suphi. Dağ Yolu, I. Kitap, Ankara: Türk Ocakları Hars Heyeti Yayını, 1928., Dağ Yolu, II. Kitap, Ankara: Türk Ocakları Hars Heyeti Yayını, 1931, Günebakan, Ankara, 1929, Dağyolu ve Günebakan’dan Seçmeler, (Haz. M. Necati Sepetçioğlu), İstanbul: MEB Yayınları, 1971.

Şaduman HALICI

KAYNAKÇA

Türkiye Büyük Millet Meclisi Albümü 1920–1991, Ankara: TBMM Basımevi, 1994. Atatürk Devri Fikir Hayatı, (Haz: M. Kaplan, İ. Enginün, Z. Kerman, N. Birinci, A. Uçman), C. I, Ankara: Kültür Bakanlığı Yayınları, 1992. Baydar, Mustafa. Hamdullah Suphi Tarıöver ve Anıları, İstanbul: Menteş Kitabevi, 1968. Çaltık, Arzu. Hamdullah Suphi Tanrıöver’in Türk Milliyetçiliği Tarihindeki Yeri, Hacettepe Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Enstitüsü, Şubat 1997 (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi). Çoker, Fahri. Türk Parlamento Tarihi-Millî Mücadele ve TBMM I. Dönem 1919–1923, C. III, Ankara: TBMM Basımevi, 1995. Dağıstanlı, Adil. “Hamdullah Suphi’nin Romanya Büyükelçiliği ve Gagauz Türkleri”, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, S. 54, C. XVII, Kasım 2002. Halıcı, Şaduman. “Türk Ocaklarının Yeniden Açılışı ve Hamdullah Suphi Tanrıöver’in Beyannamesi”, Türk Dünyası Araştırmaları, S. 172, Ocak-Şubat 2008, s. 7–20. Sarıhan, Zeki. Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C. I, II, III, IV, Ankara: TTK Yayınları, 1993, 1994, 1995, 1996. Sarınay, Yusuf. Türk Milliyetçiliğinin Tarihi Gelişimi ve Türk Ocakları 1912–1931, İstanbul: Ötüken Yayınları, 1994. Serarslan, Halim. Hamdullah Suphi Tanrıöver, Ankara: Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yayınları, 1995. Teve­toğlu, Fethi. Hamdullah Suphi Tanrıöver, Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, 1986. Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi, (Haz. İhsan Işık), Ankara: Elvan Yayınları, 2004, s. 1707. Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi, C. 8, İstanbul: Dergâh Yayınları, 1998, s. 232–233. Türk Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi, (Haz. İhsan Işık), C. 8, Ankara: Elvan Yayınları, 2006, s. 3417–3420. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Kuruluşundan Günümüze Hükûmetler, Ankara: T.C. Başbakanlık Personel ve Prensipler Genel Müdürlüğü Yayınları, 1998. Üstel, Füsun. İmparatorluktan Ulus-Devlete Türk Milliyetçiliği: Türk Ocakları (1912–1931), İstanbul: İletişim Yayınları, 1997.

Harbourd



Harbourd (Harbord) (Tümgeneral) (1885 - 1947)

Amerikan generali. Özellikle Doğu Anadolu'da incelemeler yapmak üzere oluşturulan kurulun başkanı olarak Türkiye'ye geldi. 20 Eylül 1919'da Sivas'ta Mustafa Kemal Paşa ile üç saat süren bir görüşme yaptı. Türkiye hakkındaki görüşlerini bir raporla Amerikan Kongresi'ne sundu. Türkiye ve Türkler hakkında olumlu düşüncelerle Türkiye'den ayrıldı.

Harrington



Harrington (1872 - 1840)

İngiliz generali. 1918 - 1923 yılları arasında İngiliz İşgal Kuvvetleri komutanı olarak İstanbul'da bulundu. Mudanya Ateşkes Antlaşması görüşmelerine İngiltere adına katıldı.

Hüsrev Bey



Hüsrev Bey (Gerede) (1888 - 1962)

Asker ve devlet adamı, Hüsrev Gerede 12 Mart 1886’da Edirne, Karaağaç’ta doğdu. Hersekli Ferik (Korgeneral) Mehmet Ali Paşa’nın oğludur. İlk ve orta öğrenimini tamamladıktan sonra,1905’te Harb Okulunu, 1908’de Erkân-ı Harbiye Mektebini bitirdi ve II. Ordu emrine verildi. Adana Olayları’nın bastırılmasında görev aldı. Balkan Savaşı’nda 7. Tümen kurmay başkanlığı görevinde bulundu. 1913’te Trakya sınırını belirleyen komisyondaki görevinden sonra Atina büyükelçiliğine askeri ateşe olarak atandı. I. Dünya Savaşı yıllarında 1914–17 arasında Doğu Cephesi’nde Kafkas Orduları harekat şube müdürlüğü yaptı. Savaşın sonunda Trabzon’da toplanan Kafkas Sulh Komisyonu’nda görevlendirildi. Erzurum’da Kazım Karabekir komutasındaki 15. Kolordu’da kurmay başkanı olarak bulundu. Son Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda Trabzon mebusu olarak Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ni temsil etti. Mustafa Kemal Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı sırasında yakın çalışma arkadaşı oldu. 1919’da Mustafa Kemal ile birlikte Samsun’a çıkanlar arasında yer aldı ve onun karargâhında istihbarat ve siyasi şube müdürlüğünü üstlendi. Erzurum ve Sivas Kongreleri’ne katıldı. Heyet-i Temsiliye başkâtibi oldu. TBMM’nin açılışına Trabzon mebusu olarak katıldı. Milli Savunma ve Dışişleri komisyonlarında çalıştı. Bolu ve Çevresi genel müfettişiliği (komutanlığını) üstlendi. Nisan-Mayıs 1920’de Gerede’de çıkan ayaklanmanın bastırılmasındaki başarıları nedeniyle, Atatürk kendisine daha sonra Gerede soyadını verdi. Bir süre Ankara’da mevki komutanlığı yaptı.

1921’de Londra’ya gönderilen TBMM delegasyonunda yer aldı. Meclis’te 20’si gizli oturumlarda olmak üzere 66 konuşma yaptı. 1924’te askerlikten ayrılan Hüsrev Bey İkinci Dönem (1923–27) Urfa ve Beşinci Dönem (1935-39) Sivas Milletvekili olarak TBMM’de görev aldı. 1936’da Tokyo Büyükelçiliğine atanması sebebiyle milletvekilliğinden ayrıldı. 1939’da Berlin Büyükelçisi oldu. 1942’de Merkezde Büyükelçi olarak görev yaptı. Daha sonra Budapeşte, Sofya, Tahran, Tokyo ve Rio de Janerio Büyükelçiliğine atandı. 1949’da yaş sınırından emekliye ayrıldı. 22 Mart 1962’de İstanbul’da vefat etti ve Edirnekapı Şehitliğine gömüldü. Evli ve iki çocuk sahibi olan Hüsrev Bey Fransızca ve Almanca biliyordu. Türk-Nippon Dostluluğunun Sonsuz Hatırası Ertuğrul, 1937, Siyasi Hatıralarım I, İran, 1952, Mübarek Ertuğrul Şehitlerimiz ve Muhteşem Anıtları, 1956, gibi eserleri vardır.

Oğuz AYTEPE

KAYNAKÇA

ÇOKER, Fahri, Türk Parlamento Tarihi, Milli Mücadele ve TBMM I. Dönem, C III, 1919-1923.

Hüsrev Gerede’nin Anıları, Haz. Sami Önal, Mart Matbaası, İstanbul 2002.

TEVETOĞLU, Fethi, Atatürk’le Samsun’a Çıkanlar, Atatürk ve Çevresi Yayınları, Ankara 1971.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Arşivi, Hüsrev Gerede’nin Tercüme-i Hâl Kağıdı, 414.

İsmet Paşa



İsmet Paşa (İnönü) (24 Eylül 1884- 25 Aralık 1973)

Mustafa İsmet İnönü 24 Eylül 1884 yılında İzmir’de doğdu. Babası Hacı Reşit Malatyalı, annesi Cevriye, bugün Bulgaristan sınırları içinde olan, Deliormanlı idi. İlk ve orta öğrenimini Sivas’ta tamamlayıp 1897’de girdiği Mühendishane Askeri Lisesini tamamlayıp, 1901 yılında Topçu subayı yetiştiren bir okul olan Mühendishane-i Berri-i Hümayun’a kaydoldu.. 1903’te bu okulu Topçu teğmeni olarak bitirdi. 1906’da Harp Akademisinden birincilikle mezun oldu ve kurmay yüzbaşı rütbesiyle Edirne’deki 2. Orduda görev aldı. 1909 yılında başlayan 31 Mart ayaklanmasını bastırmak için gelen Hareket ordusunda görevliydi. 1911-1912 yıllarında Yemen isyanının bastırılmasında görev aldı. I. Dünya Savaşı’nda Kafkas cephesinde 2. Ordu’da görevlendirildi. Suriye cephesinde de savaştı. 1916 yılında Mevhibe Hanımla evlendi. 3 çocuğu oldu. 1918’de Harbiye Nezaretinde Müsteşarlığa atandı. Kurtuluş Savaşı’nda, Ankara’ya gelerek mücadeleye katıldı ve TBMM’de Edirne milletvekili oldu. Bakan oldu. Milletvekilliği ve bakanlığı da uhdesine alarak Batı Cephesi komutanlığına getirildi. Birinci ve İkinci İnönü Muharebelerini kazandı. Birinci İnönü savaşı sonunda tuğgeneral oldu. Afyon, Kütahya,Eskişehir savaşlarıyla Sakarya ve Büyük Taarruz’da da çok önemli görevler üstlendi. Savaş sonrası Mudanya Mütarekesi’nde Türk delegasyonuna başkanlık etti. 2 Kasım 1922’de Dışişleri Bakanı oldu. 22 Kasım 1922’de toplanan Lozan Barış Konferansı görüşmelerinde Heyet Başkanı olarak Türkiye’yi temsil etti. 24 Temmuz 1923’te Lozan Antlaşmasını imzaladı. Ekim 1923 - Kasım 1924 ve Mart 1925 - Kasım 1937 arasında Başbakanlık görevini yürüttü. Kasım 1923’te Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) başkan vekili oldu; Kasım 1938’den Kasım 1972’ye kadar bu partinin başkanlığını yaptı. Atatürk’ün 10 Kasım 1938 yılında vefatından sonra Cumhurbaşkanı seçildi ve Mayıs 1950’ye kadar bu görevde kaldı. 1938 yılı Aralık ayında CHP’nin “Değişmez Genel Başkanı” seçildi ve kendisine “Milli Şef” sıfatı verildi. Mayıs 1946’da “Milli Şef” ve “Değişmez Genel Başkanlık” ünvanını bıraktı. II. Dünya Savaşı sırasında savaş dışı kalarak Türkiye’yi savaşın yıkımlarının dışında tutmayı başardı. Kasım 1961 - Şubat 1965 arasında tekrar Başbakanlık yaptı. 1972 yılında Parti Genel Başkanlığı ve Milletvekilliğinden istifa etti. Ölümüne kadar Cumhuriyet Senatosu tabii üyeliği görevini sürdürdü. 23 Aralık 1973 tarihinde vefat etti. Devlet Töreni ile Anıtkabir’de toprağa verildi.

İnönü, 1919-1922 Kurtuluş Savaşı’nda, 29 Ekim 1923’te Cumhuriyet’in ilanında ve Cumhuriyet devrimlerin hayata geçirilmesinde Atatürk’ün sağ kolu olarak çalıştı. Daha sonra devrimlerin kurumsallaştırılmasında, çok partili hayata geçişte (1945) ve 1950-1971 döneminde rejimin otoriter bir siyasal sisteme sürüklenmesinin önlenmesinde yaşamsal bir rol oynadı.

İnönü’nün kişilik özellikleri, siyasi düşüncelerini ve siyasi üslubunu büyük ölçüde şekillendirmiştir. İnönü yaşamı boyunca her gün yeni bir şey öğrenmek istedi. Harp Akademisi’nde iken, müfredatta bulunan Fransızca’ya ek olarak Almanca öğrenmek için özel ders aldı. Bulgarlar ile bir sınır meselesini görüşmek için görevlendirilince hemen Bulgarca’yı sökmeye çalıştı. 1918 Mondros Mütarekesi’nden sonra İngilizce öğrenmeye başladı. Özellikle 1937’de başbakanlıktan ayrılınca İngilizce’sini ilerletti. Sekseniki yaşına geldiğinde yüzme stilini geliştirmeye karar verdi. 1968 yılında, “Eksiğimi bilirim. Yenilenirim. Her zaman yeni şey öğrenirim” demişti.

Önemli kararlarını, ilgili konuyu ayrıntılı bir biçimde araştırmaksızın vermedi. Sebatkârdı. İyi bir gözlemci idi.

Mükemmeliyetçiliği İnönü’yü, sorumluluk bilinci yüksek bir kişi haline getirmişti. Efsanevi bir özdisipline sahipti. Başlanan işlerin peşini bırakmaz, ciddi bir kararlılık gösterirdi. Latin harflerinin kabulünden sonra asla bir daha Arap harfleri ile yazmadı.

Özgüveni dolayısıyla her zaman sükûnetini koruyabildi. Sağlam özgüveni dolayısıyla alçak gönüllü idi. Cumhurbaşkanlığı sırasında, ünlü İngiliz tarihçi Arnold Toynbee’nin kendisi hakkında bir kitap yazma isteğine kayıtsız kaldı.

Mükemmeliyetçiliğinin bir diğer sonucu, uzmanlığa verdiği değerdi. Bir defasında, çeşitli eksikliklerine rağmen iktidarı elinde tutan kişilerin ülkeye en çok zarar veren kesimi oluşturduğunu belirtmişti.

İnönü, kendisinin de yanılabileceğini söyler, ancak geçmiş deneyimlerinden daima ders çıkardığı için aynı hatayı ikinci defa yapmamaya çalışırdı. Hayatı, hep bir sınavlar dizisi olarak gördü. Lozan Antlaşması’nın imzalanmasından sonra gazetecilere, “İşte görüyorsunuz, mektepte imtihanı verdik, çıkıyoruz” demişti.

İnönü, Yemen’de genç bir subay iken oradaki Osmanlı komutanı Ahmet İzzet Paşa’nın bazı fikirlerine karşı çıkmıştı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, Türkiye henüz Kuzey Atlantik Paktı’na (NATO) katılmadan önce Sovyetler Birliği’nin toprak ve üs taleplerini geri çevirmişti.

İnönü, Cumhuriyet’in ilan edilmesinden sonra, Atatürk ile birlikte devletin ve toplumun Batılı bir çizgide yeniden inşa edilmesine çalıştı.1925 yılında Şeyh Sait isyanı çıktığında, hükümete olağanüstü yetkiler tanıyan Takrir-i Sükûn Kanunu’nu çıkararak isyanı o günün koşulları içinde kısa bir sürede bastırdı. “Devlet eşkıyaya ödün vermez” sözü, o dönemden itibaren Türkiye’nin siyasal söyleminde yerini aldı.

Gerektiğinde sert tedbirler almaktan çekinmeyen İnönü diktatör değildi. Kendi çıkarları doğrultusunda keyfi politikalar uygulamadı. Kurtuluş Savaşı sırasında kumandanlarına, uygulanacak idam kararlarının mahkemelerce alınıp alınmadığını hep sordu. Basın özgürlüğüne ve üniversite özerkliğine taraftar idi. Basından öğreneceği çok şey olduğunu düşünürdü. Üniversite özerkliğini sınırlama girişimlerine karşı çıktı.

İnönü siyasal hayatında, daima yaşadığı an ile meşgul oldu. Bu nedenle muhaliflerine kin beslemedi. 1920’lerde devrimlerin yapılış şekline karşı çıkmış olan Kâzım Karabekir ve Ali Fuat Cebesoy gibi Cumhuriyetin ilk yıllarının önemli paşalarının ve siyaset adamlarının 1940’ta siyasete geri dönmelerine öncülük etti. 1960 askeri müdahalesinden sonra hapis cezasına çarptırılmış olan Celal Bayar’ın affında rol oynadı. 1960 askeri müdahalesini takiben üniversiteleri ile ilişiği kesilen 147 öğretim üyesinin üniversitelerine dönmesini sağladı. İnönü, siyasal hayatta ve toplumda uyumun egemen olmasını istiyordu.

İnönü, her zaman deneyimlerinin süzgecinden geçmiş ve öğrendiklerinin ürünü olan siyasi görüşlerini hayata geçirmeye çalışırdı. Ancak, kendisine duyulan güven azalırsa sorumlu mevkileri başkalarına bırakmaya hazırdı. 1945 yılında çok partili hayatı başlattı. Her zaman seçim sonuçlarına saygı duydu. 1950’li yıllarda Parti Genel Sekreteri Kasım Gülek ile aralarında görüş ayrılıkları vardı, fakat “parti delegelerinin oyları ile genel sekreter seçildiği” için Gülek’i görevinden ayrılmaya zorlamadı. 1972 yılında, CHP Kurultayı kendisi yerine Bülent Ecevit’i parti başkanlığına getirince, ertesi gün devam eden Kurultay’da ayağa kalkarak ve önünü ilikleyerek Ecevit’i karşıladı.

İnönü’ye göre, toplumun genel çıkarlarının özel çıkarlara önceliği vardı. Bu nedenle sağduyulu yönetime önem verirdi. 1950’li yıllarda Demokrat Parti Hükümetlerinde başbakanlık yapmış olan Adnan Menderes, “Memleketi alâkadar eden öyle meseleler olur ki yine memleketin âli [yüksek] menfaati namına kendi kabine arkadaşlarıma dahi anlatamam. Bu gibi incelikleri memlekette anlayabilecek tek adam İsmet Paşa’dır” demişti.

İnönü’ye göre devlet ulusal birliği temsil ediyordu. Ulusal birlik söz konusu olduğunda, değil kişisel çıkarlar parti çıkarı dahi gözetilemezdi. İnönü, seçimlerde nispi temsil taraftarı idi, çünkü bu seçim sisteminin siyasi uzlaşmayı güçlendireceğini düşünüyordu. Halkın da oy verirken sorumluluk sahibi olarak hareket etmesini istiyordu. Bir konuşmasında halka, “Bir vatandaş, bütün vatanın [mukadderatı] üzerinde kendi şahsı için alakadar oluyormuş gibi alâkadar olmak zorundadır. Siz Cumhuriyet vatandaşları... vatanın bütün işlerinden mesul olacaklar kendinizsiniz” diye seslenmişti.

İnönü’ye göre Cumhuriyet, güçlü, kararlı ve ciddi bir devlet tarafından korunabilirdi. Güçlü devlet, dar çıkarlar peşinde koşan grupların baskısına boyun eğmeyen devletti. Kararlı devlet, zor dönemlerde kararsızlık ve zafiyet göstermeyen devletti. Ciddi devlet güvenilir bir devletti. Bu devlet, hukukun üstünlüğünü sağlayan ve ülkenin güvenliği ile ilgili hususları ve uluslararası ilişkileri kısa vadeli çıkarlar için kullanmayan devletti. Ciddi devlet taraftarı olduğu için, siyasetçileri tutamayacakları sözleri vermemeleri için uyarırdı. Ciddi devlet ayrıca, uzmanlığı ön planda tutan devletti.

İnönü’ye göre demokrasi de önemliydi. İnönü 1939 yılında, amacının yeni kuşaklara “ilerici bir rejim” bırakmak olduğunu ifade etti. 1945 yılında, “Tek eksiğimiz, hükümet partisinin karşısında bir muhalefet partisinin bulunmamasıdır” dedi. 1950 yılında, başında bulunduğu CHP seçimleri kaybettiği zaman bu yenilgisinin kendisinin en büyük zaferi olduğunu ifade etti.

1945 yılında, halkın henüz demokrasiye hazır olmadığını düşünüyordu. Yine de çok partili siyasal hayatı başlattı. Çünkü İnönü’ye göre, (1) modernleşmek demokrasi ile mümkündü; kaldı ki farklı fikirlerin çatışması daha iyi politikaların yapılmasını sağlayacaktı; (2) tek partili rejimde yönetenler, kamu bürokrasisinin isabetsiz uygulamalarından haberdar olamıyordu; (3) kendisinden sonra CHP’nin başına geçebilecek kimseler ülkeyi keyfi bir şekilde idare edebilirlerdi; ve (4) çok partili hayata geçildikten sonra tek parti dönemine yöneltilecek eleştileri ancak kendisi göğüsleyebilirdi.

İnönü, bazı çevreler tarafından benimsenmiş bulunan, “halk anlamaz” yaklaşımına karşı çıktı. İnönü Cumhuriyet ile demokrasi arasında herhangi bir uyuşmazlık görmedi; “Her ikisini de başaracağız” dedi.

İnönü’ye göre demokrasi, fikirlerin ve politikaların çatışması idi. Taraflar, halkı kendi görüşlerinin doğruluğuna ikna etmek durumunda idiler. Yukarıda ifade edildiği gibi, düşüncelerin çatışması daha isabetli politikaların ortaya çıkmasına yol açacaktı. 1937 yılında, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki (TBMM) bir tartışma sırasında, “Hepimiz aynı tarafta bulunmamıza, ulusal meseleler konusunda aynı ideallere ve ülkülere bağlı olmamıza rağmen, ülkemizi savunmaya çabalarken birbirimizi eleştirmekten ve fikirlerimizi ifade etmekten kaçınmıyoruz [ki doğrusu da budur]” demişti. Bu nedenle ulusal koalisyonlara sıcak bakmadı. Yine aynı nedenle, statik değil dinamik kamu yararının gerçekleşmesini istiyordu. Diğer bir deyişle, kamu yararının yer ve zamana göre değişebileceğini, her somut meselede tartışılarak ve karşılıklı ikna yoluyla en doğru hâl çaresinin bulunmasına taraftar idi. Bunun mümkün olduğunu düşünüyordu; çünkü sadece kendisinin değil başkalarının da sağduyu sahibi olduğuna inanıyordu.

İnönü TBMM’de de siyasi partilerin birbirlerinin görüşlerinden yararlanmasını isterdi. Nitekim kendisi, Meclis’te uzun süre görüşmeleri takip ederdi. Bu konu ile ilgili olarak, politikacıların körü körüne bazı düşüncelere saplanıp kalmalarını onaylamazdı; çünkü bu durumda başkalarından bir şey öğrenmek imkansız olurdu.

İnönü, güçlü, kararlı ve ciddi devleti savunduğu için hiziplerin cirit atmadığı siyasal partileri hizipler ile bölünmüş partilere ve kuvvetler birliğini kuvvetler ayrılığına tercih etti. İnönü ayrıca, demokrasinin uygulamaya ilişkin kuralları üzerinde bir görüş birliğine varılmasını ve böylece bir siyasal rejim olarak demokrasinin değil, somut politikaların tartışılmasını istiyordu.

Kurtuluş savaşı ile ülkenin kurtarılması, laik Cumhuriyetin temellerinin atılması ve Batılılaşma yolunda yol kat edilmeye başlanması Atatürk’ün eseridir. Bu çabalarında Atatürk’ün en önemli yardımcısı İnönü olmuştur.

Zaman zaman bazı konularda birbirlerinden değişik düşünmelerine rağmen Atatürk, İnönü’nün düşüncelerine genelde büyük önem verdi ve O’na güvendi. Gerek Kurtuluş savaşında gerekse daha sonra siyasi hayatta en önemli görevleri İnönü’ye verdi. Kurtuluş Savaşı başlayınca Atatürk, o zaman daha albay olan İnönü’yü Erkan-ı Harbiye reisliğine [Genelkurmay Başkanlığına] atadı. İnönü’den Lozan Barış görüşmelerini yürütmesini istedi. Çetin geçen Lozan Barış görüşmelerinde de İnönü, Atatürk’ün desteğini daima arkasında buldu.

Şubat 1925’de Şeyh Said isyanı çıktığında Atatürk İnönü’yü başbakanlığa getirdi. Yıllar geçtikçe hükümet işlerinin yürütülmesini hemen tamamen İnönü’ye bıraktı.

İnönü, Atatürk’e büyük saygı duyar, ülkeyi kurtaran ve çağdaş uygarlık düzeyine yükseltmeye çalışan Atatürk’e, “Büyük Atatürk” diye atıfta bulunurdu. Bir defasında, “Ben Atatürk değilim. Atatürk’ten beklediklerinizi benden bekleyemezsiniz” demişti.

İnönü Atatürk’e olan saygısını her zaman sürdürmüştür. Başbakanlıktan ayrıldıktan sonra bir gün İnönü Ankara’da bir futbol maçını izlemek üzere stadyuma gitmiş ve halkın sıcak ilgisi ile karşılaşmıştı. İnönü’nü karşıtları bu olayı İnönü’nün Atatürk ile rekabete giriştiği şekilde yorumlayınca, İnönü CHP Meclis Grubunda söz alarak, Atatürk’ün her zaman kendisinin “velinimeti” olduğunu, bu nedenle kendisinin Atatürk’e karşı nezaketsiz bir hareketinin söz konusu olamayacağını ifade etmişti. Atatürk ve İnönü daima iyi ilişkiler içinde olmuşlardır. Aksini ima eden yorumlar isabetli değildir.

İnönü’nün Atatürk’e duyduğu büyük hayranlığın nedenleri arasında, Atatürk’ün, “Halkı bir araya getirmiş olması”, ve Ayasofya Kilisesi’ni bir camiye değil, bir müzeye dönüştürmesi de vardı. Birinci Dünya savaşı sırasında Atatürk ve İnönü Suriye cephesinde oldukları sırada, Atatürk hakkında ne düşündüğü sorulduğunda, kısaca “Korkmuyor” diye cevap vermişti. Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkmasından 20 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışına kadar Atatürk, halkı büyük bir ideale inandırmak için bitmek tükenmek bilmeyen çabanın parlak bir örneğini vermişti. Bu husus da İnönü’yü çok olumlu etkilemiştir. İnönü, Atatürk’ün “deneyici, gerçekçi” yaklaşımını da her zaman onaylamıştı. Nitekim, Mart 1920’de Atatürk O’nu Ankara’ya çağırınca, İnönü vedalaşmak için o sırada dışarıda olan babasının eve gelmesini dahi beklemeden, kendisini almaya gelen subaylarla beraber derhal yola çıkmıştı.

1930’lardan itibaren İnönü demokrasiye geçilmesi taraftarı olmuştu. Atatürk ise bu konuda acele edilirse devrimlerin tehlikeye gireceğini düşünüyordu. İnönü Atatürk’e, ikisi de hayatta iken daha açık bir rejime geçilirse ikisinin birlikte devrimlere karşı oluşabilecek tehlikeleri daha kolayca göğüsleyebileceklerini ifade ediyordu.

İnönü’nün Atatürk ile ayrıldığı noktalar oldu. Yaptığının ülke için en iyisi olduğu düşündüğünde, İnönü Atatürk’le çatışmaktan çekinmedi. Başbakanlığı sırasında zaman zaman bakanlarını Atatürk’e karşı hararetle savundu; bu arada bakanlarının istifaya zorlanmaması gerektiğini ifade etti. İnönü, Nuri Conker, Salih Bozok gibi Atatürk’ün yakın çevresini oluşturan ve devlet meselelerinin konuşulduğu Çankaya’daki akşam yemeklerinin daimi müdavimi olan bu zevatın devlet işlerine karışmamasını talep etmiştir.

İnönü, 20 Eylül 1937’de başbakanlık görevinden ayrıldı. O yıllarda, İnönü ekonomide devletçi politika taraftarı idi. İktisat Bakanı Celal Bayar ise özel sektörün ekonomik hayatta daha fazla rol oynamasını istiyordu. Atatürk, bu konuda Bayar’a arka çıktı. Daha sonra da İnönü’nün “bir süre istirahat etmesini” önerdi. Diğer bir deyişle, İnönü’nün başbakanlıktan ayrılması Atatürk ile kişisel çekişmelerinin sonucu değil, takip edilen politikalar ile ilgili bazı görüş ayrılıklarının sonucu idi.

Uzun bir süre birlikte çalışan cumhurbaşkanı ile başbakan arasında zaman zaman özellikle ekonomik görüş ayrılıklarından kaynaklanan bazı sıkıntılar olmuştur. 1937'de Atatürk'ün görevden aldığı İnönü'nün yerine Celal Bayar'ın getirilmesi Devletçilik politikalarının liberal ekonomiyle yumuşatılması düşüncesinin bir sonucudur. Celal Bayar'ın başarılı İş Bankası girişimi Atatürk'ün serbest ekonomiye olan güvenini her geçen gün arttırmıştır. Ayrıca Atatürk'ün hükümet içerisindeki bazı bakanları başbakana sormadan değiştirmesi, görevden alma olayından az öncesine kadar Atatürk ile İnönü arasında sert tartışmalara yol açmıştır. Son zamanlardaki bir diğer anlaşmazlık konusu ise Atatürk'ün 1937'de hızlandırdığı aktif Hatay politikasına İnönü'nün daha pasif ve daha ihtiyatlı yaklaşma düşüncesidir. Hatay meselesindeki tutumu yüzünden Atatürk'ün hükümeti eleştirdiği biliniyor.

Atatürk ile İnönü'nün birbirine karşı sertleşmesinde bir başka önemli etken de Atatürk etrafında son yıllarda İnönü'ye karşı olanların oluşturmaya başladığı bir grubun varlığıdır. Bu grup sürekli olarak İsmet Paşa aleyhinde bulunmuş ve onun görevden alınmasında etkili olmuştur. Gazi Orman Çiftliğindeki bira fabrikası da tartışmanın bir başka konusudur. İnönü bazı yasal ve etik sebeplerden dolayı bira fabrikasının devrini uygun görmüyordu. O sırada Orman Çiftliği’ndeki bira fabrikasının genişletilmesi ile ilgili çalışmalar İnönü’nün de bilgisi dâhilinde başlanmıştı. Ancak yapılmış olan büyük yatırımlar sebebiyle borçlar da çoğalmıştı. Atatürk çiftliğin, genişletilmesine devam etmek şartıyla, bir millî müessese olarak hükümete devrine razı olmuştu. Oysa çiftliğin devlet idaresine bırakıldığından itibaren, yönetimi değişmemiş olmasına rağmen Çiftliğin ihmal edildiği fikri Atatürk’te yerleşmişti. Bunu kabul ettiği için pişman olduğunu belirten sözler söylüyordu. Bir anlaşmazlık konusu da buydu.

İnönü’nün hükümetten ayrılması, Atatürk ile İnönü’nün arasını bozmadı. Atatürk bir keresinde, “Çankaya’da rahat ediyorsam, İsmet sayesindedir” demiş, daha sonra da “Kendi rahatımı kendim bozdum; başıma başvekillik icad ettim demişti.” Atatürk, hastalığı sırasında kendisine bakması için İstanbul’a gelen bir doktoru o sırada rahatsız olan İnönü’yü de muayene etmesi için Ankara’ya göndermişti.

İnönü de, Atatürk’ün 1938 yılında vefatından sonra Atatürk’ün devrimlerini büyük bir titizlikle korumaya çalıştı. Devrimler tehlikeye girdiği zaman herkese, “Atatürk’ün inkılaplarının mesnedini [dayandığı temeli] ve felsefesini” anlatmaya çalıştı.

İnönü, demokrasilerde dahi özel çıkarların öne çıkarılmasına kuşku ile yaklaşırdı. Yine de İnönü’nün demokrasi anlayışının pek çok demokrat boyutu bulunmaktaydı.

Siyasal hayatta, gerektiğinde otoriter önlemler almasına rağmen, demokrasinin güçlü bir taraftarı ve dolayısıyla koruyucusu oldu. Halkın aklıselimine inandı. Siyasal hayata müdahale eden ordunun bir an evvel kışlasına dönmesine çalıştı ve bu çabalarında başarılı oldu. Son yıllarında, demokrasi anlayışının liberal demokrasiye bir hayli yaklaştığı söylenebilir.

İnönü’nün demokrasi projesi, pek çok siyaset insanı için bir muamma olarak kaldı. İnönü’den sonra, demokrasinin uygulamaya ilişkin kuralları sık sık değiştirilmeye çalışıldı. Siyaset, genellikle statik bir kamu yararı düşüncesi ile yürütüldü. Siyasetçiler bir taraftan popülist politikalar benimsediler ve bilerek veya bilmeyerek, orduyu tahrik ettiler. Çoğu kez, güçlü, kararlı ve ciddi devlet kavramı unutuldu. Siyaset kişisel çıkarlar etrafında döndü.

İnönü, önce Cumhuriyet devrimlerini kurumsallaştırma, sonra çok partili hayata geçme ve daha sonra da demokrasiyi koruma çabalarını genellikle yalnız başına sürdürdü.

Metin HEPER

KAYNAKÇA

Aydemir, Şevket, İkinci Adam, Üç Kitap. İstanbul: Remzi Kitabevi, 1966, 1968, 1968.

Bilsel, Cemil, İsmet İnönü: Büyük Devlet Reisi, İstanbul: Kenan Basımevi, 1939.

Derin, Haldun, Çankaya Özel Kalemini Hatırlarken, 1933-195, İstanbul: Yurt Yayınları, 1995.

Erden, Ali Fuat, İsmet İnönü, İstanbul: Burhanettin Erenler Matbaası, 1952.

Heper, Metin, İsmet İnönü. Yeni Bir Yorum Denemesi, çev. Sermet Yalçın. İstanbul: İş Bankası Kültür Yayınları, 2008.

[İnönü, İsmet], İsmet Paşa’nın Siyasi ve İçtimai Nutukları, 1920-1933, Ankara Başvekalet Matbaası, 1933.

_____ İsmet İnönü Diyor Ki. Nutuk. Hitabe, Beyanat Hasbihaller, Der. Prof. Dr. Herbert Melzig. İstanbul: Ülkü Basımevi, 1944.

_____ Milli Şef’in Söylev, Demeç ve Mesajları, 1938-1945, der. Kemal Kop, Ankara: Akay Kitabevi, 1945.

_____ İnönü’nü Söylev ve Demeçleri, T.B. M. Meclisinde ve Kurultaylarda, 1919-1946. İstanbul: Milli Eğitim Basımevi, 1946.

_____ Muhalefette İsmet İnönü, 1950-1956. Konuşmaları, Demeçleri, Mesajları, Sohbetleri ve Yazıları ile. der. Sabahat Erdemir. İstanbul: Sıralar Matbaası, 1956.

_____ Muhalefette İsmet İnönü, 1956-1959. Konuşmaları, Demeçleri, Mesajları, Sohbetleri ve Yazıları ile, der. Sabahat Erdemir. İstanbul: Ekicigil Matbaası, 1959.

_____ Muhalefette İsmet İnönü, 1956-1959. Konuşmaları, Demeçleri, Mesajları, Sohbetleri ve Yazıları ile, Der. Sabahat Erdemir. İstanbul: Ekicigil Matbaası, 1959.

_____ Muhalefette İsmet İnönü, 1956-1959. Konuşmaları, Demeçleri, Mesajları, Sohbetleri ve Yazıları ile, Der. Sabahat Erdemir. İstanbul: Ekicigil Matbaası, 1962.

_____ İhtilalden Sonra İsmet İnönü, 27 Mayıs 1960-10 Kasım 1961, der. Sabahat Toktamış. İstanbul: Ekicigil Matbaası, 1962

_____ İnönü Atatürk’ü Anlatıyor, der. Abdi İpekçi. İstanbul: Cem Yayınevi, 1976.

_____ İsmet İnönü: Hatıralar. Birinci Kitap. İkinci Kitap Üçüncü kitap, der. Sabahattin Selek. Ankara: Bilgi Yayınevi, 1985, 1987.

_____ Baba İnönü’den Erdal İnönü’ye Mektuplar, der. Sevgi Özel. Ankara: Bilgi Yayınevi, 1988.

_____ İsmet İnönü’nün TBMM’deki Konuşmaları, 1920-1973, Üç Kitap. der. Ali Rıza Cihan. Ankara: TBMM Basımevi, 1992, 1993, 1993.

_____ Televizyona Anlattıklarım, der. Nazmi Kal. Ankara: Bilgi Yayınevi, 1993.

Melzig, İsmet İnönü: Millet ve İnsaniyet, İstanbul: Ahmet Sait Matbaası, 1943.

Şapolyo, Enver Behnan, İnönü. Ankara: Çocuk Esirgeme Kurumu, 1945.

Toker, Metin, Demokrasimizin İsmet Paşa’lı Yılları, Yedi Kitap. Ankara: Bilgi Yayınevi, 1990-1993.

Tökin, İsmail Hüsrev, İsmet İnönü: Şahsiyeti ve Ülküsü, Ankara: Ülkü Basımevi, 1946.

İzzettin Bey



İzzettin Bey (Çalışlar) (1882 - 1951)

1920 yılında Anadolu'ya geçti. Batı Cephesinde yapılan bütün savaşlara katıldı. I. Grup ve I. Kolordu komutanlıkları yaptı. TBMM'nin II. Döneminde Aydın milletvekilliği yaptı. 1924 yılında milletvekilliğinden ayrılarak ordudaki görevine döndü.

Kara Vasıf Bey



Kara Vasıf Bey (1872 - 1931)

Anadolu'ya insan ve silah kaçıran "Karakol Cemiyeti"nin kurucularındandır. Sivas Kongresi'ne katıldı. Temsilciler Kuruluna seçildi. Son İstanbul Mebusan Meclisi'nde Sivas milletvekili seçildi. İstanbul'un işgali üzerine İngilizler tarafından Malta Adası'na sürgün edildi. Ekim 1921'de Ankara'ya döndü. TBMM'nin I. Döneminde Sivas milletvekilliği yaptı. Terakkiperver Cumhuriyet Partisi'ne girdi. Bir süre bu partinin Genel Sekreterliğini yaptı.

Kâzım Dirik



Kazım Bey (Dirik) (Korgeneral) (1881 - 1941)

Ordu Müfettişliği Kurmay Başkanı olarak Atatürk'le Samsun'a çıkan subaylar arasındaydı. 1921'de Ulusal Direnişe katılmak için görev isteğinde bulunması üzerine Ankara'ya çağrıldı. Milli Savunma Bakanlığı emrine alınarak Batı Cephesi Komutanlığı'nda görevlendirildi. II. Tümen Komutanlığı, Bitlis Vali Vekilliği, İzmir Valiliği ve Trakya Umumi Müfettişliği yaptı.

Kâzım Karabekir



Kâzım Karabekir Paşa (Korgeneral) (1882 - 1948)

Kazım Karabekir, 1882 yılında İstanbul’da doğdu. Kökeni, Karaman’a yakın Kâzım Karabekir İlçesine bağlı Gafriyat Köyünde yerleşik eski bir Selçuklu ailesidir. Babası Mehmet Emin Paşa, Silistre, Kırım ve Sivastopol harplerinde büyük yararlılıklar göstermiş bir komutandır. Babası görevli olarak Mekke’de bulunduğu sıralarda 11 yaşında iken, İstanbul’a gönderilmiş ve Zeyrek’ ilk okulunda eğitime başlamıştır. Fatih Askerî Rüştiyesini ve Kuleli Askeri Lisesini üstün derecelerle bitirmiştir. Harp Okuluna geçmiş, bu okuldan devre birincisi olarak mezun olmuştur. Çalışkanlığı nedeni ile okulda kalması istenmişse de, o kıtayı tercih etmiş, ilk görev yeri olan Manastır’daki Topçu Piyade Bölük Komutanlığında teğmen rütbesiyle atanmıştır. Stajını tamamladıktan sonra, Manastır mıntıkası Kurmay başkanlığı görevini üslenmiştir. Bu sırada isyan eden Rum ve Bulgar çeteleriyle müteaddit defalar çarpışmış ve emrindeki birliklerle isyancıları etkisiz hâle getirmiş ve kolağası rütbesine yükseltilmiştir. Manastır’da; Osmanlı Hürriyet Cemiyetini kurmuştur. Bu görevi sürdürürken, Harp Okuluna taktik öğretmenliğine getirilmiş, 1908 Meşrutiyet ilanını takiben Edirne’de ki 3. fırka Kurmay Başkanlığına atanmıştır. Bu sırada patlak veren 31 Mart ayaklanmasında, Harekat Ordusunun ‘Mürettep İkinci Fırka Kurmay Başkanlığı’ görevine atanmış, Edirne’den İstanbul’a isyancıları bastırmak için geldiğinde, Taşkışla ve Taksim kışlalarını kontrol altına alınmasını sağlamış, ayaklanmanın bastırılmasında önemli rol üstlenmiştir. O sırada çıkan Arnavutluk ayaklanmasını bastırmak için gönderilmiştir. Osmanlı Ordusu, kaynayan balkanlarda, isyan eden Bulgarlar, Yunanlılar, Karadağlılar ile uğraşırken, Trablus garp’a çıkarma yapan İtalyanlarla savaşa girilmiştir. Balkan Harbinin başlaması üzerine İstanbul’a getirilmiştir. Edirne Kalesinin savunmasındaki başarısından dolayı madalya ile taltif edilmiştir. Balkan harbi sonunda, Avrupa başkentlerine gönderilmiş, oradaki eğitim sistemlerini ve orduların durumunu incelemiş ve edindiği bilgi ve görgü ileride kendisine son derece yararlı olmuştur. Birinci Dünya Harbinin ayak sesleri işitilirken, o ülkemizin harbe girmesini istemiyor önlenmesi için akıllı ve cesur önerilerde bulunuyordu. Paris’te tetkikleri sırasında 1. dünya harbi patlamış ve gezisini keserek ülkeye dönmüştür. Enver Paşa’ya harbe girilmemesi konusunda öneri ve telkinlerde bulunmuş ve ısrarla fikrini savunmuştur; ancak sözünü dinletememiştir. Ülkemiz hazırlıksız olarak Almanların yanında 1. dünya harbine katılmıştır. Dünya harbinin başlamasıyla 1915 yılının 6. ayında “Birinci Kuvve-i Seferiye”nin komutanlığına atandı ve İran harekatında görevlendirildi. Bu görev için, birliği ile birlikte Halep’e ulaştığı sırada, Sarıkamış faciası yaşandı. İstanbul’a çağrılan Karabekir, İstanbul Kartal’daki 14 Tümen komutanı olarak, Gelibolu’ya gönderildi. Çanakkale Harplerinde üstün başarı elde etti. Fransızlara karşı açılan cephede üç buçuk ay amansız bir mücadele sürdürdü. Fransız birliklerine kök söktürdü. Devletin Salib Nişanı ile ödüllendirildi. Çanakkale’deki taarruz savaşları, yerini “Siper muharebelerine” bırakmasıyla, savaşın kaderi belli olacağı anlaşıldı. Üç yıl terfi zammı alarak Galiçya Cephesine gönderildi. İyi Almanca bildiği için, o cephenin komutanı Alman Mareşal’i Von Der Golza Paşanın Kurmay Başkanlığına atandı. Bu arada Alman Demir Salib’ini aldı; ancak Alman Mareşal’in Irak’ta İngilizlerle savaşan 6. Ordu Komutanı olarak atanmasıyla, Kâzım Karabekir de birlikte Bağdat’a atandırıldı. Bu cephede İngilizlere karşı altı ay süreyle savaştı. İngilizleri yenerek büyük başarı kazandı. Başarılarından ötürü, ikinci kez ‘Alman demir Salip Nişanı’ aldı. Tümen komutanı makamında bulunan Karabekir, başarılarından ve sevki idaresinden dolayı ayrıca “Muharebe Gümüş İmtiyaz Madalyasıyla” da taltif edildi. İlaveten, iki yıllık seferi kıdem zammı da aldı. Bağdat’tan, Kafkas cephesi 2. kolordu Komutanlığına atandı. Lice’de bulunan Kolordunun başına getirildi. Kolordu Karargahı Silvan’da bulunmaktaydı. Van gölü güney batısı, Bitlis, Muş, Murat çayı, Palu’nun doğusuna kadar bölgeyi koruma görevi ile sorumlu tutulmuştu; ancak o sırada Erzincan ve Erzurum’un düşman işgalinden kurtarılması aciliyet kazandı. Çünkü Rusya’da çıkan 1917 ihtilali nedeniyle, Rus askerinin geri çekilmesi ve Ermeni kuvvetlerinin başına buyruk kalışı, dolayısıyla, bölge halkına fütursuzca yaptıkları vahşiyane zulüm ve katliamlarını önlemek amacıyla, girişilecek bir savaş için, iyi bir komutana ihtiyaç duyulmuştu. Karargahı, Suşehri’nde konuşlandırılmış olan ordu Komu-tanı Vehip Paşa, iyi bir kumandan olarak tanıdığı Karabekir’i teklifen kendi emri altında olan 1. Kafkas Kolordusu Komu-tanlığına atandırılmasını sağlamıştır. Karabekir’in Silvan’dan Refahiye’de bulunan kolorduya katılması, kızaklarla iki aya yakın süren bir yolculuktan sonra mümkün olmuştur. Birliğine katılan Karabekir ilk iş olarak askerin durumunu incelemiş, 7000 kat elbise, giyecek, teçhizat ve pek çok yiyecek temini sağlayarak eratı harp yapabilecek konuma getirmiştir. Erata topluca yaptığı duygulu bir konuşmada, o kadar etkili olmuştur ki erler komutanlarının sözleri karşısında ağlaşmışlardır. Allah bize bu komutanı gönderdi diye dua etmişlerdir. Günlerden beri zor durumda olan birlikler donatılmış ve büyük bir moral gücüne kavuşmuşlardır. Karabekir 12 Şubat 1918 günü iki kol halinde, biri Refahiye’den Çardaklı yolu ile, diğeri Kemah Boğazından ovanın güneyini takiben, Erzincan’a doğru ilerlemeye başlamış, yarım metreyi geçen kar tabakasına karşın yürüyüşünü sürdürmüş, Dersim yöresinden gelen Binbaşı Halit’in birlikleri ve beraberindeki milis kuvvetlerinin katılımı ile öğleden sonra, Erzincan ele geçirildi. Ermenilerin kaçış yolları arkadan kesilerek birçoğu saf dışı bırakıldı. Böylece Erzincan halkı daha fazla zulüm çekmekten kurtarılmış oldu. Erzincan’ın kurtarılışı sonunda, Ordu Komutanı Vehip Paşa Erzincan’a gelmiş ve halka hitaben yaptığı konuşmada; “Erzincan ve havalisinin, pek çabuk bir vuruş ile ele geçmesini sağlayan Kâzım Karabekir’i yalnız siz değil oğullarınız ve torunlarınızda unutmasın” sözleri, halkın alkışlarına, göz yaşlarına ve sevincine vesile olmuştur. Karabekir’ de komutana saygısını belirtmiştir. Bunun üzerine, Erzincan halkının Karabekir’i fahri hemşeriliğe davet edişi ve Karabekir’ in de kabul etmesiyle, belediyece verilen güzel bir plaketle hemşeriliği belgelenmiş ve olay tarihe mal edilmiştir. Karabekir’ in edindiği istihbarata göre, kaçan Ermeniler, sansa deresi boyunca, keza kaçış yollarındaki pek çok köyü yakıp yıkacak, insanları katledeceklerdi. Hele, Tercan’da geniş katliamların yaşanacağı dilden dile dolaşıyordu. Bu haberler kendisini çok üzmüş, korumasız olan halkın kurtarılması amacıyla Ordu Komutanı Vehip Paşanın, dur emrine karşın, takibatı sürdürmüş ve pek çok Ermeni’yi saf dışı etmiştir. Bu takipler sonucu Rus’lara ait bir çok depo ele geçirmiş, çok miktarda silah ve mühimmat ile yiyecek ve giyecek ganimet olarak ele geçirilmiştir. Karabekir, Erzincan’dan sonra Erzurum’u da bir an önce kurtarmak düşüncesindedir. Aldığı istihbarat haberleri kendisini üzmekte ve azmini bilemektedir. Enver Paşadan bu sıralarda aldığı bir telgrafla, Bakü’de kurulacak bir teşkilatın başına geçmesi teklif edilmektedir. Doğu halkının, Ermenilerce kıyıma uğratılmasını asla kabul etmeyerek öneriyi reddetmiş ve yoluna devam etmiştir. Ayrıca Vehip Paşa, Erzincan’dan açtığı telefon konuşmasıyla, takibatı durdurmasını emrederse de, kasıtlı olarak telefon konuşmasını kestirerek, kendi değerlendirmesinin doğru olduğu kanaati ile takibatı sürdürür. 12 Mart 1918 sabahı kolordu birlikleri Erzurum’a girer. Takibattan caymayarak, 16 Mart'ta Horasan, 17 Mart'ta Narman, 21 Mart'ta 93 Harbinde çizilmiş olan Rus hududuna kadar olan bölgeleri geri alır. Bu başarılarından dolayı ikinci kez “Kılıçlı İkinci Osmanlı Nişanı”yla ödüllendirilir.

Kars ve Gümrü’nün Kurtarılması: Kolordu Komutanı Karabekir’in kafasına fikri sabit gibi, Kars Kalesinin alınması takılmıştır. Rüyalarında bile Kars’la uğraşmaktadır. Vehip Paşanın Trabzon’a sulh konferansı için gittiğini fırsat bilir ve ani bir kararla 5 Nisan 1918 günü Sarıkamış’ı ele geçirir. Gerekli hazırlık ve takviyeyi yaparak ileriye doğru yönelir 8 Nisanda Kağızman’ı 25 Nisan 1918 de Kars kale-sine Türk bayrağını çekmiştir. Kars kalesinin ele geçirilmesindeki üstün feragatı nedeniyle, 11 Mayıs 1918 de ‘İki Yıl Seferi Kıdem Zammı’ alır. Tümgeneralliğe yükselmiştir. 15 Mayıs 1918 de 93 harbi sınırı olan Arpaçay’ı geçerek, Gümrü Şehrini işgale başladı. Bir gün içinde işgali tamamladı. Burada ele geçirdiği ganimetleri, ‘Top, tüfek, cephane ve vagon lokomotiflerini’ Sarıkamış ve Kars’a gön-derdi. Ermeni ordusu ve çeteleri hala mücadeleye devam ediyorlardı. 26 Mayısta Karakilise, 27 Mayısta Elegez Dağı bölge-sinde onları kesin bir yenilgiye uğrattı. Bu yenilgiler üzerine Ermeniler barış istedi. 14 Haziran 1918 de Batum Muahadesi imzalandı. Bu antlaşmaya göre Evliye-i Selese (Üç vilayet) ten başka, Ahıska ve Ahılkelek de Osmanlılara katıldı. Karabekir Korgeneral olmuştur. Yer yer çatışmalara giren Ermenileri süratle kovalamaya devam etmektedir. Gümrü’nün batı sırtlarına kadar Ermenileri kovaladı. Kaçacak yer bulamayan Ermeniler yine mütareke yapılması teklifinde bulundular. Paşa, Gümrü Kalesinin teslim edilmesini şart koştu. 7 Kasım 1918 de kale teslim alındı. Ankara’dan gelen mütareke şartlarını ağır bulan Ermeniler, mütarekeyi istismar ettiler ve tekrar saldırıya geçtiler 14-17 Kasımda yine çatışmalar yapıldı ve Ermeniler tekrar yenilgiye uğradılar ve şartları kabul ettiler. 27 Kasımda yapılan Gümrü Muahedesini Ermenilere kabul ettirdi. Böylece Sevr antlaşmasının Ermenilere tanıdığı haklardan resmen vazgeçilmiş olundu. Bu anlaşmayı Karabekir Paşa Türkiye’nin baş murahhası olarak imzalamıştır. Karabekir Paşa, 31 Ekim 1918 de imzalanan Mondros mütarekesine dair telgrafı aldığında, İstanbul’a çağırılıyordu. Ama niçin çağırıldığını bilmiyordu. Kars’tan geri dönüş için Batum’a geldi. Batum’daki depolarda çok miktarda Japon topları ve cephane mühimmat vs., olduğunu tespit etti ve kullanılabilir olanları, milli mücadelede kullanılmak için Ankara Hükümetine gönderdi. Ankara’daki TBMM hükümeti, yaptığı siyasi atakla, Rusya ile Gürcistan arasındaki savaşı fırsat bildi. Karabekir ile yapılan görüşmeler üzerine Karabekir birliklerini Ardahan’a getirtti, savaş yapılmadan bu bölgeleri vatana katmayı amaçladı. Ayrıca, bir kısım birlikler, Borçka ve Artvin’e yerleşti. 16 Mart 1921 de Ruslarla yapılan Moskova antlaşmasıyla Rus Türk sınırı kati olarak belirlendi. Yapılan bazı değişiklikler sonucu Karabekir’in kolordusu Nahcıvan’a konuşlandı. O sırada İngilizler hedef olarak seçtikleri 3 B (Batum, Bağdat ve Bakû) şehirlerinden, üçüncüsü olan petrol bölgesi Bakû’yü ele geçirmek için, Tebriz’i işgale başladı. Karabekir birliğinin başında Tebriz’e geldi İngiliz birliğini kesin bir yenilgiye uğrattı. iki uçaklarını düşürdü. Doğu sınırlarımızda güvenlik sağlandıktan sonra Erzincan’daki 13 tümenin Süvari Alayı ve Kağızman ve Sarıkamış’taki tümen batı cephesine gönderildi. 5. Tümen olarak Milli Mücadeleye katıldı. Bu mücadelede Karabekir’in gösterdiği büyük başarı sonucu, 21 Kasım 1923 de Milli Mücadelede yararlılığı görülenlere verilen, ‘Yeşil ve Kırmızı Şeritli İstiklal Madalyası’ ile taltif edildi. Askerlik süresi içerisinde, Edirne Milletvekilliğine seçilmişti. 17 Şubat 1923’te ilk defa yapılan İktisat Kongresinde başkan olarak görev aldı. Şark Cephesi Komutanlığı lağvedilince, Birinci Ordu Müfettişliğine atandırıldı. Lozan Antlaşmasından sonra, meclis’in aldığı bir kararla, siyasi kimliği olanların ordudan ayrılması kararına uygun olarak ayrıldı. Bir dilekçe ile istifasını MSB’ne verdi. 5 Aralık 1927 tarihinde henüz 45 yaşında iken ordudan ayrıldı. Silahlı kuvvetlerin aklıselim sahibi, cesur, öngörülü ve üstün yetenekli bir subay olarak teğmenliğinden, korgeneralliğe kadar çeşitli kademelerde dirayetli bir komutan olarak görev üslenmiş, birliklerini başarı-dan başarıya koşturmuştur. Erzurum’da Kolordu komutanlığını deruhte ettiği zaman, sarayın Anadolu’ya 3. Ordu Müfettişi olarak çıkmış olan Mustafa Kemal’in rütbesini elinden alması ve tutuklanarak İstanbul’a gönderilmesi istenmesiyle, Mustafa Kemalin hiçbir yetkisinin kalmadığı bir dönemde, kuşku ile Erzurum’a geldiği zaman, Karabekir Paşa’nın, Mustafa Kemali karşılayarak, ökçeli bir selamla “Kolordum ve kendim emrindeyim ko-mutanım” diyerek büyük bir basiret örneği göstermesi, muhtemeldir ki ülkemizin ve geleceğimizin yönünü değiştirmiş ve vatanımızın kurtarılmasında en büyük amil olmuştur. İyi bir asker olan Karabekir Paşanın askerlik konularındaki başarısında, ayrıca mükemmel bir insan ve komutan oluşunda, üstün meziyetlere sahip olduğunu, akıl ve iradesi yanında, pek çok yeteneğinin bulunduğunu görmekteyiz. Karabekir Paşa, üstün bir komutanlık özelliklerine sahiptir. Milli Şuur ve sorumluluk açısından uygun davranışlarda bulunmuştur. Açık sözlü, gerçekleri her makama açık yüreklilikle iletmesini bilen, doğru bildiği her şeyi karşısındakine ifade eden ve ikna etmeye çalışan, yaşanan olayları çok iyi analiz eden, değerlendiren ve yanılgı payı adeta olmayan öngörülü bir insandır. Disiplin sahibidir. Ancak kırıcı değildir, okşayıcıdır, emrindeki erinden en büyük rütbelisine kadar herkese aşırı bir sevgi ile doludur. Onların adeta babasıdır. Kendi inisiyatifini en iyi kullanan kişidir. Zaman gelmiş Ordu Komutanının emrini yanlış bulmuş, kendi kanaati ve önsezisi doğrultusunda karar vermiştir. Yaptığı her işin ve verdiği her kararın sorumluluğunu bilerek hareket etmiştir. Tüm mesuliyeti üzerine almayı en iyi şekilde bilmiştir. Cesaret ve dikkatli olmasıyla bir çok olayı çözmüş, başarılar kazanmıştır. Dikkati sayesinde büyük bir erzak ambarının yanmasını önlemiştir. Olaylar karşısında hep soğukkanlı olmuş ve itidal sahibi olarak heyecanlanmadan üzerine yürümüştür. Yerine göre sevecen; ama yerine göre de, duygusallıktan uzak kararlar vermesini bilmiştir. Olayları çok iyi değerlendiren ve çözüme kavuşturan bir kişi ve hitabeti ve psikolojik etkinliğiyle birliklerini kendisine en iyi biçimde bağlamasını bilen bir kişidir. Hiçbir işi yarım bırakmamıştır. Olayları değerlendirerek izlemiş, Milli şuur ve vatan sevgisiyle dolu kişilik sahibidir. Gerçek bir bilim adamı gibi bilime ve sanata çok değer vermiş, gezdiği ve gördüğü her önemli şeyin resmini çektirmiş, arşivler oluştur-muştur. Erzurum yöresini kontrol ile görevli İngiliz yarbayı Rawlinson ve 7 erin, ileride esir değiştirme anlaşmalarında kullanılması amacıyla aylarca oyalamış ve sonunda tutuklatmıştır. Bunlar, Malta sür-günlerinin trampasında kullanılmıştır. Milli mücadeleden sonraki yaşamında bir çok okullar açmış, Türk Tarihi Dergisindeki “Ermeniler Nereden Geldiler Nereye Gidiyorlar” isimli 12 bölümlük makaleleri vardır. “Öğretim ve Eğitim meselelerimiz” konularında tebliğleri vardır. Hayattayken, kendisini en çok üzen hadise, adının bir olaya karışmış olmasıdır. 22 Haziran 1926 yılında Atatürk’e bir suikast hazırlığı ortaya çıkarıldı. Suikastı hazırlayanlar arasında adı geçti. Muhakeme sonunda suçlu olmadığı görüldü. Dolmabahçe Sarayında yapılacak uluslar arası Tarih ve Dil Kongresine Atatürk tarafından barışmaya vesile olur niyetiyle, davet edilmiş ve davete icabet etmişse de kongrenin uzaması nedeniyle kalamamış, Atatürk’le görüşmeden kongreden ayrılmıştır. 5 Ağustos 1946 da yapılan BMM başkanlık seçimlerinde meclis başkanı seçilerek bu görevi iki sene yürütmüştür. 26 Ocak 1948 de 66 yaşında iken kalp krizinden terki dünya eylemiştir. Kazım Karabekir Paşanın yazdığı eserler: İstiklal Harbimiz-Enver Paşa ve İttihat Terakki Erkanı İst. 1990, Sırp-Bulgar Harbi 1888, Birinci Kafkas Kolordusunun 1334 senesindeki Hareket ve Meşhudatı, Talim ve Terbiye Hakkında Ana Hatlar, Öğütlerim, Şarkılı İbret, İktisat Esaslarımız, Ülkümüz Kuvvetli Bir Türkiye’dir. Cihan Harbine Ne-den Girdik, Nasıl İdare Ettik? Erzurum ve Erzincan’ın Kurtuluşu, İtalya-Habeş, Ço-cuklarımız. Cemal AYTEMİZ

Kaynakça: Cemalettin Taşkıran: Kazım Karabekir Paşa Askeri Hayatı ve Komu-tanlığı, Ankara, 1993. Ali Fuat Cebesoy. Milli Mücadele de Hatıralarım, (Cilt 1) İstanbul, 1953. Cevat Dursunoğlu. Millî Mücadelede Erzurum, Ankara, 1946. İs-tiklâl Harbimizin Esasları, İstanbul, 1951.

Kâzım Paşa



Kazım Paşa (İnanç) (1880 - 1938)

Osmanlı Devleti'nde Genelkurmay İkinci Başkanı. Bu görevdeyken Atatürk'ün Anadolu'ya geçmesine yardımcı oldu. Görevinden alınınca 1920 yılının Haziran'ında Anadolu'ya geçip Kurtuluş Savaşı'na katıldı. Milli Savunma Bakanlığı'nda Müsteşarlık, 6. ve 9. Kolorduda da komutanlık yaptı.

--------------------------------

Kazım Paşa (Özalp) (Orgeneral) (1880 - 1968)

Yunanlılar İzmir'i işgal ettiğinde Balıkesir'de bulunan 61. Tümen'in komutanıydı. Balıkesir'de Kuvayi Milliye'nin kurulmasını destekledi. 1920'de TBMM'nin I. Döneminde Balıkesir milletvekilliği yaptı. 1921 - 1922 yılları arasında Savunma Bakanlığı yaptı. 1924'de TBMM Başkanlığı'na seçildi.

Kemalettin Sami Paşa



Kemalettin Sami Paşa (Korgeneral) (1884 - 1934)

1920 yılında Ankara'ya gelerek Kurtuluş Savaşı'na katıldı. 1. Tümen ve Ankara Komutanlığı, 4. Grup ve 4. Kolordu Komutanlığı yaptı. TBMM'nin II. Döneminde Sinop milletvekilliği yaptı. Büyük Zafer'den sonra generalliğe yükseltildi.

Kılıç Ali Bey



Asıl adı Süleyman Asaf olan Kılıç Ali 1888 yılında İstanbul’da doğdu. Baba tarafı Rodos’tan göç etmiştir. Hüsrevoğulları sülalesine mensup olan Tevfik Beyin oğludur. Anne tarafı ise Kafkasya’dan, 1890’larda göç ederek Hendek’e yerleşmiştir. Annesi Demsaz Hanımdır. Babası Tevfik Bey Asker olmuş ve Saray Muhafız Kıtası’nda albay rütbesine kadar yükselmiştir. Tevfik Bey ve Demsaz Hanım evliliğinden bir erkek üç kız çocuğu dünyaya gelmiştir. Kılıç Ali ailenin tek erkek çocuğudur. Kılıç Ali Bey Gedikli Küçük Zabit Mektebi’nden 1906 yılında mezun olmuş. Harp Okulu mezunu olmamasına rağ­men, başarılı hizmetleri nedeniyle 1909’da teğmenliğe, 1915’te üsteğmenliğe yükselmiştir. Birinci Dünya Savaşı’nda Çanakkale Cephesi’nde görev yaptığı sırada bacağından yaralanmış ve Almanya’da tedavi olduktan sonra 1916 yılında yur­da dönmüştür. 1918 yılında yüzbaşılığa terfi eder Bu rütbede iken “Birinci Sı­nıf Harp Nişanı” ile taltif edilmiştir. Bu arada Başkomutan Vekili ve Harbiye Nazırı Enver Paşa’nın kardeşi, Nuri Paşa’nın yaveri olmuş, Nuri Paşa’nın Komutanı olduğu Kafkas İs­lam Ordusu’nun Azerbaycan’ı Ermeni ve Rus işgalinden kurtarma harekatında görev alarak 14-15 Eylül 1918 çarpışmalarından sonra kurtarılan Bakü’ye gitmiştir. Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan Mondros Mütarekesi hükümleri gereği Osmanlı kuvvetlerinin Kafkaslardan çekilmesi öngörüldüğünden Kılıç Ali Bey de İstanbul’a dönmüştür. Birinci Dünya Savaşı’nda uğranılan hezimet vatanperver Türk subaylarını derinden etkilemiş, İstanbul’da huzur bulamayan idealist genç subaylardan Yüzbaşı Selim (Yörük), Yüzbaşı Osman (Tufan) ve Yüzbaşı Asaf (Kılıç Ali) vatanın kurtuluşu için birlikte mücadeleye atılmışlardır. Bu askerler Kurtuluş Savaşı yıllarında “Galip Hoca” diye anılan Ce­lal (Bayar)’in yönlendirmesiyle, Milli Mücadeleye katılmaya karar vererek 1 Eylül 1919 tarihinde Mustafa Kemal’in Sivas’taki ka­rargâhına ulaşırlar. Mustafa Kemal Paşa, bu genç subayları geçmişte Nuri Paşa’nın yakınında olduğundan “Enver Paşa’nın adamları” olarak görmüş ve başlangıçta onlara fazla ilgi göstermemişti. Ancak Yüzbaşı Asaf, Mustafa Kemal Paşa’nın verdi­ği bütün görevleri başarıyla yerine getirmiş, sonra da huzurunda bü­yük bir sınavdan geçmiş ve başarmıştır. Bu arada Mustafa Kemal Paşa, Yüzbaşı Asaf’ın adını Kılıç Ali olarak değiştirmiş (soyadı kanunundan sonra Ali Kılıç olmuştur) ve kendisini iki arkadaşıyla birlikte Güney Cephesi’nde Antep ve Maraş bölgelerinin kurtuluş mücadelesinde görevlendirmiştir. Kılıç Ali Bey, yanında Osman Tufan ve Selim Yörük ol­duğu halde görev bölgesine gelerek Antep-Maraş ve Havalisi Kuvayı Milliye Komu­tanı olarak Fransızlara ve Ermenilere karşı yürütülen savunmayı örgüt­lemiştir. Fransızları Maraş’tan çıkardıktan sonra emrindeki kuvvetlerle 12 Şubat 1920’de Antep’e gelmiş ve şehrin savunmasına güç vermiştir. Kuvayı Milliye birlikleri, bu iki şehirde olağanüstü bir savunma örneği vererek Fransa’yı Ankara Antlaşmasını imzalamaya mecbur bırakmışlardır. Kılıç Ali Bey; 4 Nisan 1920’de yapılan Büyük Millet Meclisi seçimlerinde Antep Milletvekili olmuş ancak, Meclis’ten izinli olarak cephedeki görevini sürdürmüştür. Kurtuluş Savaşı’nın en kritik döneminde Yozgat’ta Çapanoğulları’nın isyan çıkarması üzerine, fırka komutanı yetkisiyle askerî kuvvetleriy­le bölgeye intikal etmiş ve aynı amaçla görevlendirilen Çerkez Ethem kuvvetleriyle birlikte; söz konusu isyanın bas­tırılmasında çok önemli bir rol oynamıştır. Bu sırada, bölgenin Sıkıyönetim Amirliği’ni yapmıştır. İsyanın bastırılmasından sonra, 25 Temmuz 1920 tarihinde Ankara’ya gelen Kılıç Ali Büyük Millet Meclisi çalışmalarına katılmıştır. 22 Eylül 1920 tarihinde ise An­kara İstiklal Mahkemesi’ne üye seçilmiş ve bu görevini İstiklal Mahkemesi devam ettiği sürece aralıklarla yürütmüştür. Kılıç Ali; Antep’in 8 Şubat 1921’de Fransızlar tarafından işgali üzerine, 14 Şubat’ta Büyük Millet Meclisi Başkanlığı Muhafız Bölüğün­den emrine verilen 30 kişilik süvari müfrezesiyle tekrar bu yöreye gönderildi. Ancak Fransızlarla anlaşma sürecine girilmesiyle Meclise döndü ve İstik­lâl Mahkemesinde ki görevine devam eder. III üncü ve son toplantı yılında Mil­lî Savunma Komisyonunda çalıştı. II nci dönemde yeniden Gaziantep Milletvekili oldu. İstiklâl Savaşı'nda gösterdiği olağanüstü fedakârlık ve yararlılık nedeniyle, TBMM’nin 24 Ekim 1923 tarihli kararıyla Kırmızı-Yeşil Şeritli İstiklâl Madal­yası ile ödüllendirilen ilk üç kişi arasında yer aldı. Madalyası TBMM Genel Kurulunun 23 Mart 1925 tarihindeki birleşiminde ilk kez yapılan törende göğ­süne takıldı. Kılıç Ali bu dönemde de Millî Savunma Komis­yonunda ki çalışmasını sürdürdü. Takriri Sükûn (Huzurun Sağlanması) Kanununun kabulünden sonra kurulan, Ankara İstiklâl Mahkemesi Üyeliğine tekrar 7 Mart 1925’te seçilerek Meclisten ayrıldı. Asker kaçakları, soygun ve öldür­me olayları yarımda Terakkiperver Cumhuriyeti Fırkanın kapatılması, komü­nistler, saltanat ve hilafeti geri getirmek isteyenler, şapka giyilmesine, tekke ve zaviyelerin kapatılmasına karşı gelenler ve nihayet İzmir’de Gazi Mustafa Kemal Paşa’ya suikast girişimi ve uzantısı olan ittihatçılar davalarının yargı­lamalarında bulunarak mahkemenin görevinin sona erdiği 7 Mart 1927’de tekrar yasama görevine döndü. III üncü, IV üncü ve V inci dönemlerde tekrar Gaziantep’ten Milletvekili seçilerek 1939 yılına kadar parlamentodaki görevini sürdürdü. Aynı yıl yapılan milletvekili seçiminde aday gösterilmedi. Diğer taraftan farklı bir görev olarak 26 Ağustos 1924’te kurulan Türkiye İş Bankasının kurucuları arasında yer aldı. 17 Mart 1939’a kadar Yönetim Kurulu Üyeliğini sürdürdü ve bazı banka kuruluşların murahhas azalığını yaptı. 7 Haziran 1934’te süresini doldurduğundan söz ederek ordudan emekli­liğini istemesi üzerine; 1919’da Maraş ve Antep yöresi Kuvayı Milliye Komutanlığı, 1920’de TBMM Başkanlığının emirleri ile Yozgat Tedip Kuvvetleri ve Sıkıyönetim Komutanlığındaki hizmetleri nedeniyle 408 sayılı Kanunun 3 üncü maddesi gereğince milis miralayı (Albay) sayıldığı bildirilerek emeklilik işlemi yapıldı. 26 Nisan 1952’de tekrar Türkiye İş Bankası Yönetim Kurulu Üyeliğine se­çildi. 2 Haziran 1960’ta bu görevinden istifa etti. Uzun süre aktif olarak politikaya girmedi. Ölümünden kısa süre önce, Tevfik Rüştü Aras ve bazı arkadaşlarıyla Yeni Türkiye Partisine katılarak seçimlere girdi ama bir sonuç alamadı. Kılıç Ali Bey, 14 Temmuz 1971’de İstanbul’da vefat et­ti. Dört kez evlenmiş, ilk eşi Hümeyra Hanım’dan Fahir, Gündüz, Mahmut Keskin ve Altemur adında dört erkek çocuğu dünyaya gelmiştir. Kılıç Ali Bey, 1919’dan 10 Kasım 1938’e kadar, kelime­nin tam anlamıyla kendisini Atatürk’e adamış, O’nun yanın­dan hiç ayrılmamış ve onun sadık arkadaşı olmuştur.

Nâsır YÜCEER

KAYNAKÇA

Kılıç Ali; Atatürk’ün Hususiyetleri, İstanbul 1955. Atatürk’ün Sırdaşı Kılıç Ali’nin Anıları (Derleyen: Hulusi Turgut), İstanbul, 2005. Türk Parlamento Tarihi Millî Mücadele ve TBMM I.Dönem 1919-1923, TBMM Vakfı Yayınları No: 6 Ankara 1995. Meydan Larousse, (Kılıç Ali Maddesi), Cilt:7.

Köprülülü Hamdi Bey



Köprülülü Hamdi Bey (1886 - 1920)

Edremit Kaymakamlığında iken "İttihatçı" olduğu suçlamasıyla Damat Ferit Hükümeti tarafından görevinden alındı. Akbaş Cephaneliği baskınını düzenleyerek, buradaki silah ve cephaneyi Anadolu'ya gönderdi. Anzavur ve arkadaşları tarafından şehit edildi.

Lloyd George



Lloyd George (1863 - 1945)

David Lloyd George 1863 -1945: İngiliz devlet adamı David Lloyd George, Galli bir aileden gelir. İlkokul müdürü olan babası William George’u bir yaşındayken kaybetti. Annesi Baptist papazı olan David Lloyd’un kızı idi. Aile, babanın ölümüyle birlikte yoksulluk içinde kaldı. Lloyd George, dayısı tarafından büyütüldü. Dayısının liberal düşüncelerinden etkilendi. Portmadoc’ta 1879’da bir avukatlık bürosuna stajyer olarak girdi. Hukuk Fakültesi’ni 1884’te bitirerek avukat oldu. Avukatlık mesleğini sürdürürken çiftçi sendikalarının kuruluşu için büyük çabalar sarf etti. Lloyd George, Anglikanlaşmış toprak zengini İngilizlerin halk üzerinde kurmuş oldukları baskı ve hâkimiyet yüzünden daha çocukluğunda dinî inançlarını kaybetmişti. Toprak reformu ile alakalı gazetelerde yazılar yazdı. 1888’de Margaret Owen’la evlendi. Bu evlilikten iki oğlu ve üç kızı dünyaya geldi. Lloyd George 1890 yılında siyasete girdi. Liberal Parti’nin üyesi olarak meclise katıldı. Avukatlıktaki başarısını mecliste de sürdürdü. 55 yıl gibi uzun bir süre meclisteki koltuğunu korudu. Liberal Parti’nin seçimi kaybetmesiyle birlikte on yıl muhalefette kaldı. Güney Afrika Savaşları’na karşı çıktı. Bu yüzden Birmingham’da halk tarafından linç edilmekten zor kurtuldu. Galler’deki kilise okullarına getirilen vergi kolaylığına karşı çıkarak kilisenin kaldırılmasına çalıştı. 1905 yılında Liberal Parti’nin iktidara gelmesiyle birlikte ticaret bakanı oldu. Birçok kanun tasarısının çıkarılmasını sağladı. Grevlerin yatıştırılması için büyük çabalar harcadı. 1908 yılında Henry Asquith Hükümeti’nde Maliye Bakanı oldu. Bundan sonra dış politika konularında da aktif olduğu görülmektedir. Almanya’nın silahlanmasının tehlikelerini ilk gören politikacılardandır. Nitekim 1908 Temmuz’unda Alman büyük elçisi Kont Metternich’e “Almanya silahlanma yarışına devam ederse iki ülke arasında güvensizlik de sürecektir.” uyarısında bulundu. Ancak Almanya’nın bu uyarıları pek dikkate almadığı daha sonra görülecektir. Lloyd George Almanlara karşı donanmanın güçlendirilmesi programına mali kaynak sağlamak için bazı kanun teklifleri verdi. Ancak bu teklifler reddedildi. 1909’da anayasa bunalımı ortaya çıktı. Bu gelişmeler üzerine 1911’de Lordlar Kamarası’nın yetkilerini büyük ölçüde kısıtlayan bir Meclis Kanunu çıkarıldı. 1908 yılında Almanya gezisi sırasında incelediği Alman sigorta sistemine benzer bir sistem kurdu. Şiddetli muhalefete rağmen bunu uyguladı. Bu hususta haklılığı daha sonra anlaşıldı. 1914’te İngiltere’nin savaşa girmemesi için çalıştı. Ancak sonradan tutumunu değiştirerek savaşın getirdiği mali problemleri çözmeye çalıştı. Lloyd George “Savaşın büyüklüğü, büyük çaplı ilhak ve tazminatlar gerektirir.” görüşünü savunuyordu. Savaş Bakanı Lord Kitchener ile derin bir anlaşmazlığa düştü. 1915 yılında Asquith muhafazakârlarla birlikte koalisyon hükûmeti kurdu. Lloyd George bu kabinede “Savaş Gereçleri Bakanı” oldu. Savaşın stratejileri konusunda ordu yönetimi ile ters düştü. 1916’da Savaş Bakanı Lord Kitchener’in Rusya’ya giderken gemisinin Alman denizaltılarınca batırılması üzerine ölümüyle onun, yerine “Savaş Bakanı” oldu. Lloyd George, Asquith Hükümeti’nin düşürülmesi üzerine muhafazakârların da desteği ile başbakan oldu. Savaş konularına yeniden el attı. İşleri hızlandırmak için devamlı çalışacak bir savaş kabinesi kurdu. Başbakan olur olmaz ilk yaptığı işlerden birisi Mısır’daki ordularına saldırıya geçme emri vermesidir. Bir diğeri de, Milner’in teklifi üzerine İstihbarat Müdürlüğüne getirdiği John Buchan’a savaşın başlıca hedefinin Osmanlı İmparatorluğu’nu yıkmak olduğunu gösteren bir propaganda kampanyasına başlamasını emretmek oldu. Kampanya halkın hayal gücüne sesleniyor, “Türkler gitmelidir.” sloganı etkili oluyordu. En önemli başarılarından biri şüphesiz Alman denizaltılarına karşı verilecek mücadeleyi örgütlemesidir. Deniz altı mücadelesi büyük ölçüde tarım ürünleri kıtlığına yol açmıştı. Bunu giderecek çabalar içine girdi. 1917 yılında başbakanla İngiliz askerî yönetimi arasında anlaşmazlıklar ortaya çıktı. Başbakan ordu yönetiminin haberi olmadan birtakım plan ve programlar hazırlamıştı. Lloyd George’un Doğu’da savaşmak üzere asker gönderme programı generalleriyle arasında çatışmaya yol açtı. Generaller askerî konularda sözün kendilerinde olmasını istiyorlardı. Kral Georg da askerlerden yanaydı. Basın da generallerin tarafını tutmaya başlamıştı. Hatta Lloyd George’u devirmekle tehdit ediyorlardı. Bütün bunlara rağmen Lloyd George, doğu stratejisi hususunda direniyordu. Bu olanlar karşısında askerî cenah Lloyd George’a itimadını iyice kaybetti. Bu gelişmeler onun konumunu iyice zayıflattı. Hükümeti en fazla eleştiren politikacı şüphesiz Winston Churcill’di. Churcill’i kabineye alması kendisine olan tepkiyi iyice artırdı. Robertson istifa etti. Haig başkomutanlığı bırakmadı. Bunun üzerine başbakan, Haig’e yeterli asker sağlamayarak onu zor durumda bırakmak istedi. Sonunda Mareşal Foch’un yönetiminde birleştirilmiş bir komuta kademesi oluşturdu. Savaşın sona ermesinden sonra da muhafazakârlarla iş birliğini sürdürdü. Versailles Antlaşması’ndan sonra kral tarafından 1919’da Liyakat nişanı ile mükâfatlandırıldı. Lloyd George bir taraftan savaşın başarısı için askerî tedbirleri en üst seviyede yürütürken, diğer taraftan da entrikalarına devam ediyordu. Enver Paşa ve arkadaşlarına silah tüccarı dostu Basil Zaharoff aracılığıyla İngiltere’nin şartlarını kabul ederek savaşı bırakmaları hâlinde büyük paralar teklif etmişti. Lloyd George’un teklifleri şöyleydi: Arabistan bağımsız olacak; Ermenistan ve Suriye Osmanlı İmparatorluğu içerisinde özerk olacak; Mezopotamya ve Filistin, Osmanlı hâkimiyetinde ancak İngiliz himayesinde olacaktı. Çanakkale’den geçiş serbest olacaktı. Buna karşılık kapitülasyonlar kaldırılacak, iktisadi kalkınma için Osmanlılara yardım edilecekti. Ancak Zaharoff’un raporlarından rüşvet kabilinden bu tekliflere Enver Paşa ve arkadaşlarının yanaşmadıkları anlaşılmaktadır. Mondros Mütarekesinden sonra ortaya çıkan geçici barış döneminde de boş durmayarak yeni hesaplar peşinde koşmaya devam etti. Anadolu’da kontrolü altında bir Yunan devleti kurdurmak ve Avrupalı saymadığı Türkleri buradan atmak için Türk-Yunan Savaşı’nı destekledi. 5 Mayıs 1919’da Paris’te Yunanlıların İzmir’e çıkarılmasını teklif etmiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın önderliğinde başlayan Türk İstiklâl Savaşı’nı ezmek, Mustafa Kemal Paşa’yı alt etmek için her türlü hileye başvurdu. Hatta 21 Nisan 1920’de “Mustafa Kemal, Yunanlıları Anadolu’dan kovamaz.” diye demeç bile verdi. Yunanlıları denize döken Türk Orduları’nın boğazları aşarak İstanbul’u almalarını önlemek için akıl almaz tedbirler düşündü. Bu maksatla Yunan, Romen, Sırp ve İngiliz birliklerinden müteşekkil bir ordunun İngiliz donanmasının da desteğiyle Türklere karşı cepheye gönderilmesini savundu. Onun Türklere karşı Yunanlıları desteklemesi ve İngiltere’yi yeniden bir savaşın eşiğine getirmesi İngiltere’de büyük bir tepkiye neden oldu. Türk zaferi Yunanistan’ın Anadolu macerasından sorumlu olan altı devlet adamının idamına yol açtıysa; İngiltere’de de Lloyd George’un siyasal sonu oldu. 30 Eylül’den sonra Lloyd George’un politikasına eleştiriler çoğaldı. Bu gelişmeler üzerine muhafazakârların çekilmesiyle birlikte 19 Ekim 1922’de istifa etmek zorunda kaldı. Muhafazakâr partinin bu kararı almasının temel sebebi Lloyd George Hükûmeti’nin Yakın Doğu politikasının başarısızlığa uğramasıydı. Türkiye ile yeni bir anlaşmayı kabul ettiği için değil, Türkiye’ye karşı takip ettiği düşmanca politikasını savunmak uğruna savaşı göze aldığı için istifa etmek mecburiyetinde kaldı. Başbakanlıktan ayrıldıktan sonra bazı kitaplar yayımladı. Bunlar War Memoirs (Savaş Anıları) ve The Truth About the Peace Treaties (Barış Antlaşmalarının İç Yüzü). Hayatının sonuna kadar milletvekilliğini sürdürdü. 1936 yılında Almanya’ya giderek Hitler’i ziyaret etti. Ancak daha sonra Hitler karşıtı bir tutum sergilemiştir. 26 Mart 1945’te Galler’de Ty-Newydd’de öldü. Ölümünden sonra soyluluk unvanı verildi.

Hamit PEHLİVANLI

KAYNAKÇA

ARMAOĞLU, Fahir, 19.Yüzyıl Siyasi Tarihi -1789 -1914-, Ankara 1997.

FROMKIN, David, Barışa Son Veren Barış -Modern Ortadoğu Nasıl Yaratıldı? 1914-1922-, Çev. Mehmet Harmancı, İstanbul 1993.

HELMREICH, Paul C., Sevr Entrikaları, İstanbul 1996.

KISSINGER, Henry, Diplomasi, Çev. İbrahim H. Kurt, Ankara 1998.

KÜRKÇÜOĞLU, Ömer, Türk-İngiliz İlişkileri (1919 -1926), Ankara 1978.

TANSEL, Selahattin, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, 1-4. Cilt, Ankara 1977-1978.

Mazhar Müfit Bey



Millî Mücadele öncesinde, sürecinde ve sonrasında önemli görevler üstlenerek Mustafa Kemal Atatürk ve diğer Millî Mücadele kahramanları ile birlikte hareket ederek adını tarih sayfalarına yazdıran Mazhar Müfit Kansu, kendi ifadesine göre 1873 yılında Denizli’de doğmuştur. Babası ilgili dönemde Defteri Hakâni Müdürlüğü yapan Süleyman Müfid Bey, annesi ise Fatma Gülgam Hanım’dır.

Eğitim hayatına İstanbul’da Fatih Rüştiyesinde başlayan Mazhar Müfit Kansu, babasının tayini nedeniyle eğitimini Edirne’de sürdürmüştür. Rüştiye Mektebinden mezun olduktan sonra Mülkiye İdadisine girmiş ve 1889 yılında yüksek derece ile mezun olmuştur. Daha sonra İstanbul’daki Mektebi Mülkiye-i Şahane’yi tamamlamıştır.

Çalışma hayatına Gelibolu İdadisinde Tarih-i Tabii ve Hendese Öğretmeni olarak başlamış ve aynı dönemde Edirne İdadisinde Müdür Yardımcılığı görevini de yürütmüştür. Bir süre sonra öğretmenlik görevini tamamen bırakarak bürokrasinin idari kısmında yer almış ve Mayıs 1895’te Edirne Maiyet Memuru olmuştur. Bu sırada bir yandan Kaymakamlık stajını da tamamlayan Mazhar Müfit Kansu, 1897 yılında henüz 24 yaşında iken Havsa Kaymakamı olarak atanmıştır. Buradaki görevi dört yıl sürmüş ve ardından 1901-1902 yıllarında Çorlu ve 1902-1908 yılları arasında da Uzunköprü’de kaymakam olarak görev yapmıştır.

Uzunköprü Kaymakamı olarak görev yaptığı sırada II. Meşrutiyetin ilan edilmesi, bölgede büyük bir heyecana yol açmıştır. İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesi de olan Mazhar Müfit Kansu, II. Meşrutiyet’in ilanını büyük bir memnuniyetle karşılarken; halkın meşruti yönetimi kavraması için elinden gelen çabayı göstermiştir. Meşrutiyet’in ilanı münasebetiyle bir tören düzenleterek, Uzunköprü Hürriyet Anıtı’nın açılışını gerçekleştirmiş ve anıtın açılışı vesilesiyle yaptığı konuşmada Meşrutiyetin anlamını halka ve öğrencilere anlatmıştır.

Uzunköprü Kaymakamlığından sonra yine 1908 yılı içerisinde İskeçe Kaymakamı olarak atanmıştır. Ancak bu görevde çok uzun süre kalmadan Mutasarrıflığa yükselmiş ve ilk görev yeri de Gümülcine Sancağı olmuştur. Sonrasında 1910-1911 arasında Lazistan (Rize), 1911 yılında önce Mersin sonra İzmit, 1914-1918 arasında da Balıkesir Mutasarrıfı olarak görev yapmıştır.

Rus kuvvetleri Anadolu’nun doğusundan çekildikten sonra ilgili bölgelerde oluşan yönetim boşluğunu hemen ve tamamen doldurmak mümkün olmamış ve bazı vilayetler bir süre vali vekilleri tarafından idare edilmeye başlanmıştır. Bitlis de bu vilayetlerden olup Kalemi Mümeyyiz Hakkı Bey tarafından valilik görevi vekaleten yürütülmekteydi. 11 Nisan 1918 tarihinde Mazhar Müfit Kansu bu göreve asaleten atanmıştır. Hakkı Bey, valilik işlerini birkaç memur ile yürütmeye çalışıyordu, bu nedenle işlerin yürütülmesindeki problemleri ortadan kaldırmak amacıyla Kansu, ilk olarak vilayet kadrolarını yeniden düzenlemeye girişmiştir. Henüz Birinci Dünya Savaşının sona ermediği bu zaman dilimi Kansu tarafından, gergin, endişeli ve gönüllerde huzursuzluğun olduğu bir hava olarak nitelendirilmekteydi.

Mazhar Müfit Kansu, İttihat ve Terakki Cemiyeti üyesi olması nedeniyle diğer İttihat ve Terakki Cemiyeti üyeleri gibi mütareke dönemi İstanbul basını tarafından doğal hedef haline getirilmişti. Valilik görevini sürdürdüğü sırada hakkında sık sık bu görevinden azledildiğine yönelik haberler yayımlanmaya ve İstanbul’da başlayan İttihatçı avı nihayet Mazhar Müfit Kansu’ya da uzanmaya başlamıştı. Bu sırada IX. Ordu Müfettişliği görevine getirilen Mustafa Kemal Paşa, Samsun’a çıkmış ve ardından Havza üzerinden Amasya’ya geçerek buradan bazı vilayetlerdeki askeri ve mülki erkâna telgraflar göndermiş, bulundukları yerlerde Milli Mücadele taraftarı cemiyetlerin olup-olmadığını öğrenmek istemiştir. Bu telgraflardan bir tanesi de Bitlis Valisi Mazhar Müfit Kansu’ya gelmiştir. İlgili telgrafın tam metni şöyledir; “Vilayat-ı Şarkiye Müdafaai Hukuk Cemiyeti’nin vilayet merkezleri ile livalarında ve mülhakatında teşkilatı var mıdır? Belli başlı müessis ve mümessilleri kimlerdir? Civar vilayetlerdeki teşkilat ile haiz-i irtibat ve muhaberede midir? Başka cemiyetler var mıdır? Bittahkik iş’arına inayetlerini rica ederim.” Kansu, bu sırada Mustafa Kemal Paşa’yı şahsen tanımamakta, görüş ve düşüncelerini bilmemektedir. İstanbul’da başlayan ve tüm yurda yayılan İttihatçı avı ve Mustafa Kemal Paşa’nın da Padişah Vahideddin ve Damat Ferid Paşa Hükümeti tarafından resmen görevlendirilmiş olması sebebiyle onun, İstanbul Hükümeti ve Padişahın emri dışında hareket edemeyeceğini düşünmüş ve bu suretle zaman kazanmak istemiştir. Mustafa Kemal Paşa’ya verdiği cevapta “şifreli telgrafınızı halledemedim” demekle yetinmiştir. Söz konusu cevap Mustafa Kemal Paşa’yı şüpheye düşürmüş ve şahsen tanımadığı Mazhar Müfit Kansu hakkında General Kazım Dirik’ten bilgi almak istemiştir. Mustafa Kemal Paşa’nın “Bu vali galiba bizden değil yahut da bize itimat etmiyor. Kendisine çektiğimiz telgraf gayet açık idi.” sözleri üzerine Kazım Dirik, Mazhar Müfit Bey’i tanıdığını ve siyasi görüşlerinin kendilerinden farklı olamayacağını söylemiştir. Anılan telgraf, bu defa Kazım Dirik tarafından gönderilmiş ancak Mazhar Müfit Kansu ilgili durum karşısında şüphelerini gideremediği için ona da aynı cevabı vermiştir. Yurt genelindeki işgaller, İtilaf Devletlerinin tehdit ve tahakkümleri, İstanbul’da İttihat ve Terakki mensuplarının tutuklanması, bürokratlar arasında yaşanan güvensizlik gibi nedenler doğal olarak Mazhar Müfit Kansu’yu da temkinli davranmaya itmiştir.

Bu sırada, İran tebaasından olduğunu ileri süren Karabet Efendi ismindeki bir şahıs, Damat Ferid Paşa Hükümetine şikayette bulunarak Ermenilere yapıldığı gibi kendisinin de tehcire tabi tutulduğu, evinin ve eşyalarının yağmalattırıldığı şikayetinde bulunmuş ve bundan sorumlu olarak da Mazhar Müfit Kansu’yu göstermiştir. Kansu, tehcir politikasından dolayı Damat Ferid Paşa Hükümeti tarafından suçlu bulunmuş ve Doğu Anadolu’daki diğer vilayetlerin valilerine emir gönderilerek tutuklanması istenilmiştir. Henüz durumdan haberdar olmayan Kansu, 23 Mayıs 1919’da Bitlis Jandarma Kumandanı Hasan Bey aracılığı ile Bitlis Valiliği görevinden azlini istemiştir. Ancak Kansu zaten 3 Mayıs’ta resmî olarak Bitlis Valiliği görevinden azledilmiş durumdadır ancak bu azilden haberi yoktur. Azledildiğini öğrendikten sonra kendisi için tehlikeli olduğunu düşündüğü İstanbul’a dönmek yerine Erzurum’a geçmeye karar vermiştir. 13 Haziran 1919’da Erzurum’a ulaşan Kansu, doğrudan XV. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa’nın yanına gitmiştir. Kazım Karabekir Paşa, bu güvensiz ortamda Mazhar Müfit Kansu’nun güvendiği nadir kişilerden biridir. Böylece Kansu’nun hayatında Milli Mücadele yolunda ilerleyeceği ve Mustafa Kemal Paşa ile dostluklarının başlayacağı ve ölümlerine dek birlikte olacakları dönem başlamıştır.

Mazhar Müfit Kansu’nun Erzurum’a vardığı sırada kongre hazırlıkları devam etmekte ve Mustafa Kemal Paşa da henüz Amasya’da bulunmaktaydı. Kansu, bu zaman dilimini değerlendirerek Erzurum halkı ile temas etmekte ve halkın vatan müdafaasına dair fikirlerini öğrenmeye çalışmaktaydı. Mustafa Kemal Paşa ise 3 Temmuz 1919’da Erzurum’a varmıştı. Mustafa Kemal Paşa ile ilk defa burada karşılaşan Mazhar Müfit Kansu’ya Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’a gitmeyerek vatan hizmetinde bulunmak amacıyla Erzurum’a gelmesinden duyduğu memnuniyeti dile getirmiştir. Kansu’ya burada ilk olarak Kongre’nin güvenliğinin sağlanması konusunda sorumluluk verilmiştir. İlgili görev haricinde, Kongre sürecinin sağlıklı bir şekilde yürütülmesi ile ilgili çeşitli görevler üstlendiği de bilinmektedir.

Kongre sürecinin devam ettiği sırada Damat Ferid Paşa Hükümeti, Erzurum’daki mülki ve askeri erkâna gönderdiği bir emirle Mustafa Kemal Paşa ve kongre çalışmalarında görev alan kişilerin Kanun-ı Esasi’ye aykırı hareket ve tutumları nedeniyle tutuklanmalarını istemiştir. Mazhar Müfit Kansu da tutuklanması istenilen kişiler arasında yer almaktadır. Ona isnat edilen suçlar ise; Erzurum’da birlikte hareket ettiği kişilerin “ihtilalci” olarak değerlendirilmesi, Ermeni tehciri konusundaki tutumu ve Bitlis Valiliği yaptığı sırada halkı kandırarak silahlı çeteler oluşturmak ve bu çeteler aracılığı ile ihtilal yapmaya çalışmak iddialarından oluşmaktaydı. İlgili iddialar karşısında Divan-ı Harp’te yargılanmasına karar verilerek tutuklanması ve İstanbul’a gönderilmesi istenilmiştir. Ancak ilgili dönemde Erzurum Valiliğini vekaleten yürüten Kadı Hurşit Efendi söz konusu tutuklama emirlerini uygulamamıştır.

Bölgesel bir nitelik taşıyan Erzurum Kongresinin akabinde Sivas’ta düzenlenen ulusal nitelikteki kongre sonrasında Mazhar Müfit Kansu da yeni seçilen Heyet-i Temsiliye üyeleri arasında yer almıştır. Sivas Kongresi sonrasında Mazhar Müfit Kansu, Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Ankara’ya geçmiş bir süre burada Heyet-i Temsiliye’nin mali işlerini yürütmüş ardından İsmet Paşa ile birlikte İstanbul’a son Osmanlı Mebusan Meclisi’ne katılmak üzere yola çıkmıştır.

Son Osmanlı Mebusan Meclisine Hakkari Milletvekili olarak katılan Kansu, İstanbul’un İtilaf Devletleri tarafından resmen işgal edilmesi ve Mebusan Meclisinin de basılarak çeşitli milletvekillerinin tutuklanması sonrası gizli olarak İstanbul’dan ayrılmayı ve Ankara’ya ulaşmayı başarmış ve 1 Mayıs 1920 tarihinde Hakkari Milletvekili sıfatıyla Büyük Millet Meclisi’ne katılmıştır.

Kansu, Büyük Millet Meclisinde milletvekili sıfatı ile bulunmasına rağmen milletvekilliği dışında çeşitli görevler de üstlenmiştir. Örneğin, Meclis çalışmalarına katıldıktan hemen sonra üç ay süre ile Elazığ Valiliği görevini üstlenmiş, Meclisin Kayseri’ye taşınması ihtimali karşısında Kayseri’ye giderek buradaki hazırlıkları organize etmiş, halkın topladığı yardımların cepheye ulaştırılmasını sağlamış ve Yozgat İstiklal Mahkemesi üyeliği yapmıştır. İlgili dönem Meclis dışı çalışmalarını 23 Temmuz 1922 tarihinde tamamlayarak tekrar Meclis çalışmalarına dönmüştür. Mustafa Kemal Paşa’nın verdiği birçok görevi layıkıyla tamamlayan Kansu, bazı noktalarda Mustafa Kemal Paşa ile fikir ayrılığına da düşmüştür. Örneğin, Kansu ve diğer bazı Milli Mücadele taraftarları Milli Kongreler sürecinde oluşturulan Heyet-i Temsiliye’nin Büyük Millet Meclisinin açılması ile birlikte görevinin sona ermesi gerektiğini düşünmekte idi ancak Mustafa Kemal Paşa, Heyet-i Temsiliye’nin devam ettirilmesi ve ilgili dönem için bu konuda herhangi bir girişimde bulunulmaması düşüncesinde idi. Nitekim ilgili konuda Mustafa Kemal Paşa’nın isteği Kansu tarafından da kabul edilmek durumunda kalmıştır.

Milli Mücadele sürerken milletvekillerinin gelecekten beklentilerini öğrenmek amacıyla bir anket çalışması düzenlenmiş ve bu çalışmaya katılan Kansu gelecekten beklentilerini şu şekilde ifade etmiştir; “Senelerden beri efendiliği na-ehiller tarafından gasp edilen muhterem köylümüzün efendiliğini kendisine iade hakkına hürmet etmeye ve emr-i idareyi onlara verecek yani halka doğru gidecek, idarenin tesisi için tanzimi muktezi kanunların süratle tedvin ve tatbikine mütevakkıftır.” Halkçı bir yönetim anlayışı benimsediği açık olan Kansu, halkın gasp edildiğini düşündüğü haklarını onlara iade ederek yönetim sistemini ehil olmadığını düşündüğü kişilerin ellerinden kurtarmak istemektedir. Bu anlayış çok açıktır ki Cumhuriyet ve Demokrasi kavramlarını esas alan ve ihtiva eden bir düşünce olması bakımından dönem şartları itibariyle oldukça önemlidir. Nitekim Mustafa Kemal Atatürk’ün düşünce ve inkılapları ile de doğrudan uyum sağlayan anlayışın temel aldığı fikrin Kansu tarafından da ifade edilmesi ideallerinin aynı olduğunu göstermesi bakımından dikkate değerdir.

Hak ve adalet kavramlarını oldukça önemseyen Kansu, Mecliste yaptığı birçok konuşmasında bu durumlara dikkat edilmesini, liyakat usulünün her alanda uygulanarak tüm idari sistemin bu çerçevede oluşturulmasını, çocukların eğitime eşit şekilde erişmesini ve eğitim sisteminin dikkatle uygulanmasını, öğretmenlerin ve memurların maaşlarının zamanında ödenmesini ve bu konuda bölgesel şartların göz önünde bulundurularak maaşların ilgili şartlara göre ayarlanmasını, kimsesiz çocukların daha iyi ve zanaat eğitimleri ile desteklenmesini, vergi sisteminin bölgenin sosyo-ekonomik durumuna göre ayarlanmasını, merkezi yönetimden ziyade yerel yönetimlerin ön plana çıkarılması ve bu yönetimlerin güçlendirilmesini, halkın mağdur olmasına neden olabilecek herhangi bir ayrımcı uygulamanın milletvekillerine dahi imtiyaz olarak tanınmamasını ve kadın-erkek eşitliğinin yaşamın her alanında sağlanması gerektiğini savunmuştur.

Kansu, halktan toplanan vergilerin yine halkın refahı için harcanması düşüncesindeydi. İlgili konuda Meclis kürsüsünde birçok konuşmasını bulmak mümkün olmakla birlikte sadece iki örnekle söz konusu duruma bakış açısını yansıtmaya çalışacağız. 1924 senesi bütçe görüşmelerinde Dersim Milletvekili Feridun Fikri Bey’in Meclis Kütüphanesine ayrılan iki bin liralık meblağın üç bin liraya çıkarılması fikrine şiddetle karşı çıkan Kansu, halkın parası ile kütüphaneye kitap alınmasının uygun olmadığını çünkü birçok milletvekilinin kitapları açıp okumadığını, ayrılan bütçenin yeterli olduğunu, eğer daha çok kitap okumak isteyen milletvekili olursa onların da ellerini ceplerine atarak kitap almaları gerektiğini ifade etmiştir. Okumaya oldukça meraklı olan Kansu’nun halkın parasının milletvekilleri için kullanılmasının doğru olmadığından yola çıkarak bu teklife şiddetle karşı çıktığı ifadelerinden net olarak anlaşılmaktadır. Diğer bir örnek ise, kanunen kendisine otomobil tahsis edilen kişilerin bu otomobilleri kendisi haricindeki kişilere de (ailesine, komşusuna) kullandırması ve söz konusu otomobillerin olmadık işler için de kullanılmasıdır. Otomobilin kullanma amacı dışındaki kullanımına örnek olarak Kansu, beş kuruşluk bir limon almaya bu otomobilin gönderilerek devlet bütçesinden yüz elli – iki yüz kuruşun benzin masrafı olarak harcanmasını gösterir. Halkın vergileri ile kendisine otomobil ve benzeri imkanlar sağlanan idarecilerin devlet gelirleri ile giriştiği ve halkın parasını kendi şahsi işleri için kullandığı sistemin sürdürülmesi Kansu’nun milletvekilliği dönemlerinde daima mücadele ettiği alanlardan olmuştur.

Meclis’in din alanında da halka hizmet amacıyla çeşitli çalışmalar yaptığı, laiklik temelinde devlet işlerini oturtmaya çalıştığı bir dönemde Mazhar Müfit Kansu da fikirlerini dile getirmiştir. Ona göre, ilgili kavramın farklı yorumlamaları ve halk arasında farklı anlamlarda kullanımı olmasına rağmen laiklik din dışı bir düşünce ya da dini reddeden bir anlayış değildir. Kansu’nun Mecliste yaptığı konuşmalardan kendisinin laik düzeni savunduğu net bir şekilde anlaşılmaktadır. Diğer yandan halkın dinini daha doğru öğrenebilmesi için de özellikle Kur’an ve hadislerin doğru bir şekilde tercüme edilerek halka ulaştırılması için devlet imkanlarının azami olarak kullanılmasını istemiş ve ilgili konudaki çalışmalar için ayrılan bütçelerin Meclisten geçmesinde de destekte bulunmuştur.

Kansu, ilk Mecliste Adliye Vekili adayı olarak ismi Mustafa Kemal Paşa tarafından önerilmesine ve kendisinin ilgili alanda ihtisası olmadığı gerekçesi ile bu adaylığı kabul etmemesine rağmen sonrasında Yozgat İstiklal Mahkemesi Üyeliği ve Şark İstiklal Mahkemesi Başkanlığı görevlerinde bulunmuştur.

Genellikle dış politikada Türkiye’nin komşuları ile olan ilişkilerine dair fikirlerini beyan ederken ağırlıklı olarak Yunanistan ile Türkiye arasındaki meseleler üzerinde duran Kansu, ilgili konudaki en sert eleştirisini 1930 senesinde Türkiye ile Yunanistan arasında imzalanan bir anlaşmaya yönelik yapmıştır. İlgili anlaşmanın öngördüğü hususlar nedeniyle Türkiye’nin bazı haklarından feragat etmek zorunda kaldığı iddiası ile Başvekil İsmet Paşa ve yönetimini suçlamıştır. Ayrıca Uluslararası Parlamentolar Birliği Türk Grubu içerisinde de Saymanlık görevini üstlenen Kansu, diğer devletler ile Türkiye arasındaki ilişkilerde dostluğu temel alarak düşmanlık yapılmasını yanlış bulan, ancak dostluk şartlarının gerektirdiği karşılıklı iyi niyetin sağlanamadığı durumlarda ise söz konusu sorunların tavizsiz bir şekilde Türkiye lehine çözülmesini savunan bir anlayışa sahiptir. Mustafa Kemal Atatürk çizgisinde, milli meseleler konusunda oldukça hassas, milli, açık ve dürüst bir politika anlayışı hedefi doğrultusunda hareket etmeye çalışmaktadır.

İlk meclise Hakkari milletvekili olarak katılan Kansu, II., III., IV., ve V. Dönemlerde Denizli milletvekili olarak görev yapmış ve sonrasında VI., ve VII,. Dönemlerde de Artvin (Çoruh) milletvekilliği yapmıştır. VII. Dönemden sonra 72 yaşında aktif siyasi yaşama veda etmiştir. Milletvekilliği boyunca Meclis içerisinde çeşitli komisyonlar içerisinde aktif görevler almasının yanı sıra görüldüğü üzere Meclis dışında da birçok çalışmada bulunmuştur.

Soyadı kanunu çıkmadan önce Kansu’nun “Nakipoğulları” aile adını da kullandığı bilinmektedir. Soyadı kanununun çıkması akabinde Mazhar Müfit Kansu’nun akrabası olan Dr. Şevket Aziz Bey, “Kansu” soyadını seçmiş ve bunu Mazhar Müfit Kansu ile de paylaşmış, o da Mustafa Kemal Atatürk’e sunmuş ve Atatürk de bizzat kendi el yazısı ile yazıp imzaladığı bir kağıtla aileye “Kansu” soyadını vermiştir.

Mustafa Kemal Paşa ile Erzurum’da başlayan dostlukları onun ölümüne kadar sürmüş ve bu süreç içerisinde Mazhar Müfit Kansu ile Mustafa Kemal Atatürk arasındaki ilişki oldukça yakın seyretmiştir. Bahsedildiği üzere birkaç konu hariç olmak üzere çok ciddi bir fikir ayrılığı yaşamamışlardır. Kansu’nun milletvekilliği süresince devam ettirdiği ve her koşulda öne çıkardığı milli ve halkçı anlayışını Mustafa Kemal Atatürk’ün çizgisi üzerinde sürdürmüştür.

Nüktedan bir kişiliğe sahip olan Kansu, aynı zamanda iyi bir hatiptir. Müziğe piyano çalmayı öğrenecek kadar meraklı, bazı konularda ise fikrini değiştirmeyecek kadar inatçıdır. Siyasi yaşamı bıraktıktan sonra 12 Kasım 1948 tarihinde halen Ziraat Bankası Yönetim Kurulu Üyesi olarak görev yaptığı sırada yaşama veda etmiştir. Ölmeden önce Son Telgraf Gazetesinde anılarının büyük bir bölümünü yayımlayarak Türkiye Cumhuriyeti Tarihinin daha iyi anlaşılabilmesine de katkıda bulunmuştur.

Ahmet SEZGİN

KAYNAKÇA

Son Telgraf Gazetesi

Meclis-i Mebusan Zabıt Ceridesi, IV. Dönem.

TBMM Zabıt Ceridesi, I., II., III., IV., ve V. Dönem.

TBMM Milletvekilleri II., III., IV., ve V. Dönem Seçim Mazbataları.

TBMM Milletvekilleri Hal Tercümeleri.

ÇOKER, Fahri. Türk Parlamento Tarihi, Milli Mücadele ve T.B.M.M. I. Dönem 1919-1923, Türkiye Büyük Millet Meclisi Vakfı Yayınları, C.III. Ankara.

DENİZLİ, Hikmet. (1996). Sivas Kongresi Delegeleri ve Heyet-i Temsiliye Üyeleri, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara.

GÜNDOĞDU, Cihangir (Yay. Haz.). (2004). İlk Meclis Anketi Birinci Dönem TBMM Üyelerinin Gelecekten Bekledikleri, TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu, Ankara.

KANSU, Mazhar Müfit. (1966). Erzurum’dan Ölümüne Kadar Atatürk’le Beraber, C.I-II, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara.

SARIHAN, Zeki. (1994). Kurtuluş Savaşı Günlüğü, C.II, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara.

SEZGİN, Ahmet. (2016). Denizli Milletvekili Mazhar Müfit Kansu ve Siyasi Faaliyetleri (1923-1939), Denizli Büyükşehir Belediyesi Kültür Yayınları, Denizli.

YAVUZ, Nurcan. (1990). I. Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Hakkâri Mebusu Mazhar Müfit Bey’in Faaliyetleri, Basılmamış Yüksek Lisans Tezi, Atatürk Üniversitesi Atatürk İlkeleri ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, Erzurum.

Muhittin Paşa



Muhittin Paşa (1896 - 1926)

Damat Ferit Paşa Hükümeti zamanında Ankara Valiliği yaptı. Kurtuluş Savaşı'na karşı olan davranışları ve Sivas Kongresi'ne karşı girişimleri nedeniyle tutuklanarak Sivas'a gönderildi. Kurtuluş Savaşı'na karşı çıkmayacağına dair söz verince İstanbul'a gitmesine izin verildi.

Nazım Bey



Nazım Bey (1888 - 1921)

Tümen komutanlıklarında bulunmuş subaylarımızdandır. Çarpışmalar sırasında şehit edildi. Şehit düşmesinden bir gün sonra, TBMM tarafından, rütbesi albaylığa yükseltildi.

--------------------------

Nazım Bey (Ali Nazım Resmor) (1868 - 1935)

Harput (Elazığ) Valiliği yaptı. TBMM'nin I. Döneminde Tokat milletvekilliği yaptı. Kısa süre İçişleri Bakanlığı yaptı. Yeşilordu sorunu nedeniyle milletvekilliğinden alındı. İstiklal Mahkemesi tarafından on beş yıl hüküm giydi.

Nurettin Paşa



Nurettin Paşa (1873 - 1932)

Mondros Ateşkes Antlaşması sırasında İzmir ve Aydın valilikleri, 17. ve 25. Kolordu komutanlıklarında bulundu. Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti ile İstanbul Hükümetini uzlaştırmaya çalıştı. Daha sonra Kurtuluş Savaşı'na katılmak üzere Anadolu'ya geçti. Fakat, Anadolu'daki genç komutanlarla anlaşmazlığa düşerek görevinden çekildi. 1922'de 10. Ordu Komutanlığına atandı ve bu görevle Başkomutan Meydan Savaşı'na katıldı. Zaferden sonra Korgeneral oldu. Askeri Şura Üyeliği de yaptı. 1925 yılında askerlikten ayrıldı. Milletvekilliği sırasında devrimlere karşı çıkışıyla dikkatleri çekti.

Rauf Bey



Hüseyin Rauf Orbay, 1880 yılında İstanbul Cibali’de doğdu. Babası, Âyân Azası, Bahriye Şûrası Başkanı, Birinci Ferik (Oramiral) Mehmet Muzaffer Paşa, annesi Girit evlad-ı fâtihanı Koca Memi sülâlesinden Emin Efendi’nin kızı Hayriye Rüveyde Hanımdır. Rauf Bey, ilkokulu İstanbul Cibali’de, ortaokulu babasının komodor görevi ile tayin edildiği Trablusgarp’ta Trablus Askerî Rüştiyesi’nde, liseyi Heybeliada Bahriye İdadisi’nde okudu. 29 Mart 1899 tarihinde Deniz Harp Okulu’ndan güverte mühendisi (teğmen) rütbesiyle mezun oldu. Stajını Heybetnümâ Okul Gemisi’nde yaptıktan sonra Selimiye Firkateyni’ne tayin edilerek Deniz Kuvvetleri’ne katıldı. Deniz Kuvvetleri’nde ilk görevi Garp Vapuru seyir subayı yardımcılığıdır. Mahmudiye Zırhlısı’nda görevli iken 9 Nisan 1901’de üsteğmenliğe yükseldi. Hamidiye Torpidosu ve Fethiye Gemisi ikinci komutanlığı görevlerinde bulundu. 23 Nisan 1904’te yüzbaşı rütbesine yükseldi. 24 Ağustos 1904 tarihinde de “Mesudiye Zırhlı­sı”na atandı. Rauf Bey, İngilizcesinin iyi olması ve bulunduğu görevlerde başarılarıyla dikkati çekmesi sebebiyle, bu sırada Amerika Birleşik Devletleri’nin Kramp tezgahlarında inşâ edilen “Abdülmecid Kruvazörü”nü Amerikalı gemici Bucknam Bey ile İstanbul’a getirmişti. Başarılı bir denizci olan Bucknam Bey’i II. Abdülhamid “paşalık” rütbesi vererek Osmanl­ı hizmetine aldı. Rauf Bey de Bucknam Paşa’nın tercüman ve yardımcısı olarak görevlendirildi. Rauf Bey, iki yıl süren bu görevi boyunca Bucknam Paşa ile yakın dostluk kurdu ve onunla birlikte bazı görevlerde bulundu. Nitekim Bucknam Paşa ile 1905’te taşıt gemileri satın almak, gemi inşâ tezgâhlarını ve deniz altı gemilerini incelemek için önce İngiltere’ye, daha sonra da Amerika’ya gönderildi. Dönüşünde, Yemen Harekâtı sı­rasında Kızıldeniz’de faaliyette bulunan Osmanlı donanmasında gö­revlendirilerek, Ahmed İzzet Paşa’nın maiyetinde çalıştı. 28 Ekim 1906’da Âsâr-ı Tevfik Zırhlısı’nda görevlendirilerek, Almanya’nın Kiel tersanesinde onarılıp yenileştirilen bu gemiyi yurda getirecek subaylarla Almanya’ya gönderildi. Bu geziler süresince Rauf Bey gemicilik bilgi ve tecrübelerini daha da ilerletti. 8 Ocak 1907’de önyüzbaşılığa terfi etti. 1 Mart 1908’de Peyk-i Şevket Torpido Kruvazörü komutanlığına atanarak, Sisam Ayaklanmasını bastırmaya memur filoda yer aldı. 31 Mart ayaklanması (13 Nisan 1909) sebebiyle İstanbul’a gelen Hareket Ordusu’nun faaliyetlerine katıldı. Bu harekât sırasında Rauf Bey’i Mustafa Kemal Paşa ile Cemal Paşa; İsmet İnönü ile de Kazım Karabekir Paşa tanıştırmıştı. 5 Mayıs 1909’da Hamidiye Kruvazörü komutanlığına atandı. Hamidiye ile Arnavutluk ayaklanmasının bastırılmasında rol oynadı. 7 Ağustos 1909’da kıdemli yüzbaşı oldu. Aynı yıl Tuna Milletlerarası Su Yo­lu Komisyonu’nda Osmanlı temsilcisi olarak görev yaptı. 7 Mayıs 1910’da tahta çıkan İngiltere Kralı Beşinci George’un taç giyme törenine katıldı. Bu münasebetle yapılan deniz resmî geçidinde Türk donanmasını temsil etti. 1911 Osmanlı - İtalya Savaşı’nda Trablusgarb’a ikmal sevkıyatında görev aldı. Balkan Savaşları sırasında Hamidiye Kruvazörü ile Karadeniz ve Akdeniz’de yaptığı akınlarıyla tanınmıştır. Hamidiye Akını olarak anılacak olan bu akında Aralık 1912- Eylül 1913 tarihleri arasında Varna, Draç, Şinkin baskınlarıyla, Balkan bozgunundan doğan moral çöküntüsünü telâfi etmeye çalışmıştır. Bu başarılarından dolayı Türk kamuoyunda “Hamidiye Kahramanı” olarak adlandırılmıştır. “Şüphe yok ki ben, Koca Barbaros’un bir dümen neferi dahî olamam” diyen Rauf Bey, “20. yüzyılın son büyük akıncılık hare­kâtını” gerçekleştirmiştir. Bu olaydan sonra devlet “Hamidiye Kruvazörü Hümâyunu” adını taşıyan bir madalya ihdas etmiştir. Rauf Bey, Hamidiye akını dönüşü 31 Ağustos 1913’te korvet kaptanlığına (binbaşı) terfi ettirildi. 6 Ocak 1914’de İngiltere’de inşâ halinde bulu­nan Sultan Osman Zırhlısı komutanlığına tayin edildi. Birinci Dünya Savaşı’nın başlaması sebebiyle İngiltere, Osmanlı Devleti savaşa henüz katılmadığı halde bu gemiye el koyup teslim etmemiştir. Rauf Bey İstanbul’a geldiğinde Birinci Dünya Savaşı’nın öncesinde kısmî seferberlik ilan edilmiş, ülkede bir savaş havası esmekteydi. Enver Paşa’yı Harbiye Nezareti’ndeki makâmında ziyaret eden Rauf Bey, Osmanlı Devleti’nin Afganistan temsilcisi olarak görevlendirildiğini öğrendi. İstanbul’dan askeri bir heyetle birlikte Halep’e giden Rauf Bey, İran’ın kuzeyi Rusların, güneyi İngilizlerin işgalinde olması münasebetiyle Afganistan’a geçmenin imkânsız olması sebebiyle İran Cephesi’nde görevlendirildi. 4 Ekim 1915’te Kerkük’te olduğundan firkateyn kaptanlığına (yarbay) terfi etti. Buradan Bahriye Erkân-ı Harbiye Reisliğine tâyin edilerek merkeze alındı. 1917 yılı içinde, Bahriye Nâzırı Cemal Paşa ve Müsteşar Vâsıf Bey ile birlikte, Alman İmparatoru Wilhelm’i ziyaret amacıyla Almanya’ya gitti. Dönüşte, 28 Eylül 1917’de kalyon kaptanlığına (albaylığa) yükseldi. Savaş boyunca Deniz Kurmay Başkanı sıfatıyla bu görevde kaldı. 1917 Rus Devrimi’nden sonra Kopenhag’da yapılan toplantıya Türk Heyeti Başkanı olarak katıldı. Daha sonra da, Brest Litovsk Barış Konferansı’nda Deniz Kuvvet­leri delegesi olarak Osmanlı’yı temsil etti. Savaşın sonunda, Talat Paşa kabinesinin istifa etmesiyle, yeni kurulan Ahmet İzzet Paşa kabinesinde Bahriye Nâzırlığına getirildi (14 Ekim 1918). Osmanlı murahhas heyeti başkanı olarak 30 Ekim 1918’de, daha sonraki hayatında eleştirilere sebep olan, Mondros Mütarekesi’ni imzaladı. 2 Kasım 1918 tarihli İstanbul gazetelerinde çıkan demecine göre “devletimizin bağımsızlığı, milletimizin gururu tamamıyla kurtarılmıştır. Sizi temin ederim ki, İstanbul’umuza tek bir düşman askeri çıkmayacaktır”. Ancak kendisine verilen sözlerin aksine, müttefik kuvvetlerin Osmanlı topraklarını işgallere başlaması üzerine Rauf Bey, mütarekeden 13 gün sonra, askerî ve siyasî tüm görevlerinden istifa ederek (11 Kasım 1918) Mustafa Kemal Paşa ve Fethi Bey (Okyar) ile temasa geçti. 24 Mayıs 1919 tarihinde de maiyetiyle birlikte Bandırma üzerinden Anadolu’ya geçti. Buradan hareketle Balıkesir, Salihli, Ödemiş, Aydın, Nazilli, Afyon yolundan, Ege bölgesindeki durumu gözden geçirdikten sonra, 8 Haziran 1919’da Ankara’ya geldi. Ankara’da 20. Kolordu Komutanı Ali Fuad Paşa ile buluşup Mustafa Kemal Paşa’ya iltihâk etmek üzere Amasya’ya gittiler. 21-22 Haziran 1919’da Mustafa Kemal Paşa ile “Milletin bağımsızlığını, yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” fikrî temelli Amasya Genelgesi’ni imzaladılar. Erzurum’da 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa, Konya’da 2. Ordu Komutanı Mersinli Cemal Paşa, Sivas’ta 3. Kolordu Komutanı Albay Refet Bey (Bele) ile de fikir birliğine vardılar. Bu üçlü gruba Refet Bey de katıldıktan sonra Sivas’a gittiler. Refet Bey, Sivas Kongresi’nin hazırlıklarını yapmak için burada kalırken, Mustafa Kemal Paşa ile Rauf Bey Erzurum’a giderek, Vilâyât-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Kongresi (Erzurum Kongresi)’ne katıldılar. Kongrede “Vatanın bütünlüğü, Milletin istiklâli” temel prensip kabul edilirken, Mustafa Kemal Paşa Heyet-i Temsiliye baş­kanlığına, Rauf Bey de başkan vekilliğine getirildi. Buradan Heyet-i Temsiliye üyeleri ile birlikte millî kongreye katılmak üzere Sivas’a gitti. Erzurum Kongresi sonrası gittikçe artan “Amerikan Mandası” taraftarlığı, Halide Edib’in, Mustafa Kemal Paşa’ya gönderdiği bir tür “Amerikan Mandası” taraftarlığı içerikli 10 Ağustos 1919 tarihli mektubu, Sivas Kongresine katılan delegelerden Bekir Sami, Kara Vasıf ve İsmail Hami beyler ile birlikte Rauf Bey’i de etkilemişti. Bunlar, Bekir Sami Bey’in kaldığı evde yaptıkları gizli toplantıda, Mustafa Kemal Paşa’nın kongre başkanlığını önleme kararı aldılar. Ancak 4 Eylül 1919’da Mustafa Ke­mal Paşa’nın açış konuşmasıyla çalışmaya başlayan Sivas Kongresi’nde de yine Mustafa Kemal Paşa kongre başkanlığına, Rauf Bey başkan yardımcılığına getirildi. Rauf Bey, aynı zamanda Sivas Milletvekili oldu. Daha sonra Kâzım Karabekir Paşa’nın teklifiyle, Meclis-i Mebusan toplantısına, Sivas Kongresine temsilen katılacak delege seçildi. Hüsrev Gerede ile bir­likte Ankara üzerinden İstanbul’a gitti. İstanbul’da toplanan Meclis-i Mebusan’da, Hüseyin Rauf Bey’in başkanlığında “Felâh-ı Vatan” grubu kuruldu. Meclis-i Mebusan, 28 Ocak 1920’de gizli ve özel bir celsede Misâk-ı Milli’yi ka­bul etti, 17 Şubat 1920’de bunu açık bir celsede de onayladı. Bunun üzerine İngilizlerin Meclis-i Mebusan’ı basacağı ve mebusları tevkif edeceği anlaşılınca, Mustafa Kemal Paşa Rauf Bey’i, bir telgraf göndererek Ankara’ya çağırdı. Ancak Rauf Bey anılarında, Mustafa Kemal Paşa’ya “Evvelce kararlaştırdığımız gibi, namus borcumuzu yapacağız. Meclisi bastırmak için orada kalacağız. Aksi takdirde bize güvenerek burada kalanlar, kendilerine haber verilmeden aralarından ayrılışımıza muğber olurlar da içtimaa devam ederlerse, o zaman meclisin Ankara’da toplanması meselesi ciddî şekilde tehlikeye girer” şeklinde bir cevap gönderdiğini ifade etmiş ve meclisteki faaliyetlerini sürdürmüştür. İngilizler, 16 Mart 1920’de Meclis-i Mebusan’ı basarak, Rauf Bey’i de tevkif edip, 145 devlet adamı ile birlikte Malta’ya sür­dü. Rauf Bey’in Malta’daki sürgün hayatı yirmi ay devam etmiştir. Sakarya Savaşı’nda kazanılan başarıdan sonra 23 Ekim 1921 tarihinde İstanbul’da, Ankara Hükümeti temsilcisi Hamit Bey ile İngiltere temsilcisi Sir H. Rumbold arasında imzalanan anlaşmaya göre, Malta’da 2776 sicil numarası ile tutuklu bulunan Rauf Bey, İnebolu’da, daha önce 22 kişilik ekibiyle esir edilen ve Erzurum’da tutulan Yarbay Rawlinson’la mübâdele edildi. Buradan 13 Kasım 1921’de Ankara’ya gelen Rauf Bey, Sivas milletvekili sıfatı ile Büyük Millet Meclisi’ne katıldı. Ankara’ya gelişinin ilk günlerinde rahatsızlanan Rauf Orbay, bir süre dinlendikten sonra, 17 Kasım 1921’de Nâfıa (Bayındırlık) Vekâletine seçildi ve bu görevi 14 Ocak 1922 tarihine kadar sürmüştür. Atatürk’e göre, bu dönemde Rauf Bey, Müdafaa-i Hukuk Grubu içinde kalarak İkinci Grup (Muhalefet) ile birlikte hareket etmiştir. Rauf Bey’in Millet Meclisi’ndeki ağırlığını fark eden Ali Fethi Bey (Okyar), Mustafa Kemal Paşa’ya; “Fevzi Paşa İcrâ Vekilleri Heyeti’nden çekilsin, Rauf Bey Başvekil olsun. Basiret ve kıymet sahibi olduğu nispette Meclis’in muhabbet ve itimâdına sahiptir. Sen o zaman çok rahat çalışır, sadece askerî işlerinle meşgul olursun ...” telkininde bulundu. Mustafa Kemal Paşa bu fikri benimseyerek uygulamaya koydu. Kabul edilen yeni seçim kanununa göre, İcra Vekilleri Heyeti Reisi Fevzi Paşa istifa etti. 8 Temmuz 1922 tarih ve 244 sayılı “İcra Vekillerinin Sûreti İntihâbına Dâir Kanun”un kabulünden sonra seçimler yenilendi. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 11 Temmuz 1922 günü yapılan ilk toplantısında, Rauf Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın teklifi ile hükümeti kurma görevini üzerine aldı. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 12 Temmuz 1922 günü yapılan oturumunda, 204 milletvekilinden 197’sinin oyunu ala­rak İcrâ Vekilleri Başkanlığına seçildi. Rauf Bey, İcra Vekilleri Başkanlığı görevini 4 Ağustos 1923 tarihine kadar sürdürdü. Ali Fethi Bey’in öngördüğü gibi, Rauf Bey İcra Vekilleri Heyeti Reisliğine seçildikten dört gün sonra, Büyük Millet Meclisi’nde Misak-ı Millî esasları hiç dokunulmadan aynen kabul edildi. Mustafa Kemal Paşa’nın Başkomutanlık yetkisi de kat‘î zafere kadar uzatıldı. Büyük Zafer’den sonra Rauf Bey saltanat yanlısı olsa da, “Teşkilât-ı Esasiye Kanunu ile Türkiye halkı, hukuk-ı hâkimiyet ve hükümrânîsini, hakiki mümessili olan Büyük Millet Meclisi …” temsil eder, hükmüyle 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılmasına razı oldu. Sultan Vahdeddin’in 17 Kasım 1922 tarihinde ülkeyi terk edişiyle, “Hilâfetin Hânedân-ı Âli Osman’a ait olduğu” hükmüyle de, Veliaht Abdülmecid Efendi halîfe seçildi. Rauf Bey, Lozan Konferansı’nda Türkiye’yi temsil edecek heyetin başı olmak istedi. Ancak Mustafa Kemal Paşa, Rauf Bey ile konuştuktan sonra, tercihini İsmet Paşa’dan yana kullandı. İsmet Paşa, Lozan Heyeti Başkanlığı’na getirildi. İsmet Paşa’nın yokluğunda Dışişleri ve Milli Savunma bakanlıklarını da vekâlet eden İcra Vekilleri Reisi Rauf Bey ile İsmet Paşa’nın arası, konferans sürecinde Savaş tazminatı, İngilizlerin Birinci Dünya Savaşı öncesinde gasp ettikleri gemiler, Patrikhâne ve Ege adaları meseleleri gibi bazı konularda farklı düşünmeleri sebebiyle açıldığından, müzakerenin sonunda Rauf Bey, İsmet Paşa’ya muahedeyi imzalama yetkisini vermedi. Bu yetkiyi İsmet Paşa’ya Büyük Millet Meclisi Reisi sıfatıyla Mustafa Kemal Paşa vermiştir. Başvekilin aynı gün Lozan’a bir kutlama mesajı da göndermemesi ilişkileri koparmıştır. Rauf Bey, İsmet Paşa’nın Ankara’ya dönüşünde onunla karşılaşmamak için yurt gezisine çıkmak istemiş, Mustafa Kemal Paşa, başvekillik görevinden istifa etmesi şartıyla bu izni vermiştir. Rauf Bey de 13 Ağustos 1923 tarihinde İcra Vekilleri Heyeti Reisliğinden istifa etti. Rauf Bey, başvekillik görevinden istifa ettikten sonra, Ankara’dan ayrılarak önce seçim bölgesi Sivas’a, oradan da annesini görmek için İzmir’e gitti. Buradan da İstanbul’a geçti. İkinci dönemde İstanbul Milletvekilliğine seçildi. 29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilânından sonra, İstanbul’da yayınlanan Tevhid-i Efkâr ve Vatan gazetelerine verdiği bir mülâkatta; “Cumhuriyetin ilânında istical edilmiştir. Bu isticâle sebebiyet verenler gayrimesul zevâttır…” şeklindeki ifadeleriyle, Cumhuriyeti’n ilânında acele edildiğini açıklaması, Cumhuriyeti kuranları da gayrimesul kişiler olarak nitelemesi, onun ağır eleştirilere maruz kalmasına sebep olmuştur. Bundan sonra Rauf Bey, bir yıl daha Halk Fırkası’na bağlı kaldıysa da, bağımsız bir politika takip etmeye başlamıştır. Nihayet Rauf Bey, Halk Fırkası’ndan ayrılarak, diğer muhalif 30 civarındaki mebus ile birlikte 17 Kasım 1924 tarihinde, Kâzım Karabekir Paşa’nın Genel Başkanlığı, Dr. Adnan Adıvar ile kendisinin İkinci Başkanlığında Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurmuşlardır. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kuruluşu ile muhalefetin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde ilk yer alışının hemen ertesi günü, İsmet Paşa kabinesi istifa etti. Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, yeni kabineyi kurma görevini Ali Fethi Bey’e verdi. 24 Kasım 1924’te Musul Meselesi Türkiye’de umûmi bir heyecan yaratırken, birdenbire Şeyh Said İsyanı patlak verdi. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, işte bu siyasî iklimde doğmuş ve yaşaması gerekmiştir. Şeyh Sait İsyanı, Şark İstiklal Mahkemesinin geniş yetkilerle kurulmasına ve Takrir-i Sükun Kanunu’nun çıkarılmasına sebep olmuştur. Şark İstiklâl Mahkemesi, önce Terakkiperver Cumhuriyet Fırka mensuplarının “irticai faaliyetler” ile ilişkili olduğu konusunda hükümeti ikaz etmiş, arkasından Diyarbakır İstiklal Mahkemesi kendi yetki alanında bulunan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası şubelerinin kapatılmasına karar vermiştir. Hükümet de Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı, Takrir-i Sükun Kanunu’na dayanarak, 3 Haziran 1925 tarihinde, “fırka irticayı körüklediği” gerekçesiyle bütün memlekette kapatmıştır. Bundan sonra Rauf Bey de, diğer muhalif vekiller ile birlikte bağımsız kalmıştır. Rauf Bey bağımsız kalınca bir süreden beri muzdarip olduğu tropikal malarya hastalığından tedavi olmak için, Meclis Başkanlığı’ndan 2 Mayıs 1926’da 45 gün izin alarak, Bad-Gaschtein kaplıcalarının bulunduğu Avusturya’ya geçti. Tedavisi bittikten sonra o sırada İngiltere’de bulunan Doktor Adnan Bey (Adıvar) ile eşi Halide Edip Hanım’ı ziyaret etmek için Londra’ya gitti. Rauf Bey Londra’da iken, Mustafa Kemal Paşa’ya yönelik olarak, “İzmir Suikastı” tertibatı ortaya çıkartıldı. Ali Çetinkaya’nın başkanlık ettiği, İzmir İstiklâl Mahkemesi, Rauf Bey’i suîkast girişimiyle ilgili bulup, onu gıyâben muhâkeme ederek, 26 Ağustos 1926 tarih ve 111/69 sayılı kararıyla on yıl kalebentliğe, medeni haklardan mah­rum edilmesine ve mallarının haczine hüküm verdi. Bu karar, Rauf Bey’e Londra Büyük Elçiliği vasıtasıyla tebliğ edildi. Mahkeme kararı, 3 Kasım 1926 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde okunarak, Rauf Bey’in milletvekilliği sona erdirildi. Rauf Bey, İzmir Sûikastı’nda kendisine isnat edilen suçları ve kararı hiçbir zaman kabul etmedi, ancak kararın temyiz kabiliyeti de olmadığından yurda dönemedi. Yurt dışında kaldığı yaklaşık on yıllık süreyi, İngiltere, Hindistan, Çin ve Mısır’da geçirdi. “Cum­huriyetin 10. Yıldönümü” münâsebetiyle kabul edilip, yayınlanan 26 Ekim 1933 tarih ve 2330 sayılı kanunun 8. maddesiyle affa uğradıysa da, vatana dönmesi için ısrar eden dost ve yakınlarına memlekete dönmenin sûikast cürümüne iştirâki kabul demek olacağını, hiç bir zaman bunu kabul etmediği için dönmeyeceğini bil­dirdi. Fakat o sırada ailenin büyüğü olan Aziz Bey’in ölümü üzerine, kız kardeşi Mısır’a Rauf Bey’in yanına giderek onu vatana dönmeğe ikna etti. Hükmün 26 Ekim 1933 tarihli af kanunu ile ortadan kalkmasından sonra 5 Temmuz 1935’te Türkiye’ye döndü. 3 Aralık 1935 tarihli Bakanlar Kurulu Kararı ile emekli aylığına bağlandı. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin VI. döneminde açık bulunan Kastamonu mebusluğu için, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkan Vekili, Başvekil Dr. Refik Saydam tarafından 22 Ekim 1939 tarihinde yayımlanan: “Kastamonu Mebusu Hüsnü Açıksöz’ün ölümü dolayısıyla boşalan Kastamonu Mebusluğuna eski İstanbul Mebusu ve eski Başvekil Rauf Orbay’ın Genel Başkanlık Divanınca namzetliği kararlaştırılmıştır. Rauf Orbay hakkında evvelce İzmir İstiklâl Mahkemesi tarafından verilmiş olan mahkûmiyet kararının ref’i için vâki müracaatı üzerine yapılmış olan hukukî tetkikte araya girmiş olan Umumî Af Kanunları, isnat olunan fiili bertaraf ettiği gibi, muhâkemenin iadesini de gayrı mümkün kılmış ve esasen muhakeme iade edilebilseydi beraatının muhakkak olacağı kanaatine varılmış olduğu görülmüştür. Sayın ikinci müntehiblere bildirir ve ilân ederim” şeklindeki bir beyanname ile Cumhuriyet Halk Partisi’nden aday gösterilerek mebus seçilmiştir. Ancak Rauf Bey, Cumhuriyet Halk Partisi’ne katılmayacaktır. Daha sonra Rauf Bey, İkinci Dünya Savaşı devam ederken, 17 Şubat 1942’de, hükümetin isteğiyle, mebusluktan çekilerek Londra Büyükelçiliğine atanmıştır. Bu görevi 9 Mart 1944 tarihine kadar sürdürmüştür. Hatıralarına göre, Londra dönüşü, Cumhurbaşkanı İnönü’nün Kahire’de İngiliz Başbakanı Churchill ile görüşmesinin ardından, Ankara’da İnönü’nün başkanlığında yapılan ve Başvekil Şükrü Saraçoğlu, Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak, İkinci Başkanı Orgeneral Kâzım Orbay, Hariciye Vekili Numan Menemencioğlu ve Londra Büyükelçisi olarak kendisinin davet edildiğini toplantıda, İsmet Paşa’nın “İngilizler harbe girmemizi istiyorlar ve ısrar ediyorlar. Ne yapacağız?” şeklindeki sorusuna, “Müttefikimiz olmakla beraber, İngilizlerin bugün bizden harbe girmemizi istemeğe hakları olmadığını çünkü geçen sene Churchill ile Adana’da yapılan mülâkatta, onun İsmet Paşa’ya ettiği vaadi tutmamış olduğunu hatırlatarak: Bir sene içinde bize beşyüz Sherman tankı, beşyüz son sistem Speed Firee hücum uçağı ve külliyetli miktarda top, tüfek, cephane ve saire verecek değil mi idi?”… “Bugün bu vaziyet hasıl olmamıştır. Böyle olunca, şimdi ne hakla bizden harbe girmemizi istiyorlar?... Ne kadar ısrar ederlerse etsinler vereceğimiz cevap; arz ettiğim sebeplere istinaden harbe girmemizi istemeğe hakları olmadığı kendilerine hatırlatmaktan ibaret olmalıdır” şeklindeki cevabının Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı politikasını şekillendirdiğini belirtmektedir. Rauf Bey, birikimlerini, Başvekil Saraçoğlu’nun daveti üzerine bir kere de, İrcâ Vekilleri Heyetine aktarmış, Londra Büyük Elçiliği’nden sonra, kendisine Washington Büyükelçiliği teklif edildiyse de, devlette resmî başka bir görev kabul etmemiştir. Bundan sonraki hayatını, üniversitelerde ders ve konferanslar vere­rek, seyâhatlere çıkarak, siyasetten uzak bir şekilde geçirmiştir. Nihâyet İstanbul Cihangir’deki evinde 16 Temmuz 1964 Perşembe günü saat 13.20’de geçirdiği bir kalp krizi so­nucu vefat etmiştir. Hiç evlenmemiş olan Hüseyin Rauf Orbay’ın ağabeyi Ha­san Murat’tan başka, Safiye, Hamide ve İffet adlarında üç kız kardeşi vardı. Cenazesi, 18 Temmuz 1964 günü Teşvikiye Câmii’nde öğlen namazını müteâkip kaldırılmış ve askerî törenle Harbiye’ye kadar götürülmüş, buradaki törenden sonra vasiyeti gereği, Kadıköy Sahrâ-yı Cedit’teki aile mezarlığına, babasının yanına defnedilmiştir. Rauf Orbay, asker olarak 1911-1912 Trablusgarp Savaşı, 1912-1913 Balkan Savaşları ve 1914-1918 Birinci Dünya Savaşı’nın çeşitli cephelerinde mücadele etmiştir. Bu savaşlar ve diğer askerlik hizmetlerinde gösterdiği üstün başarılarından dolayı Osmanlı Devleti (13 adet) ile müttefik devletler Almanya (3 adet) ve Avusturya (3 adet) tarafından çeşitli nişan ve madalyalarla ödüllendirilmiştir.

Mustafa ALKAN

KAYNAKÇA

ALKAN, Mustafa, “Hüseyin Rauf Orbay’ın Hayatı (1880-1964)” Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi, C XX, S 59, Ankara-Temmuz 2004.

ATATÜRK, Mustafa Kemal, Nutuk, I, II, III, MEB, İstanbul 1982.

AYBARS, Ergün, İstiklâl Mahkemeleri -Yakın Tarihimizin Gerçekleri-, 2. Baskı, Şefik Matbaası, İstanbul 1998.

Balkan Savaşı’na Katılan Komutanların Yaşam Öyküleri, ATASE Yayını, Ankara 2004.

BOA, BED, Dahiliye, Giden, nu: 343763.

BCA, 1923-1942; Belge: 1-11.

Hakimiyet-i Milliye, Sayı: 14 Temmuz 1922; 8 Kanunusani 1923; 18.Kasım 1924 (18 İkinci teşrin 1340; 5 Haziran 1925.

İNAM, Erberk, Rauf Bey, Denizcilik Matbaası, İstanbul 1965.

KANDEMİR, Feridun, Hâtıraları ve Söyleyemedikleri ile Rauf Orbay, Sinan Matbaası, İstanbul 1965.

KUTAY, Cemal, Malta Sürgünleri, İstanbul 1978.

KUTAY, Cemal, Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Yüzyılımızda Bir İnsanımız Hüseyin Rauf Orbay, V, İstanbul 1992.

ORBAY, Rauf, Cehennem Değirmeni -Siyasî Hatıralarım-, Truva, İstanbul 2004.

PARMAKSIZOĞLU, İsmet, “Hüseyin Rauf Orbay”, Türk Ansiklopedisi (TA), 25.

Rauf Orbay’ın Siyasî Hatıraları (1914-1945), Yay. Haz. Osman Selim Kocahanoğlu, Temel, İstanbul 2005.

TBMM Zabıt Ceridesi, XIV, (31 Teşrinievvel 1337), 220; 286; XXI: s. 357-59; Devre I, XXIV, 314-15; 335-37; 562-565; Devre: II/ II, 90; c.X, (6 Kasım 1924), 112-113; c. XXVII, 16;

TBMM Gizli Celse Zabıtları, c. III, (27 Şubat 1338/1923), İş Bankası, 711; 1042-1046, 1051, 1062; c. IV, 74-89.

Tercüman Gazetesi, 19 Temmuz 1964.

Türk Parlamento Tarihi, Millî Mücadele ve TBMM I. Dönem (1919-1923), C. III, TBMM Vakfı Yayınları, No: 6.

ŞİMŞİR, Bilâl N., Malta Sürgünleri, Bilgi Yayınevi, İstanbul 1985.

Yeni Gün Gazetesi, 2 Kasım 1918.

Recep Bey



Mehmet Recep Peker (1889- 1950)

5 Şubat 1889’da İstanbul’da Kocamustafapaşa’da doğdu. Babası Kafkasya’nın Dağıstan yöresinden Anadolu’ya göç eden Mustafa Şehabettin Bey’dir.

İlk öğrenimini 1898’de Kocamustafapaşa İptidai Mektebi’nde, orta öğrenimini 1901’de Kocamustafapaa Askerî Rüştiyesi’nde, liseyi ise 1904’te Kuleli Askeri İdadisi’nde tamamladı. Aynı yıl Harbiye Mektebi’ne kaydoldu. 7 Eylül 1907’de Piyade Teğmen rütbesi ile mezun olarak kurmay sınıfına ayrıldı ve Edirne’de kıta hizmetine atandı. 15 Ocak 1910’da Yemen’e gitti; iki ay süre ile burada yapılan savaşlara katıldı. 14 Nisan 1911’de Üsteğmenliğe terfi ettirilerek Van Redif Taburu, Dördüncü Bölüğüne atandı ise de Erkân-ı Harbiye Mektebi sınavlarını kazanmış olması nedeniyle ve Harbiye Nezareti’nin yazılı emri ile 17 Eylül 1911’de Hudeyde’den İstanbul’a hareket etti. Öğreniminin ilk yılını tamamladığı günlerde, Trablusgarp’ta başlayan savaş nedeniyle Maydos’ta oluşturulan Beşinci Nizamiye Fırkası yaverliğine atandı. Komanova muharebesinde bu görevini sürdürdü. 11 Ekim 1912’de Mürettep Fırka Kumandanı Kurmay Albay Yusuf Ziya Bey’in kurmay subaylığını üstlendi. Balkan Savaşları sırasında Manastır ve Yanya muharebelerine katıldı. Balkan yenilgisinin ardından İstanbul’a döndü. 24 Kasım 1913’te Erkân-ı Harbiye Mektebi’nin ikinci sınıfında öğrenimine devam etti. Üçüncü sınıfta iken başlayan I. Dünya Savaşı nedeniyle 3’üncü Ordu’ya atandı. 26 Nisan 1914’te Lazistan ve Havalisi Erkân-ı Harbiyesi’nde görevlendirildi. 26 Aralık 1914’te yüzbaşı oldu. Katıldığı savaşlar nedeniyle ara verdiği öğrenimine 12 Ocak 1919’da yeniden başladı. 9 Eylül 1919’da birincilikle mezun oldu ve iki yıl kıdem aldı. Aynı okulda Harp Tarihi öğretmen yardımcılığına atandı. Bu görevi ile birlikte Erkân-ı Harbiye riyasetine bağlı istihbarat şubesi olarak gizlice örgütlenen Yirmi Dördüncü Fırka Birinci Şube Müdürlüğünde görev aldı. Ardından 20. Kolordu’ya atandı.

4 Şubat 1920’de Milli Mücadeleye katıldı. Mustafa Kemal Paşa’nın Ziraat Mektebi’ndeki karargâhının en aktif kurmayı oldu. Heyet-i Temsiliye’de Muamelât-ı Tahririye (Yazı İşleri) ile görevlendirildi. Bu görevini TBMM’nin açılışına kadar sürdürdü. 23 Nisan 1920’de TBMM İdare Amirliğine atandı. 30 Haziran 1920’den başlayarak Sakarya Savaşı’na kadar bu görevine ek olarak Genel Kurmay İkinci Şube Müdürlüğü görevini yürüttü. 10 Ekim 1920’de binbaşılığa terfi etti.

TBMM’nin II. Dönem seçimlerine katıldı. 12 Temmuz 1923’te yapılan seçimde Kütahya’dan milletvekili oldu. 10 Ağustos’ta İdare Amirliği görevinden ayrıldı. 11 Ağustos’ta Meclis’e katıldı. 12 Ağustos 1923’te mazbatası onaylandı. Yasama görevini II. dönemden başlayarak VIII. Döneme kadar Kütahya milletvekili, VIII dönemden yaşamının sonuna kadar da İstanbul milletvekili olarak sürdüren Recep Peker Hakimiyet-i Milliye gazetesinin başyazarlığını da üstlendi.

Yeni Türkiye Devleti’nin ilk siyasal partisi olan Halk Partisi’nin da kurucuları arasında yer aldı. 11 Eylül 1923’te Halk Partisi Genel Sekreterliğine seçildi. 15 Mart 1925’e kadar bu görevini sürdürecek olan Peker, Partinin kuruluş dilekçesini de Genel Başkan Mustafa Kemal Paşa ile birlikte imzaladı. Dilekçe, 23 Ekim 1923’te Dahiliye Vekâletine sunuldu. Partinin adına “Cumhuriyet” sözcüğünün eklenmesini öngören değişiklik önerisi de Recep Peker’den geldi. Öneri, 10 Kasım 1924’de partinin toplantısında onaylandı. 21 Mayıs 1924’te II. İsmet Paşa kabinesinde Maliye Vekilliğine seçildi. 17 Kasım’da Terakkiperver Cumhuriyet Partisi’nin kurulması ve İsmet Paşa kabinesinin istifası ile 22 Kasım 1924’te Maliye Vekilliğinden ayrıldı. Aynı gün kurulan Fethi Bey kabinesinde Dahiliye Vekilliğine ek olarak Mübadele, İmar ve İskan Vekâleti Vekilliğini de üstlendi. 11 Aralık 1924’te vekâletin kaldırılması nedeniyle Mübadele, İmar ve İskân Vekâleti’ndeki görevi son buldu. Büyük şehirlerin belediye başkanlarının merkezden atanması görüşü nedeniyle Başbakanla anlaşmazlığa düştü. 5 Ocak 1925’te Dahiliye Vekilliği görevinden istifa etti. Fethi Bey kabinesinin çekilmesi üzerine 3 Mart 1925’te kurulan İsmet Paşa kabinesinde Müdafaa-i Milliye Vekilliğine getirildi. Takrir-i Sükûn Kanunu’nun ateşli savunucuları arasında yer aldı. İstiklâl Mahkemelerinin yetkilerini eleştiren muhalefete sert yanıtlar verdi. 1 Kasım 1927 Nafıa Vekâletini üstlendi. 1928’de CHP Meclis Grubu Başkanı seçildi. 8 Nisan 1929’dan itibaren iki gün süre ile vekâleten Maarif Vekilliğinde bulundu. 17 Kasım 1930’da Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kapanmasının ardından yaptığı yurt gezisinde Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Paşa’ya eşlik etti. Gezi programının düzenlenmesinde etkili oldu. Halkla yapılan toplantıları yönetti. Gezi bitiminde gerekli açıklamaları yapma görevini üstlendi. 9 Mart 1931’de CHP Genel Sekreterliğine seçildi. 21-29 Mayıs 1932 tarihleri arasında Başbakan İnönü’nün İtalya’ya yaptığı seyahate katıldı. 7 Eylül 1931’de Maarif Vekâleti’nce yayınlanan Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabının devlet teşkilatına ilişkin bölümünü kaleme aldı. İnkılâp Tarihi derslerinin okul programlarına alınmasını sağladı. “Halka bizzat halk tarafından inkılâp terbiyesi vermeyi” gaye edindi. Bu amaçla 1933 yılında CHP Genel Merkezince seçilen 1300 hatibe kurs verilmesini sağladı. Mustafa Kemal Paşa’nın isteği üzerine 1934 yılından itibaren İstanbul Üniversitesi bünyesinde kurulan İnkılâp Tarihi Enstitüsü’nde, Ankara İnkılâp Kürsüsü’nde, İnkılap Tarihi dersleri verdi. Bu derslerde siyasal partiler üzerinde durdu. Ders notlarını kitaplaştırdı. Ankara Hukuk Fakültesi’nde ve Harp Akademisi’nde de İnkılâp Tarihi derslerini yürüttü. 1932 yılından itibaren Halkevlerinin yaygınlaştırılmasında etkin rol oynadı. Ülkü Dergisi’nin ilk yazı işleri müdürlüğünü üstlendi. Kemalizm’in ilkelerini “Altı Ok” ile sembolize etti. İlkelerin tanımlanmasında etkin rol oynadı. Başbakan İsmet İnönü’nün isteği üzerine 1935 yılında İtalya ve Almanya’ya seyahatler yaparak buradaki parti tüzüklerini inceledi. Dönüşünde CHP için bir program ve tüzük örneği hazırladı. Tek partili totaliter idarelerde uygulanabilecek esaslar içeren bu örnekler “…Görülüyor ki varmak istediğimiz hedef, henüz en yakın arkadaşlar tarafından bile, zerre kadar anlaşılmış değildir.” diyen Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk tarafından reddedildi. Recep Peker, 15 Haziran 1936’da CHP Genel Sekreterliği görevinden ayrıldı. Bu tarihten sonra partide etkin bir görev üstlenmedi. 9 Temmuz 1942’de kurulan I. Saraçoğlu Kabinesi’nde Ali Fikri Tüzer’den boşalan Dahiliye Vekilliğini 17 Ağustos 1942’de üstlendi. Bu görevini 20 Mayıs 1943’e kadar sürdürdü. 21 Temmuz 1946 seçimlerinde İstanbul milletvekili oldu. 7Ağustos 1946’da yeni kabineyi kurmakla görevlendirildi. Sağlık durumunu gerekçe göstererek 10 Eylül 1947’de Başbakanlık görevinden ayrıldı. Milletvekilliği dışında herhangi bir görev almadı. 1948’de siyasal yaşamdan çekildi. Rahatsızlığının sürmesi üzerine İsviçre’ye gitti. Tedavisi, dönüşünde İstanbul’da da sürdü. 2 Nisan 1950’de İstanbul’da vefat etti.

Şaduman HALICI

KAYNAKÇA

AYDEMİR, Şevket Süreyya, İkinci Adam (1884-1938), Cilt 1, Yükselen Matbaası, İstanbul 1966.

BAŞAR, Ahmet Hamdi, Atatürk’le Üç Ay ve 1930’dan Sonra Türkiye, Tan Matbaası, İstanbul 1945.

GOLOĞLU, Mahmut, Millî Şef Dönemi (1930-1945), Kalite Matbaası, Ankara 1974.

HALICI, Şaduman, Yeni Türkiye Devleti’nin Yapılanmasında Mahmut Esat Bozkurt (1892-1943), Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 2004.

İLDAN, Lütfiye, Recep Peker’in Siyasal Sosyal ve Ekonomik Görüşleri, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Basılmamış Doktora Tezi, Ankara 1989.

İZ, Mahir, Yılların İzi, İrfan Matbaası, İstanbul 1975.

Mahmut Esat Bozkurt, Recep Peker, Yusuf Kemal Tengirşenk, 1933 Yılında İstanbul Üniversitesinde Başlayan İlk İnkılâp Tarihi Ders Notları, Haz. Oktay Aslanapa, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı, İstanbul 1997.

SOYAK, Hasan Rıza, Atatürk’ten Hatıralar, YKY, İstanbul 2006.

Refet Bey



Refet Paşa (Bele) (1881-2 Ekim 1963)

Kurtuluş Savaşı komutanlarından. 1881 yılında Selânik’te doğdu. İlk ve orta öğreniminden sonra İstanbul’da Harp Okulu’na girdi; 26 Aralık 1898’de piyade teğmen rütbesiyle mezun oldu. İlk askerî görevi olarak Makedonya’da Üçüncü Ordu emrine verildi; burada 67. ve 65. Alay’larda görev yaptı. 29 Aralık 1903’te üsteğmen, 10 Şubat 1906’da yüzbaşı oldu. Ekim 1909’da Harp Akademisi’ne girdi; bir süre devam ettikten sonra öğrenimine ara vererek Haziran 1912’de Trablusgarp’a geçti. Burada üç ay kadar İtalyanlara karşı savaştıktan sonra Balkan Savaşı’nın başlamasıyla bu cephede görev aldı. 1 Kasım 1912’de kurmaylığı onandı. 7 Ocak 1913’te binbaşı oldu. 5 Eylül 1913’ te Edirne Jandarma Alay Komutanlığına getirildi. Üç ay kadar bu görevi yürüttükten sonra 20 Aralık 1913’te “Alman Askerî Islah Heyeti Kurmayı”nda görevlendirildi, kısa süre burada çalıştıktan sonra 18 Şubat 1914’de 2. Ordu Müfettişliği Kurmayı’na nakledildi. Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’na girişinden bir ay sonra 29 Kasım 1914’te 4. Ordu Karargâhı Haber Alma Şube Müdürlüğü’ne atandı. 28 Şubat 1915’de yarbay oldu; bu rütbe ile 7 Mart 1915’te 10. Tümen Komutanlığına nakledildi. 13 Aralık 1916’da 11. Tümen Komutanlığına getirildi. 14 Aralık 1916’ da rütbesi albaylığa yükseltildi. Bu rütbe ile bir süre sonra 53. Tümen Komutan Vekilliğine atandı; bu görevi 9 Ekim 1917’den itibaren asaleten yürüttü. 17 Ekim 1918’de İstanbul’da Jandarma Genel Komutanlığına getirildi. Refet Bey, Mustafa Kemal Paşa’nın, 9. Ordu Karargâhı’yla Anadolu’ya geçişi sırasında, yine onun isteği ile 3. Kolordu Komutanlığı görevine atanarak Bandırma vapuru yolcuları arasında 19 Mayıs 1919 günü Samsun’a ayak bastı. Samsun’a gelişiyle 3. Kolordu Komutanlığı görevine başlayan Albay Refet Bey, Mustafa Kemal Paşa tarafından çağrıldığı, Amasya’da bir kısım arkadaşlarıyla beraber 22 Haziran 1919 tarihli Amasya Genelgesi’ne imza attı. Millî Mücadele taraftarı faaliyetleri nedeniyle 13 Temmuz 1919’da İstanbul Hükümeti tarafından, üzerinde bulunan 3. Kolordu Komutanlığı görevine son verildi. Sivas Kongresi arifesinde Ankara’ya gitmiş iken- Mustafa Kemal Paşa’nın direktifiyle Sivas’a çağrıldı. 7 Eylül 1919 günü Sivas’a dönerek, Sivas Kongresi Umumi Heyeti’ne, “Heyet-i Temsiliye Üyesi” olarak takdim edildi. Refet Bey, 23 Ekim 1919’da Heyet-i Temsiliye kararı ile “Batı Anadolu’daki durumu yerinde görmek ve bölgede komuta birliğini sağlamakla” görevlendirildi. Bu amaçla Batı Anadolu’ya giderek cephe vaziyetini gözden geçirdi. 10 Aralık 1919’da Nazilli’de “Aydın Kuva-yi Millîye Komutanlığı” görevini üstlendi. 13 Nisan 1920’de başlayan Düzce isyanının bastırılması amacıyla Nazilli cephesinden Mudurnu bölgesine geldi; ayaklanmanın ortadan kaldırılmasında etkin rol oynadı. 1. ve 2. Yozgat isyanlarını bastırma amacıyla yine Nazilli’den bir süvari birliği ile isyan bölgesine ulaştı. İsyanın bastırılmasında diğer kuvvetlerle beraber önemli rol oynadıktan sonra 18 Ağustos 1920’de Ankara’ya geldi ve Türkiye Büyük Millet Meclisi çalışmalarına İzmir milletvekili olarak katıldı. 6 Ekim 1920’de Meclis’te Dahiliye Vekilliği’ne seçildi. Bu görevde iken Ekim 1920’de başlayan Konya isyanını bastırmakla görevlendirilerek emrindeki kuvvetlerle isyan bölgesine hareket etti. İsyanı tamamen bastırarak 23 Ekim 1920’de Ankara’ya döndü. Batı Cephesi’nin 9 Kasım 1920’de Batı ve Güney Cephesi olmak üzere ikiye ayrılması üzerine Albay İsmet (İnönü) Bey Batı Cephesi Komutanlığına, Albay Refet (Bele) Bey Güney Cephesi Komutanlığına atandı. Aralık 1920 başlarında isyan etmiş bulunan Demirci Mehmet Efe kuvvetlerini 15/16 Aralık 1920 gecesi baskınla Dinar bölgesinde İğdecik köyünde dağıttı. Çerkes Ethem isyanının bastırılmasında ve I. İnönü Savaşı’nın kazanılmasında da etkin rol oynadı. Bu başarıları nedeniyle rütbesi 10 Ocak 1921’ de mirliva (tuğgeneral)’lığa yükseltildi. 18 Mart 1921’de Dahiliye Vekilliği görevinden istifa etti. II. İnönü Zaferi’nin kazanılmasında ve zaferden sonra düşmanı takipte, yönettiği süvari birlikleri önemli rol oynadı. Bu başarısı nedeniyle 12 Nisan 1921’de Mustafa Kemal Paşa’dan tebrik telgrafı aldı. 3 Mayıs 1921’de Batı ve Güney Cepheleri’nin tekrar birleştirilerek Komutanlığının İsmet Paşa’ya verilmesi üzerine 5 Mayıs 1921’de Güney Cephesi Komutanlığından ayrılarak Ankara’ya geldi. 30 Haziran 1921’de tekrar Dahiliye Vekilliği’ne seçildi. Mustafa Kemal Paşa’nın Başkomutanlığı üstlendiği 5 Ağustos 1921 günü, o da Millî Müdafaa Vekilliği’ne seçildi. Üzerinde bulunan bu görevinin yanı sıra Dahiliye Vekilliği’ni de 10 Ekim 1921’e kadar vekâleten sürdürdü. Sakarya Muharebesi devam ederken, 29 Ağustos 1921 günü Millî Müdafaa Vekili olarak, milletçe yapılan fedakârlık ve yardımlara bir bildiri ile teşekkür etti. 10 Ocak 1922’de Millî Müdafaa Vekilliği’nden istifa etti. Verimli çalışmaları nedeniyle 12 Ocak 1922’de, Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla takdirname ile ödüllendirildi. Refet Paşa, Mudanya Mütarekesi görüşmeleri devam ederken 9 Ekim 1922’de Ankara Hükümeti tarafından “İstanbul Mümessilliği’ni yürütmek, aynı zamanda Doğu Trakya’yı teslim almakla görevlendirildi. Bu amaçla 19 Ekim 1922 günü Mudanya’dan Gülnihal vapuruyla İstanbul’a geldi; büyük törenle, sevgi gösterileri ve coşkuyla karşılandı. 23 Ekim 1922’de İstanbul’da İtilâf Devletleri generalleriyle Doğu Trakya’nın devir ve teslim tarihlerini belirledi; bu belirleme sonucu 31 Ekim 1922’den itibaren Doğu Trakya’nın Türk mülkî memurlarına devir ve teslimine başlandı. Hilafet ve Saltanat’ın birbirinden ayrılarak Saltanat’ın lağvı hakkındaki 1 Kasım 1922 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı, aynı günün akşamı Refet Paşa tarafından Yıldız Sarayı’nda Vahdettin’e bildirildi; 4 Kasım 1922’de son sadrazam Tevfik Paşa Kabinesi’nin istifası üzerine, aynı gün öğle vaktinden itibaren İstanbul’un yönetimine Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti adına el koydu. Refet Paşa, Vahdettin’in Malaya adlı İngiliz harp gemisiyle 17 Kasım 1922’de İstanbul’dan Malta’ya kaçışı üzerine, Mustafa Kemal Paşa’nın talimatı ile aynı gün İstanbul’da Abdülmecit Efendi ile görüştü ve ondan “Hilâfet ve Saltanat hakkında T.B.M.M.’ nin aldığı ve alacağı kararları tamamen onaylayacağına dair bir yazı aldı. 18 Kasım 1922’de TBMM kararıyla Abdülmecit Efendi halife seçildi. Refet Paşa, 20 Kasım 1922’de İstanbul’da İtilaf Devletleri Yüksek Komiserleri’ne –bir nota ile- Vahdettin’in halifelikten uzaklaştırıldığını ve Abdülmecit Efendi’nin yeni halife seçildiğini bildirdi. Refet Paşa, üzerinde bulunan Ankara Hükümeti’nin “İstanbul Mümessilliği” görevini 16 Aralık 1922’ye kadar sürdürdü. Bu tarihte görevi Dr. Adnan (Adıvar) Bey’e devretti. 16 Aralık 1922’den başlamak üzere 8 Ekim 1923’e kadar “Trakya Komutanı” olarak görev yaptı. 1923 yılı Temmuz ayında yapılan 2. Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisi seçimlerinde İstanbul Milletvekilliği’ne seçildi. Millî Mücadele ve İstiklâl Savaşı’ndaki hizmetleri nedeniyle 21 Kasım 1923 tarihli Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla kırmızı-yeşil şeritli İstiklâl Madalyası ile ödüllendirildi. 9 Kasım 1924’te Halk Fırkası’ndan istifa ederek 17 Kasım 1924’te kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın kurucuları arasına katıldı. Partinin 3 Haziran 1925’te Bakanlar Kurulu kararıyla kapatılması üzerine bir süre bağımsız milletvekili olarak meclis çalışmalarına katıldı. 1 Kasım 1926’da İstanbul Milletvekilliği’nden istifa etti. Bir ay sonra da 8 Aralık 1926’da askerlik mesleğinden emekliye ayrıldı. Uzun süre siyaset dışı kalan Refet Paşa, 1935 yılı seçimlerinde V. Dönem İstanbul Milletvekili olarak seçildi. Meclisin VI. VII. ve VIII. Dönemlerinde de İstanbul Milletvekili olarak yasama görevini sürdürdü. 2 Ekim 1963’te İstanbul’da öldü. Cenazesi Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verildi.

Derya GENÇ ACAR

KAYNAKÇA

Cepheden Meclise, Millî Savunma Bakanlığı, Millî Savunma Bakanlığı Yayını, Ankara 1999.

ÇOKER, Fahri, Türk Parlamento Tarihi, Millî Mücadele ve T.B.M.M. I. Dönem (1919-1923), III. Cilt, I. Dönem Milletvekillerinin Özgeçmişleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi Vakfı Yayını, Ankara 1995.

GÖRGÜLÜ, İsmet, On Yıllık Harbin Kad­rosu (1912–1922), Balkan-Birinci Dün­ya ve İstiklâl Harbi, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 1993.

KANDEMİR, Feridun, “Refet Paşa’nın İstanbul’a Gelişi”, Resimli Tarih Mecmuası, S 52, Nisan 1954.

KOCATÜRK, Utkan, Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi (1918-1938), 3. Baskı, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara 2000.

SÜSLÜ, Azmi, BALCI­OĞLU, Mustafa, Atatürk’ün Silah Arkadaşları Atatürk Araştırma Merkezi Şeref Üyeleri, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara 1999.

Türk İstiklâl Harbi’ne Katılan Tümen ve Daha Üst Kademelerdeki Komutanların Biyografileri, Genelkurmay Başkanlığı, İkinci Baskı, Genelkurmay Basımevi, Ankara 1989.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Albümü (1920–1991), TBMM Genel Sekreterliği, TBMM Genel Sekreterliği Yayını, Ankara 1994.

Refik Bey



İbrahim Refik Saydam (8 Eylül 1881-8 Temmuz 1942)

İstanbul, 8 Eylül 1881-İstanbul, 8 Temmuz 1942. İbrahim Refik (Bey) Saydam, Atatürk ile Samsun’a çıkan 18 subaydan biridir. Tabip Binbaşı İbrahim Refik (Saydam), Atatürk’ün Millî Mücadele’yi başlatmak üzere Samsun’a çıkan kadrodan Millet Meclisine mebus seçtiği 10 kişiden biri olup, Sağlık Bakanlığı ve Başbakanlık görevlerinde bulunmuş, Türk devlet ve siyaset adamıdır. Bu görevleri ile Refik Saydam, Millî Mücadele arkadaşlarından devlet hizmetlerinde en yüksek mevkie ve mertebeye ulaşmış olanıdır. İbrahim Refik (Saydam), İstanbul’da Fatih’te Hacı Hasan Mahallesi Çırçır Caddesi, 11 numaralı evde dünyaya gelmiştir. Babası Hacı Mehmet Efendi, Annesi Fatma Zehra Hanım’dır. Hacı Mehmet Efendi, Çankırı İlinin Çerkeş İlçesine bağlı Karacaviran nahiyesi, Dolap Köyünden Uzunömeroğlu Abdurrahman Ağa’nın oğlu olup, İstanbul’da Balkapa­nın­da yağ ticareti ile meşgul olmuştur. Refik Saydam’ın annesi ise Hayriye tüccarlarından Divrikli Osman Efendi ile yine Hayriye tüccarlarından Kemahlı İbrahim Efendi’nin küçük kızı Fatma Nefise Hanım’ın büyük kızıdır. İbrahim Refik (Saydam), eğitimine mahalle mektebinde başladı. 1892 yılında Fatih Askerî Rüştiyesine girdi; 1896’da Çengelköy Askerî Tıbbıye İdadisine geçti. 22 Ekim 1905’te 1225 numaralı diploma ile ve tabip yüzbaşı rütbesiyle Askerî Tıbbiyeden mezun oldu. Aynı yıl Gülhane Seririyatında klinik çalışmasını tamamladı. 29 Temmuz 1907’de kura ile Üçüncü Ordu emrine tayin edilmişse de, 7 Ağustos 1907 tarihinden itibaren bir yıl müddetle Gülhane Hastanesinde Histoloji ve Embriyoloji Bölümünde çalıştı. Bu sırada Yemen’e memur olarak tayin edilmişse de gitmedi. 15 Nisan 1908’de Manastır’da bulunan 3. Ordu Merkez Hastanesine, 29 Haziran 1908’de 3. Ordu 16. Redif Alayı 3. Taburuna geçici olarak görevlendirildi. 2 Ağustos 1908’de Manastır Hastanesindeki görevine döndü. 23 Mayıs 1909’da Maltepe Hastanesine, 6 Nisan 1910’da Levazımat-ı Umumiye Dairesi Fes Fabrikasına tayin edildi. Bu sırada Almanya ve Fransa’ya gönderilecek stajyerler için açılan imtihanı kazandı. Harbiye Nazırı Mahmut Şevket Paşa’nın emri üzerine, 11 hekim, 3 eczacı ve bir kimyager ile 3 veteriner subaydan oluşan bir grupla 4 Ağustos 1910’da Almanya’ya gönderildi. Almanya’da Berlin Askerî Tıp Akademisinde kurs gördü. Brandenburg’da Altıncı Zırhlı Süvari Alayında staj yaptı. Süvari Alayı ile iki sonbahar manevrasına; Danzing’de askerî sahra sıhhiye tesisleri formasyonuna, Spandau’da sahra nakliye kurslarına katıldı. Berlin’de Scharite’de yüksek tekamül eğitimi aldı. Balkan Harbi’nin başlaması üzerine, 26 Eylül 1912’de Berlin’den İstanbul’a döndü. 20 Eylül’de Antalya Redif Fırkası 2. Seyyar Hastanesine tayin oldu. 18. Kolordu Karargâhı ile cepheye hareket etti. Çatalca’ya geri çekilen askerî birlikler arasında görülen başta kolera olmak üzere diğer bulaşıcı ve salgın hastalıkların mücadelesine fiilen katıldı; Hadımköy İstasyon Sevkiyat Tabipliğinde, Zabitan Muayene Komisyonunda, Çatalca Ordusu Sıhhiye Müfettişliği’ne bağlı Muayene Komisyonunda görev aldı. 30 Eylül 1913 de Ordu Seyyar Hasta Nakliye Müfrezi Baştabipliğine görevlendirildi. Edirne’de Ordu Komutanlığı emrinde kolera mücadelesinde bulundu. 9 Kasım 1913 de birliğin kaldırılmasıyla, 11 Kasım 1913’te Askerî Nakliye İnceleme Komisyonunda geçici olarak görevlendirildi. 13 Kasım 1913’te İstanbul’da Askerî Kimyahane’de kurulan Ordu İaşe Nizamnamesini Tetkik Komisyonuna görevlendirildi. 6 Ocak 1914 de Harbiye Nezareti Sıhhıye Dairesi Reis Muavinliği’ne, 20 Temmuz 1914’te umumi seferberliğin ilanı üzerine, 1918 yılına kadar devam edecek Sahra Müfettiş-i Umumisi Muavinliği’ne atandı. 1 Haziran 1915’te binbaşılığa yükseldi. Cephe Sıhhiye Teşkilatı’nı tetkik etmek üzere 22 Mart 1916’da Almanya’ya, Aralık ayında da Galiçya Cephesi’nde Türk Kolordusu Sağlık Teşkilatı’nı Umumi Karargâh adına müfettiş görevi ile Galiçya’ya gitti. Dr. Binbaşı Refik Bey, 28 Nisan 1919’da İzmit Askerî Şayak Fabrikası tabipliğine atandı ise de bu vazifeye gitmedi. 5 Mayıs 1919 tarihinde 9. Ordu Hümayun Kıtaat Müfettişliği Sıhhiye Müfettiş Muavinliğine görevlendirildi. Önce 9., sonra 3. Ordu Müfettiş unvanını alan Gazi Mustafa Kemal Paşa Karargâhı ve Sıhhiye Müfettiş Muavini sıfatı ile 19 Mayıs 1919’da Mustafa Kemal Paşa’nın maiyetinde Samsun’a çıktı. Müfettişlik karargâhı ile Samsun, Havza, Amasya, Sivas, üzerinden Erzurum’a gelen Dr. Refik Bey, 8/9 Temmuz 1919 gecesi Mustafa Kemal Paşa’nın askerlikten istifa etmesi sonucu Müfettişlik Karargâhının lağvedilmesinden sonra, ordu ve askerlikle ilişkisini kesti. 10 Eylül 1919’da Erzurum Hastanesi Bulaşıcı Hastalıklar Servisi Şefliğine tayin edildi. Mustafa Kemal Paşa ile birlikte Sivas ve 27 Aralık 1919’da Ankara’ya geldi. 23 Nisan 1920 günü Ankara’da açılan Türkiye Büyük Millet Meclisinin 338 azasının açılışta yer alabilen 115 Mebusundan biri oldu. Birinci Büyük Millet Meclisinde Bayezid Mebusu olarak görev yaptı. Bu sırada Millî Müdafaa Vekaleti Sıhhiye Dairesi Reisliğine tayin edildi. 10 Mart 1921 tarihinde Sıhhiye ve İçtimai Muavenet (Sağlık ve Sosyal Yardım) Vekili seçilen Dr. Refik Bey, muhtelif kısa aralıklarla (10 Mart 1921- 16 Mayıs 1921;19 Mayıs 1921–20 Aralık 1921; 23 Ekim 1923–6 Mart 1924; 6 Mart 1924- 21 Kasım 1924; 4 Mart 1925-26 Ekim 1937) beş defa bu bakanlıkta büyük başarı ile hizmet etti. İkinci devreden ölümüne kadar İstanbul’dan milletvekili seçildi. Bakanlığı sırasında bugünkü Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı teşkilatını kurdu. Koruyucu sağlık hizmetleri ile ilgili hukuki mevzuatı çıkarttı. Hekim, hemşire, ebe ve sağlık memuru yetiştirmek amacıyla eğitime de önem vererek gerekli okulların açılmasına önderlik etti. 8 Ağustos 1925’te Kızılay Cemiyetinin Genel Başkanlığına getirilen Dr. İ. Refik Saydam, devlet hizmetlerinin yanı sıra Kızılay’da da 14 yıl aralıksız olarak önemli hizmetlerde bulundu. Kızılay’ın yurt içinde teşkilatının yayılması ve gelişmesi ile yurt dışında tanınmasında da büyük gayret gösterdi. Soyadı Kanunu’nun yürürlüğe girmesiyle, Atatürk tarafından kendisine “Saydam” soyadı verildi. 1925 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesince, ölümünden sonra 1974 yılında da Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesince Fahri Profesörlük unvanı verildi. Refik Saydam, Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı görevinde iken zaman zaman Eğitim, Maliye, İçişleri Bakanlıklarına ve Başbakanlığa vekalet etti. Atatürk’ün ölümü üzerine Celal Bayar kabinesinde 11 Kasım 1938’den 21 Ocak 1939’a kadar iki buçuk ay İçişleri Bakanlığı ile CHP Genel Sekreterliği vazifelerinde bulundu. Dr. Refik Saydam, Cumhurbaşkanlığına getirilen İsmet İnönü tarafından 25 Ocak 1939’da Başbakan olarak görevlendirildi. II. Dünya Savaşı sebebi ile Türkiye’nin karşılaştığı iç ve dış sorunların çözümlenmesi, Dr. Refik Saydam’ın hayli zorluklarla geçen Başbakanlığı devresine rastladı. Devlet teşkilatında A’dan Z’ye köklü bir değişiklik yapmak düşüncesinde iken geldiği İstanbul’da kaldığı Pera Palas Oteli’nde 8 Temmuz 1942 günü saat 00.40’ta kalp krizinden vefat etti. Refik Saydam’ın cenazesi İstanbul’da; Vali ve Belediye Reisi Dr. Lütfi Kırdar ile Örfi İdare ve İstanbul Garnizon Komutanının da katılımları ile sabah saat 05.30’da Pera Palas Oteli’nden alınarak Beyoğlu İlkyardım Hastanesine nakledilmiştir. Hastanenin birinci katında hazırlanan yatağa yatırılan merhum Refik Saydam’ın cenazesinin üzerine büyük bir Türk Bayrağı örtülmüştür. Mehmetçiklerin başucunda beklediği cenazeyi binlerce İstanbullu ziyaret etmiştir. Saat 11.00’de İstanbul’da bulunan vekiller, mebuslar, vali ve komutanların da katılımı ile İstanbul halkı Refik Saydam’a karşı son vazifelerini yerine getirmişlerdir. 9 Temmuz 1942 Perşembe günü Taksim’de başlayan merasim ile protokol sırasına göre oluşturulan kortej, Beyoğlu İstiklal Caddesi’ni takip ederek Galatasaray’a ve oradan da tramvay yolundan Karaköy’e inmiştir. Burada Türk bayrağına sarılarak Refik Saydam’ın cenazesini, Alay sancakları ile bir Piyade Alayı, bir Süvari bölüğü ve bir Jandarma Taburu ve Polis Kıtaları takip etmiştir. Karaköy’den Denizyollarının bir vapuru ile Haydarpaşa’ya nakledilen cenaze, buradaki özel tren ile saat 13.00’te İstanbul Valisi, Başvekalet Müsteşarı ve diğer ilgililerin de refakatinde Ankara’ya hareket etmiştir. 10 Temmuz Cuma günü saat 09.00’da Ankara istasyonuna varan Dr. Refik Saydam’ın cenazesi, Büyük Millet Meclisi Reisi Abdülhalik Renda, Başbakan Şükrü Saraçoğlu, Genel Kurmay Başkanı Fevzi Çakmak, bakanlar ve diğer mülki erkân tarafından karşılandı. Askerî törenle Başbakanlık önüne getirilerek top arabasına konuldu. Yapılan törene başta Cumhurbaşkanı İsmet İnönü olmak üzere, devlet yöneticileri, yabancı ülke temsilcileri ve geniş bir halk topluluğunun katıldığı devlet töreni yapıldı. Hacı Bayram Camii’nde kılınan cenaze namazından sonra BM Meclisi (eski bina) ve CHP Genel Merkezi önünden Başvekalet Meydanı’na getirilerek burada top arabasına nakledildi. Ulus Meydanı-Atatürk Bulvarı yolu ile Sağlık Bakanlığı önüne getirildi. Burada yapılan törenden sonra, Cebeci Asri Mezarlığı’nda ebedi istirahatgâhına tevdi edildi. Dr. Refik Saydam, çalışkan, geniş görüşlü, dürüst ve kibar bir devlet adamı idi. Yaptıklarını söylemeyen, fakat söylediklerini yapan alçakgönüllü ve çalışma azmine sahip Dr. Refik Saydam hiç evlenmedi. Öldüğü zaman bütün servetinin; ailesinden miras kalan İstinye’de bir yalı ve Ankara’da Atatürk tarafından hediye edilen bir evden ibaret olduğu anlaşıldı. Ölmeden bir yıl önce İstanbul’daki yalısını Darüşşafaka’ya, Ankara’daki evini de Kızılay’a bağışladı. Askerî sağlık alanında yaptığı başarılı görevlere karşılık Muharebe Gümüş Liyakat Madalyası, Muharebe Gümüş İmtiyaz Madalyası, Dördüncü rütbeden Mecidi, Gümüş Hilal-i Ahmer Madalyası, Dördüncü Rütbeden Harp Alametli Kırmızı Kartal Nişanı (Prusya), Üçüncü Rütbeden Harp Alametli Askerî Liyakat Nişanı (Bavyera), İkinci rütbeden Demir Salib (Prusya) ve Harp Alametli Fransuva Josef Nişanının Muharib Salib rütbesini (Avusturya) aldı. Cumhuriyet döneminde Sağlık Bakanı iken hazırlattığı sağlık planı ve programı gereğince, 1924’te Ankara, Erzurum, Diyarbakır ve Sivas başta olmak üzere yurdun çeşitli bölgelerinde hastaneler, doğum ve çocuk bakımevleri, verem sanatoryumları, dispanserler, sağlık yurtları inşa ettirdi. Sıtma, frengi ve trahomla mücadelenin bütün imkânlarını hazırlattı ve bu hastalıklar ile mücadeleyi başlattı. Sağlık ve Sosyal Yardım Bakanlığı ile ilgili 51 Kanun, 18 Tüzük ve ihtiyaç duyulan yönetmeliklerin bakanlığı döneminde çıkarılmasını başaran Dr. Refik Saydam, ayrıca Ankara’da Türkiye Cumhuriyeti Merkez Hıfzıssıhha Müessesesini ve Hıfzıssıhha Okulunu açtı. Bu Müessese ile bulaşıcı hastalıklara karşı korunmayı sağlayan çeşitli aşıların yurdumuzda üretimi gerçekleştirildi. 1928 yılında 1267 sayılı Kanun ile kurulan ve kendi adını taşıyan Hıfzıssıhha Enstitüsü dünya ölçüsünde üstün ve başarılı bir ilim, sağlık ve araştırma merkezi hâline getirildi.

Zühal DİLEK

KAYNAKÇA

HACIÖMEROĞLU, Mustafa, İz Bırakanlar Dr. Refik Saydam, Ankara 2005.

İnfeksiyon Dünyası, Sayı 1.

TBMM Hal Tercümesi (45 numaralı sicil dosyası), Atatürk İle Samsun’a Çıkanlar, Ankara 1971.

Türk Ansiklopedisi, Cilt 28, MEB Basımevi, Ankara 1980.

Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi, Cilt 9, Anadolu Yayıncılık, İstanbul 1983.

Yeni Türk Ansiklopedisi, Cilt 9, İstanbul,1985.

Reşit Paşa



Reşit Paşa (1868 - 1924)

Sivas Kongresi sırasında Sivas Valisiydi. Kongrenin olumlu sonuçlanması için çalıştı. Daha sonra Kastamonu Valiliğine atandı.

Rıza Nur



Rıza Nur (Dr. Rıza Nur) (1879 - 1943)

Askerî tabip, politikacı ve yazar Rıza Nur, 1878 (1294) yılında Sinop’ta doğmuştur. Sinoplu İmamgil ailesinden Kunduracı Mahmut Zeki Efendi ile Zarflıoğullarından Hacere Hanım’ın oğludur. İlkokul ve Rüştiye eğitimini Sinop’ta tamamladıktan sonra İstanbul Soğukçeşme Askeri Rüştiyesi’nde öğrenimini sürdürmüş ve on altı yaşında mezun olmuştur. Babasının isteği üzerine aynı yıl Tıbbiye İdadisi’ne girmiş, 1895 yılında tamamladığı idadi eğitimini askeri tıbbiyede devam ettirerek 1901 Kasım’ında tabip yüzbaşı olarak mezun olmuş, 1902 Şubat’ında da Gülhane Hastanesi’nde tıp asistanı olarak göreve başlamıştır.

1903 yılında tabip kolağası olan Rıza Nur, 1905’te Gülhane’de muallim muavinliğine, 1907’de cerrahi profesörlüğüne yükseltilmiş, 1908’de binbaşılığa terfi etmiş ve aynı yılda yapılan Meclis-i Mebusân seçimlerinde Sinop’tan milletvekili seçilmiştir. 31 Mart olayının hemen ardından can güvenliğinin tehlikede olduğu gerekçesiyle Atina’ya gitmiştir.

Askeri tıbbiye yıllarında Galata'daki Avukat Baha ve Manyasizade Refik Beylerin etkisiyle girmiş olduğu İttihat ve Terakki Cemiyeti’nden ayrılan Rıza Nur, bir süre Ahrar Fırkası’yla Hürriyet ve İtilaf Fırkası’nda yer almıştır. İttihat ve Terakki’ye muhalefeti nedeniyle profesörlüğü alınıp rütbesi kolağalığına indirilmiş, 1912 seçimlerinde de milletvekili seçilememiştir. Balkan Savaşı’nda İhtiyat Zabiti Doktor olarak yaralıların tedavisinde görevlendirilmiş, 5 Aralık 1912 tarihinde Şehremaneti’ne bağlı Morg Müessesesi’nin müdürlüğüne atanmıştır. Ancak bu kurumun Emniyet veya Adliyeye bağlanması gerektiği tartışmaları ortaya çıkınca kendi talep ettiği bu görevden kısa bir süre sonra istifa etmiştir.

İttihat ve Terakki’ye karşı muhalif davranışlarını sürdürdüğü, Arnavutları İttihat ve Terakki yönetimine karşı kışkırttığı gerekçeleriyle önce tutuklanıp Bekir Ağa Bölüğü’nde hapse atılmış, ardından yurt dışına sürgün edilmiştir. Yaşamını bir süre Köstence, Cenevre, Nice ve Mısır’da geçirmiş, Cenevre’de iken bir hastanede görev yapmış, Nice’te de 1913 yılında Serasker Mehmet Şükrü Paşa’nın kızıyla evlenmiştir.

Mondros Mütarekesi’nin ardından yurda dönen Rıza Nur, son Osmanlı Mebusân Meclisi’nde ve 23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanan Büyük Millet Meclisi’nde Sinop milletvekili olarak görev yapmıştır. Milli Mücadele’ye olan desteği nedeniyle Damat Ferit Paşa hükümeti zamanında idamına ve mallarının müsaderesine karar verilmişse de hüküm uygulanamamıştır.

3 Mayıs 1920 tarihinde oluşturulan İcra Vekilleri Heyeti’ne Maarif Vekili olarak seçildikten sonra vekâletin kuruluşu, merkez örgütünün yapılandırılması ve eğitim-öğretimin devamlılığının sağlanması için çaba göstermiştir. Vekilliğin merkez teşkilatında, İlköğretim, Orta Öğretim, Muhasebe ve Hars Müdürlükleri ile Sicil ve İstatistik Dairesi oluşturulmuş, Türk Âsâr-ı Atîka Müdürlüğü kurulmuş, mimari eserlerin envanteri çıkarılmış, Türk Dili Sözlüğü’nün oluşturulması, halk türküleri, atasözleri ve halk oyunlarının gelecek kuşaklara aktarılabilmesi amacıyla tespit ve tescil çalışmaları başlatılmıştır.

Hariciye Vekili Yusuf Kemal’in (Tengirşenk) başkanlığında 4 Aralık 1920’de Moskova’ya gönderilen heyette yer almış, 1 Mart 1921’de Türkiye ile Afganistan arasında imzalanan dayanışma antlaşmasıyla, 16 Mart 1921 tarihinde Sovyet Rusya ile yapılan Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması’nı Ali Fuat (Cebesoy) ve Yusuf Beyle birlikte temsilci olarak imzalamıştır.

Rıza Nur, arkadaşlarıyla birlikte Sakarya Muharebesi’nden önce Mustafa Kemal’e meclis yetkisi veren başkomutanlık yasa tasarısını meclise sunmuş, muharebede, cephe gerisinde kurulan seyyar hastanede hekim olarak görev yapmıştır.

24 Aralık 1921’de seçildiği Sıhhiye ve İçtimai Muavenet Vekilliği görevini 1923 yılına kadar sürdüren Rıza Nur, saltanatın kaldırılmasıyla ilgili önergeyi hazırlamış, 2 Kasım 1922 tarihinde de TBMM tarafından Lozan Konferansı delegeliği onaylanmıştır. Konferansta bazı alt komisyonlarda görev almış, görüşmelerin kesintiye uğradığı dönemde TBMM’nde Lozan görüşmeleri hakkında yapılan gizli ve açık oturumlarda bazı milletvekillerinin eleştirilerine karşı Lozan’da Türkiye’nin hak ve çıkarlarının başarılı bir şekilde savunulduğunu ve korunduğunu ifade etmiştir. 24 Temmuz 1923’te baş delege İsmet İnönü ve Hasan Saka ile birlikte Lozan Barış Antlaşması’nı imzalamıştır.

1923 yılı Haziranında yapılan milletvekilliği seçimlerinde yeniden Sinop’tan vekil seçilen Rıza Nur, İsmet Paşa’nın kabinesinde yer almamış, vekillikle ilgili işlerinin dışındaki zamanının çoğunu yazı, yayın ve kültür işlerine ayırmıştır.

Sinop’ta kurup Maarif Vekâleti’ne vakfettiği Milli Kütüphane’ye kitaplarını bağışlamış, bu kütüphanenin gelişmesi ve masraflarının karşılanması için de 250 dönümlük milli arazi 10 Ocak 1926 tarihli bakanlar kurulu kararıyla kütüphaneye vakfedilmiştir.

1926 yılına kadar Sinop’ta kalan Rıza Nur, Atatürk ve hükümetleriyle olan anlaşmazlıkları ve diğer nedenlerle aynı yıl yurt dışına çıkmış, Atatürk’ün ölümüne kadar Paris ve Mısır’da yaşamıştır. 1931 Eylülünde Leiden’de toplanan 18. Beynelmilel Antropoloji ve Etnografi Kongresi’nde iki konferans vermiş, 1932 yılında eşinden boşanmış, Atatürk’ün ölümünden sonra da Türkiye’ye dönmüştür. Tekaüt Kanunu’nun 61. maddesine uygun olarak yoklamalara başvurmaması nedeniyle emekli maaşı 1940 yılında kesilmiştir. Mazeretinin kabul edilmesi ve birikmiş maaşlarının ödenmesi amacıyla açmış olduğu davada Devlet Şurası 3. Dairesi mazeretini kabul etmiş ancak görev yönünden birikmiş maaşlarının ödenmesi isteğini reddetmiştir. Çok iyi düzeyde Fransızca bilen ve çocuğu olmayan Rıza Nur, 8 Eylül 1942 tarihinde İstanbul’da ölmüş ve Merkezefendi Mezarlığına defnedilmiştir.

Eserleri: Siyaset ve hekimlik dışında yazarlık ve yayıncılıkla da uğraşan Rıza Nur, mesleği ile ilgili yayınlarının yanı sıra Türk kültürü, tarihi, Türklük bilimi, siyaset ve diğer alanlara ilişkin çalışmalar da yapmıştır. 1903 yılında Tıbbiyede muallim muavini ve operatör kolağası iken Fenn-i Hitan adlı ilk eserini kaleme almıştır. Sünnetin dini, tıbbi, cerrahi, tarihi ve toplumsal tahlilinin yapıldığı 248 sayfalık kitap, sünnet tekniği ve sünnet alet-i edevatını gösteren 89 resim içermektedir. Eser, Tıbbiye’de oluşturulan Tetkîk-i Müellefât Komisyonu’nun takdiri ve Maarif Nezareti’nin 1905 tarih ve 1243/94 sayılı ruhsatnamesi üzerine 1906 yılında İstanbul Ahmet İhsan Matbaası’nda basılmıştır. Gülhane’deki Alman hocalar Deicke ve Wieting’in de eseri beğenmeleri üzerine Wieting tarafından Almancaya çevrilmiştir. Bu eserden sonra kaleme aldığı Nebât-ı Sınâî adlı kitabı için Maarif-i Umumiye Nezareti 20 Nisan 1907 tarihinde basım kararı almıştır. Türk tarihini üç evrede ele alan 12 ciltlik Resimli ve Haritalı Türk Tarihi adlı eserinin de 31 Ocak 1926 tarihinde Maarif Vekâleti tarafından basılmasına karar verilince, yazarından müsveddelerini geciktirmeden göndermesi istenmiştir.

Rıza Nur, 1935 yılına kadar olan tüm anılarını içeren Hayat ve Hatıratım adlı eseriyle birlikte Birinci Şiir Kitabıma Dercedilmemiş Olan Şiirlerim; Türkiye'nin Yeni Baştan İhyası ve Fırka Programı; Şiirlerim, Nesir ve Makalelerimden Birkaçı başlıklı her birinde ekleri de bulunan dört el yazma kitabını 1960 yılına kadar okuyucuya sunulmamak ve varisleri tarafından bile hiç bir parayla geri alınmamak koşuluyla 4.6.1935 tarihinde British Museum’a vermiştir. Türk kamuoyu bu el yazma kitapların varlığından Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil’in British Museum’da yaptığı araştırmaların ardından kitaplar hakkında 1963 yılında Kitap Belleten dergisinde yayımladığı makaleden haberdar olmuştur. Tütengil, konu hakkında sonradan kaleme aldığı iki ayrı makale ile birlikte üç yazısını Dr. Rıza Nur Üzerine Üç Yazı adıyla 1965 yılında bir kitapta toplamıştır.

Rıza Nur’un özellikle Hayat ve Hatıratım başlıklı eserinde başta Mustafa Kemal Atatürk, İsmet İnönü ve onların silah arkadaşlarına, birçok bürokrat, diplomat, milletvekili, yazar ve gazeteciye ağır hakaret, iftira ve galiz saldırılarda bulunduğu, Milli Mücadele, Lozan Antlaşması, Atatürk ve İnönü’nün politikaları hakkında tarihi gerçeklerle bağdaşmayan, bilimsel bulgularla, belgelerle örtüşmeyen sübjektif değerlendirmeler yaptığı görülmüştür. Bu tavır ve yaklaşımlarının, onun nevrastenik ve psikopatik kişiliğinden kaynaklandığı ifade edilmiştir. Altındağ Yayınevi tarafından 1967-1968 yıllarında 4 cilt halinde yayımlanan bu eser 5816 sayılı Atatürk’ü Koruma Kanununa aykırı görülerek, İstanbul 8. Sulh Ceza Mahkemesinin 1968/36 sayılı kararıyla toplatılmıştır.

Rıza Nur’un tıp, edebiyat, tarih ve diğer konularda yayımlanmış kitapları: Fenn-i Cerrahî-i Ortopedi,1917; Belsoğukluğu ve Frengiye Yakalanmamak, Çaresi, 1907; Serbin Verem-i Kâzıb-i İltihabîsi, 1905; Cerh-i Unk ve Ev’iye Âsâb-ı Kebire, 1910; Hitân ve Emrâz-ı Zühreviye, 1910; Yeni Usul-ü Hitan ve Yeni Kıskaç, 1909; Hitanın Hıss-i Tenasülî Üzerine Te'sirî; Sünnetçiler ve Doktorlar, 1910; Hitânda İbtal-ı His, 1910; Hitânda Kan Gelmesi, 1909; Sıhhî Tıbbî Makaleler, 1907; Sun’î Nebat ve Hayatın Hikemî Esasları, 1907; Cemiyet-i Hafiyye, 1914; Gurbet Dağarcığı. 1919; Hürriyet ve İtilâf Nasıl Doğdu, Nasıl Öldü? İçyüzü, 1919; Samson ile Dalile, (opera), 1921; Jannette’in Düğünü, (opera) 1922; Türkiye'nin Sıhhî, İçtimaî Coğrafyası, 1922; Sıhhiye ve Muavenet-i İçtimaiye Vekâleti’ne Rapor, 1923; Servet-i Şahane ve Hakk-ı Millet, 1908; Meclis-i Mebusanda Fırkalar, 1909; Tıbbiye Hayatından, 1911; Şecere-i Türk, 1925; Arap Şiirbiliği (El Aruz), 1926; Sinop'ta Türk Atları Tamgaları, 1928; Türk Mantıkası, 1928; Oughouz-nâme, 1928; Hilâlin Tarihi, Histoire du Croissant, 1933; Şehname ve Firdevsi, 1934; Ali Şir Nevaî, 1935; Kaygusuz Abdal Gaybî Bey, 1935; İnsan (Hıfzıssıhha) 1929; Namık Kemal, 1936; Meclis-i Meb'usan İntihabı (Sinop İntihabı Dolaşması) 1935; Rüya, 1936; Hürriyet Şiiri 1936; Rıza Nur Kütübhanesi, 1937; Hücumlara Cevaplar, 1941.

Kısa bir süre çıkardığı Ekvam adlı gazete, 1931-1938 yılları arasında Fransızca ve Türkçe olarak yayımlanan Türkbilik Revüsü, Revue de Turcologie (Bakanlar kurulu 16.12.1943 tarihli toplantısında bu derginin 1938 tarih ve 8 sayılı nüshasını matbuat kanununun 2657 sayılı kanunla değiştirilen 51. maddesi gereğince dağıtılmasını yasaklamış ve toplattırılmasına karar vermiştir) ve 1942 yılında çıkardığı on sekiz sayıdan oluşan Tanrıdağ dergisi de Rıza Nur’un periyodik eserleridir. Rıza Nur’un yirmi civarında da basılmamış eseri bulunmaktadır.

Mehmet TEMEL

KAYNAKÇA

Cumhurbaşkanlığı Osmanlı Arşivi, BEO, 4120/308972; 3552/266368; DH.İD, 157/17; DH.UM.EK, 118/34; HR.İM, 19/147; MF.MKT, 991/77;

Cumhurbaşkanlığı Cumhuriyet Arşivi, 30.10.0.0/4.24.14; 180.9.0.0/47.240.15; 30.11.1.0/138.12.1; 30.18.1.2/104.5.11, 30.10.0.0/5.30.13;

Ali BİRİNCİ, “Rıza Nur”, TDVİA, C.35, 65-66;

Cavit Orhan TÜTENGİL, Dr. Rıza Nur Üzerine Üç Yazı-Yankılar-Belgeler, Ankara, 1965;

Derya SARI, Dr. Rıza Nur’un Hatıralarının Bir Değerlendirmesi, (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü 1996);

Dr. Rıza Nur’un Moskova-Sakarya Hatıraları, İstanbul, 1993;

Dr. Rıza, Fenn-i Hitan, Ahmet İhsan Matbaası, İstanbul 1332;

Dr. Rıza NUR, Lozan Hatıraları, İstanbul, 2019;

Fahri MADEN, Sıradışı Bir Muhalif Rıza Nur, İstanbul, 2012;

Hikmet TANYU, “Zamanın Tüketemediği Rıza Nur”, Orkun, S 8, (Eylül 1962);

İsmail SOYSAL, Tarihçeleri ve Açıklamaları İle Birlikte Türkiye’nin Siyasal Andlaşmaları I. Cilt (1920-1945), Ankara, 1989;

Kemal ATATÜRK, Nutuk 1919-1927, Ankara,2011;

Melek ULUSOY, “Türkiye Büyük Millet Meclisi Birinci ve İkinci Dönem Sinop Milletvekilleri”, Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, S 33, (2014 Güz), 123-135;

Melek ULUSOY, “Dr. Rıza Nur’un Milli Eğitim Bakanlığı Faaliyetleri”, Karaelmas Eğitim Bilimleri Dergisi, C 2, S, 2, (2014), 175-181;

Rauf İNAN, “1920’lerde Türk Milli Eğitimi”, Cumhuriyet Döneminde Eğitim, İstanbul 1983;

Rıza NOUR; Türkbilik Revûsü Revue De Turcologıe, No.7, (Fevrier 1937) http://ktp.isam.org.tr/pdfosm/D00573/1937_7/1937_7_NURR 3.pdf. Erişim Tarihi 09.08.2020;

Rıza NUR, Hayat ve Hatıratım, C. 1, 2, 3, İstanbul, 1992;

Tevfik Orkun DEVELİ, “Tanrıdağ Dergisinin Değişen Yüzü (1942 ve 1950-1951)”, Modern Türklük Araştırmaları Dergisi, C 11, S 1, (Mart 2014), 43-76;

TBMM Gizli Celse Zabıtları, C. 4, T.İ.B. Kültür Yay., Ankara, 1985;

Turgut ÖZAKMAN, Dr. Rıza Nur Dosyası, Ankara, 1995;

Zakir AVŞAR, Bir Muhalifin Portresi Dr. Rıza Nur, İstanbul, 1992;

Zakir AVŞAR, “Türklük İçin Yaşayıp Ölen Adam Dr. Rıza Nur ve Tanrıdağ Dergisi”, The Journal Of International Civilization Studies, Volume III, Issue I, (Spring 2018), 45-77.

Salih Paşa



Salih Hulusi (Kezrak) Paşa (1864-1939):

Salih Paşa İstanbul Liman reisi bahriye feriklerinden Dilaver Paşa’nın oğludur. Rumi 1280 (1864)’de İstanbul’da doğdu. İlk eğitimini babasının memuriyet yeri olan Rusçuk’ta yapmıştır. 1888’de Harbiye Mektebini bitirerek kurmay yüzbaşılığa yükselmiştir. 1891’de askerlik eğitimini tamamlamak üzere üç buçuk yıllığına Almanya’ya gönderilmiştir. 1894 ise rütbesi binbaşılığa yükselerek Erkan-ı Harbiye dairesine memur edildi. Bu görevde iken reis sıfatıyla Bulgaristan ve Sırbistan sınırlarında bulunmuştur. 1899’da rütbesi Miralaylığa yükselerek Erkan-ı Harbiye üçüncü şubesine memur edildi. 1903 yılından Meşrutiyetin ilanı olan 1908 yılına kadar Diyarbakır ve Sivas’ta sürgün hayatı yaşadıktan sonra Meşrutiyetin ilanı sonrasında İstanbul’a dönerek Erkan-ı Harbiye-i Umumiye ikinci reisliğine tayin olunmuştur.

31 Mart olayından sonra 15 Nisan 1909’da Müşir Ethem Paşa’nın istifası üzerine Harbiye Nazırlığıyla Tevfik Paşa kabinesine girdi. Tevfik Paşa’dan sonra Hüseyin Hilmi Paşa kabinesinde de bu görevini muhafaza etti. Hüseyin Hilmi Paşa’nın istifasından sonra Salih Paşa da Aralık 1909’da harbiye Nazırlığından ayrılmıştır. Daha sonra Hakkı Paşa’nın sadrazamlığı döneminde kabinede 31 Mayıs- 11 Ekim tarihleri arasında Bahriye Nazırlığı görevi yapmıştır.

6 Ağustos – 16 Ekim 1912 tarihleri arasında Gazi Ahmet Muhtar Paşa kabinesinde Nafia ( bayındırlık) nazırlığı görevinde bulunmuştur. Muhtar Paşa’dan sonraki Sadrazam Kamil Paşa kabinesinde Bahriye Nazırlığı görevini sürdürmüştür.

I.Dünya Savaşı’nın son yılında eşinin tedavisi için İsviçre’de bulunduğu için barış müzakereleri için Lozan’a gelen Sadrazam Damat Ferit Paşa ile görüşmüş ve İstanbul’a döndükten sonra bu kabineye Temmuz 1919’da Bahriye Nazırlığı ile girmiştir.

Mustafa Kemal Paşa’nın 9. Ordu Müfettişi olarak Samsun’a gelmesi ile başlayan Milli Mücadele dönemi içersinde gerçekleştirilen Sivas Kongresi ( 4/11 Eylül 1919) sonrasında Sadrazam Damat Ferit Paşa görevinden istifa etmiş ve 2 Ekim 1919’da Ali Rıza Paşa Hükümeti kurulmuştur. Milli Mücadele açısından olumlu bir havanın estiği bu devrede, Ali Rıza Paşa Hükümeti’nin Mustafa Kemal Paşa ile yüz yüze görüşülmesi gerektiğine dair görüşleri oluşmuştur. Sonuç olarak Ali Rıza Paşa, daha önceki hükümet döneminde Bahriye Nazırı olan Salih Paşa’nın bu görevini devam ettirmiş ve onu Mustafa Kemal Paşa ile görüşme yapmak üzere Amasya’ya göndermiştir. Mustafa Kemal Paşa Nutuk adlı eserinde Salih Paşa’yı Amasya’da büyük bir törenle karşıladıklarını ifade etmiştir.

20 Ekim 1919’da Salih Paşa, Mustafa Kemal Paşa, Hüseyin Rauf ve Bekir Sami Beylerle görüşmüş, 22 Ekim’de de üçü açık ve imzalı, ikisi gizli olmak üzere beş protokol yapmıştır. Bu görüşmelerde Heyet-i Temsiliye’nin İstanbul’dan istediği özetle şu şartlar; “İtilaf Devletleri ile yapılacak barışta sınırların tam bir anlayışla çizilmesi ve Türklerin yabancı devlet boyunduruğunda bırakılmaması. Müslüman olmayan unsurlara ayrıcalık tanınmaması. Yeni açılacak meclis için yapılacak seçimlerin serbestlik içinde yapılması. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin, İstanbul Hükümetince de kabul edilmesi,Mebuslar Meclisi tarafından kabul edilmesi koşuluyla Sivas Kongresi kararlarının hükümet tarafından kabul benimsenmesi. Mebuslar Meclisinin güvenlikte olmayan İstanbul’da toplanmasının uygun olamadığı” Salih Paşa’ya iletilmiştir. Salih Paşa kendisinin bu isteklere katıldığını ancak bu katılışın kendi şahsına ait olduğunu dolayısıyla kabine adına söz veremeyeceğini belirtmiştir. Nitekim Mustafa Kemal Paşa Nutuk’da Salih Paşa’nın bu istekleri kabul ettirmede başarılı olamadığını ifade etmiştir. Amasya Görüşmeleri’nden sonra Salih Paşa, İstanbul’da yapılan Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nin toplanması (12 Ocak 1920), Misak-ı Milli kararlarının alınması sonrasında İtilaf Devletleri’nin baskıları artmıştır. İtilaf Devletleri, Harbiye Nazırı Cemal Paşa ile Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Cevat Paşaları suçlamış ve istifalarını istemişlerdir. Hükümet ise bu suçlamalara karşı kendilerini savunmuş ve istifa etmemek için bu paşaları görevden aldıklarını belirtmelerine rağmen baskılardan kurtulamamıştır. 8 Mart 1920’de Ali Rıza Paşa Hükümeti istifa etmiş ve yerine Salih Paşa sadrazam tayin edilmiştir. Bu istifalar ve yeni hükümete rağmen İtilaf Devletleri baskılarını sürdürmüştür. 27 Mart 1920’de Osmanlı Devleti’ne bir nota vererek Milli Mücadele’yi red etmelerini istemişlerdir. Bu nota üzerine Salih Paşa, Milli Mücadeleyi “Meşru hakların müdafaası” olarak nitelendirerek 2 Nisan 1920 tarihinde istifa etmiştir.

Salih Paşa’dan sonra 5 Nisan 1920’de Damat Ferit Paşa Hükümeti kurulmuş, bu hükümette 16 Ekim 1920’de istifa etmiştir. Salih Paşa 21 Ekim 1920’de göreve başlayan Tevfik Paşa’nın kurduğu hükümette Bahriye, Ahmet İzzet Paşa’da Dahiliye Nezareti (Bakanlığı)’ne getirilmişlerdir. Milli Mücadele ile yakınlıkları bilinen bu iki eski sadrazamın göreve getirilmeleri yeniden Ankara ve İstanbul’un yakınlaşması olarak değerlendirilmiştir. Nitekim Salih Paşa’da bu görevi sırasında 5 Aralık 1920’de Ankara Hükümeti ile Bilecik Görüşmesi’ne katılan heyetin içinde yer almıştır. Ancak yapılan görüşmelerde İstanbul heyeti ile Mustafa Kemal Paşa arasında uzlaşma sağlanmamakla beraber Salih Paşa ve diğer İstanbul Hükümeti temsilcileri Bilecik’ten Ankara’ya götürülerek misafirlik süreleri uzatılmıştır. Salih Paşa, İstanbul’a döndükten sonra resmi bir görev almayacağını yazılı olarak taahhüt etmesinden sonra 18 Mart 1921’de İstanbul’a dönmüştür. Salih Paşa basına verdiği beyanlarda kendilerine verilen görevi yerine getiremedikleri gerekçesi ile İstanbul Hükümeti’ndeki görevinden istifa ederek Ankara’da verdiği sözü yerine getirmiştir. Ancak Salih Paşa 12 Haziran 1921’de Tevfik Paşa kabinesine yeniden Bahriye Nezaretine tayin edilmiştir. Salih Paşa’nın verdiği söze rağmen İstanbul Hükümeti’nde görev alması Mustafa Kemal Paşa’ya göre Milli Mücadele başarılarının İstanbul’a mal edilmesi çabasıdır. Bu sebepten dolayı Salih Paşa’yı eleştirmiştir.

Salih Paşa, Kasım 1922’de saltanatın kaldırılmasından sonra siyasetten çekilmiştir. Siyasi görevinin yanında 1915- 1917 yılları arasında Fenerbahçe başkanlığı da yapan Salih Paşa, Soyadı Kanunu çıkarıldıktan sonra Kezrak soy ismini almıştır. 1939’da İstanbul’da hayata veda etmiştir.

Bengül SALMAN BOLAT

KAYNAKÇA

ATATÜRK, Nutuk ( 1919-1927), Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 2002.

AYIŞIĞI, Metin, “Kurtuluş Savaşı Sırasında İstanbul Hükümetleri ile Kuvâ-yı Milliye Arasındaki Münasebetler”, Türkler, 15. Cilt, Ankara 2002, s.700-716.

ERGİN, Osman Nuri, İstanbul Şehreminleri, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür İşleri Daire Başkanlığı.

GÖVSA, İbrahim Alaettin, Meşhur Adamlar, Cilt 4.

PAKALIN, Mehmet Zeki, Sicil-i Osmani Zeyli, Son Devir Osmanlı Meşhurları Ansiklopedisi, XVI. Cilt, Ankara 2008, s.105-113.

TANSEL, Selahattin, Mondros’tan Mudanya’ya Kadar, Cilt II, İstanbul 1991.

Tarih Ansiklopedisi, VIII. Cilt, Ankara 2002.

YILDIZ, Yılmaz, Salih Hulusi (Kezrak) Paşa’nın Hayatı ( 1964-1939), Ankara Üniversitesi Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü, Yayınlanmamış Doktora Tezi, Ankara 1990.

Şevki Paşa



Şevki Paşa (1876 - 1939)

16 Mart 1920'de İstanbul'un işgali üzerine İngilizler tarafından Malta Adası'na sürüldü. 1921'de Anadolu'ya gelerek savaşa katıldı. 2. Kolordu komutanı oldu. Daha sonra Askeri Şura üyeliği yaptı.

Şükrü Naili Paşa



Şükrü Naili Paşa (Gökberk) (1876–1936)

1876’da Selanik’te doğan Şükrü Naili Gökberk, 1899’da Harp Okulu’nu 1902’de Harp Akademisi’ni bitirdi ve Kurmay Yüzbaşı olarak askerlik görevine başladı. Mart 1902’de Görice ve Avlonya 2’nci Sınıf Redif Taburu’na öğretmen ve müfettiş olarak atandı. Başarılarından dolayı 5. mecidi nişanı ile ödüllendirildikten sonra 1909’da 20’nci Alay Komutanı oldu. 1911 yılında 14. Tümen Kurmay Başkanı olarak Balkan Savaşı’na; 1912’de İstanbul Fatih Tümeni Kurmay Başkanı olarak Edirne Harekatı’na; 7. Nizamiye Fırkası Kurmay Başkanı olarak da Çanakkale Savaşı’na (Seddülbahir, Kerevizdere, Zığındere, Arıburnu muharebelerine) katıldı. Burada yarbaylığa yükseltildi ve imtiyaz madalyası aldı. 1921 yılına kadar Çanakkale ve Kırklareli’nde bölge komutanlıkları yaptı. 1921 yılının Nisan ayında ulusal kurtuluş hareketine katılmak üzere Anadolu’ya geçti. 15’nci Fırka Komutanı olarak Eskişehir-Sakarya muharebelerinin bütün aşamalarına katıldı. 3 Temmuz 1922’de Mersin Bölge Komutanı iken 3. Kolordu Komutanlığı’na getirilerek Başkomutanlık Meydan Muharebesi’ne katıldı. 31 Ağustos 1922’de Tümgeneral oldu. Büyük Taarruz sırasında başında bulunduğu 3. Kolordu büyük askeri başarılar gösterdi; Eskişehir ve Bursa’yı işgalden kurtardı. Kocaeli grubu ile birlikte bir Yunan tümeninin esir alınmasını sağladı. Lozan Antlaşması’ndan sonra İtilaf devletlerinin askerleri İstanbul’u boşaltınca ve Şükrü Naili Paşa kumandanlığında, “Demir Fırka” olarak nitelendirilen Türk Ordusu 6 Ekim 1923’de halkın alkışları coşkulu naraları ve çiçek yağmuru altında İstanbul’a girdi. Ulusal kurtuluş savaşının zaferle sonuçlanması ve bu zaferin uluslararası alanda tescillendiği Lozan Antlaşması’nın akabinde işgal ordularının çekilmesinden sonra askeri kuvvetlerinin İstanbul’a ilk adımı atan, İstanbul’un yeniden bağımsız Türk vatanına dahil olmasının sembol komutanı olan Şükrü Naili Paşa, Ankara’dan gelen Cumhuriyet’in ilan edilme kararını da sıcağı sıcağına İstanbul’daki bütün temsilciliklere bildiren kişi olmuştur. Atatürk, Nutuk’ta: “ … Cumhuriyet’in ilan edildiği gece İstanbul Komutanı Şükrü Naili Paşa, İstanbul halkının temsilcileri tarafından verilen bir ziyafete davetliydi. Paşa, ziyafet sırasında Ankara’dan gelen resmi bir bildiri aldı ve onu uygulamaya koymadan önce İstanbul halkının sayın temsilcilerine okudu. Bildiri şuydu: Türkiye Büyük Millet Meclisi Cumhuriyet ilanına karar verdi. Bunu yüz bir pare top atışıyla ilan ediniz” diyerek Cumhuriyet’in ilanının İstanbul’a nasıl bildirildiğini anlatmıştı. Şükrü Naili Paşa, Atatürk’ün tam anlamıyla güvenini kazanmış bir komutan olarak tarihe geçmiştir. Onun İstanbul’a görkemli girişi, İstanbul’un kurtuluş günü olarak kabul görmüştür. Tarihin cilvesi de şu ki, Türk Ordusu Şükrü Naili Paşa komutasında İstanbul’a girdiğinde Mütareke dönemi İstanbul’unun esaret yıllarının sembol isimlerinden olan Damat Ferit Paşa da Nice de öldü. Ulusal kurtuluş savaşı boyunca elde ettiği askeri başarılarının kazandırdığı büyük itibar ile 1923’da TBMM’nin ikinci döneminde Kırklareli’den milletvekili seçilen Şükrü Naili Paşa, siyasette fazla kalmadı ve Meclis’te alınan bir karar gereği asker milletvekillerine askerlik ya da milletvekilliğinden birisini seçme zorunluluğu getirilmesi üzerine 1 Kasım 1924'te, Atatürk’ün de isteği doğrultusunda, askerliği tercih ederek milletvekilliğini bıraktı. Asker olarak 2. TBMM döneminde milletvekili olan sadece 3’üncü Kolordu Komutanı Şükrü Naili Paşa değildir; Millî Mücadele paşalarında, zafer sonrasında siyasete genel olarak bir ilgi söz konusu olmuştur. Başta Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa (Çakmak) olmak üzere 3′üncü Ordu Müfettişi Cevat Paşa, 1′inci Kolordu Komutanı İzzettin Paşa, 2’nci Kolordu Komutanı Ali Hikmet Paşa, 5’inci Kolordu Komutanı Fahrettin Paşa, 7’nci Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Paşa gibi dönemin hemen bütün Kurtuluş Savaşı komutanları 1923 seçimlerinde milletvekili olmuşlardır. Bu komutanlar hem vekil hem de komutanlık görevlerini birlikte yürütüyorlardı. Atatürk, kısa zamanda bu durumun sakıncalı olduğuna kanaat getirdi. Yeni Meclis seçimleri olduğu sırada komutanların vekil de olabilmelerine sıcak bakan Atatürk, büyük ihtimalle, bir yıl içerisinde, bazı siyasî gelişmelerin de etkisiyle, konuyla ilgili düşüncelerini değiştirmiş komutanların siyasetle iştigallerinin erken olduğunu düşünmeye başlamıştı. Ona göre, memleket henüz tam olarak güven ve sükûn içerisinde değildi. Komutanlar yine birliklerinin başında olmalı milletvekilliği görevini bırakmalıydılar. Bu amaçla aralarında Şükrü Naili Paşa’nın da bulunduğu komutan milletvekillerine 30 Ekim 1924’te şöyle bir telgraf çekti:

“1- Bana olan güven ve sevginize dayanarak, gördüğüm ciddi lüzum üzerine, milletvekilliğinden istifa ettiğinizi bildiren bir yazıyı telgrafla hemen Meclis Başkanlığı’na bildirmenizi teklif ediyorum. Birinci derecede önemli olan askerlik görevinize bütün varlığınızla kayıtsız şartsız bağlanmak istediğinizi gerekçe olarak belirtmeniz yerinde olur.

2- Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak Paşa Hazretleri de görülen aynı gerekçe ile teklifim üzerine milletvekilliğinden istifa dilekçesini vermiştir.

3- 3′üncü Ordu Müfettişi Cevat Paşa, 1′inci Kolordu Komutanı İzzettin Paşa, 2’nci Kolordu Komutanı Ali Hikmet Paşa, 3’üncü Kolordu Komutam Şükrü Naili Paşa, 5’inci Kolordu Komutanı Fahrettin Paşa, 7’nci Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Paşa Hazretleri’ne yazılmıştır.

4- Telgraf başında durum hakkında bilgi vermenizi bekliyorum. Cumhurbaşkanı Gazi M. Kemal”

Komutanların aynı zamanda milletvekili olarak bulunmalarının, orduda, emir ve komutada beklenilen disiplin ile bağdaşamadığını düşünen Atatürk, Nutku’nda bu teklifini harfi harfine ve derhal yerine getiren, aralarında Şükrü Naili Paşa’nın da bulunduğu, “seçkin” komutanlardan, kendisine gösterdikleri büyük güvenden dolayı övgüyle bahsetmiştir. Ancak Atatürk’ün telgrafına çekinceli cevap veren iki komutan vardı. Bunlar; 3’üncü Ordu Müfettişi Cevat Paşa ve 7’nci Kolordu Komutanı Cafer Tayyar Paşa idi. Bu komutanlar, seçim bölgelerindeki halka karşı duydukları sorumluluk duygusundan dolayı askerliği değil, yasama görevini tercih edeceklerini bildirdiler. Cevat Paşa daha sonra fikrini değiştirip milletvekilliğinden istifa ettiyse de, Cafer Tayyar Paşa kararından vazgeçmedi. Bu şekilde komutan olarak görevinde devam eden Şükrü Naili Paşa (Gökberk), 1934'te 3. Kolordu Komutanıyken emekliye ayrıldı ve 1935 seçimlerinde İstanbul’dan milletvekili seçilerek tekrar T.B.M.M.'ye girdi. Ancak parlamento yaşamı yine kısa sürdü, ertesi sene, 23 Kasım 1936’da Edirne'nin kurtuluş bayramına katıldığı sırada kalp krizi geçirerek hayatını kaybetti. Kabri İstanbul'a getirilerek şehitliğine defnedildi ve 1988’de Ankara'daki Devlet Mezarlığı'na nakledildi. İstiklal, Harp, Gümüş İmtiyaz, Beşinci rütbeden Mecidî ve Dördüncü Rütbeden Osmanî nişanları ile Afgan Hükümeti’nin Serdarı Âlâ, Bulgar Hükümetinin Üçüncü Rütbeden Sent Aleksandr, İkinci Rütbeden Alman Demir Salip Nişanları sahibi olan Şükrü Naili Bey’in Nazire Hanım ile evliliğinden Turgut, Macit (d.:1908), Saadet (d.:1909) adlı üç çocuğu olmuştur. (Felsefe profesörü Macit Gökberk)

Binnur KURT

KAYNAKÇA

ATATÜRK, Mustafa Kemal, Nutuk (1919–1927), Haz. Zeynep Korkmaz, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 2005.

LEWIS, Bernand, Modern Türkiye’nin Doğuşu, Ankara 1993.

Türk Ordusu, Haz. Mehmet Özel, MSB Yayını, Ankara 2000.

Türk Parlamento Tarihi/TBMM I. Dönem 1919-1923, 3. Cilt, TBMM Vakfı Yayınları, Ankara 1995.

Tevfik Paşa



Tevfik Paşa (Ahmet Tevfik) (1845 - 1936)

Dört kez sadrazamlık yaptı. Mondros Ateşkes Antlaşması'ndan sonra sadrazam oldu (11 Kasım 1918). Paris Barış Konferansı'nda Osmanlı heyetine başkanlık etti. 21 Ekim 1920'de tekrar sadrazam oldu. TBMM'nin 1 Kasım 1922'deki kararı ile İstanbul Hükümeti'ne son verildi. Böylece kendisi de son sadrazam oldu.

Vahdettin



Vahdettin (Mehmet VI.) (1861 - 1926)

Son Osmanlı padişahıdır. Mondros Ateşkes Anlaşması'ndan sonra yurdu kurtarmak yerine, işgalcilerle, özellikle de İngilizlerle uzlaşarak tahtını korumayı önde tuttu. Kurtuluş Savaşı'nı başarısızlığa uğratmak için düşmanlarla işbirliği yapmaktan geri durmadı. Saltanatın 1 Kasım 1922'de kaldırılması üzerine, 17 Kasım 1922'de İngilizlere sığınarak yurttan ayrıldı.

Wilson



Wilson (1879 - 1945)

Amerika Birleşik Devletleri Başkanı. Ocak 1918'de Amerikan Kongresi'ne sunduğu 14 ilke, "Wilson İlkeleri" olarak tanınır.

Yahya Galip



Yahya Galip (Kargı) (1874 - 1942)

Kurtuluş Savaşı yıllarında Ankara'da defterdarlık, Ankara Vali Vekilliği görevlerinde bulundu. TBMM'nin I., II. Ve III. Dönemlerinde Kırşehir milletvekilliği yaptı.

Yahya Kaptan



Yahya Kaptan (1890 - 1919)

Kuvayi Milliye komutanlarındandır. İstanbul'da Bekirağa Bölüğü'nü basarak Halil Paşa, Şadi Bey ve Talat Bey'in kaçırılmasını sağladı. Fakat İstanbul Hükümetine bağlı birliklerce kuşatıldı. Teslim alındıktan sonra 9 Ocak 1920'de şehit edildi.

Yörük Ali Efe



Yörük Ali Efe (1896 - 1957)

Kurtuluş Savaşı’nda Aydın yöresinde büyük yararlıklar göstermiş efelerden. Aydın’ın Sultanhisar ilçesine bağlı Kavaklı köyünde doğdu. 19–20 yaşlarında İzmir’de askerlik görevini yaparken, takım subayı bir Ermeni teğmenin sebepsiz yere tokat atması üzerine kaçarak, Aydın dağlarında dolaşan Alanyalı Molla Ahmet Efe müfrezesine katıldı. Adı geçen efenin bir çatışmada ölmesi üzerine müfrezenin başı olarak 1918 yılı ortalarına kadar bölge dağlarında dolaştı. Bu tarihte hükümetin himayesine sığınarak eşkıya takibi ile görevlendirildi. 1918 sonlarında memleketi Sultanhisar’a döndü. 15 Mayıs 1919’da İzmir’in Yunanlılar tarafından işgali, bunu Aydın ve Nazilli işgallerinin izlemesi, Yörük Ali Efe’nin yurtseverlik duygularını kamçıladı. Kısa sürede müfrezesini kuvvetlendirerek 16 Haziran 1919’da, Büyük Menderes bölgesinde bir Yunan müfrezesinin elinde bulunan Malkoç (Malgaç) Köprüsü yakınındaki karakola baskın düzenledi; buradaki Yunan Kuvvetleri’ni bütünüyle imha etti. Bu baskın sonucu çok sayıda silâh ve cephane ele geçirdi. Yörük Ali Efe, bölgedeki 57. Tümen Komutanı Albay Şefik (Aker) Bey’den de yardım görerek müfrezesini tabur haline dönüştürdü; kendisi de “Aydın Güney Bölgesi Komutanı” oldu. İlk defa 27 Mayıs 1919’da Yunanlılar tarafından işgal edilen Aydın’ın, Millî Kuvvetler tarafından 30 Haziran 1919’da geri alınışında, diğer bazı kuvvetlerle beraber önemli rol oynadı. Ancak destek alan Yunan kuvvetleri, Aydın’ı 4 Temmuz 1919’da ikinci defa işgal etti. Yörük Ali Efe, Batı Cephesi’nde düzenli ordu kuruluncaya kadar, bu bölgedeki çatışmalarda Demirci Mehmet Efe ile beraber, Yunanlıların Aydın’dan öte daha fazla ilerlemelerine engel oldu. Batı Cephesi’nde düzenli ordunun kurulmasıyla Yörük Ali Efe kuvvetleri de -37. Alay ismini alarak- 57. Tümen’e katıldı. Yörük Ali Efe, Kurtuluş Savaşı’nın zaferle sonuçlanmasından sonra bir süre İzmir’de yaşadı. Daha sonra Aydın iline bağlı Yenipazar bucağına yerleşerek burada çiftçilikle uğraştı. 1925 yılında İzmir’de geçirdiği bir atlı tramvay kazasını takiben iki bacağı ameliyatla dizkapakları altından kesildi. 1934’de “Yörük” soyadını aldı. 1951 yılında öldü; vasiyeti üzerine Yenipazar’da toprağa verildi. Yörük Ali Efe, Millî Mücadele dönemi ve Kurtuluş Savaşı’ndaki hizmetleri nedeniyle İstiklâl Madalyası ile ödüllendirildi. Bugün, Aydın’da, Aydın Belediyesince yaptırılan bir heykeli bulunmaktadır.

Derya GENÇ ACAR

KAYNAKÇA

APAK, Rahmi, İstiklâl Savaşı’nda Garp Cephesi Nasıl Kuruldu, Güven Basımevi, İstanbul 1942.

DEMİRAYAK, Sadettin, Kuva-yı Milliye’nin Aydın’da Doğuşu (Yörük Ali Efe ve Demirci Mehmet Efe’nin Faaliyetleri), Tuna Ofset Matbaası, Aydın 2007.

ERSEL, Hasan, OKTAY, Ahmet, TUNÇAY, Mete, Cumhuriyet Ansiklopedisi, 2. Cilt (1941-1960), 3. Baskı, Yapı Kredi Yayını, Mayıs 2002.

GÖKBEL, Asaf, Millî Mücadele’de Aydın, Coşkun Matbaası, Aydın 1964.

KANDEMİR, Feridun, “Efeler Diyarında, Yörük Ali Efe Hatıralarını Anlatıyor”, Tasvir-i Efkâr Gazetesi, 5.5.1940, 8.5.1940, 9.5.1940.

YAVİ, Ersal, Efeler (Kökenleri, Eylemleri, Töreleri, Dansları, Giysileri), Aydın Valiliği Özel İdaresi Yayını, Aydın 1991.

Yunus Nadi



Yunus Nadi Bey (Abalıoğlu) (1879 - 1945)

Yunus Nadi 1879’da bugünkü adı Fethiye olan Mekri’de doğmuştur. Soyadı Kanunu’nun çıkmasından sonra Abalıoğlu soyadını almıştır.

İlköğrenimini Rodos İbtidai Mektebi’nde tamamlamıştır. 1315 senesi içinde çıkan yazılarında “Yunus Nadi” imzasının üzerinde “Medrese-i Süleymaniye’den mezun” kaydı yer alır. Anılarında “Süleymaniye medresesindeki tahsilim sırasında etkisi altında kaldığım istibdat karşıtı, meşruti özgür düşünceden yana biriydim”. Şeklindeki açıklaması, bu okulun kendisinin fikirleri üzerindeki etkisini göstermektedir. Süleymaniye Medresesi’ndeki tamamladıktan sonra İstanbul’a gelmiş, tahsiline Mekteb-i Sultani ve Hukuk mektebinde devam etmiştir. Öğrenimi devam ederken 1900 yılında gazeteciliğe başlamış, “Malumat” Dergisi’nde yazmaya başlamıştır.

Yunus Nadi’nin gençlik yılları, Sultan II. Abdülhamit’in istibdat yıllarına denk gelmiştir. 1901 yılında Hükümet aleyhtarı bir cemiyetle ilgisi olduğu gerekçesiyle üç yıl hapse mahkûm edilerek Midilli’ye gönderilmiştir. Cezasını tamamladıktan sonra İstanbul’a gelmiştir. 1909 yılında Selanik’e gitmiş ve İttihat Terakki Cemiyeti’nin yayın organı olan “Rumeli” Gazetesi’nde başyazar olmuştur (1910). Balkan Savaşı’nın patlak vermesi dolayısıyla yeniden İstanbul’a dönen Yunus Nadi, Nisan- Ağustos 1912 tarihlerinde Osmanlı Mebusan Meclisi’nde Aydın Mebusluğu yapmıştır. Diğer taraftan Velid ve Talha Ebüzziya tarafından çıkarılan Tasvir-i Efkâr Gazetesinde başyazılar yazmış ve yazı işlerini yönetmiştir.

İttihat ve Terakki’nin Balkan Savaşı’nda işgale uğrayan Edirne’nin kurtarılması için kamuoyunu harekete geçirme görevini verdiği gazetecilerden biri de Yunus Nadi olmuştur. Yazar, savaş devam ederken İstanbul’da kurulmuş, öncelikli hedefi Balkanlarda yaşayan Müslüman halkın uğradığı haksızlıkları kamuoyuna duyurmak olan, çoğunluğu gazetecilerden oluşan Neşr-i Vesaik (Vesikaların Yayınlanması) Cemiyeti’ne üyelerinden olmuştur. Buradaki çalışmaları ve başyazarı olduğu Tasvir-i Efkâr Gazetesi’ndeki etkili propagandaları ile öne çıkmıştır. Gazetesinde, Balkan savaşları öncesi ve esnasında, halk ile ordunun moralinin yükselmesi ve cesaretinin artması için, birçok şairin ve yazarın propaganda amaçlı kahramanlık yazılarını yayınlamıştır. Aynı şekilde kendisi de bu yönde çok sayıda yazı yazmıştır. Gerek Cemiyet içerisinde gerekse de, gazetesinde yürüttüğü propaganda çalışmaları II. Balkan Savaşı esnasında Edirne’nin geri alınmasında oldukça etkili olmuştur.

Mustafa Kemal Paşa Sofya’da Ataşemiliter iken onunla görüşmeye başlayan Yunus Nadi, Mustafa Kemal Paşa’nın ülkenin durumu hakkında kendisine yazmış olduğu mektupları “çelik kalemle yazılmış çelik fikirler” tabirini kullanarak “Tasvir-i Efkâr” Gazetesi’nde yayınlamıştır. Böylelikle Mustafa Kemal ile başlayan bu yakınlık Milli Mücadele döneminde giderek artmıştır.

Yunus Nadi, I. Dünya Savaşı boyunca çıkardığı Tasvir-i Efkâr’dan ayrılarak 2 Eylül 1918’de İstanbul’da “Yeni Gün” Gazetesi’ni kurmuştur. Yunus Nadi, kendisinin İttihatçı ve Milliyetçi, Ebüziyya’nın ise İttihatçı düşmanı ve Hilafetçi olmasını bu ayrılışın sebebi olarak göstermiştir. “Yeni Gün” Gazetesi Milli Mücadele taraftarlığı yaptığı için sık sık kapanmış ancak bir ara “Eski Gün” adıyla yeniden yayınlanmıştır.

Yunus Nadi, gazeteciliğin yanı sıra siyasi hayata da atılmış ve Son Osmanlı Meclisi’ne İzmir Mebusu olarak girmiştir. Nadi’nin Gazetesi Yeni Gün 12 Nisan 1920 tarihine kadar İstanbul’da yayınlanmıştır. Nadi, bu olay üzerine matbaa alet ve makinelerini Ankara’ya taşıyarak Milli Mücadeleye katılmıştır. 23 Nisan 1920’de açılan TBMM’de İzmir Milletvekili olarak yer almış ve tasarı, iktisat, irşat, Anayasa ve Dışişleri komisyonlarında görevler yapmıştır. Ankara’da 9 Ağustos 1920’den itibaren çıkarmaya başladığı “Anadolu’da Yeni Gün” Gazetesi ile Milli Mücadele fikrinin yayılmasında etkili olmuştur. Gazetesinde bu mücadelenin amacı, gerekliliği ile ilgili yazılarıyla halkın bu konuda aydınlanmasında etkili olmuştur. Ayrıca Milli Mücadeleyi desteklemek, halkı haberdar etmek amacıyla Halide Edip (Adıvar) ile birlikte 6 Nisan 1920’de Anadolu Ajansını kurmuştur. Yine bu dönem içinde, Ankara Hükümeti ile Sovyet Hükümeti arasındaki yakınlaşmanın sonucu olarak 18 Ekim 1920’de Mustafa Kemal Paşa’nın isteği ile kurulan Türkiye Komünist Fırkası’nın kurucularından birisi olmuştur.

Yunus Nadi, I. İnönü Savaşı’nda kazanılan zaferden sonra İtilaf Devletlerinin isteği ile toplanan Londra Konferansı’nda Milli Mücadele Hükümetini temsil eden delegelerin içersinde yer almıştır. Kütahya Eskişehir Muharebelerinde alınan yenilgi sonrasında Mustafa Kemal Paşa’nın Meclis tarafından Başkomutan seçilmesini destekleyenler arasında yer alarak bu konuda milletvekilleri ile görüştüğü gibi gazetesinde de yazılar yayınlamıştır. Nadi, Sakarya zaferi sonrasında bu çalışmalarından dolayı Yeni Gün Matbaası önünde halk tarafından “Düşman Yıkıldı” sesleri ile alkışlanmıştır.

Yunus Nadi İzmir Mebusu olarak 29 Ekim 1923 günü Anayasa Komisyonu başkanı sıfatı ile Cumhuriyetin ilanını bildiren Anayasa değişikliğini Meclis kürsüsünden okuyan kişi olmuştur.

“Anadolu’da Yeni Gün” Gazetesini 1924 yılına kadar çıkartan Nadi, 7 Mayıs 1924’te “Cumhuriyet” Gazetesi’ni İstanbul’da Nebizade Hamdi ve Zekeriya Sertel ile birlikte yayın hayatına sokmuştur. Nadi, 1945 yılına kadar gazetenin başyazarlık görevini sürdürmüştür. Günlük olarak bu gazete kısa zamanda çok geniş bir okuyucu kitlesine ulaşmış, dönemin en önemli gazetesi haline gelmiştir. Nadi, bu gazetenin bir hükümet veya parti gazetesi olmadığını ve amacının Cumhuriyet ve demokrasiyi savunmak olduğunu belirtmiştir.

Meclisin II. Dönemi 1924’ten itibaren III, IV ve V. Dönemlerde 1943 yılına kadar Muğla Milletvekili olarak Mecliste yer almıştır. 1945 yılında tedavi amacıyla gittiği Cenevre’de hayatını kaybetmiştir.

Artemiz, İhtilal ve İnkılâb-ı Osmanî, Ankara’nın İlk Günleri, Ali Galip Hadisesi, Birinci Büyük Millet Meclisi’nin Açılışı ve İsyanlar, Çerkez Ethem Kuvvetlerinin İhaneti, Mustafa Kemal Paşa Samsun’da, Kurtuluş Savaşı Anıları adlı bir kısmı ölümünden sonra yayınlanan eserleri mevcuttur.

Bengül BOLAT

KAYNAKÇA

Abidin Daver, “Türk Basınının Yetiştirdiği En İyi Gazeteci”, Cumhuriyet, 29 Haziran 1945.

Asım Us, “Yunus Nadi”, Cumhuriyet, 29 Haziran 1945.

Emin Karaca, Cumhuriyet Olayı, İstanbul, 1994.

Kemal Atatürk, Nutuk( 1919–1927), Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara, 2002.

Kemal Salih Sel, “Yunus Nadi’nin İlk Yazıları”, Cumhuriyet, 28 Nisan 1947

……………….., “Yeni Gün’den Cumhuriyete” , Cumhuriyet (özel ek), 7 Mayıs 1984.

M. Nuri İnuğur, Türk Basınında İz Bırakanlar, Der yay. İstanbul, 1988.

Nurettin Gülmez, Kurtuluş Savaşı’nda Anadolu’da Yeni Gün, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara 2010.

Pelin Böke, “Yunus Nadi’nin Hapishane Anıları”, Toplumsal Tarih, VIII/45 (Eylül, 1997), İstanbul.

Sami Karaören, Cumhuriyet Yolunda Yunus Nadi, Cumhuriyet Yay.1999.

Türk Parlamento Tarihi, Milli Mücadele ve TBMM I. Dönem 1919–1923, C.III, TBMM Vakfı Yay. No: 6, Ankara, 2001, s.530–538.

Zeki Arıkan, “Yunus Nadi’nin Bir Mektubu”, Tarih ve Toplum, X/57(Eylül, 1988),İstanbul.

Yusuf Kemal



Yusuf Kemal (Tengirşenk) (1878 - 1969)

Siyaset ve devlet adamı. 17 Temmuz 1878’de Sinop’un Boyabat ilçesinde doğdu. Babası, Postnişinzade Hasan Raci Efendi’dir. İlköğrenimini Boyabat’ta tamamladı. 24 Eylül 1888’de Taşköprü Mülkiye Rüştiyesi’nden birincilikle mezun oldu. Öğrenimine İstanbul Numune-i Terakki, Fatih Askerî Rüştiyesi ve Kuleli Askerî İdadisi’nde devam etti. 1891’de II. Abdülhamit yönetimine karşı kurulan “Mektepliler Cemiyeti”ne üye oldu. 1894’te, av sırasında geçirdiği bir kaza sonucu sağ el parmaklarından dördü işlevini yitirdi. Başarılı bir öğrenci olduğu için çürüğe çıkarılmadı, Tıbbiye’ye nakledildi. Askerî Tıbbiye Mektebi’nde Abdülhamit yönetimine karşı çıkan bir grup öğrenci arasında yer aldığı için hapis cezası aldı. Malûliyetini ileri sürerek Tıbbiye’den ihracına dair verdiği dilekçe ile sürgüne gönderilmekten kurtuldu. 1897’de okuldan ayrıldı ve Kastamonu’da bulunan ağabeyinin yanına gitti. 7 Nisan 1898’de Boyabat Mal Müdürlüğü’nde memuriyete başladı. Bu görevi sırasında da “fırsat buldukça” istibdat karşıtı düşüncelerini yaymaya çalıştı. 1899’da İstanbul’a döndü. Kısa bir süre Maliye Nezareti’nde memurluk, ardından Piripaşa Yahudi Mektebi’nde Türkçe öğretmenliği yaptı. 1900 yılında Hukuk Mektebi’nde eğitimine başladı. 1901’de Türkçe öğretmenliği görevini bırakarak Sabah Gazetesi’nde çalışmaya başladı. “Şuunu Mütenevvia-Çeşitli Şeyler” başlığı altında Tıbbiye’de edindiği bilgileri değerlendirdi. Hukuk Mektebi’nden 4 Ocak 1905’te “pekiyi” derece ile mezun oldu. Bağımsız karakterine uygun olduğu için avukatlık mesleğini tercih etti. Aynı zamanda Hukuk Mektebi’nde ‘Ceza Hukuku’ ve ‘Devletler Özel Hukuku’ derslerini verdi. II. Meşrutiyet’in ilânından sonra avukat arkadaşları ile birlikte Beyazıt’ta “hürriyeti geri vermeyeceklerine ve bu yolda öleceklerine” dair yemin etti. İstanbul Barosu’nun kurucuları arasında yer aldı. Meclis-i Mebusan’ın I. Dönemi için 1908’de yapılan seçimlerde Kastamonu milletvekili seçildi. 5 Kasım 1908’de Meclis’e katıldı. 21 Kasım 1908’de Darülfünûn Hukuk Fakültesi, Ceza Hukuku öğretmenliğine atandı. 31 Mart Ayaklanması sırasında Meclis adına ayaklanmacı askerlerle görüşerek onları ikna etmeye çalıştı. Padişahı Meclis’e davet eden heyette ve Meclis tarafından 31 Mart Olayı’nı soruşturmak üzere oluşturulan Tahkik Heyeti’nde yer aldı. Nisan 1909’da Adana Olayları’nı soruşturmak üzere Meclis kararıyla 15 Mayıs’ta Adana’ya gönderildi. Müslümanların ve Ermenilerin ileri gelenleri ile görüştü. 7 Eylül’de görevini tamamladı. Hazırladığı raporu Meclis Başkanlığı’na sundu. Aynı yıl Adliye Nezaretince Avrupa’ya öğrenime gönderilecek öğrencilerin gözetim ve yönetimine memur edildi. 29 Eylül 1909’da milletvekilliğinden çekildi ve Paris’e gitti. Müfettişlik görevini yürüttüğü sırada Paris Hukuk Fakültesi Siyasî ve İktisadî İlimler Şubesi’nde doktora eğitimine başladı. Arkadaşları ile birlikte Cenevre’de Türk Yurtçular Derneği’ni kurdu. 1912’de doktora tezini hazırlamak üzere İngiltere’ye gitti. British Museum kitaplığında çalıştı, Siyasî ve İktisadî İlimler Okulu’nda uzmanlığını geliştirdi. 6 Mayıs 1913’te doktora diplomasını aldı. I. Dünya Savaşı’nın çıkması üzerine 20 Ağustos 1914’te yurda döndü. Askere gitme isteği “çürük tezkeresi” nedeniyle kabul edilmedi. Adliye Nezareti Teftiş Kurulu’nda ‘Başmuavin’ olarak göreve başladı. 31 Ağustos’ta Teftiş Kurulu Başkanı, 6 Aralık 1915’te de Adliye Nezareti Müsteşarı oldu. Bu son görevi sırasında kanunları ıslah ve tamamlama çalışmalarını yürüttü. Aynı yıl yaşamını Nazlı Hanım ile birleştirdi. 15 Ocak 1919’ta müsteşarlıktan istifa ederek avukatlık mesleğine geri döndü. Meclis-i Mebusan’ın son dönemi için yapılan seçimde Kastamonu milletvekili olarak meclise katıldı. Mustafa Kemal Paşa 29 Kasım 1919’da “Heyet-i Temsiliye” adına çektiği telgrafla ulus temsilciliğine seçilmiş olmasından dolayı duyduğu memnuniyeti dile getirdi ve “vatanın şu fevkalâde himmetlere muhtaç olduğu devirde muvaffak bilhayr olmaları” dileği ile tebriklerini iletti. Ayrıca, Ocak 1920’de Ankara’da Ziraat Mektebi’nde milletvekilleri ile yaptığı görüşmelerden Yusuf Kemal Bey’i de bilgilendirdi. Yusuf Kemal Bey, Meclis-i Mebusan’da Misak-ı Milli’yi hazırlayan komisyonda görev aldı. Misak-ı Milli’yi “…her şeyin kaybolduğunu görerek şaha kalkmış olan Türk yiğitlerinin icabında canlarını vererek kazanmaya ahdettikleri dava” olarak tanımladı. Meclis’te yaptığı konuşmalarda kapitülasyonların mutlaka kaldırılması gerektiğini savundu. 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgaline tanık oldu. Limandaki yabancı savaş gemileri karşısında, vatanı “onların elinde alet olan” idareden kurtarmak için Anadolu’ya geçmeye karar verdi. 27 Mart 1920’de İstanbul’dan ayrıldı. 3 Nisan 1920’de Ankara’ya ulaştı. 23 Nisan 1920’de TBMM’nin açılışında hazır bulundu. Mustafa Kemal Paşa’nın gözetimi altında İcra Vekillerinin Sureti İntihabına Dair Kanun Layihası’nı hazırladı. 3 Mayıs’ta İktisat Vekilliğine seçildi. Sovyet Rusya ile bir anlaşma zemini oluşturulmasına memur edilerek Dışişleri Bakanı Bekir Sami Bey (Amasya) ile birlikte 11 Mayıs’ta Moskova’ya gitmek üzere Ankara’dan ayrıldı. İstanbul Divan-ı Harbi Örfisinin hakkında verdiği idam kararını Moskova yolunda öğrendi. Karar, 15 Haziran 1920’de Padişah tarafından onandı. Yusuf Kemal Bey, 19 Temmuz 1920’de Moskova’ya ulaştı. Sovyet liderleri ile yapılan görüşmelere katıldı. Sovyet Hariciye Komiseri Çiçerin’in Türkiye’den toprak talebi ile ilgili TBMM’ye gerekli açıklamaları yapmak amacıyla 2 Eylül 1920’de Moskova’dan ayrıldı. 11 Ekim1920’de Ankara’ya ulaştı. Aynı gece Mustafa Kemal Paşa ile görüştü. Milletvekillerini bilgilendirdiği 16 Ekim günlü toplantıda Rus önerileri reddedildi. Rusya’nın görüşme talebi üzerine 14 Aralık 1920’de yeniden yola çıktı ve 18 Şubat 1921’te Moskova’ya ulaştı. 26 Şubat 1921’de başlayan görüşmelerin anlaşma ile sonuçlanması üzerine Türk-Sovyet Anlaşmasını Rıza Nur Bey ve Ali Fuat Paşa ile birlikte imzaladı. 18 Mart’ta imzalanan Moskova Antlaşmasının altına hem Rusların İngilizlerle yaptığı ticaret anlaşmasının hem de İstanbul’un işgalinin tarihi olan 16 Mart’ın konulması uygun bulundu. Böylece Moskova Antlaşmasının 16 Mart 1921’de imzalandığı resmiyet kazandı. Moskova’da bulunan Afganistan elçisi Muhammet Veli Han ile de 1 Mart’ta Dostluk Anlaşmasını imzaladı.1 Nisan 1921’de Moskova’dan ayrıldı. Sovyet yardımı olarak emirlerine verilen beş milyonun bir milyonunu Almanya’dan uçak vb. alınmasını sağlamak üzere Ateşemiliter Saffet Bey’e verdi. Geriye kalan dört milyonu Kars’ta askeri fırkaya teslim etti. Dönüş yolunda TBMM’nin kendisini 30 Ocak 1921’de Adliye Vekilliğine seçtiğini öğrendi. Mustafa Kemal Paşa da 7 Mayıs 1921’de çektiği bir telgrafla hizmetlerinden biran evvel yararlanabilmek amacıyla dönüşünü hızlandırmasını istedi. Fevzi Paşa’nın 19 Mayıs 1921’de kurduğu İcra Vekilleri Heyeti’nde ise Hariciye Vekili olarak yer aldı. İnebolu’da iken Fransa ile yapılacak görüşmeleri yürütmekle görevlendirildi. Mustafa Kemal Paşa 3 Haziran 1921’de çektiği telgrafla bu kararı kendisine bildirdi. Yola çıkmış olan Franklin Boullion’dan önce ya da onunla birlikte Ankara’ya dönmesi gerektiğine işaret etti. İnebolu’da Franklin Boullion ile buluştu. 7 Haziran 1921’de Mustafa Kemal Paşa’ya birlikte yola çıktıkları bilgisini iletti. 9 Haziran 1921’de Ankara’ya geldi. 13 Haziran’da başlayan ve Mustafa Kemal Paşa’nın da katıldığı resmi görüşmelerde Bouillion’un “Siz kapitülasyonları kaldıracağınızı mı aklınızdan geçiriyorsunuz?” sorusuna “Ulusal mücadelenin amacının bağımsızlık olduğu” yanıtını verdi. Fransa’nın gelişmekte olan Yunan taarruzunun sonucunu beklemesi üzerine görüşmelerden olumlu sonuç alınamadı. Buna karşın Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan temsilcileriyle Kars’ta yapılacak konferans hakkında hükümetin görüşünü 13 Eylül 1921’de gizli celsede yapılan toplantıda açıkladı. Sakarya Savaşı’nın Türk ordularının zaferi ile sonuçlanmasının ardından 20 Ekim 1921’de Fransa ile Ankara İtilafnamesi’ni imzaladı. Ardından, 23 Ekim 1921’de İngilizlerle esir değişimi konusunda anlaşarak Malta’daki Türk tutukluların serbest kalmasını sağladı. 2 Ocak 1922’de ise Ukrayna Hükümeti ile dostluk anlaşmasını Ankara’da imzalayarak dış ilişkilerde önemli bir gelişme sağladı. 4 Şubat 1922’de Mustafa Kemal Paşa’nın isteği ve TBMM’nin onayı ile TBMM Hükümeti’nin hedef ve amaçlarını açıklamak, müttefiklerin niyet ve düşüncelerini anlamak üzere Avrupa’ya gönderildi. Londra ve Paris’te devlet adamlarıyla görüşmeler yaptı. Daily Telgraph Gazetesi muhabiri kendisini “Mustafa Kemal Paşa’nın kuvvetli sağ kolu” olarak tanıttı. Müttefiklerin 22 Mart 1922 tarihli mütareke ve 26 Mart 1922 tarihli barış önerisini Paris’te öğrendi. Poincare’ye TBMM’nin son Yunan askerinin Türk toprağını terk ettiğini görmedikçe kılıcını kınına koymayacağını hatırlattı. Türkiye’nin, davasını ancak kuvvetle kazanabileceği izlenimini edindi. Anadolu’nun tahliyesine açıklık getirmeyen, Türk ordusunu müttefiklerin kontrolüne bırakan, Misak-ı Milli’yi göz ardı eden barış önerileri karşısında TBMM Hariciye Vekilinin Paris’te kalamayacağını düşünerek 2 Nisan’da Ankara’ya döndü. Mustafa Kemal Paşa’nın taarruz hareketi yapılıp yapılamayacağına dair ordu komutanları ile görüşmek üzere yaptığı cephe gezisinde O’na eşlik etti. Ağustos ayında ağır bir rahatsızlık geçirdi, ameliyat oldu. Nekahet devresinde ziyaretine gelen Mustafa Kemal Paşa “arzu ettiğinizi yapmaya gidiyoruz, düşmanı geri atacağız” diyerek taarruz kararını haber verdi. 26 Ağustos’ta başlayan taarruz ile Anadolu düşmandan arındırılırken, izni bitmeden 12 Eylül 1922’de görevine döndü. TBMM kararı üzerine Mustafa Kemal Paşa ile buluşmak üzere Rauf Bey ile birlikte İzmir’e gitti. Mütareke ile ilgili hazırlıklara katıldı. Hariciye Hukuk Müşaviri Münir ve Siyasi İşler Müdürü Hikmet beylerle birlikte yapılacak barış anlaşmasının esaslarını, görüşmelere gidecek müşavir ve yazmanların isimlerini belirledi. 25 Ekim 1922’de Lozan Barış Konferansı’na baş delege olarak katılacak İsmet Paşa’nın Hariciye Vekâletine atanabilmesi için vekillikten istifa etti. Tedavisini sürdürmek amacıyla Viyana’ya gitti. TBMM’nin II. Döneminde Sinop’tan milletvekili seçildi. 11 Ocak 1924’te Londra temsilciliğine atandı. Milletvekilliği ile temsilciliğin aynı anda yürütülemeyeceğine dair alınan karar üzerine 16 Mayıs 1924’te istifa ederek yasama görevine döndü. Ankara Hukuk Mektebi açılınca (5 Kasım 1925) İktisat Profesörlüğüne getirildi, Milli İktisat dersleri verdi. III. Dönemde tekrar Sinop’tan milletvekili oldu. 27 Eylül 1930’da kurulan İsmet Paşa Hükümeti’nde Adliye Vekili olarak yer aldı. IV. Dönemde de Sinop milletvekilliğini korudu. 4 Mayıs 1931’de oluşturulan İsmet Paşa kabinesinde yeniden Adliye Vekilliğine getirildi. 23 Mayıs 1933’te vekillikten istifa ederek Ankara Hukuk Fakültesi’ndeki profesörlük görevini sürdürdü. 1934 yılında Türk Devrim Tarihi, üniversitede zorunlu ders olarak okutulmaya başlanınca Mustafa Kemal Paşa’nın isteği üzerine İstanbul Üniversitesi’nde “Türk İnkılâbı’nın İktisadî ve Malî Cephesi”ni anlattı. 1 Ekim 1941’de milletvekillerinin aynı zamanda profesörlük yapamayacakları hakkındaki hükümet kararı üzerine profesörlük görevinden ayrıldı. V. ve VI. Dönemlerde de Sinop milletvekili olarak görevini sürdürdü. VII. Dönemde Cumhuriyet Halk Partisi’nce aday gösterilmedi. Demokrat Parti listesinden Sinop milletvekili seçildi. Ancak Demokrat Parti yönetimi ile anlaşmazlığa düşerek partiden çıkarıldı. 19 Temmuz 1948’de Millet Partisi’nin kurucuları arasında yer aldı. 1950 seçimlerine katılmayarak İstanbul’da avukatlık yaptı. 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra 6 Ocak 1961’de çalışmalarına başlayan Temsilciler Meclisi’ne Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi temsilcisi olarak katıldı. 15 Nisan 1969’da İstanbul’da öldü.

Şaduman HALICI

KAYNAKÇA

ÇOKER, Fahri, Türk Parlamento Tarihi-Millî Mücadele ve TBMM I. Dönem 1919-1923, Cilt III, Ankara 1995.

HALICI, Şaduman, Yeni Türkiye Devleti’nin Yapılanmasında Mahmut Esat Bozkurt, Ankara 2004.

KOCATÜRK, Utkan, Atatürk ve Türk Devrimi Kronolojisi 1918-1938, Ankara 1973.

Mahmut Esat Bozkurt; Recep Peker, Yusuf Kemal Tengirşenk, 1933 Yılında İstanbul Üniversitesinde Başlayan İlk İnkılâp Tarihi Ders Notları, Haz. Oktay Aslanapa, İstanbul 1997.

SARIHAN, Zeki, Kurtuluş Savaşı Günlüğü, Cilt I-II-III-IV, Ankara, 1993-1994-1995, 1996.

TBMM Zabıt Ceridesi, TBMM Gizli Celse Zabıtları, Türkiye Büyük Millet Meclisi Albümü 1920-1991, Ankara 1994.

TENGİRŞENK, Yusuf Kemal, Vatan Hizmetinde, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara 1981.

Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Kuruluşundan Günümüze Hükümetler, Ankara 1998.

Ziya Hurşit



Ziya Hurşit (1890 - 1926)

TBMM'nin I. Döneminde Rize milletvekilliği yaptı. Yozgat İstiklal Mahkemesi üyeliği görevinde bulundu. Mustafa Kemal Paşa'ya İzmir'de suikast girişiminde bulunmak suçundan İstiklal Mahkemesi tarafından ölüm cezasına çarptırıldı.

Mehmet Ali Bey (Gerede) (...-1939)



Damat Ferit Paşa hükümetlerinde Posta Telgraf ve Dahiliye nazırlığı görevlerinde bulundu. Millî Mücadele başlangıcında Mustafa Kemal’in ordu müfettişliği görevi ile Samsun’a gönderilmesinde etkili olarak Millî Mücadele tarihinde yer aldı. Savaş sonunda Yüzellilikler listesinde yer alarak sürgün edildi.

Kara Vâsıf Bey



Kara Vâsıf Bey (Mustafa Vasıf Karakol) (1880-1931)

Türk asker ve siyaset adamı. İttihat ve Terakki içinde faal bir çizgi izlemiş, İstanbul'un işgali üzerine ilk gizli direniş örgütü olan Karakol Cemiyeti'ni kurmuş, Son Osmanlı Meclisi Mebusanı ve TBMM 1. Dönem'de milletvekilliği yapmıştır.

Sait Molla



Mütareke Dönemi’nde İngiltere’nin Anadolu üzerindeki emellerini gerçekleştirmek amacıyla kurdurulan “Türkiye’de İngiliz Muhipleri Cemiyeti” (Assocciation of the Friends of England in Turkey)’nin kurucu Genel Başkanı, Kürt Teali Cemiyeti üyelerinden, Türkçe İstanbul Gazetesi’nin sahibi ve yazarı, Şûrâyı Devlet Azası (Danıştay Üyesi), Adliye Nezareti Müsteşarı. Sait Molla, Mustafa Neşet Molla’nın oğlu ve Şeyhülislam Cemalettin Efendi’nin yeğenidir. Bu sebeple dini çevrelerde önemli bir nüfuza sahiptir ve “Molla” sıfatını almıştır. Sık sık bu dini nüfuzunu ve vasfını kullanarak ön plana çıkmaya ve halk üzerinde etkili olmaya çalışan bir kişi idi. Menfaatine düşkün bir kişilik yapısında olan Sait Molla, Mütareke’nin imzalanması ile birlikte İstanbul’a dönerek, İngilizler lehinde ve İngiliz mandasının kabul edilmesi yönünde yazdığı makalelerle dikkat çekmiştir. Sait Molla, Şûrâ-yı Devlet üyeliği ve Adliye Nezareti Müsteşarlığı yapmış, İngilizlerden aldığı parayla Türkçe İstanbul Gazetesi’ni çıkarmıştır. Molla, aslında İngiliz Büyükelçiliğinden her ay 300 lira aldığı bilinen bir İngiliz ajanıdır. İngiliz Muhipleri Cemiyeti, İngiltere Büyükelçiliği’nde görevli Protestan Misyoneri Rahip Robert Frew ve İngiltere Büyükelçiliği Baş Tercümanı Mr. Ryan tarafından 20 Mayıs 1919 günü İstanbul merkezli olarak Sait Molla’ya kurdurulmuş bir cemiyetti. Cemiyetin kuruluş çalışmalarını Sait Molla yürütmüş olduğundan resmi kurucu Sait Molla görünmekte ise de, aslında bu faaliyetlerin baş mimarı, İngiliz Gizli Servisi’nin (İntellegence Sevice) İstanbul Şubesi Başkanı ve İngiliz Yüksek Komiserliği’ndeki “baş casus” Papaz Frew” (Anadolu’da Albay Emiling ismini kullanmıştır) idi. Özellikle cemiyet kurma ve yönetme konusunda yetiştirilmiş olan Papaz Frew, bu maksat ve görevde değişik ülkelerde çalışmış bir kişiydi. Edindiği tecrübeler doğrultusunda genellikle geri planda kalarak daha başarılı olunduğunu bilen Papaz Frew, bu nedenle İstanbul’da İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin kurulmasıyla ilgili faaliyetlerini Sait Molla vasıtasıyla yürütmüştür. Özellikle Müslüman Türk halkının din konusundaki hassasiyetlerini iyi bilen İngilizler, cemiyetin çalışmalarında da halkın bu duygularını istismar etmeyi planlamışlardı. Bu maksatla, cemiyetin kurucusu ve yöneticisi olarak, dini kimliği ön planda olan Sait Molla görevlendirilmişti. Papaz Frew’in de Müslüman din adamı kimliğine bürünmesiyle, cemiyete dini bir görüntü kazandırılmaya çalışılmıştır. Sait Molla, Rahip Frew ve Abdullah Cevdet’le birlikte cemiyetin ideolojisini de belirlemiştir. Bu ideoloji, “Biricik kurtuluş yolu olarak Anadolu’da İngiliz manda ve himayesinin gerekliliğini savunmak ve bunu gerçekleştirmeye çalışmak” olarak belirlenmiştir. Nitekim Sait Molla, 23 Mayıs 1919’da belediye reislerine gönderdiği telgraflarda bunu açıkça ortaya koyuyor ve cemiyetin ideolojisinin, “tek kurtuluş yolu olarak İngiliz manda ve himayesi fikrinin kabul edilmesi” olarak açıklıyordu. Yine Sait Molla 22 Ağustos 1921’de İngiltere Yüksek Komiserliği’ne verdiği bir yazıda, “kendisi ve arkadaşlarının Türkiye’de halkın eğitim düzeyine göre bir hükümet kurmak ve İngiliz uygarlığından yararlanmak istediklerini” ifade ediyordu. Görüldüğü gibi Sait Molla ve başkanı olduğu cemiyet “İngiliz’den çok İngilizci” bir yaklaşımla hareket ediyor ve Türk Milleti’ni Milli Mücadele aleyhine kışkırtıyordu. Daha önce başyazarlığını kendisinin yaptığı “Yeni İstanbul” adıyla bir gazete çıkartan Sait Molla, İngiliz Muhipleri Cemiyeti kurulunca gazetenin adını “Türkçe İstanbul” olarak değiştirdi. Gazetenin başlığının altına cemiyetin İngilizce adı yazıldı ve gazete tamamen İngiliz Muhipleri Cemiyeti’nin yayın organı haline getirildi. Sait Molla, özellikle cemiyetin İstanbul’daki çalışmalarında başrolü oynuyordu. O İngiliz temsilcilerinden aldığı direktifler doğrultusunda Milli istiklali engellemeye çalışıyor, özellikle Rahip Frew ile sürekli irtibat halinde bulunuyordu. Sait Molla’nın cemiyetin yürüttüğü her türlü faaliyetle ilgili olarak kendisinden izin almak ve bilgi vermek durumunda olduğu Rahip Frew ile çok sık haberleşmesi ve haberleşmeyi sağlamak maksadıyla Frew’e yazdığı mektuplar da adeta Sait Molla’nın İngilizlerin emrinde çalıştığını ispatlıyordu. Bu mektupları Nutuk’ta yayınlayan Atatürk, Sait Molla için “vatan haini” nitelemesini yapmıştır. Milli Mücadele’nin başarılı bir şekilde yürütülmesi ve İstanbul’da İngilizlerin etkisinin azalmaya başlaması üzerine İngiliz Muhipleri Cemiyeti kurucuları birbirlerine düştüler. Nihayet 6 Ekim 1921’de Sait Molla grubunun düzenlediği kongreden sonra gittikçe güç kaybeden cemiyet yıkılma sürecine girdi. Milli Mücadele’nin başarıya ulaşmasından sonra adli takibata maruz kalan ve İstiklal Mahkemelerince “Türk İnkılâbı’nın düşmanı” ilan edilen başlıca yöneticiler ve bu arada Sait Molla, İstiklal Mahkemelerinde yargılanarak çeşitli cezalara çarptırıldılar. Bunların bir kısmı yurt dışına kaçmış, bir kısmı da 1924 yılında TBMM Hükümeti tarafından hazırlanan ve Mecliste de onaylanan bir kararla yurt dışına çıkarılmaları uygun görülen 150 kişi arasına konulmuş ve yurt dışında yaşamaya mecbur edilmiştir. Sait Molla ile birlikte İngiliz Muhipleri Cemiyeti kurucu ve üyelerinden 15 kişi 150’likler arasında yer almıştır. Yüzelli­lik­ler listesinde 98. sırada yer alan Sait Molla, zaten Ekim 1922'de imzalanan Mudanya Mütarekesi'nden önce İngiliz elçiliğine sığınmış ve İngiliz General Harrington'un verdiği İngiliz pasaportuyla yurdu terk etmiştir. Yurdu terk ettikten sonra Romanya'ya gitti. Burada Türkiye aleyhinde faaliyetler gösterdiği ve Türk Maslahatgüzarı ile ilgili hakaret içeren bir yazı yazdığı için Romen yetkililer tarafından sınır dışı edildi. 1925 yılı Mayıs ayında Kıbrıs'a, 1926 yılında da Mısır'a gitti. Sait Molla, İşgalci devletlerin baskısıyla Ermeni tehcirinde sorumluluğu bulunduğu iddiasıyla Divan-ı Harb-i Örfi’de yargılanarak idam cezası verilen ve sonra da idam edilen Boğazlayan Kaymakamı Kemal Bey'in davasında mahkeme heyetinde idam kararını verenler arasındaydı.

Ali GÜLER

KAYNAKÇA

ATATÜRK, Mustafa Kemal, Nutuk, Cilt I-III,, Bugünkü Dille Yayına Hazırlayan Z. Korkmaz, Ankara 1984.

ÇADIRCI, M., “İngiliz Muhipleri Cemiyeti’ne İlişkin Belgeler”, Akdeniz Üniversitesi Atatürk Araştırma ve Uygulama Merkezi Dergisi, C I, S 1, Antalya 1994.

DÖNMEZ, C., Millî Mücadele’ye Karşı Bir Cemiyet: İngiliz Muhipleri Cemiyeti, Atatürk Araştırma Merkezi Yayınları, Ankara 1999.

SONYEL, S. R., Kurtuluş Savaşı Günlerinde İngiliz İstihbarat Servisinin Türkiye’deki Eylemleri, TTK Basımevi, Ankara 1995.

TEVETOĞLU, F., Millî Mücadele Yıllarında Kuruluşlar, TTK Basımevi, Ankara 1991.

TUNAYA, T. Z., Türkiye’de Siyasal Partiler, Cilt II, Mütareke Dönemi (1918-1922), Genişletilmiş 2. Baskı, İstanbul 1986.

Türk ve Dünya Ünlüleri Ansiklopedisi, 1. Cilt, Anadolu Yayıncılık, İstanbul 1983.

Rahip Fru



Robert Frew (diğer adları: Rahip Fru, Albay Emiling), İskoç ajanı, İngiliz kraliyet ordusunda görev yapmış papaz (rahip) ve misyoner.

İskoçya'da doğdu ve din eğitimi aldı. Hindistan'da yeraltı faaliyetleri ve politik entrikalardaki başarısı sebebiyle Türkiye'ye gönderildi. I. Dünya Savaşı sonrasında 1919-1920 yıllarında İngiliz casusu Sait Molla ile Kuva-yı Milliye aleyhinde iç isyanlar çıkarılması için çalıştı. Sait Molla'dan ele geçen belgelere göre Sait Molla ile birlikte isyancıları ve casusları para ile destekledi ve Anadolu'daki İngiliz casus ve köstebeklerini Sait Molla vasıtasıyla yönetti.[1] Uzun süre Osmanlı topraklarında misyonerlik faaliyetlerinde bulundu. Board of Foreign Missions of the Presbyterian Church’de (BFMPC) ve Kalvinci geleneği dayanan “American Board of Commissioners for Foreign Mission”ın (ABCFM) içinde bulunduğu “International Congregations” başkanı olarak 1902–1924 yılları arasında Anadolu topraklarında faaliyet gösterdi. Ağa Han ve Seyyid Emir Ali'nin girişimleriyle İngiltere'de British Red Crescent Society (Britanya Kızılay Derneği) adıyla kurulan derneğin İstanbul temsilciliğini yaptı.

Robert Frew, Millî Mücadele döneminde İngiliz İstihbaratı adına çalışan, Mr. Ryan, General Didds, Albay Rawlinson, General Milne, Amiral Calthorpe ve Amiral Webb gibi memurlar arasında en aktif görev alanlardandır. Batı Anadolu’da Albay Emiling adıyla faaliyetlerde bulunduğu bilinmektedir.[1]

Mondros Mütarekesinden sonra İngiliz haber alma servisi ajanı olarak İstanbul'da bulundu. 20 Mayıs 1920'de İstanbul'da kurulan İngiliz Muhipleri Cemiyeti Başkanı Said Molla ile yakın ilişkiler kurdu ve örgüte gelen parasal destekleri kanalize etti. Anadolu'daki, ulusal direniş hareketinin bastırılmasına yönelik eylemleri kışkırtarak organize etti. Türkiye'den ayrıldıktan sonra İngiltere'de papazlık yaptı.

Kaynak:Milli Kurtuluş Tarihi, 1838'den 1995'e. İstanbul. ISBN 975-478-026-9. (Wikipedia`dan alıntı)

Vahdettin



Vahdettin (Mehmet VI.) (1861 - 1926)

Son Osmanlı padişahıdır. Mondros Ateşkes Anlaşması'ndan sonra yurdu kurtarmak yerine, işgalcilerle, özellikle de İngilizlerle uzlaşarak tahtını korumayı önde tuttu. Kurtuluş Savaşı'nı başarısızlığa uğratmak için düşmanlarla işbirliği yapmaktan geri durmadı. Saltanatın 1 Kasım 1922'de kaldırılması üzerine, 17 Kasım 1922'de İngilizlere sığınarak yurttan ayrıldı.

Vesika 1

Gayet mahrem tutulacaktır.

Erzurum, 22.8.35

TAMİM

Pek mevsûk elde edilen ma’lumâta göre Rum Patrikhanesi’nde Mavri Mira isminde bir heyet teşekkül etmiştir. Bunun reisi Patrik Vekili Droteos, azaları: Atenagoras, Enez Metropoliti, Yunan Kaymakamı Giritli Katekhakis, Katelopulos, Dipasimas, Ayinpa, Polimitis, Siyari ismindeki zevâttır.

Heyet doğrudan doğruya Venizelos’tan talimat alıyor. Rumların ve Yunan Hükümeti’nin muâvenet-i nakdiyesiyle pek azîm bir sermayesi vardır.

Vazifesi, Osmanlı vilâyetleri dahilinde çeteler teşkil ve idâre eylemek, mitingler ve propaganda yapmaktır. Yunan Salib-i Ahmer’i de bu Mavri Mira heyetine merbuttur. Vazifesi sûretâ muhâcirlere bakmak gibi insanî bir perde altında çete teşkilâtı yapmak, tertibât-ı ihtilâliyeyi ihzâr eylemektir. Bu suretle eczâ-yı tıbbiye ve levâzım-ı sıhhiye namı altında silâh, cephane ve teçhizatı memâlik-i Osmaniye’ye idhâldir. Hatta resmî Muhâcirîn Komisyonu da Mavri Mira heyetine tâbidir.

İstanbul Patrikhanesi ve Yunan Konsoloshanesi esliha ve cephane deposu halini almıştır ve hatta kiliseler ibadet yerinden ziyade askerî ambarlar gibi kullanılmaktadır. Ermeni Patriği Zaven Efendi de Mavri Mira heyeti tarafından satın alınmıştır. Rum mekteplerinin, evvelce bizim yapıp da tam şimdi sırası iken maalesef terkettiğimiz, izci teşkilâtları tamamen Mavri Mira heyeti tarafından idâre olunmaktadır. İstanbul, Bursa, Bandırma, Kırkkilise, Tekfurdağı ve mülhakatında izci teşkilâtı itmâm olunmuştur, izciler yalnız çocuklar değildir. Yirmi yaşını mütecâviz gençler de dahildir. Anadolu’da Samsun ve Trabzon cephane tevzi mahallidir. Müsait bir halde bir yelkenli Yunan sefinesi istasyon halinde cephane ve eslihayı hâmilen bu mahallerde bulundurulacaktır. Ermeni hazırlığı da tamamen Rum hazırlığı gibidir.

Mustafa Kemal

Vesika 2

Şifre halli

Kastamonu, 24.2.36

SURET

Trabzon’dan numara 182 âdi mektup (Kastamonu’da Muhâcirîn Komisyonu’na)

Size ricâ ederiz ki Pontus Cemiyeti’miz hakkında her ne müsted’iyatınız varsa bize müracaat etmelisiniz. Bize tâbi oluyorsunuz. Şehrî taahhüdâtınızı bize göndereceksiniz. Biz de size makbuz göndereceğiz ve ihtiyâcâtınızı göndermek üzere bu bâbda cemiyetimizin merkezine öyle ma’lumât verdik.

Eski Meb’ûs Reis Kokidis, Aza Anderyadis, Kâtip (okunmuyor)

DİĞER SURET

Taahhütlüdür. Numara 190 (İnebolu’da Rum Muhâcir Cemiyeti’ne)

Efendiler,

30 Kânunuevvel 35 tarihli mektubunuzu aldık. Mıntakalar doğrudan doğruya İstanbul’daki Merkez-i Umumî’ye merbuttur. Böylece Merkez-i Umumî’den bize tebligat olundu. Size tavsiye ederiz. Hemen Merkez-i Umumî’ye mürâcaat ediniz. Ânlar mübrem işler için size ....... bulunacaklardır. Lâzım gelen paralar için de ma’lumât vereceklerdir. Bunlar için bugün Merkez Cemiyeti’ne yazdık ve bir de yazdık ki size muhtaç olan talimatı versinler. Bize gönderdiğiniz mektubun bir suretini de Merkez’e gönderdik.

Reis, Aza, Kâtip

Ankara K. O. 20 Kumandanlığı’na

Heyet-i Temsiliye’ye

1. Trabzon Pontus Cemiyeti tarafından İnebolu ve Kastamonu şubelerine yazılan mektupların meal tercümeleri bâlâya çıkartıldı.

2. Mektupların aslını İnebolu postanesinden Vali Bey doğruca Kastamonu’ya gönderilmesini emir verdikleri berâ-yı ma’lumât maruzdur.

Mıntaka Kumandanı

Osman

Vesika 3

İstihbarat

Adet

44

Şifre

1.6.335

Diyarbekir, Erzurum, Van, Bitlis, Mamuretülaziz, Sivas Vilâyetlerine, Erzincan, Kayseri Müstakil Mutasarrıflığı’na

Vilâyât-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin vilâyet merkezleriyle livalarında ve mülhakatında teşkilâtı var mıdır? Bellibaşlı müessis ve mümessilleri kimlerdir? Civar vilâyetlerdeki teşkilâtı ile hâiz-i irtibat ve muhabere midir? Başka cemiyât var mıdır? Bi’t-tahkik iş’ârına inayetlerini ricâ ederim.

Mustafa Kemal

Vesika 4

2732/187

Elaziz’den, 18.6.35

Vürûdu: 20

Üçüncü Ordu Müfettişliği’ne

C: 1 Haziran 1919, İstihbarat 44 Vilâyât-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin burada bir şubesi mevcut olup ve mütehayyizân-ı memleket ve eşrâf da bu (B maiyet zara) sıra Erzurum, Sivas, Diyarbekir ile muhabere etmektedir. Bundan başka İtilâf ve Hürriyet, Sulh ve Selâmet Fırkalarıyla Kürdistan Teali Cemiyeti’nin birer şubeleri ve Muallimîn Cemiyeti namıyla da ayrıca teşekkül etmiş bir cemiyet bulunduğu maruzdur.

Elaziz Vali Vekili

Hulûsi

Vesika 5

İstihbarat

Adet

44

Şifre

1 Haziran 335

Trabzon Vilâyet-i Aliyyesine

1. Trabzon’da müteşekkil Adem-i Merkeziyet Cemiyeti’nin tarih-i teessüsü ve programı nedir? Hükümet’in müsaadesine mazhar mıdır? Müessisleri kimlerdir? Şimdiye kadar Hükümet’çe mazbût olan ef’âliyle hatt-ı hareketleri nedir?

2. Vilâyât-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Trabzon ’daki merkez ve mümessilleri kimlerdir?

3. Her iki cemiyetin merkez ve mülhakatı vilâyetteki teşkilâtı ne derecededir? Bu iki cemiyetten başka cemiyât var mıdır? Müsâraaten inbâ buyurulmasını ricâ ederim.

Mustafa Kemal

Vesika 6

434

Trabzon, 9.6.35

Vürûdu 10

Havza’da Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

C: 1 Haziran 35 ve 44 şifreye:

Trabzon’da Adem-i Merkeziyet Cemiyeti yoktur. Dersaadet’te müteşekkil Trabzon ve Havalisi Adem-i Merkeziyet Cemiyeti tarafından birkaç ay evvel gelip, geçenlerde avdet eden Nazmi Nuri Efendi isminde bir murahhasın teşebbüsü üzerine Of kazasıyla Lâzistan livası dahilinde Adem-i Merkeziyet şubeleri açılmıştır. Trabzon Muhafaza-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti memleketin ileri gelen eşrâf ve mütehayyizânı meyânından müntehap ve Murat Hanzade Ziya ve Nemlizade Sabri ve Çulhazade Kadri ve Hacı Ali, Hafızzade Mehmet Salih ve Kazzazzade Hüseyin ve Abanozzade Hüseyin ve Hatipzade Emin Efendilerden mürekkebtir ve bu heyetin ikdamatı, rabıta-i Osmaniye’nin muhafazası gibi bir hiss-i vatanperverâneden mülhemdir. Bu cemiyetin bütün mülhakatta birer şubesi bulunuyor. Bundan mâadâ Trabzon’da bir de İhtiyat Zâbitân Cemiyeti olduğunu arz eylerim.

Vali

Mehmet Galip

Vesika 7

Deraliyye, 19.3.335

Erzurum’da Vilâyât-ı Şarkiye Müdafaa-i Milliye Cemiyeti Şube Reisliği’ne

Cemiyetimizin maksad-ı teşekkül ve gaye-i mesâisi evvelce ber-tafsil iş’âr olunmuştu. Muayyen bir azim ile bu gayeyi takip eden Cemiyetimiz mesâisini daha müsmir bir şekle ifrâğla Müslüman anâsırın hukukunu müdafaa etmek için Le Pays namıyla Fransızca yevmî bir gazete neşrine başlanmış olduğu gibi Hâdisât gazetesinin imtiyâzını da deruhde eylemiştir. Vilâyât-ı Şarkiyenin idâre-i Osmaniye’de kalması ve birtakım müftereyâtla Müslüman anâsırın hukukunun mahvına meydan verilmemesi için bî-taraf bu iki yevmî gazetelerle neşriyatta bulunan cemiyet diğer taraftan da İstanbul’daki Düvel-i Mütelife mümessillerine ve İtilâf Devletleri başvekillerine bir sureti gönderilecek olan muhtırayı vermiş ve müdafaa-i hukuk-ı milliye için Avrupa’ya bir heyet-i murahhasa gönderilmesini de taht-ı karara...

Vesika 8

Diyarbekir’den 8.6.35

Vürûdu: 14

Dokuzuncu Ordu Kıtaatı Müfettişliği’ne

C: 1.6.35 ve 44 şifreye:

Burada Vilâyât-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti teşekkül etmemiştir. Ancak bu yakınlarda Erzurum ve Trabzon’dan vilâyet belediyesine keşîde olunan Kürdistan hakkındaki heyecan-âmîz telgrafnamelerden telâşa düşen ahali-i Hıristiyaniye’nin (?) bu bâbda bazı teşebbüsâtta bulundukları meşhûddur. Maamafih bu hususta vilâyetçe tenvîr ve irşâdât sureti yazılmıştır. Diyarbekir’de bazı ........ gençlerden teşekkül eden Kürt Cemiyeti İngiliz himayesinde bir Kürdistan istiklâliyetini takip eden propaganda yapması üzerine buraya gelen Süleymaniye Hâkim-i Siyasisi Mister Nowill’in efkârına kapılarak beyne’l-ahâli bunun şiddetle reddi ve bu teşebbüsâtın Cemiyetler Kanunu’na adem-i mutabakati hasebiyle mezkûr cemiyet sed ve vilâyetçe takibat-ı kanuniye yapılmakta bulunmuştur. Elyevm Diyarbekir’de İtilâf ve Hürriyet Fırkası mevcut olup bundan başka cemiyet yoktur efendim.

Vali Vekili

Mustafa

Vesika 9

İstihbarat

Şifre

Amasya, 15.6.35

Diyarbekir Vilâyeti Vekâlet-i Aliyyesine

C: 8.6.35

Bütün milletin beka ve istiklâlini kurtarmak için birleştiği şu tarihî günlerde bir ecnebi devletin himayesine sığınarak zelîl ve esir yaşamayı tercih eden her türlü içtihâdâtın, memleketi tefrîkaya düşürecek her nev’î cemiyâtın dağıtılması pek vatanî ve zarurî bir vazife olmakla Kürt Kulübü hakkındaki tarz-ı hareket âcizlerince de pek muvâfık görülmüştür. Şu kadar ki, İtilâf Devletleri’nin hak-şikenâne muâmelâtı İzmir’in Yunanlılara işgal ettirilmesi tesiriyle memleketin en ücra köşesinde bile husûle gelen intibâh-ı azîm her türlü ihtirâsât-ı siyasiye ve makasid-i menfaat-cûyâneden münezzeh olmak üzere “Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye ve Redd-i İlhak” Cemiyetlerini tevlîd etmiş ve bu cemiyetlere hangi zümre-i siyasiyeye mensup olursa olsun, her Türk, her Müslüman iştirak etmiş ve vicdan-ı millînin tezâhürât-ı fiiliyesi bütün cihana bu suretle ilân edilmekte bulunmuştur. Binâenaleyh Diyarbekir ve mülhakatında da Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye ve Redd-i İlhak Cemiyetlerinin teşekkül ve teessüsüne delâlet buyurulmasını ehemmiyetle tavsiye eylerim. Ve bilhassa Kürt Kulübü’nün azasıyla bugünkü telgrafname-i âcizî dairesinde müzakere ederek uzlaşmak muvâfıktır efendim.

Üçüncü Ordu Müfettişi

Fahrî Yaver-i Hazret-i Şehriyarî

Mirliva Mustafa Kemal

Vesika 10

Şifre

Zâtidir

21 Mayıs 35

Erzurum’da On Beşinci Kolordu Kumandanı Paşa Hazretlerine

Ahvâl-i umumiyemizin almakta olduğu şekl-i vahimden pek müteellim ve müteessirim. Millet ve memlekete medyûn olduğumuz en son vazife-i vicdaniyeyi yakından mesâi-i müştereke ile en iyi ifa etmek mümkün olacağı kanaatiyle bu son memuriyeti kabul ettim. Bir an evvel zât-ı âlinize mülâki olmak arzusundayım. Ancak Samsun ve havalisinin vaziyeti asayişsizlik yüzünden fena bir akıbete dûçâr olmak mahiyetindedir. Bu sebeple burada birkaç gün kalmak zarureti vardır. Bendenizi şimdiden tenvîre medâr olacak hususât var ise iş’ârını ricâ eder ve gözlerinizden öperim kardeşim.

Mustafa Kemal

Vesika 11

Şube 1

1327

Gayet aceledir

Ankara’dan, 26.5.35

Havza’da Dokuzuncu Ordu Kıtaatı Müfettişliği’ne

C: 23.5.35 tarih ve 105/3 numaralı şifreyedir.

Birçok ihtimama rağmen İzmir’den muntazam ma’lumât alamıyoruz. Oradaki kumandanlıkla henüz irtibat tesis edilemedi. 25 Mayıs’ta Manisa’nın da işgal edildiği ve muhaberenin münkatı’ olduğu telgraf memurlarından haber alındı. Maamafih Manisa istikametinde bir irtibat zâbiti gönderdik. Henüz ma’lumât gelmedi. Kolordu’nun Ereğli’de bulunan aksâmının şimendiferle nakline kâmilen muvaffak olamadık. Karadan yürüyüşe başladılar. Mesafenin uzaklığı hasebiyle ne vakit muvâsalat edecekleri ma’lûm değildir. Burada elimize geçen efrâdı Afyonkarahisarı’nda Yirmi Üçüncü Fırka’ya gönderiyoruz. Çünkü bu fırkanın mevcudu pek azdır... Ve Kastamonu vilâyetleriyle Kayseri Mutasarrıflığı’ndan bazı muhill-i asayiş vakayi hakkında ma’lumât verilmeğe başlanmıştır. Henüz mahiyetleri tahkik edilmektedir. Emr-i devletleri vechile peyderpey arz-ı ma’lumât edeceğim.

26.5.35 tarih ve 1 Şube 1327 numaralı olup saat 6.35 sonrada Ankara telgrafhanesine verilmiştir.

K. O. 20 Kumandanı

Mirliva

Ali Fuat

Vesika 12

İstihbarat

Şifre

Havza, 27.5.35

Ankara Yirminci Kolordu Kumandanı Fuat Paşa Hazretlerine

C: 26.5.35 şifre.

Afyonkarahisarı’ndaki Yirmi Üçüncü Fırka mevcud-ı hazırı nedir? Bunu takviye için hangi menâbiden istifade edilmektedir? Bugünkü vaziyet-i umumiyemize nazaran mezkûr fırkaya nasıl bir vazifenin tevcîhini tasavvur buyuruyorsunuz? Konya’da fi’l-hakika işitildiği gibi bir vatan ordusu müteşekkil midir? Vali ile tanıştınız mı? Gözlerinizden öperim.

Mustafa Kemal

Vesika 13

İstihbarat

Şifre

Havza’dan, 27.5.35

Konya’da Yıldırım Kıtaatı Müfettişliği’ne

Düvel-i İtilâfiye kuvvetlerinin Manisa’yı işgal ettikleri haber alınmıştır. Bu bâbdaki ma’lumât-ı devletlerini ricâ ederim.

Afyonkarahisarı’nda bulunan fırkanın tezyîd-i kuvvetine imkân-ı maddî bulunabilecek midir? Bu fırkaya bugünkü ahvâl karşısında nasıl bir vazife tevcîhi ihtimali olduğu; Konya’da bir vatan ordusu teşkil edilmekte olduğuna dair bazı havadisler şâyi olduğundan bunun mahiyet ve teşkilât-ı esasiyesi hakkında tenvîr buyurulmaklığımı hassaten ricâ ederim.

Dokuzuncu Ordu Kıtaatı Müfettişi

Mustafa Kemal

Vesika 14

Ankara, 28.5.335

Ankara’dan: Dokuzuncu Ordu Kıtaatı Müfettişliği’ne mevrûd 574 numaralı şifredir.

C: 27.7.35 şifreye:

Yirmi Üçüncü Fırka’nın efrâd mevcudu ancak dokuz yüze iblâğ edilebildi. Ankara kalemi tahsis edilmiştir. Mahallinden de ihzârı için teşebbüsâtta bulundum. Henüz bir cevap alamadım. Yirmi Üçüncü Fırka Tarsus’ta malûm-ı âlileri olan fırkadır. Yeni emrime girmiştir. Kabiliyetli bir hale girmesine çalışılmaktadır. Burdur ve Isparta ve Kasaba’da bir taburu vardır. Mütebaki kuvveti Afyonkarahisarı’ndadır. Bir işgal vaziyeti karşısında ordugâhlarında kuvvet çoğalıncaya kadar mevkilerini terk etmeyecek ve dûçâr-ı tecavüz olursa ahali-i mahalliyeden alacakları takviye ile mevkilerini müdafaa edeceklerdir. Konya’da vatan ordusunun teşkilinden haberdâr değilim. Vali ile tanışmaya çalışıyorum. Maa’t-teessüf Yunan askeri Manisa’yı da işgal etmiş. Ahali işgali red için bir miting yapmış. Arz-ı ihtiram eylerim.

K. O. 20 Kumandanı

Mirliva

Ali Fuat

Vesika 15

Zât-ı devletlerine mahsustur.

259

Konya, 30.5.35

Havza’da Dokuzuncu Ordu Kıtaatı Müfettişliği’ne

C: 27 ve 29 Mayıs 35 tarihli şifreye:

Yunan ordusu Manisa ve Aydın civarlarını işgal etmiş ve Afyonkarahisarı’ndaki fırkanın civardan takviye-i kuvvetine çalışılıyor. Rum olan mutasarrıfının tebdili müyesser oldu. Fırka oradaki asayişi muhafaza ile beraber her türlü işgal hadisesine her türlü vesâitle mukavemet edecektir. Bu vesâit hazırlanıyor. Konya’da orduya zahîr olabilecek bir kuvvet ihzârına çalışıyoruz. Ancak maddî bir isim ve unvana mâlik değildir.

İzmir Müdafaa-i Milliye ve Redd-i İlhak Cemiyeti Denizli’de bulunmaktadır efendim.

Yıldırım Kıtaatı Müfettişi

Cemal

Vesika 16

Zata mahsustur.

Şifre

Adet

38 hususî

Havza, 1.6.35

Erzurum’da On Beşinci Kolordu Kumandanlığı’na

Samsun’da Oç Üçüncü Kolordu Kumandanlığı’na

Diyarbekir’de On Üçüncü Kolordu Kumandanlığı’na

1. Yunan ordusu Manisa ve Aydın civarlarını da işgal eylemiştir.

2. Afyonkarahisarı’ndaki Fransız müfrezesinden bir Müslüman çavuş Karahisar ve civarının İtalyanlar tarafından işgal edileceğini, bunu müteakib Fransız müfrezesinin oradan çekileceğini söylemiş. Karahisar’dan on saat mesafede bulunan bir şimendifer köprüsünün Fransız askeri tarafından muhafaza olunduğu, Karahisar içinde ve ordugâhta bulunan cephaneliklerimizin ecnebi askerlerinin daimî surette taht-ı tarassudunda bulunduğu Yirmi Üçüncü Fırka’nın raporuna atfen Yirminci Kolordu Kumandanlığı’ndan bildirilmiştir.

3. Afyonkarahisarı’ndaki fırkamızın takviyesine çalışıldığı, her türlü işgal hadisesine mukavemete hazırlandığı ve Konya’da orduya zahîr olabilecek millî bir kuvvet ihzârına uğraşıldığı, İzmir Müdafaa-i Milliye ve Redd-i İlhak Cemiyeti merkezinin Denizli’de bulunduğu Yıldırım Kıtaatı Müfettişliği’nden bildirilmiştir. Arz-ı ma’lumât eylerim.

Dokuzuncu Ordu Kıtaatı Müfettişi

Fahrî Yaver-i Hazret-i Şehriyarî

Mirliva

Mustafa Kemal

Vesika 17

Müstaceldir.

Şifre zâtî

16.6.35

Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi Cevat Paşa Hazretlerine

Hâlen Edirne’de kolordu kumandanının kim olduğunu ve Cafer Tayyar Bey’in elyevm nerede bulunduğunu lütfen iş’âr buyurmanızı ricâ ederim.

Mustafa Kemal

Vesika 18

597

17.6.35

Üçüncü Ordu Müfettişliği’ne

C: 16.6.35’tir.

Cafer Tayyar Bey Birinci Kolordu Kumandanı olarak Edirne’dedir efendim.

Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi

Cevat

Vesika 19

Acele şifredir.

Amasya’dan, 18.6.35

Edirne’de Birinci Kolordu Kumandanı Cafer Tayyar Beyefendi’ye

İstiklâl-i millîmizi boğan ve inkısâm-ı vatan tehlikelerini ihzâr eden Düvel-i İtilâfiye’nin icrââtı ve hükümet-i merkeziyenin esir ve âciz vaziyeti malûmunuzdur. Milletin mukadderâtını bu mahiyette bir hükümete teslim etmek maazallah inkıraza münkad olmak demektir. Tekmil Anadolu ahalisi istiklâl-i millîyi tahlîs için baştan aşağı yekvücûd bir hale getirilmiş ve bilâ-istisna tekmil kumanda heyetleri ve arkadaşlarımız yüksek bir fedakârî ile müştereken ittihâz-ı karar eylemiştir. Vali ve mutasarrıfların hemen kâffesi de bu halka etrafına alınmıştır. Bu âli hedef için Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye ve Redd-i İlhak Cemiyeti’nin unvan-ı şâmili kabul edilmiştir.

Anadolu’daki teşkilât kaza ve nahiyelere kadar tevessü ediyor. İngiliz himayesinde bir müstakil Kürdistan teşkili hakkındaki İngiliz propagandası ve bunun taraftâranı da bertaraf edildi. Kürtler de Türklerle birleşti.

Trakya Cemiyeti ve Edirne Vilâyeti Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti ile de elele vermek ve umum Anadolu ve Trakya Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye ve Redd-i İlhak Cemiyetlerini tevhîd etmek ve Anadolu ve Rumeli umum vilâyâtının murahhaslarından mürekkeb kuvvetli bir heyet-i merkeziye teşkil etmek takarrür etti. Bu heyetin İstanbul’un murakabesinden ve ecnebi devletlerinin nüfûz ve tesirinden tamamıyla âzâde kalacak ve sadâ-yı millîyi gür bir sesle cihana duyuracak vechile Anadolu’nun merkezinde ve en münasip olarak Sivas’ta in’ikadı münasip görülmüştür. Lüzumuna göre İstanbul’da hâiz-i salâ hiyet olmamak üzere bir heyet-i mümessile bulundurulabilir. Ben İstanbul’da iken Trakya Cemiyeti azasıyla teâti-i efkâr etmiş idim. Şimdi zamanı geldi, icap edenlerle mahremâne görüşerek derhal teşkilâtta bulunulmasını ve buraya kıymettar bir iki zatın murahhas olarak ve fakat ketm-i hüviyetle Samsun veya şimendifer tarîkiyle yola çıkarılmasını ve onlar gelinceye kadar da Edirne vilâyetinin vekil ve müdafii olmak üzere Anadolu’da beni tevkil ettiklerine dair imzaları tahtında bir vesikanın imza-yı âlinizle ve şifreli telgrafla bildirilmesini ricâ ederim.

Bu gaye-i istiklâl tahsil olununcaya kadar tamamıyla milletle birlikte fedakârâne çalışacağımı mukaddesâtım namına yemin ve bunu gördüğüm arzu-yı millî üzerine her tarafa ta’mîm ettim. Artık benim için Anadolu’dan hiçbir yere gitmemek kat’îdir. Bu karar umum arkadaşlarımızın karar ve kanaatine tamamıyla müstenidtir. Gözlerinizden öperim. Telgrafın vusûlünün de sür’at-i iş’ârına muntazırım.

Üçüncü Ordu Müfettişi

Fahrî Yaver-i Hazret-i Şehriyarî

Mirliva

Mustafa Kemal

Vesika 20

Zata mahsustur.

Bursa, 27 Haziran 35

Sivas Vasıtasıyla Dokuzuncu Ordu Müfettişliği’ne

1. On Yedinci Kolordu Kumandanlık Vekâleti’nin nez’iyle esasen kumandanı olduğum Elli Altıncı Fırka’nın İzmir’den Mudanya tarîkiyle Bursa’ya naklolunmuş olan bakıyetü’s-süyûfunun tanzim ve teşkili için emri aldığım andan nihayet yirmi dört saat sonra bulunduğum mahalden hareketim hakkında açık olarak yazılan telgraf üzerine makasid-i milliyeyi hayyiz-i fiile îsâl edecek vesâit-i kâfiye ... bulamadığımdan fırkamı tanzim ve tensîke muvaffak olur isem daha iyi hidemâtını icrasını kabil gördüğümden 21.6.35 sabahı Kula’dan Bursa istikametine harekete mecbur oldum. Maamafih hükümet-i merkeziyenin evâmir-i müekkedesini telâkki ve infaza sa’y eden memûrîn-i mülkiyenin aykırı vaziyetine ve mesâime engel olan bütün mukabil vaziyetlere rağmen tekmil Aydın vilâyetinin muhtelif mahallerinde bir hareket-i milliyenin başlangıcını temîn, donmuş ve sönmüş ruhların heyecan-ı millî ile kıpırdanması memleketin istihlâsı için elzem olduğu fikrini her tarafa yaymaya muvaffak oldum.

2. 22 Haziran 35 tarihli iki emirnamelerini bugünkü 27 Haziran 35 günü, Bursa’ya muvâsalatla aldım. Kanaat ve icrâât-ı sâmîlerini vatan ve milletin kuvvet alması için yegâne yol olduğuna iman-ı kavîm olduğunu bi’t-tabi zât-ı devletleri de bilirler. Binâenaleyh bu hususta hemen teşebbüsâta başladım. Neticesini arz edeceğim. Aynı zamanda bu hususta doğruca benim yazmaklığıma rağmen Çine’de Elli Yedinci Fırka’ya da emir buyurulmasını muvâfık bulurum.

3. Kısa zamanda Fırkamı her türlü gösterilen mümânaat-ı resmiyelere rağmen ikmâle çalışarak âmâl-i milliyenin tatmîni için buraca tevessülü mümkün olan icrââtı icraya çalışacağım.

4. Din ve milletimizin istihlâsı yolunda attığınız büyük adımlarda muvaffak olacağınıza tamamen kaniim. Evâmir-i sâmîlerinin devamını istirham eylerim.

Fırka 56 Kumandanı

Miralay Bekir Sami

Vesika 21

Numara

663

Erzurum’dan, 9.6.35

Vürûdu: 13

Dokuzuncu Ordu Kıtaatı Müfettişliği’ne

İzmir’in işgali hakkında alınan ilk ma’lumât üzerine berâ-yı protesto bazı zevât “......” toplanmıştır. Eşrâf ve mütehayyizân ile gazete mümessilleri daire-i mülkiyede toplanmışlar ve birçok müzakere cereyân ettikten sonra umum millet namına protesto telgrafı yazılmasına karar verilmişken mitingin Rumların belki münasebetsizliklerine ma’rûz kalınması ve hiç yoktan başka bir hadise olur düşüncesine binâen kararlarının mevki-i fiile konulmadığı ve teşebbüsâtın icabında yapılmak üzere gizli hazırlıktan ibaret kaldığı, ictimâda hazır bulunan İstrati Polidis’in Rumlar tarafından hiçbir suretle tezâhürât icrasına müsaade edilmeyeceği vaadinde bulunduğu, ahalinin son derece heyecanlı, hususiyle Trabzon hakkında böyle bir teşebbüs halinde son damlaya kadar müdafaa azminde oldukları, Rumlarla İslâmların arasının gergin bulunduğu, muhill-i asayiş bir vaka olmadığı Üçüncü Fıkra Kumandanlığı Vekâleti’nden bildirilmektedir.

K. O. 15 Kumandanı

Kâzım Karabekir

Vesika 22

Müstaceldir.

Sivas’tan, 3.6.345

Vürûdu: 5

Dokuzuncu Ordu Kıtaatı Müfettişliği’ne

C: 3 Haziran 335 şifreye:

Vilâyet dahilinde hiçbir mahalde hiçbir gûnâ dâi-i endişe ahvâl mevcut değildir ve Ermenileri tedhiş edecek hadise dahi vuku bulmamıştır. Yalnız son İzmir hadisesi dolayısıyla vuku bulan tezâhürâttan müteessiren ve bunu kendi emellerinin husûlüne bir mâni addederek nazar-ı dikkati celp ve ecnebi askeri için bi’l-iltizâm teşebbüsâtta ve hilaf-ı hakikat işâat ve ihbârâtta bulundukları muhakkaktır. Bunların cümlesinin bî-esas olduğunu arz eylerim efendim.

Vali Vekili

Hasbi

Vesika 23

Gayet aceledir.

560

Sivas, 3.6.35

Dokuzuncu Ordu Kıtaatı Müfettişliği’ne

C: 3.6.35 ve 12/15 şifreye:

Sivas ve civarında evvelce bulunan Ermenileri ve bi’l-âhire gelen mültecileri tedhîş edecek bir hadise olmamıştır.

Ne Sivas’ta ve ne de civarında dâi-i endişe hiçbir hal yoktur.

Herkesin sâkitâne iş ve güçleriyle meşgûl olmakta bulundukları ve İzmir’in işgali haberi üzerine ahali-i İslâmiye’ce yapılan ve Hıristiyanlar hakkında hiçbir fikr-i husûmet tazammun etmeyen ictimâlardan mütevahhiş olmalarının vârid-i hâtır bulunduğu.

K.O.3 Vekili

Fikri

Vesika 24

Sivas, 2.6.35

Dokuzuncu Ordu Kıtaatı Müfettişliği’ne

Bugün Adana’dan Miralay Demange imzasıyla alınan telgrafnamede [Aziziye’de İzmir’in işgali üzerine Hıristiyanların katl ile tehdit edildiği ve bu ise muvâfık olmayıp size vaziyetten haber veriyorum ki “bu haller müttefik askerleri tarafından vilâyetinizin işgaline sebep olur.”] mealinde iş’ârâtta bulunulmaktadır. Husus-ı mezkûrun Harbiye Nezaret-i Celîlesinden istifsâr olunarak icap eden cevapların verildiği ve yalnız mitingte ahali-i İslâmiye’nin fazla ictimâ etmesinden güya Hıristiyanların tevahhuş ederek dûçâr-ı telâş oldukları ve kıtâle kat’iyen meydan verilmeyeceği gibi usûlen dahi (...) olmak icap edenlere mükerreren yazıldığı gibi ihtarat-ı şedîdede bulunulmuştur. Ancak müdahaleyi celp için Hıristiyanlar tarafından işâa olunmakta idüğü, Haçin’den Aziziye’ye gelen Ermeni jandarmaları etrafa tecavüzatta bulunduklarından (...) üzerine (...) olmasına yahut tebdilleri hususunun Adana vilâyetine yazıldığı (...) olduğu maruzdur.

Vali Vekili

Hasbi

Vesika 25

İstihbârât

305 tel.

Havza’dan, 1.6.335

TAMİM

Trabzon, Erzurum, Sivas, Van, Diyarbekir, Bitlis, Mamuretülaziz, Ankara, Kastamonu vilâyetlerine, Erzincan, Canik, Kayseri, Maraş Mutasarrıflıklarına;

Erzurum’da K. O. 15 Kumandanlığı’na:

Sait Molla imzasıyla belediye riyâsetlerine keşîde edilmiş olan ma’lûm telgrafnamenin efkârı gayr-i muttarid ve muhtelif siyasî mecralara tevcîhindeki mahzuru ve istiklâl-i millî ve siyasîmizin tahlîsi ancak milletin yekvücûd olarak müdafaası ile kabil olacağını 26.5.35 tarihinde arz ve ta’mîm eylemiş idim.

27.5.35 tarihli Dersaadet’ten gelen Türkiye-Havass Reuter ajansı zât-ı hazret-i pâdişâhînin Yıldız saray-ı hümâyûnda küşâd buyurdukları Şûrâ-yı Saltanat’ta heyet-i umumiyenin fikri, Türkiye’nin tamamiyet-i mülkiyesini muhafaza şartıyla düvel-i muazzamadan birinin müzaheretini temîn merkezinde olduğunu zikrediyordu. 27 Mayıs 35 tarihli İstanbul gazeteleri ise Şûrâ-yı Saltanat müzâkerâtını fasıl fasıl ve İtilâf Hükümetlerinin sansürünce bazı mevâddı tayyedilmesine rağmen sarahat-i kâfiye ile neşrediyor. Bu neşriyat mezkûr ajans ihbârâtının hakikate tamamıyla muhâlif ve muharref olduğunu gösteriyor. Neşriyat-ı mezkûreye nazaran Şûrâ-yı Saltanat’ta vükelâ, â’yân, süferâ ve firak-ı muhtelife ve cemiyât-ı milliye ve matbûat heyetleri namına bi’l-fiil söz alan yirmi beş kadar zevâtın hemen kâffesinin beyânâtı istiklâl-i tâmme mazhariyet ve efrâd-ı milletten acilen bir şûrâ-yı milletin teşkiliyle mukadderât-ı milletin işbu şûrâ-yı fevkalâdeye havalesi zemininde olup yalnız bir zatın kıraat edilen ifadesinde İngiliz himayesi teklif olunmaktadır. Bu neşriyat ile ajans ihbârâtı arasındaki tezat esbâbını Bâbıâli’den istîzâh eyledim. Arz-ı ma’lumât olunur.

Mustafa Kemal

Vesika 26

Şifre

194

22 Haziran 335

TAMİM

1. Vatanın tamamiyeti, milletin istiklâli tehlikededir. Hükümet-i merkeziyemiz İtilâf Devletleri’nin tesir ve murakabesi altında mahsur bulunduğundan deruhde ettiği mes ’uliyetin icâbatını ifa edememektedir. Bu hal milletimizi ma’dûm tanıttırıyor. Milletin istiklâlini gene milletin azm ü kararı kurtaracaktır. Milletin hal ü vaz’ını derpîş etmek ve sadâ-yı hukukunu cihana işittirmek için her türlü tesir ve murakabeden âzâde bir heyet-i milliyenin vücudu elzemdir. Bunun için bi’l-muhabere her taraftan vâki olan teklif ve arzu-yı millî üzerine Anadolu’nun bi’l-vücûh en emin mahalli olan Sivas’ta millî bir kongrenin serian in’ikadı takarrür etmiştir. Bunun için tekmil vilâyât-ı Osmaniye’nin her livasından ve fırka ihtilâfâtı nazar-ı dikkate alınmaksızın muktedir ve milletin itimâdına mazhar üç kadar zatın sür’at-i mümkine ile yetişmek üzere hemen yola çıkarılması icap etmektedir. Her ihtimale karşı bunun bir sırr-ı millî halinde tutularak dağdağaya mahal verilmemesi ve lüzum görülen mahallerde seyahatin mütenekkiren icrası lâzımdır.

2. Vilâyât-ı şarkiyemiz namına on Temmuz’da Erzurum’da in’ikadı mukarrer kongre için vilâyât-ı mezkûrenin Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye ve Redd-i İlhak Cemiyetlerinden müntehap azalar zaten Erzurum’a müteveccihen yola çıkarılmışlardı. O vakte kadar vilâyât-ı sâiremizin murahhasları da Sivas’a vâsıl olabileceklerinden Erzurum Kongresi’nin azası da tensîb edeceği zamanda ictimâ-i umumîye dahil olmak üzere Sivas’a hareket edecektir.

3. İşbu mevâdda göre murahhasların Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyetleri ve belediye riyâsetleri ve suver-i sâire ile intihâbı ile tahrikleri hakkındaki delâlet-i aliyye-i vatanperverî lerini ve isimleriyle zaman-ı hareketlerinin iş’ârını istirham eylerim.

4. Bu telgrafın vusûlünün hemen iş’âr buyurulması ricâ olunur.

Mustafa Kemal

Vesika 27

21.6.35

İstanbul’da bazı zevâta hususî mektup

Vatanın tehlike-i inkısâmını aynen gösteren safhanın hûnîn icrââtı, vicdan-ı millîyi bir emel-i halâs etrafında ve Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye ve Redd-i İlhak Teşkilâtı namı altında serî bir surette toplamağa başlamıştır. Yalnız mitingler ve sâire gibi tezâhürât, büyük gayeleri hiçbir vakitte kurtaramaz ve ancak sine-i milletten bi’l-fiil doğan kudret-i müşterekeye istinat ederse rehâkâr olur. Fakat şüphe götürmeyen bir hakikattir ki, bu acı safhayı bu kadar mühlik bir şekilde ihzâr eden en müessir âmil maalesef pâyitahtımızdaki muhâlif cereyânlar ve Anadolu’nun sâf ve mukaddes âmâl-i milliyesini muzır bir şekilde infirâda uğratan siyasî ve gayr-i millî propagandalardır. Kuvâ-yı Milliye’yi bugün için böyle yanlış yollara sevk ile dağıtmanın mücâzâtını vatanımız aleyhinde ve pek mebzul bir surette görmekteyiz. Binâenaleyh İstanbul’un işbu muhâlif cereyânları artık Anadolu’ya ve âmâl ve hissiyât-ı milliyeye hâkim değil tâbi olmak mecburiyet-i vataniyesindedir. Ve pâyitaht Düvel-i İtilâfiye tarafından tahliye edilinceye kadar bu mecburiyetin mutlak olduğu kanaatindeyim. Bu hal bi’t-tabi zât-ı âlilerince de takdir olunur. Arîzamda tasvir edilen vaziyet bugün serî ve umumî bir millî kongrenin in’ikadını icap ettirmektedir. Bu davet her tarafa ta’mîm ve ifa kılınmıştır. Devletin inkısâmı mevzu-i bahis olduğu bir sırada İngiliz propagandasıyla başveren Kürdistan istiklâli gibi cereyânlar dahi bi’l-muhabere tarafdârânını celp ve hilâfet ve saltanat etrafındaki gaye-i müşterekemize davet ve tamamî-i mutabakat suretiyle lehü’l-hamd lehimize dönmüş ve kongreye davet olunmuştur. Bu millî ve hayatî mesele için İstanbul’da “zât-ı sâmîleri/zât-ı devletleri/zât-ı âlileri*” gibi vatanperver ve sahib-i kelâm mütefekkirîne teveccüh eden fedakârlık bilhassa pek büyüktür. Bu gaye-i salâh ve millî istihsal edilinceye kadar âcizleri Anadolu’dan ve sine-i milletten ayrılamayacağım ve bu noktada nihayete kadar bir ferd-i millet gibi çalışacağımı millete karşı mukaddesâtım namına söz verdim ve hiçbir kuvvet bu azm-i millîye mâni olamayacaktır. Bu karar-ı âcizânem umum Anadolu’da re’s-i kârda bulunan mes’ûl ve kıymettar umum arkadaşlarımın içtihad ve kanaat-i müşterekesine istinâd etmekte olduğunu da ilâveten arz ile ihtirâmât-ı mahsusa-i kalbiyemi teyid eylerim Efendim Hazretleri.

Mustafa Kemal

Vesika 28

Ali Kemal Bey’in Sadaret’e istifası

Bilâd-ı Osmaniye’nin mahâll-i muhtelifesinde serzede-i zuhûr olan âsâr-ı ihtilâl ve iğtişaşı teskin ve itfâ hakkında ifası icap eden tedâbîr münhasıran ve doğrudan doğruya memuriyet-i âcizâneme mahsur olup bundan tevellüd edecek bâr-ı mes’ûliyet dahi yine makam-ı âcizânemin dûş-ı mukavemetine tahmil edilmiştir. Pek az bir müddet devam eden Dahiliye Nezareti’ndeki memuriyet-i âcizânem esnasında makam-ı muallâ-yı hilâfet ile millet ve memleketim hakkında arz ettiğim hidemâtın derecesini nazargâh-ı hakayık-iktinâh-ı sadaretpenâhîlerinde tevsîk ve teyid edecek birçok âsâr mevcuttur ki, bu bâbda tatvil-i makali zâid ve bî-lüzum görürüm. Binâenaleyh tahammül ettiğim bâr-ı azîm-i mes’ûliyet, istiklâl-i vazife ve adem-i müdahale ile mümkün olacağına ve aksi takdirde ise hilâf-ı marzî-i âli ve vicdan, eda-yı hizmetin imkânsızlığı gayet tabii ve bu suretle Nezaret’ten çekilmek ıztırârının husûlü de bedîhî bulunmuş olmasına mebni istifaneme-i âcizânemin takdimindeki ıztırârın hüsn-i telâkkisiyle iktiza-yı kanunînin ifasını istirham ederim, ol bâbda.

fi 26 Haziran 35 Perşembe

Ali Kemal Bey’in saraya azîmetle takdim ettiği istifaname

Südde-i seniye-i mülûkânelerine bütün varlığıyla rabt-ı mevcudiyet etmiş olan bu bende-i asdaklarının rıza-yı meyâmin-irtizâ-yı cenâb-ı mülûkânelerinden ser-i mû inhirâfı ne büyük bir fecîa-i mevcudiyet ad ve telâkki edeceği, zât-ı kudsiyet-sıfat-ı şâhânelerine arz u izâhtan müstağni olan hakayıktendir. Bende-i asdaklarının işbu merbutiyetle mazhar buyrulduğu emn ü itimat ve iltifat-ı şâhâneyi çekemeyen rüfeka-yı çâkerânemden bazı zevâtın adem-i muvaffakiyet tevlîdiyle hüsn-i nazar-ı şehriyârîden mahrumiyeti intâc edecek bazı vakayi ihdâsına sarf-ı mâhasal-i makdûr etmekte olduklarına ve bundan ne suretle istifade edeceklerine muntazır ve müterakkıb iken Anadolu’nun bazı mevâkiinde serzede-i zuhûr olan nâire-i ihtilâlin derhal ve mevzian teskin ü itfâ ve imhâsı maksadıyla ittihâz-ı tedâbîr ve bu icrââtın ifası sırf makam-ı memuriyet-i ubeydâneme mahsur ve münhasır iken bu bâbda birçok a’zâr-ı vahiye ve indiye serd ü ityânıyla ihtilâlin tevsi-i daire-i şümûl etmesine ve bi’n-netice bu bâbda adem-i muvaffakiyete dûçâr edilerek rıza-yı meyâmin-irtizâ-yı cenâb-ı veliyü’n-niamîlerinin istihsalinden dûr ve mehcûr kalmaklığıma vesilecû olmakta bulunduklarına ve beyânât-ı çâkerânemi adem-i tervîc ile müdâhalâta başlamalarına mebni istiklâl-i re’y ü tedbirdeki mahrûmiyetten mütevellid hasar ve mazarr-ı maneviyeyi derk ve teferrüs ile bugün makam-ı sadâret kaymakamlığına istifa-yı kat’î-i bendegânemi ita eyledim.

Muârızlarımın bu bâbdaki efkâr u âmâline zaten vâkıf bulunmaklığım hasebiyle kendilerinin menviyâtını hariçten ve biraz uzaktan tetkik ve tefahhus ve binâenaleyh zât-ı akdes- i hilâfetpenâhîlerini min gayri haddin ikazda devam etmek üzere memuriyet-i resmiyemden hemen affıma müsaade-i merhamet-âde-i hazret-i pâdişâhîlerinin şâyân ve erzân buyurulmasını hâk-i pây-i şâhânelerine vaz’-ı cebhe-i rıkkıyet ve daraatle istirhama cür’et ederim, her halde.

26 Haziran 35 Perşembe

Ali Kemal Bey’in bâlâdaki tarihte saraya azîmetle istifasını bizzat takdimi ve ma’rûzât-ı şifahiyesi

Pâdişâhım, bilirsiniz ki Dahiliye Nezareti’ni kabulüm yalnız şahs-ı hümâyûnlarına arz-ı hizmet maksadından ibaretti. Meclis-i Vükelâ’da menfî bir siyaset tedvîrinden rüfekamı men’e muvaffak oldum. Fakat en nihayet hidemât-ı sadıkânemi dûçâr-ı inhilâl edecek bazı vakayi tahaddüs etti. Bunda da muvaffak olacağımı hissedenler icrââtıma mâni olabilecek her türlü müşkilâtı ikadan çekinmediler. Muvaffakiyetsiz eda-yı hizmetten ise resmen vazifeden müfarekati tercih ettim. Maddiyat ve maneviyatım zât-ı seniyelerine merbuttur. Suret-i hususiyede arz-ı hizmet ve sadâkatten çekinmeyeceğim. Yalnız bir şey istirham ederim. Vazife-i resmiyeden tecerrüdü ni’me’l-vesile addeden bütün husemâmın tehâcümünden kulunuzu muhafaza buyurunuz.

Cevap

Devletin tarihî anlar yaşadığı şu fecî devrinde beni büsbütün yalnız bırakmayacağınıza eminim. Sadâkatiniz beni büyük ümit ve tesellilere sevk etmişti. Yine vazife-i sadâkati ifa yolundaki vaadinize memnunum. Saray her dakika ve bilâ-kayd ü şart size açıktır. Refik Bey’le beraber teşrik-i mesâiden ayrılmayınız. Ben her ikinizin sadâkatine güvenerek irşâdât ve telkinatınızı sabırsızlıkla bekleyeceğim.

Vesika 29

Şifre

5.7.35

Sivas’ta Üçüncü Kolordu Kumandanlığı’na

Hükümet-i merkeziyenin tazyik neticesi olarak menâfi-i millet ve memlekete mugayir yapması muhtemel tebligatı kontrol veya tevkif için muhabere kanalı olan mühim merkezlerde icabında tatbik edilmek üzere hemen tedâbîr ve tertibât alınmalıdır. Bu noktayı ne Hükümet’e ve ne de telgraf memurlarına hissettirmemek lâzımdır. İşbu telgrafın vusûlü bildirilecektir. Üçüncü Kolordu Yirminci Kolordu’ya ve bu da On İkinci ve On Dördüncü Kolordu’ya ve o da Bekir Sami Bey’e, On Beşinci Kolordu, On Üçüncü Kolordu’ya îsâl edecektir, işbu telgrafın vusûlü aynı suret ve tarîk ile bildirilecektir, imza: Üçüncü Ordu Müfettişi Fahrî Yaver-i Hazret-i Şehriyarî Mirliva Mustafa Kemal.

Vesika 30

İstihbarat

Şifre

Gayet müstaceldir.

Erzurum, 5.7.35

Konya’da On İkinci Kolordu Kumandanı Miralay Salâhattin Bey’e

Cemal Paşa’nın on gün müddetle Dersaadet’e hareketinin sebeb-i hakkîsini vâzıhan ve serian iş’âr buyurmanızı

Zât-ı âlinizin hiçbir sebep ve suretle oradaki kuvânın başından infikâkiniz câiz değildir. Bu bâbda Fuat Paşa ile muhabere ederek en menfî ihtimale karşı tedâbîr almanız elzemdir. Her gün vaziyetiniz hakkında kısa ma’lumât vermenizi ricâ ederim.

Üçüncü Ordu Müfettişi

Fahrî Yaver-i Hazret-i Şehriyarî

Mustafa Kemal

Vesika 31

İstihbarat

Şifre

Gayet aceledir.

Erzurum, 5.7.35

Ankara’da Yirminci Kolordu Kumandanı Ali Fuat Paşa Hazretlerine

Salâhattin Bey’e yazdığım şifre sureti aynen ber-vech-i âtidir.

Üçüncü Ordu Müfettişi

Fahrî Yaver-i Hazret-i Şehriyarî

Mirliva

Mustafa Kemal

SURET

Gayet aceledir.

Konya’da On İkinci Kolordu Kumandanı Miralay Salâhattin Bey’e:

1. Cemal Paşa’nın on gün müddetle Dersaadet’e hareketinin sebeb-i hakikîsini vâzıhan ve serian iş’âr buyurmanızı.

2. Zât-ı âlinizin hiçbir sebep ve suretle oradaki kuvânın başından infikâkiniz câiz değildir. Bu bâbda Fuat Paşa ile de muhabere ederek en menfî ihtimale karşı tedâbîr almanız elzemdir. Her gün vaziyetiniz hakkında kısa ma’lumât vermenizi ricâ ederim.

Üçüncü Ordu Müfettişi

Fahrî Yaver-i Hazret-i Şehriyarî Mustafa Kemal.

Vesika 32

7.7.35

K. O. 12 Kumandanı Salâhattin Beyefendi’ye

Cemal Paşa Hazretleri hakkındaki telgrafnamemin cevâbına makine başında muntazırım.

Üçüncü Ordu Müfettişi

Fahrî Yaver-i Hazret-i Şehriyarî

Mustafa Kemal

Vesika 33

Hususî

130

Konya, 6/7.7.35

Vusûlü: 7/8.7.35

Saat, evvel 1.10

Üçüncü Ordu Müfettişliği’ne

C: 5.7.35 ve 33 şifreye:

Cemal Paşa İstanbul’a bazı zevât ile temas etmek ve ailesiyle görüşmek üzere on gün müddetle ve kendi arzusuyla mezunen Dersaadet’e gitmiştir.

Fuat Paşa ile görüşmek üzere kendisine yazmıştım. Henüz cevap alamadım. Mahall-i mülâkatın Eskişehir olacağını zannediyorum. Kolordu mıntakasındaki vaziyete dair ba’demâ her gün arz-ı ma’lumât edilecektir.

Evvelce de arz ettiğim vechile burada vezâif-i esasiye biraz güçlükle ve bataetle icrâ edilmektedir. Maahaza az da olsa semerât-ı nâfia elde edilmektedir. Arz-ı ihtiram eder ve temenni-i muvaffakıyât eylerim efendim.

K. O. 12 Kumandanı

Salâhattin

Vesika 34

Şifre

Şimdi keşîdesi

Zata mahsustur.

106

15 Temmuz 335

Canik Mutasarrıfı Hamit Beyefendi’ye

Kardeşim Hamit Bey, sizin yerinize İbrahim Ethem Bey’in tayin olunduğunu haber alarak Refet’e yazdım. Ve birleşerek beraberce dahile doğru gelmenizi ricâ ettim. Bilmem hangi mülâhaza-i emniyet size İstanbul’a gitmek fikrini telkin ediyor. Refet’in başına gelecek size de aynıdır. Yani gideceğiniz yerin Malta olduğu muhakkaktır. Bundan mâadâ biz kıymetli arkadaşlarımızı Dersaadet’ten Anadolu’ya çekip çıkarmağa ve bu vechile ciddî vatanperverânı mahrum-ı âmâl etmemeye çalışırken siz bu hareketle lâakal mahsur bir muhîte giriyorsunuz. Biz hiç câiz görmedik. Salâhattin Bey’le programda mutabakat hâsıl olmuştur. Refet’e mülâki olmak üzere bi’l-muhabere Amasya’ya hareket ederek oradan birlikte vereceğiniz karara göre ya Sivas havalisinde birlikte kalırsınız, veyahut müreffehen bizim nezdimize gelirsiniz. Cevâb-ı kat’î bekleriz.

Mustafa Kemal

Vesika 35

Asayişe mütealliktir.

Adet

71

Amasya’dan, 19.7.35

Üçüncü Ordu Müfettişliği Erkân-ı Harbiye Riyâseti’ne

C: 18.7.35 şifreye:

Salâhattin Bey elân Samsun’dadır. Şimdiye kadar kendisiyle temas edemediğim gibi hiçbir muhabere-i ciddiye ve mühimme cereyân etmemiş olduğundan mîr-i mûmâileyhin fikir ve kanatinin ne merkezde olduğunu bilemiyorum. Ancak Refet Bey’le burada görüştüğüm zaman bana Salâhattin Bey’in bizimle hem-fikir olduğunu ve fakat icabında İngilizlere mukavemet edecek kadar cür’et gösteremeyeceğini ihsâs etmişti. Binâenaleyh Salâhattin Bey’in Kâzım Karabekir Paşa’ya vereceği cevap hakkında ve şimdiye kadar zât-ı sâmîleriyle cereyân etmiş ve edecek olan muhhaberâtın aksâm-ı mühimmesinden vakt ü zamanıyla tenvîr buyurulmaklığımı hassaten istirham eylerim. Refet Bey ile Amasya’da üç gün bulunduk. Dün 18 Temmuz 35’te Sivas’a hareket etti. İstifasının kabulüne dair Harbiye Nezareti’nden henüz bir cevap gelmemiştir. Ünye ile Niksar arasında iki taburumuz hâl-i harekettedir. İcabında mezkûr istikametin seddi için tedâbîr-i lâzime ittihâz kılınacağını arz ile takdim-i ihtirâmât eylerim.

Beşinci Fırka Kumandan Vekili

Mehmet Arif

Vesika 36

Numara

191

Erzurum, 10 Temmuz 35

Mücahid-i Muhterem Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

Heyet-i İdare Reisi Raif Efendi

Heyet-i İdare Azasından Mütekaid Binbaşı Süleyman Bey

Heyet-i İdare Azasından Mütekaid Binbaşı Kâzım Bey

Heyet-i İdare Azasından Albayrak Gazetesi Müdürü Necati Bey

Heyet-i İdare Azasından Dursun Beyzade Cevat Bey

Vatanı parçalanmaktan, hukuk-ı milliye ve saltanat ve hilâfeti çiğnenmekten kurtarmak emeliyle açılan mücahede-i milliyeye bi’l-istifa bir ferd-i mücahit sıfatıyla iştirak buyurduklarına dair dest-i tevkîre alınan 9 Temmuz 35 tarih ve 346 numaralı tezkere-i aliyyeleri umumî bir vecd ü ihtiram ile alındı. Tarihimize kıymetli sahifeler ilâve eden hayat-ı askeriyenizden çekilmek yolundaki fedakârlığı minnet ve şükranla karşıladık. Erzurum’luların zât-ı âli-i vatanperverânelerine karşı beslemekte olduğu itimat ve hürmeti bu vesile ile de arzı bir vecibe addettik. Samimî ihtiramlarımızı sunarken Cemiyetimizin başına geçerek vatanın temîn-i selâmetine ve hukuk-ı millet ve saltanatın muhafazasına ma’tûf âmâl-i milliyenin tahakkukuna hasr-ı himmet buyurmalarını müsellem olan hamiyet-i vataniyelerinden temenni eyleriz. Leffen takdim kılınan talimatta muharrer olduğu vechile vezâif-i muhtelife-i vataniye ile mükellef bulunan heyet-i faalemiz riyâsetinin zât-ı sâmîleri ve riyâset-i saniyesinin muhterem Rauf Beyefendi Hazretleri tarafından kabul buyurulmasını ve heyet-i maruzaya heyetimizden de bâlâda esâmileri muharrer zatların tayin ve tefrîk edildiğinin arzıyla temenni-i muvaffakıyât ve kesb-i şeref eyleriz efendim hazretleri.

Vilâyât-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti Erzurum Şubesi, 1335

Raif

Vesika 37

Pek aceledir.

Şifre

162

Ankara Yirminci Kolordu Kumandanı Fuat Paşa Hazretlerine

1. Hoca Raif Efendi Hazretlerinin işbu telgrafnamesini emniyetli bir surette

2. Dersaadet’e keşîde ve îsâliyle beraber bir cevâbının yine aynı tarîkle müstacelen celp ve tebellüğü istirham olunur.

Dersaadet’te Vilâyât-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti Riyâseti’ne:

Posta ile mürsel raporun vusûlünü arz etmiştim. Vilâyât-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti namına akdine teşebbüs olunan Erzurum Kongresi’ne aynı makasid-i milliye ile müteşekkil ve fakat meselâ Trabzon Muhafaza-i Hukuk Cemiyeti gibi başka nam taşıyan cemiyetler dahi murahhaslar göndermiştir. Binâenaleyh kongre sırf Vilâyât-ı Şarkiye Müdaafa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti kongresi olmayıp muhtelif millî cemiyetler namına da teklif edilmiş bir kongre olduğu dermeyan edilmiştir. Bu suretle derdest-i küşâd olan kongre hem Cemiyetimizin ve hem de aynı gaye ve maksad-ı millî ile teşekkül etmiş diğer bazı cemiyetlerin iştirakiyle daha umumî bir şekil almış oldu. Bu vechile Hilâfet-i İslâmiye ve Saltanat-ı Osmaniye’nin hârisi ve buralardaki hukuk-ı İslâmiye’nin cidden muhafızı olabilecek mahiyet kesbetmiş olduğunu arzeylerim. Evvelce Üçüncü Ordu Müfettişliği’ne ve hâiz-i ehemmiyet bir salâhiyetle buraların muhafaza-i asayişine tayin buyurulup vazifesini teshîl edecek surette kendisine müzaheret ve muâvenet-i kâmile ifası taraf-ı âlilerinden de iş’âr buyurulan Mirliva Mustafa Kemal Paşa Hazretleri, vazifesi uğrunda birçok çalıştıktan sonra mübarek vatan ve milleti parçalanmak tehlikesinden kurtarmak ve Yunan ve Ermeni âmâline kurban etmemek için açılan mücahede-i milliye uğrunda milletle beraber serbest surette çalışmağa sıfat-ı resmiye ve askeriyesi mâni olmağa başladığından sine-i millette bir ferd-i mücahit suretiyle çalışmak üzere silk-i celîl-i askerîye vedaen istifa etti. Millet ve vatan uğrunda bu suretle ibrâz-ı fedakârî eden bu zât-ı âliye karşı yine kendisini bir hizmet-i mübeccele-i vataniyeye davet suretiyle haklarında heyet-i aliyyeleri tarafından ibrâz-ı âsâr-ı takdir ve tebcîlde bulunmuş olmak üzere Merkez-i Umumî heyet-i aliyyesi namına da beyan-ı rey ve mütâlaa eylemek vazife ve salâhiyetinin Paşa-yı müşarünileyhe verildiğinin telgrafla emir ve iş’âr buyurulması pek münasip olacağını arz ve istirham eylerim.

Vilâyât-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti

Erzurum Şube Reisi: Raif

21.7.35

Üçüncü Ordu Müfettişliği

Erkân-ı Harbiye Reisi

Miralay Kâzım

Vesika 38

Erzurum, 23.7.35, Çarşamba

“10 Temmuz, Rumî’’

Erzurum Kongresi’nde îrâd olunan nutuk suretidir.

Muhterem Murahhas Efendiler!

Kongremiz Heyet Riyâseti’ne âcizlerini intihap eylemek suretiyle gösterilen âsâr-ı itimat ve teveccühe hassaten, teşekkür ederim. Bu münasebetle bazı ma’rûzâtta bulunmak isterim.

Efendiler!

Tarih ve hâdisâtın şevkiyle, bi’l-fiil içine düştüğümüz bugünkü kanlı ve kara tehlikeleri görmeyecek ve bundan müteheyyic ve müteessir olmayacak hiçbir vatanperver tasavvur edilemez.

Harb-i Umumî’nin sonlarına doğru, milliyetler esasına müstenit vaadler üzerine Hükümet-i Osmaniyemiz de âdilâne bir sulha nâil olmak emeliyle mütarekeye talip oldu. İstiklâl uğrunda namus ve şehametiyle döğüşen milletimiz, 30 Teşrinievvel 1334’te imzalanan mütarekename ile silâhını elinden bıraktı.

Devletlerin şahsiyet-i mâneviyesi ve vâziü’l-imza murahhasların namus-ı zâtîleri zımân ve kefaletinde bulunan işbu mütarekename ahkâmı bir tarafa bırakılarak İtilâf Devletleri kuvâ-yı askeriyesi pâyitaht-ı saltanat ve makarr-ı celîl-i hilâfet olan İstanbul’umuzu işgal etti. Gün geçtikçe artan bir şiddetle hukuk-ı hilâfet ve saltanat, haysiyet-i hükümet, izzet-i nefs-i millîmiz tecavüz ve taaddilere uğradı. Tebaa-i Osmaniye’den olan Rum ve Ermeni anâsırı gördükleri teşvik ve müzaheretin netâyiciyle de namus-ı millîmizi cerihadâr edecek taşkınlıklardan başlıyarak nihayet hazin ve kanlı safhalara girinceye kadar küstahâne tecavüzata koyuldular. Fakat, derin bir telehhüf ile itiraf etmeliyiz ki, bu cür’etler, sekiz aydan beri, bir birini takiben mevki-i iktidara geçen, murakabe-i milliyeden âzâde hükûmât-ı merkeziyenin, birinin diğerinden daha fena olarak gösterdiği zaaf ve acz âsârından ve pâyitahtta ve bazı matbûatta görülen pek mezmûm ihtirâsâttan ve vicdan-ı millînin inkâr, Kuvâ-yı Milliye’nin ihmal olunmasından nâşi vüs’at bulmuştur.

Sâlifü’l-arz esbâb ve pâyitaht-ı saltanatın da mahsur ve tamamıyla murakabeye tâbi kalması yüzünden artık bu vatanda mukaddesât ve mukadderâta sahip bir kudret ve irâde-i milliyenin mevcut olmadığı zehâb-ı bâtılı hükümrân olmuş ve cansız bir vatan, kansız bir millet nelere müstahak ise bîmuhâbâ onların tatbikatına İtilâf Devletlerince başlanmıştır.

İnkısâm-ı vatan mevzu-i bahis ve karar olarak vilâyât-ı şarkiyemizde “Ermenistan” Adana ve Kozan havalisinde “Kilikya” namlarında Ermenistan, Garbî Anadolu’nun İzmir ve Aydın havalisinde Yunanistan, Trakya’da pâyitahtımızın kapısına kadar kezalik Yunanistan; Karadeniz sahillerimizde “Pontus” krallığı ve ondan sonra bakıye-i aksâm-ı vatanda da ecnebi işgal ve himayesi gibi artık 650 seneden beri müstakillen saltanat sürmüş ve tarihî adl ü celâdetini vaktiyle Hindistan hudûduna, Afrika’nın ortasına ve Macaristan’ın garbine kadar yürütmüş olan bu milletin esarete, kölelik pâyesine indirilmesi ve nihayet bu devletin sahife-i tarihini kapatarak mezar-ı ebediyete defnetmek gibi insaniyet ve medeniyetle ve ale’l-husus milliyet esâsâtıyla kabil-i telif olmayan emeller cây-i kabul ve tasvip olunmuş ve görülüyor ki, tatbikat devresi de başlamıştır. Bu tatbikat bu anda gözümüzün önünde hazin bir surette cereyân ediyor. İzmir, Aydın, Bergama ve Manisa havalisinde şimdiye kadar binlerle anaların, babaların, kahramanların ve çocukların revân olan hûn-i pâkı, Aydın gibi Anadolu’muzun en güzide bir şehrinin Yunanlıların zâlim ve ateşîn tahribatına kurban oluşu, muhtelif aksâm-ı memleketin İtalyan ve sâire işgali altına alınışı ve dahilde elîm bir surette muhâceret yapılması elbette gayretullaha ve gayret-i milliyeye dokunmuştur.

Efendiler!

Ma’lûm hakayıktandır ki, tarih, bir milletin kanını, hakkını, varlığını hiçbir zaman inkâr edemez. Binâenaleyh böyle bir nikâb-ı bâtılın arkasından vatanımız ve milletimiz aleyhinde verilen hükümler, kanaatler muhakkak mahkûm-ı iflâstır! Ve işte bütün bu menfûr zulümlerden ve bu bedbaht aczlerden, tarihimize karşı revâ görülen haksızlıklardan müteessir olan vicdan-ı millî nihayet sayha-i intıbâhını yükseltmiş ve Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye ve Muhafaza-i Hukuk-ı Milliye ve Müdafaa-i Vatan ve Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye ve Redd-i İlhak gibi muhtelif namlarla ve fakat aynı mukaddesâtın temîn-i sıyâneti için tebârüz eden millî cereyân, bütün vatanımızda artık bir elektrik şebekesi haline girmiş bulunuyor. İşte bu şebeke-i azimkârânenin vücuda getirdiği ruh-ı celâdettir ki, mübarek vatan ve milletin mukaddesâtını tahlîs ve himayeye müstenid son sözü söyleyecek ve hükmünü tatbik ettirecektir.

Efendiler!

Vaziyet-i umumiye ve hususiye hakkında cümlenizce ma’lûm olan bazı hususâtı burada tekrar hatırlatmayı faydadan hâli bulmuyorum:

a) Dört aydan beri Mısır’da istiklâl-i millînin temîn ve istirdâdı için pek kanlı vakayi ve ihtilâlât devam ediyor. Nihayet İngilizler tarafından bi’t-tevkif Malta’ya götürülmüş olan murahhaslar tahliye olunmuş ve Paris Konferansı’na azîmetlerine muvafakate mecbur olmuşlardır.

b) Hindistan’da istiklâl için vâsi mikyasta ihtilâller oluyor. Maksad-ı millîlerine vusûl için bankalar, Avrupa müessesatı, demiryolları bombalarla tahrip ediliyor.

c) Afganistan ordusu da İngilizlerin milliyeti imhâ siyasetine karşı harp ediyor. İngilizlerin bel bağladıkları hudut kabailinin dahi Afganlılara iştirak ettiğini ve bu yüzden İngiliz askerlerinin dahile çekilmeğe mecbur olduğunu gazeteleri itiraf etmişlerdir.

d) Suriye’de ve Irak’ta İngilizlerin ve ecnebilerin tahakküm ve idâresinden tekmil Arabistan hal-i galeyândadır. Arabistan’ın her yerinde ecnebi boyunduruğu reddolunuyor. Yalnız refah ve saadet-i memleket için ecnebilerin iktisadî, umranî, medenî vesâitinden muâvenete rıza gösteriliyor. Bağdat ve Şam ictimâ-ı umumîleri her tarafa bu kararı neşretmiştir.

e) Ahîren devletler arasında hâsıl olan rekabet münasebetiyle İngilizlerin Kafkasya’dan kâmilen çekilmesine karar verilmiş ve tatbikat bir müddetten beri başlamıştır. İtalyan kuvvetlerinin Batum tarîkiyle Kafkasya’ya gelmesi mukarrer ise de İtalya’daki ve Kafkasya’daki ahvâl-i dahiliye münasebetiyle bu kararın tatbikinden korkuyorlar.

f) İstiklâl-i millîlerini tehlikede gören ve her taraftan istilâya ma’rûz kalan Rus milleti bu tahakküm-i umumîye karşı bütün efrâd-ı milletinin kudret-i müşterekesiyle çarpışıp ve umûmun malûmu olduğu vechile bu kuvvet kendi memleketleri dahilinde galebe çalmış ve kendi üzerine musallat olan milletleri de daire-i nüfûz ve sirâyetine almakta bulunmuştur.

g) Şimalî Kafkas, Azerbaycan ve Gürcistan birbirleriyle ittihâd ederek mevcudiyet-i milliyeleri aleyhine yürümek isteyen Denikin ordusunu harben tazyik ve Karadeniz sahiline sürmüştür.

h) Ermenistan’a gelince: Bir fikri istilâ perverde eden Ermeniler, Nahcivan’dan Oltu’ya kadar bütün ahali-i İslâmiye’yi tazyik ve bazı mahallerde katliâm ve yağmagerlikte bulunuyorlar. Hudutlarımıza kadar İslâmları mahva mahkûm ve hicrete mecbur ederek vilâyât-ı şarkiyemiz hakkındaki emellerine doğru emniyetle takarrüb etmek ve bir taraftan da 400 bin olduğunu iddia eyledikleri Osmanlı Ermenisini bir istinâdgâh olmak üzere memleketimize sürmek istiyorlar.

Karadeniz’in garp tarafındaki vakayie gelince, Macar ve Bulgarlar memleketlerinin mühim kısmını istilâ etmek isteyenlere karşı bütün mevcudiyet-i milliyeleriyle çarpışıyorlar.

Meriç nehri garbında yani Balkan Harbi’nden evvel devletimizin malikânesi olan Garbî Trakya’nın Bulgarlardan alınarak Yunanlılara verilmesi Düvel-i İtilâfiye’ce karar-gîr olmasından nâşi harekât-ı tatbikiye başlamış ve Yunan işgal kuvvetlerine karşı Bulgar Kuvâ-yı Milliyesi tarafından takviye edilen Bulgar kuvvetleri Garbî Trakya mıntakası dahilinde verdikleri muharebat neticesinde mütaaddit Yunan fırkalarını defetmiştir.

Vaziyet-i hususiyemize gelince: Daha Dersaadet’ten çıkmadan evvel vatan ve milletin çare-i tahlîsi hakkında birçok ricâl-i mes’ûle ve muktedire ile görülmüştü. Pâyitahttaki münevverânın ve din ü devlete hizmetleri mesbûk zevât-ı âliyenin mesâi-i masrûfeleri kıymettar olmakla beraber tesir ve murakabe altında mahsur bir muhît; kendilerini daima tehdit ve akametle müteessir etmektedir. Her halde mukadderâta hâkim bir idâre-i milliyenin müdahaleden masûn bir surette zuhûru ancak Anadolu’dan muntazardır. Buna istinâdendir ki, bir şûrâ-yı millînin vücudunu ve ancak kuvvetini irâde-i milliyeden alacak mes’ûl bir hükümetin mevcudiyetini talep etmek bilhassa son zamanlarda pâyitahtın hemen tekmil tabakat-ı mütefekkirîni için bir fikr-i sâbit halini almıştır.

Şurada acıklı bir hakikat olmak üzere arz edeyim ki, memleketimizde külliyetli ecnebi parası ve birçok propagandalar cereyân ediyor. Bundaki gaye pek âşikârdır ki, hareket-i milliyeyi akîm bırakmak, âmâl-i milliyeyi felce uğratmak, Yunan, Ermeni âmâlini ve bazı aksâm-ı mühimme-i vatanı işgal gayelerini teshîl etmektir. Bununla beraber her devirde, her memlekette ve her zaman zuhûr ettiği gibi bizde de kalb ve asabı zayıf, gayr-i müdrik insanlarla beraber vatansız ve aynı zamanda refah ve menfaat-i şahsiyesini vatan ve milletinin zararında arayan esâfil de vardır. Şark umûrunu tedvîrde ve zayıf noktaları arayıp bulmakta pek mâhir olan düşmanlarımız memleketimizde bunu adeta bir teşkilât haline getirmişlerdir. Fakat mukaddesâtının gaye-i necâtiyle çırpınan bütün millet işbu tarîk-i azim ve mücahedesinde her türlü mevânii, muhakkak ve mutlaka kırıp süpürecektir. Bütün bu gayeleri istihsal için vakf-ı âmâl eyleyen millet-i necîbemizin içinde bir ferd-i millî gibi çalışmaktan mütehassıl zevk ve mübahatı burada şükran ve mefharetle arz eylerim.

En son olarak niyazım şudur ki, Cenâb-ı Vâhibü’l-âmâl Hazretleri Habib-i Ekremi hürmetine bu mübarek vatanın sahip ve müdafii ve diyanet-i celîle-i Ahmediyenin ilâ yevmi’l-kıyâm hâris-i asdakı olan millet-i necîbemizi ve makam-ı saltanat ve hilâfet-i kübrâyı masûn ve mukaddesâtımızı düşünmekle mükellef olan heyetimizi muvaffak buyursun!

Amin.

Vesika 39

24 Temmuz 35

Zât-ı Şâhaneye, Sadrazam’a, Belediye Rüesâsına, Cemiyetlere, Rüesâ-yı Memûrîn-i Mülkiyeye, Büyük Kumandanlara

Dün intişar eden 23 Temmuz 35 tarihli ajansta zât-ı sadâretpen âhîlerinin/sadaretpenâhînin Anadolu’da iğtişâş zuhûr ettiğine ve Kanun-ı Esasî’ye muhâlif olarak Meclis-i Meb’ûsân namı altında ictimâât vuku bulduğuna ve hukuk-ı şehriyarî ve menâfi-i âliye-i vataniyeye muhâlif olan bu hareketin memûrîn-i mülkiye ve askeriye tarafından men’i icap edeceğine dair vilâyât ve elviye-i müstakilleye tebliğ kılınan beyânâtını, hal-i in’ikadda bulunan Kongremiz huzurunda kemâl-i hayret ve telehhüfle mevzu-i bahis eyledik. Cenâb-ı Hakk’ın bir lutf-ı mahsusu olarak millet-i necîbelerinin avâkıb-ı umûru derk ve teyakkun eylemesi cihetiyle en sakin zamanlarda bile emsaline tesâdüf edilemeyecek derecede sükûn ve asayişe mazhar olan vatanımızın hükümet-i seniyemizle Düvel-i İtilâfiye arasında akdedilen mütarekenamenin yirmi dördüncü maddesi ahkâmına ithal edilmesini adeta temîn ve teshîl edecek mahiyette bulunan beyânât-ı vâkıânın devlet ve memleketin mes’ûliyet-i mutlakasını deruhde buyuran zât-ı sâmîleri/zât-ı sâmî lisanından sudûru muvacehe-i millette gayr-i kabil-i af ve telâfi netâyic-i müellime tevlîd edebileceğine kanaat ederek hakikate bi’l-külliye mugayereti ecnebilerin de taht-ı tasdikinde bulunan işbu meselenin lisan-ı kat’î-i devletle tekzîbini istirham eyleriz. Makam-ı uzmâ-yı hilâfet ve Saltanata/Saltanatlarına ilelebed mutî ve münkat olacağını her suretle teyid ve tecdit eyleyen ve akıbetin havf u dehşeti önünde millî hissiyât ve efkârını irâe eylemek üzere ictimâ eden ve mümessili bulundukları vilâyât-ı şâhâne/şâhâneleri efkârını bi-hakkın temsil eyleyen Kongre’yi Meclis-i Meb’ûsân mahiyetinde göstererek esasen bir seneye karîb müddetten beri her defa Kanun-ı Esasî’nin madde-i müteallikasına muhâlif hareket eden hükümetin millete bigayri hakkın atf-ı cürüm eylemesi hakikatin ne derecelerde tahrif edildiğine bâriz bir numunedir.

Memûrîn-i mülkiye ve askeriyenin menâfi-i âliye-i vataniyeyi muhafazaya hâdim heyetlerden ibaret olması itibarıyla da aynı gayeyi temîne matûf olan makasid-i milliye için ellerinden gelen sühûleti ve muâveneti ibrâz eylemeleri icap ederken men’ ü zecr ile ihtar buyurulmaları ezhân-ı beşerin hüsn-i tevile kudretyâb olamayacağı mesâildendir.

Millet, ezher-cihet muhill-i hukuk ve muhâlif-i siyaset ve ihtiyat olan beyânât-ı vâkıânın tashîh ve tekzîb ve keyfiyetten, Bâbıâli cânibinden Kongremize itminân-bahş olacak vechile, ma’lumât ita buyurulmasını ve müdafaa-i hukuk-ı milliyede iltizâm-ı basiret ve teenni olunmasını ve efkâr-ı umumiyeyi tatmîn etmek üzere Meclis-i Meb’ûsan’ın bilâ-ifâte-i zaman ictimâa davet edilmesini derkâr olan hakk-ı tabiisine istinâden istirham eylemekte yek-zebândır. Sevgili pâdişâhımız.

Umumî Kongre

Vesika 40

7.8.335

Kongre Reisi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri tarafından Kongre’nin hitamında îrâd edilen nutuktur.

Muhterem Efendiler,

Milletimizin ümid-i necât ile çırpındığı en heyecanlı bir zamanda fedakâr heyet-i muhteremeniz her türlü mezâlime katlanarak burada, Erzurum’da toplandı. Hassas ve necîb bir ruh ve pek salâbetli bir iman ile vatan ve milletimizin halâsına ait esaslı mukarrerât ittihâz etti. Bilhassa bütün cihana karşı milletimizin mevcudiyetini ve birliğini gösterdi.

Tarih bu kongremizi şüphesiz ender ve büyük bir eser olarak kaydedecektir. Heyet-i muhteremenizin, rüfeka-yı kirâmımın hakkımda gösterdiği samimî muhabbet ve itimat âsârına buradan alenen teşekkür etmeyi bir vecibe addederim. Bu felâhpîrâ ictimâımız, hitam-pezîr olurken Cenâb-ı Vâhibü’l-âmâl Hazretlerinden avn ü hidayet ve Peygamber-i zî-şânımızın ruh-ı pür-fütûhundan feyz ü şefaat niyazıyla vatan ve milletimize ve devlet-i ebed-müddetimize mes’ûd akıbetler temenni ederim.

Vesika 41

24 Ağustos 335

Erzurum Vilâyet-i Aliyyesine

Atûfetlû Efendim Hazretleri,

Şarkî Anadolu’da mevcut olup aynı maksat ve gaye ile şimdiye kadar teşekkül etmiş olan bi’l-cümle millî cemiyetler Erzurum ’da akdettikleri ma’lûm Kongre kararıyla “Şarkî Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” nâm-ı müştereki altında ittihat ve ittifak eylemişlerdir.

Cemiyetimizin merkezi elyevm Erzurum’dur. Heyet-i idâresi demek olan “Heyet-i Temsiliye”si azasının isim ve hüviyetleri ber-vech-i zîr derc ve matbû nizamname-i esasîsinden iki nüshası merbuten takdim edilmiştir. Cemiyetler Kanunu’na tevfîkan ilmühaberinin tarafımıza itası zımnında işbu beyannamemiz makam-ı âlilerine takdim olunur. Ol bâbda emr ü irâde hazret-i men’ lehü’l-emrindir.

Mustafa Kemal Paşa

Rauf Bey

İzzet Bey

Raif Efendi

Servet Bey

Şeyh Fevzi Efendi

Bekir Sami Bey

Sadullah Efendi

Hacı Musa Bey

Sâbık Üçüncü Ordu Müfetişi, askerlikten müstafi

Bahriye Nâzır-ı Esbakı

Sâbık Trabzon Meb’ûsu

Sâbık Erzurum Meb’ûsu

Sâbık Trabzon Meb’ûsu

Erzincan’da Nakşi Şeyhi

Beyrut Vali-i Sâbıkı

Sâbık Bitlis Meb’ûsu

Mutki Aşiret Reisi

Vesika 42

Sivas’dan, 22.8.335

Vusûlü: 23

K. O. 15 Kumandanlığı’na

C: 21/22.8.35 ve 2514 şifre:

Nizamnamenin bugün de bir kısmı gelmiş ve bazı kelimatı tamamıyla halledilememiştir, iki ve dördüncü maddelerin intişârını mahzurlu mülâhaza etmekte olduğumu arz eder ve tab’ u neşrinden evvel bu hususta bir kere daha tetkikat icrasını ricâ ederim.

K. O. 3 Kumandanı

Salâhattin

Vesika 43

Şifre

Numara

342

Erzurum, 21.8.35

Sivas Valisi Mustafa Reşit Paşa Hazretlerine

Sivas Kongresi hakkında Mustafa Kemal Paşa Hazretleri ile vâki olan muhhaberât-ı devletleri tamamen millî bir mesele olmak haysiyetiyle Heyet-i Temsiliyemizce de münakaşa edildi. Bu kongrenin Şarkî ve Garbî Anadolu vilâyetleri tarafından akd-i mukarrer olmasına ve murahhasların kısm-ı azamı Sivas’a muvâsalat etmek üzere bulunmasına nazaran bu bâbda söz söylemeyi salâhiyetimiz haricinde addeyleriz. Yalnız düşüncelerimizin hamiyet ve muhabbet-i vataniye ile maruf zât-ı devletlerine arzını bir vecibe-i milliye addeyledik. Şarkî vilâyetlerimizin kongre akdi teşebbüsâtının daha ilk adımda İtilâf Devletleri’nin mûcib-i endişesi olduğu, bu vilâyetlerin eczâ-yı vatandan ayrılarak istiklâl dâiyesinde bulunduğuna varıncaya kadar erâcif neşri ile akamete mahkûmiyetine çalışıldığı, maalesef hükümetimizin de ecnebi âleti olmaktan hayâ eylemediği malûm-ı devletleridir. Fakat milletin azm ü irâdesi bilutfihi tealâ Kongre’nin akdini müyesser kıldığından beyannemenin neşri üzerine Düvel-i İtilâfiye, milletin istiklâl ve mevcudiyetini kurtarmak meşrû’ emeliyle toplandığını, hiçbir fikr-i tecavüz beslemediğini görerek İngilizler bile izhâr-ı memnuniyet eylediler. Hatta bu bâbda tafsilât ve ma’lumât vermek üzere Erzurum Mümessili Kaymakam Rawlinson Londra’ya hareket eyledi ve yazdığı mektubunda aynen şu suretle idâre-i kelâm eylemektedir. “Bi’l-âhire tekrar gelmekliğim mümkündür. Bu halde daha mes’ûd şerâit tahtında görüşmek mahzûziyetine nâil olacağım.” Dersaadet’ten aldığımız ma’lumâtta da umum Düvel- i İtilâfiye’nin meşrû’ ve makul olan bu cereyân-ı millîyi pek tabii telâkki eyledikleri, bilhassa Amerikalıların milletin efkâr-ı umumiyesini anlamaya son derece ehemmiyet verdikleri, umumî şekilde in’ikad edecek olan Sivas Kongresi mukarrerâtına intizâr olunduğu, hatta milletle doğrudan doğruya temas için Sivas’a İstanbul’daki heyetlerinden iki Amerikalı memur-ı siyasî göndermeğe karar verdikleri bildirilmektedir.

Binâenaleyh Sivas’taki bir Fransız binbaşısının beyânâtını biz indî bir mütâlaa addetmekte mazuruz. Çünkü hürriyet ve istiklâl uğrunda mücahede eden milletlerin pişvâsı olan Fransa efkâr-ı umumiyesinin cereyân-ı millîye düşman olacağını hatıra getirmek mümkün değildir. Maahaza milletimiz istiklâl ve mevcudiyetini her ne pahaya oturursa otursun kurtarmaya azmeylemiştir. Bu cereyâna tâbi olmayanlar mahkûm-ı zevâl, yıkmak isteyenler maruz-ı mukavemet olacaklardır Paşa Hazretleri.

İmza: Heyet-i Temsiliye

Vesika 44

Şifre

Numara

347

Erzurum, 21.8.35

Sivas’ta Üçüncü Kolordu Erkân-ı Harbiye Riyâseti’ne

Kadı Hasbi Efendi Hazretlerine bu şifre mahlûlünün okunması ricâ olunur:

Vali Paşa ile telgraf başında Sivas Kongresi hakkında vâki mülâkat malûm-ı âlileridir. Vali Paşa’nın, açık olarak telgrafla böyle bir mülâkat yapmalarını, Meb’ûs Rasim Bey’e de kongrenin Sivas’ta olmaması hakkında telgraf çektirmelerini muvâfık görmemekteyiz. İstanbul’daki ecnebilerin milletin bu gibi tezâhürâtını pek tabii ve meşrû’ bulduğu istihbâr kılındığı gibi, Erzurum Kongresi’nin İngiliz ve Amerikalılara pek iyi tesir yaptığı ve hatta Amerika heyetinden iki murahhas-ı mes’ûlün Sivas’a gönderilmek üzere bulunduğu da ayrıca şâyân-ı kayıttır. Sivas halkının beyhude yere endişeye düşürülmesine sebebiyet vermek şâyân-ı esef bir hata olur. Milleti dalâlette bırakmamak lâzımdır. Bu sebeple zât-ı fazılânelerince Sivaslıları irşad ve tenvîr ile Sivas Kongresi’nin millet ve vatan hakkında yapacağı hayırlı tesiri izah ve bu suretle halkın beyhude yere tevehhüme dûçâr olmamalarının temîn buyurulmasını hassaten ricâ eyler ve arz-ı hürmet ederiz.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 45

Şifre

Numara

340

Erzurum, 21.8.35

Üçüncü Kolordu Kumandanlığı’na

Vali Reşit Paşa Hazretleri ile Sivas Kongresi hakkında telgraf başındaki muhhaberâtımız tabii malûm-ı âlileridir.

Sivas Kongresi’nde umum vatanın mukadderâtı hakkında ittihâz-ı mukarrerât olunacağı cihetle bir Fransız binbaşısının lâfı ile milletin bu azminden geri dönmeyeceği bedîhîdir. Sırf Vilâyât-ı Şarkiyeye münhasır olan Erzurum Kongresi mukarrerâtının İngilizler üzerinde bile hüsn-i tesir eylediği, asıl milletin efkârını anlamağa çalışan Amerikalıların Dersaadet’ten salâhiyettar iki memur-ı siyasîyi Sivas’a yollamaya karar verdikleri bir zamanda Sivas Kongresi’nin aleyhinde idâre-i kelâm için ya pek zaifü’l-kalb olmak yahut vatan ve milletle alâkadar bulunmamak icap eder. Binâenaleyh Vali Paşa Hazretlerinin bu açık muhabereleri, Sivas halkı üzerinde fena tesir yapacağının nazar-ı teemmüle alınması lâzımdır. Kongre pek tabii ve meşrû’ olarak akdolunacağından bu bâbda velevki pek mahdûd da olsa birkaç kişinin adem-i arzu göstermek suretiyle millette ağyâra karşı bir tefrîka izhârı hiç de şâyân-ı arzu bir keyfiyet olmadığından zât-ı birâderîleri tarafından Vali Paşa Hazretleriyle, bu sakîm fikri taşıyan diğer zevât varsa onların da irşad ve tenvîri bugün için bir vazife-i vataniye olduğunu arz, takdim-i ihtirâmât eyleriz.

Mustafa Kemal

Vesika 46

Sivas’ta Meb’ûs Rasim Bey’e

Telgrafnamenizi aldım, inşallah karîben bizzat mülâkatınızla teşerrüf edeceğim. Mevzu-i bahis ettiğiniz mesele ehemmiyeti nisbetinde arîz ü amîk düşünülmüştür. Mülk ü milletin herhangi bir suretle mûcib-i mazarratı olacak harekâttan bi’t-tabi imtina edilir. Ancak vârid-i hâtırınız olan hususât gayr-i vâkidir. Bu bâbda Vali Paşa Hazretlerine de cevâben ma’rûzâtta bulunulmuştur. Her hususta müsterih bulunmanızı ricâ eder ve gözlerinizden öperim.

Raif

Vesika 47

Erzurum, 10 Ağustos 335

Mutki’de Aşiret Reisi Hacı Musa Bey’e

Muhterem Efendim,

İkinci Ordu Kumandanlığı’nda bulunduğum esnada ve pek ciddî ahvâl içinde aramızda hâsıl olan revâbıt-ı kalbiyenin kıymettar hatıratı daima mahfûz kalmıştır. Zât-ı âlilerinin mine’l-kadîm devlet ve millet ve vatan uğrunda fedakârlığınız, ber-güzide hidemâtınız, bütün erbâb-ı hamiyetin taht-ı takdir ve tahsinindedir. Bu meyânda ahîren Bitlis’in istirdâdında orduya fiilen yaptığınız muâvenetin kıymeti, Mutki mıntakasının düşmana karşı temîninde ibrâz buyurduğunuz gayret ve mesaînin ehemmiyeti, her zaman lisan-ı takdir ve şükranla yâd edilmektedir. Bu kadar fedakârlıklarımızın neticesinde bi-hikmetillâhi tealâ düşmanlarımızla yapmağa mecbur kaldığımız mütareke ahkâmının hiç olmazsa bi-hakkın hüsn-i tatbikiyle istiklâl ve istikbâl-i milllîmizin serbestîsini ümit ederken maalesef düşmanlarımızın bugün devlet ve milletimize karşı pek hainâne bir vaziyet alarak memleketimizi tamamen parçalamak, âlem-i İslâm için asırlardan beri kanlarını îsâr eden milletimizin hakk-ı hâkimiyet ve istiklâlini elinden alarak köle mevkiine düşürmek için çalıştıkları, ecdadımızın bıraktığı anavatanda Ermenistan yapmağa uğraştıkları pek âşikâr olarak görünüyor. Pek büyük telehhüflerle karşılanacak ahvâl-i denâetkârânedendir ki, milletin kuvvetine istinâd, âmâline tevfîk-i harekât etmeyi vazife-i vataniye ve hakikiye bilmesi lâzım gelen İstanbul’daki hükümet-i merkeziye de tamamıyla acz ü meskenet içerisinde inân-ı idâresini tesirâtı önünde ser-fürû ettiği düşmanlarımıza bırakıyor. Senelerden beri cihana fedakârlık dersleri vermiş, harikalar göstermiş olan pek namuskâr ve faziletkâr milletimiz, bu iktidarsız ellerde pek yakında ne derece vahîm akıbetlere dûçâr olacağını idrâk ve teyakkun ederek gezdiğim yerlerde hukukunun muhafaza, vatanlarının müdafaası yolunda müdafaa-i milliye cemiyetleri teşkili suretiyle bi-hakkın çalıştıklarını büyük bir fahr u şükran ile gördüm. İşte bu ahvâl ve şerâit içinde asker olarak mukayyeden çalışmaktan ziyade sine-i millette vatandaşlarımla beraber bir ferd-i millet olarak memleketimin saadet ve istiklâline hâdim olmayı, şeref ve haysiyeti için ölünceye kadar çalışmayı daha faideli görerek âşıkı olduğum askerlikten istifa ettim. bi’t-tabi bu mesâi-i vataniyede zât-ı âlileri gibi pek kıymettar vatandaşlarımın muâvenet ve müşâreket buyuracaklarına itimâd-ı tâmmım vardır.

Arzettiğim müteaddit müdafaa cemiyetlerinin iştirakiyle milleti birleştirmek ve hayatımıza kasdetmek isteyen düşmanlarımıza karşı kuvvetli bulundurmak maksadıyla Erzurumda bir kongre akdedilmiştir. Müzâkerât ve mukarrerâtı hakkında Celâl Bey biraderimiz tafsilât ita edeceğinden bu hususta tatvil-i kelâmı zâid görüyorum. Ancak şu kadarını arz edeyim, bi-hakkın milletimizin istiklâli ve vatanımızın tamamiyeti yolunda hâsıl olan ittifakı, hariç ve dahile karşı temsil maksadıyla Kongre’ce bir Heyet-i Temsiliye intihap ve kabul edildi. Zât-ı âliniz de Kongre’nin ârâ-yı umumiyesiyle müttefikan bu Heyet-i Temsiliye azalığına intihap buyuruldunuz. Senâverleri de bu meyânda bulunduğum gibi Bahriye Nâzır-ı Esbakı, Hamidiye Kahramanı Rauf Beyefendi biradaremiz de beraberdir. Vatanımızın halâs ve saadeti için elele vererek çalışılacak bir zemin ü zaman hâsıl olduğundan dolayı cidden pek büyük memnuniyet hissetmekteyim. Celâl Bey biraderimizin zât-ı âlinize getireceği nizamname mûcibince taraf-ı âlilerinden teşkilâta germî verilerek hiçbir tarafın ve kimsenin müdahale ve mümânaatına müsaade buyurulmasını ve mukaddes maksad-ı millînin temîni yolunda müzâhir olacağını ümit ve kabul etmekte olduğum hükümet-i mülkiye ve askeriyenin muhâlif harekâtı görüldüğü takdirde milletin irâde ve hâkimiyetinin izhârı lâzım geleceğini zât-ı âlilerinden ayrıca arz ve ricâ ederim.

Burada olduğu gibi aynı maksatla Sivas’ta da bütün milletin mümessillerinden mürekkeb umumî bir kongre in’ikad etmek üzeredir. Senakârınız da birkaç güne kadar mahzâ bunun için Sivas’a hareket edeceğim. Kongre’nin hitamında be-tekrar Erzurum’a avdet edeceğim cihetle Erzurum’da zât-ı âlinizle müşerref olurum. Bunun için vakt-i münasibinde zât-ı âlilerine telgrafla ma’lumât vererek behemehâl teşrifinizi ricâ edeceğim. Oradaki işlerimizin zât-ı âlinizin burada tûl-i müddet kalmanıza mâni olacağını biliyorsam da, milletin bizlerden beklediği hizmetin ehemmiyet ve ulviyeti karşısında kısmen feda edileceğinden de eminim. Her halde bir defa görüştükten sonra bu cihetin de bir çare-i hallini düşünür, buluruz. Cenâb-ı Vâhibü’l-âmâl Hazretlerinden vatan ve milletimiz için hayırlı akıbetler niyaz eder ve sizlerin gözlerinizden öperim.

Mustafa Kemal

Vesika 48

13 Ağustos 1335

Bitlis Küfrevîzade Şeyh Abdülbaki Efendi Hazretlerine

Faziletlû Efendim.

Zât-ı fâzılânelerinin Bitlis’te olduğunuzu tahmin ediyorum. Bu defa aldığım ma’lumât üzerine bu husus tevsîk edildi. Makam-ı muallâ-yı hilâfet ve saltanatın, vatan ve milletimizin içinde bulunduğu müşkil vaziyet malûm-ı ârifâneleridir. Senâverleri milletimizin bugünkü felâketin içinden çıkacağı güne kadar milletle beraber ve milletin içinde çalışmaya hasr-ı vücûd etmekten başka şiar-ı hamiyet olamayacağı kanaatiyle derhal askerlikten istifa ettim. Çünkü resmî makam ve sıfatım buna mâni oluyordu.

Bugün için yegâne çare-i halâs milletin vahdetini bütün cihana göstermek ve hukuk-ı mukaddesâtımızı milletin ibrâz edeceği kudret ile tahlîs etmektir. Erzurum Kongresi’nce takarrür ettirilen esâsâtı takdim ediyorum. O havalice icabına tevessül buyurularak düşmanlarımızın her türlü muzır telkinâtına sed çekmeleri müsellem olan hamiyet ve vatanperverliklerinden intizâr olunur. Arz-ı hürmet ve muhabbet eylerim efendim hazretleri.

Sâbık Üçüncü Ordu Müfettişi

Mustafa Kemal

Vesika 49

Mektup

13 Ağustos 1335

Şırnaklı Abdürrahman Ağa Hazretlerine

Dirşevli Ömer Ağa Hazretlerine

Muşarlı Resul Ağa Hazretlerine

Vatanperver Efendim;

Zât-ı âlinizin makam-ı muallâ-yı hilâfet ve saltanata olan merbutiyetleri ve mukaddes vatanımızın Ermeni ayakları altında çiğnenmesine kat’iyen razı olamayacakları cümlenin müsellemidir. Bugüne kadar ibrâz buyurmuş olduğunuz âsâr-ı fazilete yakından muttali olduğum için zât-ı âlinizi vatan ve millet için çalışmak hususunda hasr-ı hayat eden vatanperverânın başında göreceğimden eminim. Erzurum Kongresi’nce tanzim olunan beyanname ve nizamnamelerden lüzumu kadarını takdim ediyorum. Teşkilâtın o havalice sür’at ve sühûlet-i tatbiki ve muzır düşman telkinatına kat’iyen mâni olmak hususlarında hamiyet ve gayret-i müsellemlerinin âsârına kemâl-i itminân ile intizâr eyler ve gözlerinizden öperim efendim.

Sâbık Üçüncü Ordu Müfettişi

Mustafa Kemal

Vesika 50

13 Ağustos 1335

Mebus-ı Sâbık Sadullah Efendi Hazretlerine

Muhterem Efendim;

Makam-ı muallâ-yı hilâfet ve saltanatın dûçâr olduğu tazyik, vatan ve milletimizin düşmanlarımız tarafından mahkûm edilmek istenildiği elîm akıbet malûm-ı âlileridir. Bütün bu taaddiyata karşı koyabilmek için yegâne çarenin milletimizin, müdafaa-i hukuk ve mukaddesât için yekvücud olarak ibrâz-ı kudret etmesi olduğu takdir buyurulur.

Şarkî Anadolu’nun her tarafında aynı elem neticesi olarak teşekkül etmiş bulunan cemiyetlerin Erzurum Kongresi’nde elhamdülillâh birleşmesi maksadın istihsali için elde bir zımân olmuştur. Vahdet-i milliyemizin dahil ve harice karşı temsili için kabul edilen Heyet-i Temsiliye’ye zât-ı âlileri ittifak-ı ârâ ile intihap buyuruldunuz. Bu suretle vatan ve milletimiz için birlikte çalışacağımızdan dolayı pek bahtiyarım.

Kongrece tanzim olunan beyanname ve nizamnamelerden mikdar-ı kâfi takdim edilmiştir. O havalide teşkilâtın takviye ve taazzuvunu temîn buyurduktan sonra Erzurum’a teşriflerine şiddetle intizâr olunur.

Bendeniz, Heyet-i Temsiliye’mizde bulunan Bahriye Nâzır-ı Esbakı Rauf Beyefendi ile Sivas’ta in’ikad etmek üzere bulunan kongreye gideceğimizden avdetimize kadar Raif Efendi yalnız kalıyorlar. Teşrifleri kendileri için pek büyük medâr-ı tesliyet olacaktır. Cümleten gözlerinizden öperiz efendim.

Sâbık Üçüncü Ordu Müfettişi

Mustafa Kemal

Vesika 51

13 Ağustos 1335

Şeyh Mahmut Efendi Hazretlerine

Faziletlû Efendim;

Makam-ı muallâ-yı hilâfete ve saltanat-ı Osmaniye’ye olan revâbıt-ı hakikiyeleri ve vatan-ı azizimiz hakkındaki alâka-i kat’iyeleri cümlenin ma’lûm ve müsellemidir. Harb-i Umumî’nin ma’kûs neticesi düşmanlarımıza çok fırsatlar bahşeylediğinden mütarekeden beri devlet, millet ve vatanımız hakkında revâ görülen tecavüz ve taaddiler gayr-i kabil-i tahammül ve kabul dereceye vâsıl olmuştur. Hilâfet ve saltanatın izmihlâline ve vatanımızın Ermeni ayakları altında çiğnenmesine ve milletimizin Ermenilere esir olmasına rıza gösterecek hiçbir Müslüman tasavvur edilemez. Düşmanlarımızın her taraftaki teşebbüsleri hep vatanın parçalanması ve milletimizin esir olması gayelerine matûftur. Milletten kuvvet alamayan ve esir vaziyetinde bulunan hükümet-i merkeziye aczden başka bir şey gösterememiştir.

Milletin yekvücûd olarak kuvvet ve kudretini cihana göstermesinden başka çare-i halâs ve nokta-i istinâd kalmamıştır. Bu sebeple senâverleri resmî makam ve sıfatımın haylûletini gördüğümden derhal silk-i askerîden istifa ederek vatan ve milletimizin halâs-ı tâmmına kadar milletle beraber ve milletin içinde çalışmağa karar verdim. Zât-ı âlileri gibi fedakâr, vatanperver dindaşlarımızın benimle beraber çalışacağınıza mutmainim. Bu defa Erzurum Kongresi’nce takarrür ettirilen beyanname ve nizamnamelerden takdim ediyorum. O havalice tevsi ve takviye-i teşkilât zımnında sarf-ı makderet buyurulmasını ricâ ederim. Yakında Sivas’ta in’ikad edecek olan umumî bir kongre ile de daha nâfi ve kat’î netâyic elde edileceği şüphesizdir. O havalide İngilizlerin muğfil telkinatının önüne geçilmesi pek ziyade lâzımdır. Cenâb-ı Hak cümlemize muvaffakiyetler ihsan buyursun. Gözlerinizden öperim efendim.

Sâbık Üçüncü Ordu Müfettişi

Mustafa Kemal

Vesika 52

13 Ağustos 1335

Norşinli Meşâyih-i Izamdan Şeyh Ziyaeddin Efendi Hazretlerine

Faziletlû Efendim:

Zât-ı fâzılânelerinizin Harb-i Umumî’nin imtidâdınca Osmanlı ordusuna ifa eylemiş olduğunuz hidemât-ı bergüzidelerine ve makam-ı muallâ-yı hilâfet ve saltanata göstermiş olduğunuz revâbıt-ı kalbiyelerine yakından muttali bulunuyorum. Bu sebeple zât-ı âlinize kalben pek büyük hürmetim vardır.

Bugün makam-ı hilâfetin, saltanat-ı Osmaniye’nin ve vatan-ı mukaddesimizin düşmanlarımız tarafından nasıl rencide edilmekte ve vilâyât-ı şarkıyemizin Ermenilere hediye edilmesinde ısrar olunmakta olduğu malûm-ı ârifâneleridir. Millete istinâd etmeyen İstanbul’daki hükümet-i merkeziye bütün bu düşman taaddileri karşısında âciz ve nâçîz kalarak hukuk-ı millet ve memleketi müdafaa edememekte olduğu tahakkuk etmiştir. Bu sebeple milletimizin mevcudiyetini ve vahdetini bütün cihana göstermek ve hukukumuzun indî ve şahsî kararlarla imhâsına müsaade edemeyeceğimizi anlatmak maksadıyla senâverleri resmî makam ve sıfatımdan tecerrüd ederek milletin içinde ve milletle beraber çalışmaktan başka çare göremedim ve derhal askerlikten istifa ettim.

Vakayi-i elîme tesiriyle her tarafta teşekkül eden millî ve vatanî cemiyetlerin murahhaslarından mürekkeb olmak üzere Erzurum ’da in’ikad eden bir kongre ile “Şarkî Anadolu Müdafaa- i Hukuk Cemiyeti” teşekkül etti ve vahdet-i milliyemizi dahil ve harice karşı temsil eylemek üzere bir Heyet-i Temsiliye kabul edildi. Bu hususa dair bir beyanname ve nizamnamelerden zât-ı ulyânıza takdim ediyorum. Zât-ı fâzılâneleri cemiyetimizin en muhterem azasından bulunduğunuz cihetle istihsal-i maksad-ı mukaddes için cümlece müsellem olan himmet ve gayretlerinin teşkilâtımızın o havalice tesrî’-i husûlüne ve muzır düşman telkinâtının izâlesine masrûf olacağına mutmainim. Birkaç güne kadar Garbî Anadolu ve Rumeli ’nin bi’l-cümle vilâyâtından gelmekte olan murahhaslarla da umumî bir kongre Sivas’ta akdolunacaktır. Cenâb-ı Hakk’ın avn ü inâyeti ve Peygamber-i zî-şânımızın feyz ü şefaati ile umum milletimizin bir noktada müttehid olduğunu ve hukukunu muhafaza ve müdafaaya kadir bulunduğunu cihana göstereceğiz.

Karîben Meclis-i Meb’ûsan’ımızı açtırmak ve millete müstenid kuvvetli bir hükümeti mevki-i iktidara geçirerek selâmet-i vatanı temîn eylemek müyesser olacaktır.

Muhabbet ve hürmetlerimin kabulünü ricâ ve o havalideki bi’l-cümle vatandaşlarıma selâmlar ithaf eylerim efendim hazretleri.

Sâbık Üçüncü Ordu Müfettişi

Mustafa Kemal

Vesika 53

13 Ağustos 1335

Garzan’da Rüesâdan Cemil Çeto Bey’e

Efendim!

O havaliden gelen zevâttan aldığım ma’lumâttan zât-ı âlinizin makam-ı muallâ-yı hilâfete ve devlet-i ebed-müddetimize olan revâbıt-ı kaviye ve hakikiyeniz âsârından olmak üzere vatan-ı azizimizin düşman âmâline karşı sıyâneti zımnında göstermekte olduğunuz himmet ve fedakârlığa muttali oluyorum. Bundan dolayı pek ziyade memnun ve müteşekkirim.

Erzurum’a gelmeden evvel vuku bulan telgraf muhhaber âtımızda ilk fırsatta oralara gelmek arzusunda bulunduğumu bildirmiştim. Fakat ahvâl ve hâdisât şimdiye kadar buna müsaade etmedi.

Mesmû-ı âliniz olduğu ve olacağı vechile Mütareke’den sonra İtilâf Devletleri devlet ve milletimizin hukukuna asla riayet etmeyip memleketimizi ve vilâyât-ı şarkiyeyi Ermenilere vermek, vilâyât-ı garbiyemizden İzmir gibi en mamur yerleri Rumlara hediye etmek, Karadeniz sahillerinde bir Pontus Rum hükümeti teşkil etmek gayelerine düştüler. Bir taraftan da İngilizler Diyarbekir ve havalisi halkını iğfal ederek türlü türlü şekiller vermeğe kalkıştılar. Üçüncü Ordu Müfettişliğim esnasında, düşmanların bu hainâne kasıtlarına mümânaata karar verdim. Ve bunun için icap eden teşebbüsâta giriştim. İstanbul’da esir vaziyetinde bulunan hükümet-i merkeziyenin bazı ricâli, milletten kuvvet almakta müsamahakâr davrandıklarından ecnebiler indinde hükümsüz kaldılar. Benim millî ve vatanî iştigalâtımdan bi’t-tabi düşmanlarımız memnun olmadılar. Beni Anadolu’dan İstanbul’a davet etmek istediler. Ben ise nihayete kadar milletle beraber ve sine-i millette çalışmaya karar verdiğimden derhal askerlikten istifa ettim.

Malûm-ı âlinizdir ki Anadolu ve Rumeli’nin tekmil vilâyetlerinde Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri teşekkül etmiştir. Şarkî Anadolu vilâyât ve elviye-i müstakillesi murahhaslarından mürekkeb olmak üzere Erzurum’da bir kongre akdedildi. Bu sayede tekmil Şarkî Anadolu halkı birleşti. Dahilî ve haricî siyasetini tespit eden esaslı mukarrerât ittihâz etti ve bir de teşkilât nizamnamesi yaptı. Bunlardan zât-ı âlinize takdim ediyorum.

Birkaç güne kadar tekmil Garbî Anadolu ve Rumeli vilâyâtı murahhaslarından mürekkeb olmak üzere Sivas’ta umumî bir kongre in’ikad edecektir. Bu suretle de bütün millet yekvücûd olarak hukukunu müdafaa edecek hale gelecektir. Milleti müttehid bir halde gerek dahile ve gerek harice karşı temsil eylemek üzere bir Heyet-i Temsiliye intihap ve kabul edilmiştir ki, ben de bu heyette dahilim. İnşallah karîben Meclis-i Meb’ûsân toplanacak ve her türlü hukuk-ı millet ve memleketi müdafaaya kâfi kuvvetli bir hükümet mevki-i iktidara geçecektir. Milletin gösterdiği bu vahdet ve kudret sayesinde tekmil ecnebi devletleri, İngilizler, Amerikalılar, Fransızlar, İtalyanlar hulâsa cümlesi vatan ve milletimize hürmet etmeğe başladılar, inşallah netice mes’ûd olacaktır.

Şarkî Anadolu’daki cemiyetlerin birleşmesinden hâsıl olan “Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” kat’î mesâisiyle devletimizin istiklâlini ve vatanımızın tamamîsini kurtaracağına hiç şüphe etmiyorum. Zât-ı âliniz Cemiyetimizin en mühim azasındansınız. Himmet ve gayretinizle o havalide az zamanda teşkilâtın takdim ettiğim nizamname ahkâmına mutabık olarak vücuda getirileceğine ve İngilizlerin milletimizi parçalamaya ve vatanımızı Ermeni ayakları altında çiğnetmeye matûf olan entrikalarına meydan verilmeyeceğine mutmainim.

Sivas Kongresi’nde bulunmak üzere muvakkaten Sivas’a gideceğim. Ondan sonra tekrar Erzurum’a geleceğim. Gözlerinizden öper orada bi’l-cümle vatandaşlarımıza mahsus selâmlar eylerim efendim.

Sâbık Üçüncü Ordu Müfettişi

Mustafa Kemal

Vesika 54

Sivas Kongresi’nde Kongre Reisi Mustafa Kemal Paşa Hazretleri tarafından îrâd olunan nutk-ı iftitahî

Muhterem Efendiler;

Vatan ve milletin halâsını istihdâf eyleyen sevâik-i mücbire, sizleri bunca meşak ve mevâni karşısında Sivas’ta topladı. Celâdet-perver azminizi tebrik ve beyan-ı hoş-âmedî eylemekle bahtiyarlığımı arz ederim.

Efendiler, muhterem heyetiniz, rehakâr müzâkerâtına girişmeden evvel bazı ma’rûzâtta bulunmama müsaadenizi ricâ ederim. Malûmdur ki milliyetler esasına müstenid vaadler üzerine 30 Teşrinievvel 34 tarihinde Düvel-i İtilâfiye ile mütareke akdedildi. Milletimiz âdilâne bir sulha nâil olacağını ümit etti. Halbuki mütarekename ahkâmı vatan ve milletimiz aleyhinde her gün bir suretle su-i istimâl ve taarruz ve icbâr suretiyle tatbik edildi. Düvel-i İtilâfiye’den kuvvet alan memleketimizdeki anâsır-ı Hıristiyaniye milletimizin haysiyetini kesr ü ihlâl mahiyetinde çılgınca harekâta koyuldu. Garbî Anadolu’da İslâmın harîm-i ismetine dahil olan Yunan zâlimleri Düvel-i İtilâfiye’nin enzâr-ı tesamühü karşısında canavarca fecâyi ika’ etti. Şarkta Ermeniler Kızılırmak’a kadar tevessü hazırlıklarına ve şimdiden hudutlarımıza kadar dayanan katliâm siyasetine başladı. Karadeniz sahillerimizde Pontus Krallığı hayalinin tahakkukuna bile çalışıldı. Adana, Ayıntap, Maraş ve Konya havalisine kadar Antalya işgal ve Trakya da işgal mıntakasına ithal edildi. Pâyitaht-ı saltanat ve makarr-ı hilâfetin ise hükümdar saraylarına kadar boğucu bir tarzda işgali suretiyle kalpgâh-ı devlette ecnebi inhisar ve tahakkümü teessüs etti ve bütün bu hak-şiken tasaddilere karşı hükümet-i merkeziye ihtimal ki tarihte bir misli daha görülmemiş surette tahammül etti ve daima zayıf ve âciz bir mevkide kaldı. İşte bu ahvâl milletimizi şedîd bir intibâha şevketti. Artık milletimiz pek güzel anladı ki Düvel-i İtilâfiye bu vatanda mukaddesât ve mukadderâtına sahip bir kudret ve irâde-i milliye mevcut olmadığı zehâb-ı bâtılına kapıldı. Ve bu zehâb yüzünden cansız bir vatan, kanunsuz bir millet nelere müstahak ise bimuhâbâ onların tatbikatına koyuldu. Buna karşı tevekkül ve teslimiyetin inkıraz-ı tâm faciasından başka bir netice vermeyeceği kanaati teeyyüd etti.

Efendiler, milletimizin sizler gibi münevverân ve hamiyetperverânı manzaranın elemli karanlıklarından naümid olmadılar, çünkü onlar bilirler ki tarih bir milletin varlığını, hakkını hiçbir zaman inkâr edemez. Çünkü onlar kuvvetli bir iman ile kanidirler ki, bir nikâb-ı bâtıl arkasından vatan ve milletimiz aleyhinde verilen hükümler, ortaya sürülen kanaatler muhakkak iflâsa mahkûmdur.

Efendiler, İtilâf Devletleri’nin haksızlıkları ve hükümet-i merkeziyenin zaaf ve aczi karşısında milletimizin mevcudiyetini isbât ve fiilî tecavüzlere karşı namus ve istiklâlini bi’l-fiil müdafaa hükmünü vermekte muztar kaldı. Matlûb olduğu vechile: Şarkta harb-i zâilin her türlü meşakkat ve elemlerini görmüş ve bilhassa Ermenilerin vahşet ve zulümlerine sahne olmuş matemzede hudut vilâyetlerimiz namus ve istiklâl-i millîyi kurtarmak maksadıyla Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye, Muhafaza-i Hukuk-ı Milliye Cemiyetleri teşkil eylediler.

Şarktan ve cenuptan tehlike hisseden Diyarbekir vilâ yetimizde de Müdafaa-i Vatan Cemiyeti teşekkül etti.

Garpta Yunanlıların tecavüzü ihtimaline karşı teşekkül eden Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti Yunanlıların sevgili topraklarımıza ayak basması üzerine ilhakı fiilen redde kıyâm etti. Trakya’da, Kilikya’da ve her tarafta millî cemiyetler teşekkül etti. Hulâsa garptan ve şarktan yükselen sada-yı millet Anadolu’nun en ücra köşesinde ma’kes buldu. Binâenaleyh millî cemiyetler düşmanların esaret boyunduruğuna girmemek kasdıyla millî vicdanın azm ü irâdesinden doğmuş yegâne teşkilât oldu. Bu sayede asırlardan beri müstakil yaşıyan milletimiz mevcudiyetini âleme göstermeye başladı.

Efendiler, milletçe çare-i halâsın ancak kendi ruhundan ve kendi taazzuvundan doğacağı kanaati tahakkuk edince; bâriz tehlikeler karşısında bulunan Şarkî Anadolu vilâyâtı “Erzurum Kongresi’ni” davet etti. Bu sırada idi ki cereyân eden muhhaberât ve sâik olan hâdisât ve zarurat ile de halâs-ı umumî-i vatanı istihdâf eyleyen Sivas Kongresi, bugün heyet-i muhteremenizin vücuda getirdiği Umumî Kongre, 21 Haziran 335 tarihinde karar-gîr olmuştur.

Efendiler, burada azîm teessüflerle heyet-i aliyyenize arz edeceğim ki, memleketin ve milletin mukaddesâtını temînde acz ü meskenetten başka bir kudret gösterememiş olan hükümet-i merkeziye sadâ-yı milleti boğmak, revâbıt-ı müştereke-i milliyeyi kırmak ve bu suretle milleti daima mağlûp göstermek gibi ancak düşmanlarımızın hesab-ı menfaatine kaydolunan harekât-ı mezbûhâne ve mütehalifede bütün celâdetini takındı. Bu hal tarih-i millimizde bi’t-tabi hükümet-i merkeziye hesabına pek şaibedar bir fasıldır.

Teşekkür olunur ki Efendiler, millet ve kudret-i milliyenin tamamen müzâhiri olan namuskâr ordumuz, hükümet-i merkeziyeyi ikaz suretiyle zararlar ta’kîm edilmiştir. Maahaza su-i tesirler bazı mertebe teehhürâtı bâdi olmuştur.

Hatırlarda olacaktır ki, Sivas Umumî Kongresi’ne teşrifleri için 22 Haziran’da vuku bulan davetnamede Erzurum Kongresi’nden bahsedilerek 10 Temmuz, in’ikad için esas itibar edilmişti. Garbî Anadolu murahhaslarının bu zamana kadar Sivas’a vâsıl olabilecekleri tahmin olunarak Erzurum Kongre heyetinin de Sivas’ta umumî ictimâa dahil olabileceğine imkân tasavur edilmişti. Halbuki Sivas Kongresi’nin in’ikadı ancak bugün müyesser oldu. Aradan bir ayı mütecâviz zaman geçti. Bu uzun müddet zarfında Erzurum Kongresi heyetinin intizâr etmesinden ise zaten ma’lûm ve müşterek olan makasid-i asliye ve nikat-ı esasiye üzerinde icra-yı müzâkerât ve ittihâz-ı mukarrerât eylemesi münasip görüldü. Ve sonra da murahhasların mahall-i intihaplarına avdetleriyle mukarrerâtın fiilen tatbikatına başlamaları tercih edildi. Fakat kongre heyet-i umumiyesi ve binâenaleyh Şarkî Anadolu namına Sivas Kongresi’nde hazır bulunmak üzere Heyet-i Temsiliye’den bir heyetin tevkiline karar verdi.

Erzurum Kongresi’nin beyanname ve nizamnamesi muhteviyâtından başka hafî kalmış hiçbir karar yoktur. Yalnız Sadrazam Ferit Paşa’nın Paris seyahatinden avdetinde Anadolu’da şûriş olduğuna dair vuku bulan bir ta’mîmi Kongrece büyük teessüflerle okunmuş ve muhâlif-i hakikat ve menâfi-i memleket ve millete muzır bu gafilâne tebliğin derhal tekzîbi şiddetle kendisinden talep edilmiştir. Bir de intihâb-ı meb’ûsanın tesrî’i talep olunmuştur. Erzurum Kongresi yalnız Şarkî Anadolu murahhaslarından teşekkül etmiş bulunduğu için salâhiyetini bu daire dahiline hasretmek mecburiyetini nazar-ı dikkatte tutmuştur. Ancak Garbî Anadolu ve Rumeli murahhaslarının iştirakiyle tecelli edebilecek âm ve şâmil salâhiyetin istimâlini heyet-i muhteremenizin huzuruyla meşrût ve mukayyed gördü. Hatta bu sebepledir ki Şarkî Anadolu’daki millî cemiyetlerin birleşmesinden hâsıl olan kütleye unvan verirken Şarkî Anadolu kaydı konuldu. Ale’l-ıtlak “Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” yahut “Anadolu-Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” unvan-ı umumîsi istimâl edilmek ve bütün milletin hukuku namına kendi kendine salâhiyet vermek doğru olamazdı. Bu takdirde İstanbul’da vuku bulduğu gibi beş, on kişinin bir araya gelerek bütün milletin sahib-i salâhiyet vekilleri imiş gibi indî ve sahib-i aslî olan milletle alâkasız bir teşebbüs mahiyetinde olabilirdi. Buhunla beraber Efendiler, Erzurum Kongresi bütün memleketin ve milletin ittihat ve ittifak noktasında Şarkî Anadolu vilâyetlerince vilâyât-ı sâire ile her nokta-i nazardan iştirak-i mesâi temîni emel-i kat’îdir üssü’l-esâsını kabul eylemiştir. bi’t-tabi huzur-ı âlinizle münakid işbu Sivas Umumî Kongre’mizde vatanımızın yekpare, milletimizin yekvücûd olduğunu lüzumu gibi ifade ve isbât edecek esâsât vaz’ olunur.

Efendiler, Millet Meclisi’nin toplanması için öteden beri gösterilen âmâl-i milliye karşısında hükümet-i merkeziyenin bidayetten beri aldığı ihmalkâr ve bi’l-âhire mütemerridâne ve Kanun-ı Esasî’ye külliyen mugayir etvârı son günlerde cereyân-ı millî tesirâtıyla mümâşatkâr bir vaziyete girmiştir. Intihâbata emir verildiği malûmunuzdur. Bunun tahakkukunu inşallah azm ü celâdetiniz vücuda getirecektir. Ancak buna takaddüm eden safha-i vakayide müteaddit veya münferit ecnebi mandaterlikleri gibi doğrudan doğruya hayat ve istiklâlimizle alâkadar bir mesele mevzu-i bahis olmaktadır.

Meclis-i Millî’nin henüz toplanmamış olduğu bir sırada mahsur ve istiklâlini zayi etmiş olan hükümet-i merkeziyenin münferit ve gayr-i meşrû’ bir kararı veyahut âmâl-i milliyeye muhâlif bazı tekâlif-i hariciyeye inkıyâd ve ser-fürû etmiş gibi emr-i vâkilerin ihtimal-i zuhûrâtına karşı Erzurum ve Sivas Kongrelerinin ruh-ı millîyi temsilen ve bir birini takiben ictimâi muhakkak bir fâl-i hayr ü selâmettir. Ma’rûzâtım hitam bulurken vatan ve milletin fevz ü halâsı gayesine merbût olan heyetimizin muvaffak bi’l-hayr olması temenniyâtını bârgâh-ı ilâhiye ref’ eylerim.

Vesika 55

Adet

95

Sivas, 13.9.35

Konya’da K. O. 12, Diyarbekir’de K. O. 13, Balıkesir’de K. O. 14, Erzurum’da K. O. 15, Ankara’da K. O. 20.

Bursa’da Fırka 17, Çine’de Fırka 58, Bandırma’da Fırka 61, Niğde’de Fırka 11 (61. Fırka vasıtasıyla Edirne’de K. O. 1) Kumandanlıklarına

Hükümet-i merkeziyenin takip ettiği meslek-i irticakârâne ve son zamanlarda aldığı vaz’-ı mutlakıyet mevcut endişe ve heyecanı teşdide bâis olduğu gibi meb’ûsan intihâbatının icrasında ihmalkârâne hareketi, sulhün aleyhimizde olan bi’l-cümle icâbatını kabul ve millete bir emr-i vâki tarzında takdim edeceğini işrâb etmekte ve şu halde Sulh Konferansı’na verdiği nota mûcibince Toros’un berisindeki vilâyâtımızın zıyâı ve Aydın vilâyetinde kabul ettiği hudûdun garp aksâm-ı sahiliyesi ve memleketin muhtelif kıtaat-ı meşgûlesi maazallah zayi edilmek tehlikesi bütün üryanlığıyla hissedilmekte olduğundan Meclis-i Mebusan’ın intihabıyla milletin hukuk-ı mukaddesesini istimâline ve irâde ve kudretini izhâra meydan kalmadan böyle bir vaziyet-i mühlike karşısında ittihâz-ı tedâbîr ve müdafaa-i hukuk eylemek ve keza halkıteslîh ve yekdiğeri aleyhine kıyâm ve kıtâle teşvik cinayet-i denâetkârânesine teşebbüs ettiği elde edilmiş olan vesâik ile gayr-i kabil-i red bir surette tahakkuk eden hükümet-i merkeziye ile her türlü tedâbîre rağmen muhafaza-i mevki ettiği müddetçe kat’-ı münasebat edilmekle şayet bu müddet ve şu hal devam edecek olursa memleketin idâresi ve aynı zamanda tahassülü me’mûl yeni vaziyetlere karşı mukadderât-ı milletin takrir ve tesbiti zımnında bir umumî kongrenin fevkalâde olarak akdine ihtiyaç hâsıl olması me’mûldur. Lede’l-icâb bu fevkalâde kongrenin derhal ictimâını temînen azasını şimdiden intihap eylemek menâfi-i memleket icabından görülmektedir. Garbî Anadolunun murahhasları zaten Sivas’ta müctemi bir haldedir.

Binâenaleyh her sancaktan kazalarının adedine göre muktezi murahhasların şimdiden intihâbıyla ilk icrâ edilecek tebliğde gösterilecek mevki-i ictimâa şitâb etmek üzere ihtiyaten hazır bulunmalarının temîni ile isimlerinin şimdiden Sivas’ta Heyet-i Temsiliye’ye bildirilmesi ricâ olunur.

İşbu şifrenin suretini mıntakadaki Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerine tebliğ ve hükmünü müttehiden icraya himmet ve bir an evvel intâc buyurulması ricâ olunur.

Heyet-i Temsiliye [namına]

Mustafa Kemal

Vesika 56

Erzurum

529

Şifre mahlûlüdür

Sivas’ta Üçüncü Kolordu Kumandanlığı’na

Bedirhanî ailesinden Celâdet ve Kâmran ile Diyarbekirli Cemil Paşa ailesinden ve firârîlerden Ekrem namındaki üç şahıs silâhlı Kürtler muhafazasında ve vaktiyle Diyarbekir vilâyetinde aleyhimize propagandalar yapan İngiliz Binbaşısı Noel refaketinde olarak Elbistan ve Arga üzerinden .... Malatya’ya geldiler. Mutasarrıfla Belediye Reisi tarafından istikbâl edildikleri; Binbaşı Noel’in Türk, Kürt, ve Ermeni nüfusunu tetkik etmek üzere hükümet-i merkeziyenin müsaadesiyle dolaştıklarını söylediği ve fakat yedinde vesika olmadığı, Malatya’daki süvari alayının mevcudunun azlığı dolayısıyla bunların derdestine cesaret edemediği, maahaza bunların derhal tevkifi için İstanbul’a mürâcaat edildiği On Üçüncü Kolordu’dan bildirilmiştir. Bu adamların ne maksat ve ne için nereleri gezecekleri hakkındaki ma’lumâtını Harput Valisi’nden sordum. 6.9.35

K. O. 15 Kumandanı

Kâzım

Vesika 57

Şifre

Zata mahsus ve dakika tehiri gayr-i câizdir

7.9.35

Diyarbekir’de 13. Kolordu Erkân-ı Harbiye Riyâsetine

Memleket için pek muzır harekât icrasıyla meşgûl oldukları tahakkuk eden Vali Galip Bey, Malatya Mutasarrıfı ve Kâmran ve Celâdet ve Ekrem Beylerle refakatlerinde bulunan İngiliz Binbaşısı’nın behemehâl tevkif ve Sivas’a sevk edilmeleri için bizzat On Beşinci Alay Kumandanı İlyas Bey’in emrinde altmış kadar atlı ve ester-süvârın en geç olarak 9.9.35’te Harput’tan Malatya’ya hareketi icap etmiş ve tesrî’an li’l-maslaha doğruca mezkûr Alay Kumandanlığı’na da tebligat yapılmıştır.

Bu müfrezenin sür’at-i hareketinin temînini ehemmiyetle ricâ ederim. Berâ-yı muâvenet yarın Sivas’tan bir otomobil ile bazı zâbitân dahi gönderilecek ve müfreze için vesâit-i nakliye tedârikinde ihtiyâr edilecek masraf da buraca tesviye edilecektir. On Beşinci Alay’a verilecek emir suretinin acilen iş’ârını da ayrıca ricâ ederim. Bu hususlara kumandanınızın muvafakati olmasa bile icrası elzemdir.

K. O. 3 Kumandanı

Salâhattin

Vesika 58

Zata mahsustur.

Gayet aceledir. Dakika durmayacaktır.

Elaliz’den 8.9.35

Sivas’ta K. O. 3 K.

C: 8/9/35 zata mahsus şifreye:

1. Telgraf alınmış ve anlaşılmıştır.

2. Malatya buraya üç gün mesafededir. Orada süvari ve topçu alayları vardır. Hareket hazırlığı ikmâl edilmiş ve Kolordu’dan aldığım emir üzerine hareketim tehir edilmiştir. Kolordu’nun muvafakati olmadan buradan hareket etmekliğim münasip olmayacağından hareket emrimin Kolordu’dan tebliğine delâlet buyurulmasını sabırsızlıkla bekliyorum. Maruzdur. 11697 numara iledir.

Alay 1 5 Kumandanı

Binbaşı

İlyas

Vesika 59

Malatya’da Süvari Alay 12 Kumandanı Cemal Bey’le 7/8 Eylül 335 gecesi makine başında vuku bulan muharebedir. (Muharebeye başlamadan evvel hüviyetini anlatması hakkında sorulan sual üzerine şu ma’lumâtı verdi: Üç yüz on bir nihayetinde neş’et etmiş. Kafkas ve Suriye cephelerinde, Süvari İkinci Fırka’da, Aşiret ihtiyat Fırkası Müretteb Süvari Alay Kumandanlığı’nda ve İran’da Süvari İkinci Alay Kumandanlığı’nda bulunmuş, İstanbullu imiş).

Sual– Muhaberemizin hiçbir noktasının hiçbir kimseye söylenmeyeceğine dair yanınızdaki telgraf müdür ve memuruna yemin ettirmenizi ricâ ederim. Muhabereye devam edeceğiz.

Cevap– Yemin ettiler kimse kalmadı. Yalnızız efendim.

Sual– Oraya, bir İngiliz binbaşısı gelmiş, ismini, yanında kimler olduğunu bildiriniz ?

Cevap — Vesikasında, Covbertin Noel’dir. Refakatindekiler Bedirhanzade Kâmran ve Celâdet Beylerle Diyarbekir’li Cemil Paşazade Ekrem Bey ve Diyarbekirli Hilmi Efendi ve birtakım Ekrâddan ibarettir.

Sual — Ekrâd dediğinizin miktarı nedir ve o binbaşı cinsinden ne kadar kuvvet vardır?

Cevap — On beş yirmi kişi kadar vardır. Bir çavuş, bir neferi var. Başka yok efendim.

Sual — 5/6 gecesi Elaziz Valisi otomobille oraya gitmiştir. Orada mıdır ve onlarla temasta mıdır?

Cevap — Buraya gelmiştir. Noel ile görüşmüştür. Bugün de iade-i ziyaret olmak üzere Noel Vali’nin misafir bulunduğu Fabrikatör Mehmet Efendi’nin hanesine gidecektir. Diğerleriyle görüşüp görüşmediğini bilemiyorum.

Sual — Alayınızın el altında mevcudu nedir?

Cevap — Alayın bölükleri müteferriktir. Burada ancak bir kadro bölüğü vardır. Ânın da bir kısım atları takibattadır.

Sual — Şimdi, bu anda eliniz altında kaç müsellah nefer vardır?

Cevap — On beş, yirmi çıkarılabilir.

Sual — Vali Galip Bey’i ve İngiliz Binbaşısı’nı, Kâmran, Celâdet ve Ekrem Beylerin kâffesinin müdebbirâne tertiple bu gece tevkifleriyle Sivas’a tahrikleri elzemdir. Vaziyetiniz bunu yapmaya müsait midir? Size buradan ve Harput’tan muâvenet yetiştirilecektir.

Cevap — Vali’yi de beraber mi?

Sual — Bilhassa, evet!

Cevap — Arz ettiğim vechile vaziyet ve kuvvetim buna gayr-i müsaittir. Kâmran, Celâdet ve Ekrem Beylerin tevkifleri hakkında Kolordu 13 Kumandanı’yla muhabere cereyân etti. Neticesinde şimdilik tevkifleri vaziyetin nezaketi hasebiyle muvâfık olamayacağı hakkında emir de vürûd etmiştir.

Sual — Kendilerine hissettirmeksizin sıkı tarassudatta bulundurunuz. Her hareketlerinden bize ma’lumât veriniz. Kolordu Kumandanı’ndan emir gelecektir. Bir tarafa hareket ederlerse istikamet-i hareketleri ve otomobille mi hareket ettikleri bildirilmelidir. Bu zevât meyânında Vali Bey de dahil, İlyas Bey’le aranızda şifre var mıdır?

Cevap– Vali Bey Elaziz’den Amerika otomobiliyle gelmiştir. Diğerlerinin otomobili yoktur. Cümlesi atlı olarak gelmiştir, İlyas Bey’le şifremiz vardır.

Sual– Teşekkür ederim. Netice-i tetkikatınıza her an intizâr eyleriz efendim. Bizimle muhabere için lâzım gelen şifre size bildirilecektir.

Cevap — Her an emr-i âlinize âmâde ve lâyık olmadığım teşekkürâtın minnettarıyım. Gönderilecek şifrenize muntazır bulunduğumu arz eylerim.

Şifre

8.9.335

Malatya’da Alay 12 Süvari Kumandanı Cemal Bey’e

Zevât-ı malûme hâlâ orada mıdır ve bunlar hakkındaki tarassud tertibâtınız ne dereceye kadar emindir, öğle ve akşam olmak üzere günde iki defa ita-yı ma’lumât ricâ olunur. Mustafa Kemal

Ahmet Zeki

Vesika 60

Gayet aceledir.

360

Diyarbekir’den, 8.9.35

Sivas’ta: K. O. 3 Kumandanlığı’na

C: 7.9.35 şifreye:

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine: 15. Alay Kumandanı’na yazılan şifre berâ-yı ma’lumât zîrdedir.

1– Malatya’daki heyetin memleketin selâmeti nokta-i nazarından ne kadar muzır olduğu âşikârdır. İki ay evvel Diyarbekir vilâyetinde Hükümet aleyhinde alenen propaganda yapan Milli reisine bir buçuk aya kadar buralarda Hükümet-i Osmaniye memurları kalmayacaktır, diyen Musul vilâyetinin bugünkü hercümerç ve (mrdnh) sebeb-i yegâne olan Noel gibi ve (r h e n k a h) maksata hizmet edeceği bedîhîdir. Diyarbekir’de İngiliz himayesinde Kürdistan teşkiline çalıştığından/ (alşdgndadvzyy) takibata uğradğından Haleb’e firâr eden Cemil Paşazade Ekrem’in İngilizlerle beraber bulunması öteden beri Hükümet-i Osmaniye’ye düşmanlıklarıyla meşhur Bedirhanîlerden Kâmran ve Celâdet’in de refakat etmesi ve bunların doğruca öteden beri âmâl-i hainânesi ma’lûm olan Malatya Mutasarrıfı’nın mıntakasına gelmeleri pek ziyade câlib-i dikkattir. İstanbul’un, Vali’nin ve Mutasarrıf’ın azli hakkındaki müteaddit iş’ârâtımıza rağmen Mutasarrıf’ı elân vikaye eylemeleri kolorduların mâdûn kumandanlarla bile şifreli muhaberesini mâni emir veren İstanbul hükümet-i merkeziyesinin âmâl-i hainânesi kendilerince ma’lûm olan Noel gibi bir propagandacıya şifre ile muhabere ve istediği adamlarla görüşmek, istediği yeri gezmek için müsaadeyi hâvi bir vesika vermesi Kolordu’ca Harbiye Nezareti’ne bu heyetin geri aldırılması hakkında yazılan esbâb-ı mûcibeyi ve mütâlaayı hâvi şifrelere cevap bile verilmemesi, Vali’nin mıntıkasında şiddele tezâhürât-ı milliye aleyhinde bulunması ve şiddetle tehcir mesâilini takip etmesi ve geldiği günden beri aşâir arasında dolaşarak esrarengiz bir siyaset takip etmesi de calib-i dikkat mevâddandır.

Hükümet-i merkeziyenin vilâyât-ı şarkiyede hareket-i milliyeye mâni olmak maksadıyla İngilizlerle bi’l-müzakere Elaziz vilâyeti aşâirini para ile itmâ suretiyle elde etmek istemeleri, bu vechile mukabil bir kuvvet teşkil eylemek arzu etmeleri pek muhtemeldir. Bunun menâfi-i vataniyeye ne derece mugayir olacağı âşikâr ise de tarihimizde Rusları İstanbul’a çağırmak gibi lede’l-îcab düşmandan istimdat edilmiş olduğunun mukayyed olduğu düşünülürse bu fikir istib’âd edilemez. Hassaten umum Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin programını çizmek üzere Sivas’ta mün’akid Umumî Kongre’nin in’ikadda olduğu bu sırada Elaziz ve Malatya’da âmâl-i millete mugayir bir hareket görülmesi vatanımızın âtisi nokta-i nazarından cidden pek muzırdır. Buna ise ancak sizin gibi fedakârân-ı vatan çare-sâz olacaktır.

2– Üçüncü Kolordu ile Kongre heyet-i muhteremesi de memleket için pek muzır harekât icrasıyla meşgûl oldukları tahakkuk eden Vali Galip, Mutasarrıf Halil, Bedirhanîlerden Celâdet, Ekrem ve Binbaşı Noel’in behemehâl tevkif ve mahfuzen Sivas’a i’zâmını hassaten ricâ ediyorlar.

Bu maksatla kumandanız altında 60 kadar atlı ve ester-süvârın en geç olarak 9 Eylül’de Harput’tan Malatya’ya tahrik edilmesi icap ettiğini ve berâ-yı muâvenet bugün Sivas’tan bir otomobil ile bazı zâbitânın gönderileceğini bildiriyorlar.

3– Esasen Malatya’da süvari ve topçu alayı var. Fakat Alay Kumandanları beceriksiz ve o kadar mutemet değildirler. Vali postayı vuranları bizzat takip fikriyle bütün Süvari Alayı’nı istemiş, Alay yalnız Hısnımansur’daki bölükle beraber cem’an 40 atlı vermiştir. Maksatlarını istihsal için Malatya’da kuvvet bulundurmak maksadıyla bu da bir plân olabilir. Alay’a zinhar fazla kuvvet verilmemesini yazdım. Vali’nin, efrâdı firâra teşvik için cemiyet teşkil ettiği hakkındaki istihbârât da bu fikri teyid eder. Buradaki taburunuz yarın Harput’a hareket ediyor. Siverek’teki Süvari Bölüğü de kestirme yoldan Malatya’da Alayına iltihak emri aldı. Evvelce size lüzumunda efrâdı hayvanata bindirerek serian Malatya’daki kuvveti takviye için Kolordu’dan emir verilmişti.

Malatya vaziyetinin ehemmiyet kesbettiğini (as..pahs) ettiğinizden (vhs..h) imkân nisbetinde harekâtınızı gizliyerek altmış kadar ester-süvârla ve iki makineli tüfekle Malatya’ya gidebilir ve Kolordu’ya Malatya’dan bu emre tevfîkan muvakkaten Malatya’ya geçtiğinizi yazarsınız. Oradaki zâbitân ve Sivas’tan geleceklerle görüşerek ikinci maddedeki arzuya tebaan icabını yapmak hamiyet-i diniye ve gayret-i vataniyelerinden muntazardır. Vali gitmiş olursa İngiliz’in derdestinde de mahzûr-ı azîm görürseniz diğerleri hakkında icabı yapılır. Neticede Kolordu’ya Sivas’tan gönderilen müfreze tarafından yapılmış olduğunu söylersiniz. Her halde bu bâbda gayet mâhirâne ve cesaret-i medeniye ile hareket edilmesi. Hareketinizi, muvâsalatınızı bana, Sivas’a bildirmenizi bu bâbda gayet ketûm davranılmasını, ahvâle göre tatbikatta mahzur ve imkânsızlık görürseniz bildirmenizi hassaten ricâ ederim.

K. O. 13 Erkân-ı Harbiye Reisi

Halit

Vesika 61

Diyarbekir, 9.9.35

Sivas’ta K. O. 3 Kumandanlığı’na

1. (4114, 4224): İlyas Bey 52 ester-süvâr ve 2 mitralyözle bu sabah Malatya’ya hareket etmiştir. Yarın akşam Malatya’dadır. İlyas Bey’e ve Malatya’daki Alay Kumandanlarına yazdığım şifreler berâ-yı ma’lumât Sivas’a yazılmıştır.

2. İlyas Bey’le beynimizde müstamel ve tarafınıza bir sureti verilen elif 32’den başlayan miftâh Malatya’daki Topçu İkinci Alay’da mevcuttur, iki grup olarak istimâli ve “menzil miftâhiledir” kaydının derci ve mezkûr Alay Kumandanı Binbaşı Erzurumlu Münir Bey’in, Süvari Alayı Kumandanı’nın tebdili hakkında Kenan Bey’le muhaberedeyim. Bugün resmen de tevkif hakkında bir emir yazmıştım. Kumandan emredemedi. Artık muhâliflerle dolu bir muhîtte ve vilâyetimiz müşkilâtını takdir buyuracağınızı, buna nazaran beni daha fazla icrâât yapmamak hususunda mazur göreceğinizi ümit eder ve arz-ı hürmet eylerim efendim.

Kemal Bey daha mutemet bulunduğu ve bu vasıta ile muhabere buyurulması maruzdur. Şifre kalemi numara 365.

K. O. 13 Kumandan Vekili

Cevdet

Vesika 62

Şifre

Adet

23

Sivas, 9.9.35

Erzurum’da On Beşinci Kolordu Kumandanlığı’na

Ankara Yirminci Kolordu Kumandanlığı’na

Müstakil Kürdistan teşkili propagandası yapmakta olan İngiliz Binbaşısı Mister Noel, yanında Mevlânzade Rifat, Bedirhanîlerden Kâmran, Celâdet ve Cemil Paşazade Ekrem Beyler namındaki zevât ile Malatya’ya gelerek Elaziz Valisi Ali Galip Bey de kendilerine iltihak ile Bedirhanîlerden olan Mutasarrıf-ı Liva Halil Bey’le müştereken millet ve vatan aleyhinde icrââta tevessül eyledikleri ve güya postayı vuranları takip eylemek maksadıyla etraftan Ekrâd celbine kalkıştıkları istihbâr edildiğinden Harput’tan 15. Alay Kumandanı makineli tüfekle mücehhez bir müfreze-i askeriye, Aziziye’den iki süvari bölüğü, Siverek’ten Malatya’daki Süvari On İkinci Alay’a mensup bölük Malatya üzerine tahrik edilerek mûmâileyhümün tevkifleri esbâbına tevessül edilmiştir. Netice ayrıca arz olunacaktır.

Mustafa Kemal

Vesika 63

Şifre

Adet

21

Sivas, 9.9.35

Diyarbekir On Üçüncü Kolordu

Erkân-ı Harbiye Riyâseti’ne

Malatya’da ictimâ eden millet hainlerinin bu defa da güya postayı vuranları takip maksadıyla etraftan Ekrâd celbine tevessül eyledikleri mesmû oldu. Aziziye’den hareket eden Üçüncü Kolordu Süvari Bölüklerine en kısa yoldan Malatya’ya hareket emredildi. Binâenaleyh posta hırsızlarını takip etmek için uzaklaştırılmış olan On İkinci Süvari Alay Bölüğü’nün de hemen Malatya’ya tahriki pek lâzımdır. Müstaceliyet-i maslahata binâen Alay Kumandanı’na bu husus tavsiye edilmiştir. Kolordu’dan da doğruca emir verilmesi ricâ olunur. Bugün ayrıca otomobil ile Malatya’ya zâbitân da gönderilmiştir.

Mustafa Kemal

Vesika 64

Şifre

Adet

18

Sivas, 9.9.35

Malatya’da On İkinci Süvari Alay Kumandanlığı’na

Harput Valisi ile Malatya Mutasarrıfı’nın İngilizlerin âleti olarak vatan ve millet aleyhinde icrââta tevessül eyledikleri ve elyevm Malatya’da müstakil Kürdistan teşkili propagandası yapmak üzere gelmiş olan İngiliz Binbaşısı Mister Noel ve hempâları Kâmran, Celâdet ve Ekrem ve Mevlânzade Rifat Beylerle birleşerek, güya postayı vuranları takip eylemek üzere Mutasarrıf’ın civardan müsellah Ekrâd talep eylediği anlaşıldı. Bu hususta taraf-ı âlinizden de ma’lumâta intizâr ediyorduk. Doğrudan doğruya millet ve ordu aleyhinde bir hareket-i hainane teşkil eden bu teşebbüse karşı Alayınız ne tertibât almıştır. Sür’at-i iş’ârına muntazırım. Hısnımansur’daki bölüğünüzün takipten sarf-ı nazar ettirilerek hemen Malatya’ya celbi lâzımdır.

Mustafa Kemal

Vesika 65

Şifre

Sivas, 9.9.35

Kemah’ta Meb’ûs-ı Sâbık Sağırzadelerden Hâlet Beyefendi’ye

İngiliz himayesinde müstakil bir Kürdistan teşkili maksadıyla propaganda yapmakta olan İngiliz Binbaşılarından Mister Noel’in din ve milliyetlerini satmış Kürt Beylerinden Ekrem, Kâmran Ali, Celâdet’le Malatya’ya geldiği ve hükümet-i merkeziyenin mürevvic-i efkârı, yani millet ve vatan haini olan Harput Valisi’nin de bunlara iltihak eylediği ve Bedirhanîlerden Malatya Mutasarrıfı Halil Bey’le beraber güya postayı vuran hırsızları takip bahanesiyle Ekrâd celbine tevessül eyledikleri haber alındı. bi’t-tabi men’-i mazarratları için tedâbîr-i askeriye ve milliyeye tevessül edildi. Şu kadar ki, Kürtlerin makam-ı mukaddes-i hilâfete ve vatana olan sadakat ve merbutiyetlerini göstermek üzere bazı ağavâtın bir miktar Kürt kuvvetiyle birlikte Malatya istikametine hareket ve pâdişâh ve millet aleyhinde İngilizlerle teşrik-i mesâiye cür’et eden ve o civarın sâf Ekrâd’ını posta hırsızlarını takip yalanı ile toplayarak beyhude yere asker tarafından itlâf edilmelerine ve pâdişâha, millete karşı isyan etmiş bir şekle sokulmalarına sebebiyet verecek olan bu vatan hainlerinin alçaklıklarını mârrü’l-arz Ekrâd’a vesâit-i seria ile iblâğ ederek davete adem-i icâbetlerinin temînine hasr-ı himmet eylemeleri son derece şâyân-ı arzudur. Mümkün ise hemen tevessül ile neticenin iş’ârını ricâ ederiz.

Mustafa Kemal

Vesika 66

Malatya, 16 Eylül 335

Sivas’ta K. O. 3 Kumandanlığı’na

Zeyl 15.9.35 şifre: Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine:

Vali, Mutasarrıf hakkında söylenilen sözleri dinlememiştir. Hatta eşrâf ve muteberânın kendisine Mutasarrıf aleyhinde vâki olan ma’rûzât ve şikâyetlerini kâmilen Mutasarrıf’a ihbar eylemiştir. Bi’l-âhire eşrâfın bu hususta kendisine vâki olan suallerine karşı, benim İstanbul’da da sır saklayamadığım meşhurdur. Ben sır sandığı değilim. Fakat merak etmeyin ben Mutasarrıf’a başka tarzda anlattım, demiştir. Sivas’ta Malatya ve Harput’la vâki olan açık tel muhaberesini ve kendisini Mutasarrıf’ı ve yeğenlerini ve sâireyi derdest etmek üzere Harput’tan İlyas Bey’in, Sivas’tan da birtakım zâbitânın hareketini bura Telgraf Müdürü derhal Vali’ye ihbar eylemesi üzerine Vali’yi pek büyük havf istilâ eylemiş ve bütün geceyi hükümet dairesinde geçirmiştir. Vali bizzat telefonla Mutasarrıf’ı müteaddit defalar davet eylemiş ise de, Mutasarrıf icâbet eylememiştir. Bütün gece odada dolaşarak uyuyamamıştır. Vali Jandarma Kumandanı’na müdafaa etmek üzere tekmil jandarma ve polisi toplamasını emir vermiş ise de esasen kuvvetin az olduğunu ve böyle bir zamanda şehrin asayişine nezaret edecek kimse kalmayacağını, kendilerinin esas vazifelerinin asayişi tesisten ibaret olduğunu söyleyerek reddeylemiştir. Bunun üzerine Hacı Kaya’ya adamlarıyla İlyas Bey’i yolda pusuya düşürerek tevkif eylemesi için mürâcaat eylemiş ise de oradan da bir rûy-ı muvafakat görmemiştir. Bunun üzerine firâra karar vererek Hacı Bedir Ağa’yı da bu hususta iğfal eylemişlerdir. Bunlara mümâşât eden Hacı Bedir Ağa’nın biraderi olup Hacı Bedir Ağa’nın bizzat dindar ve namuskâr bir zat olduğunda herkes müttehidtir. 10 Eylül sabahı, bunların hareketi mukarrerken nezdlerinde birkaç jandarma ve müsellah Kürt olduğu halde âni olarak hükümete gelmişlerdir. Bu sırada Süvari Alayı tarafından Mutasarrıf’ın evinin telefon telleri kesilerek ve evi sarılarak basılmıştır. Bunu hükümette para almakla uğraşan Vali ve Mutasarrıf haber alınca bunlar şiddet-i havf ile her şeyi unutarak maiyetleriyle birlikte atlarına binip sür’atle firâr eylemişlerdir. Mustafa Kemal ve avenesinin tenkîli masârifine karşılık olmak üzere ol bâbdaki emrine tevfîkan altı bin lira alınmıştır, ibaresi ve her ikisi tarafından imzalı senetleri de olduğu gibi bırakmışlardır. Senet Jandarma Kumandanı nezdindedir. Bu para alınmış ve unutulmuş olduğuna nazaran paramın ahzıyla harekât-ı milliyeye sarfı menût-i rey-i âli-i devletleridir. Mabadı arz edilecektir.

K. O. 3 Emir Zâbiti

Recep Zühtü

Vesika 67

Malatya 17.9.35

Sivas K.O 3 Kumandanlığı’na

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine:

Zeyl 16.9.35 şifreye:

Jandarma Kumandanı’nın fikrine göre firârîleri Kürtler arasında ele geçirmek ihtimali yoktur. Yapılan teşebbüsler tesiriyle Kürtler arasında da duramayacaklarından Mutasarrıf’ın Urfa’ya İngilizlere dehâlet, Vali’nin de Kayseri’ye, oradan da İstanbul’a geçmesi muhtemeldir. Vali’nin ailesi Elaziz’dedir.

Mutasarrıf’ınki de burada Amerika eytamhanesine iltica etmiştir. Vali ailesine ziyade merbût ve meclûp olduğu cihetle ailesini takiple kendisine mülâki olmak mümkündür. Bu hususa mümkün mertebe dikkat ediyorum. Elaziz’ den hareketinde takip edebilmek üzere bendenize de haber verilmesi için Elaziz’de icap edenlere emir buyurulması maruzdur. Mûmâileyhümâyı takiple Kayseri’de veyahut Pozantı–Eskişehir hattı üzerinde Vali’ye mülâki olmağı muhakkak addediyorum.

Mutasarrıf’ın yeğenleri Celâdet ve Kâmran, Noel’in refakatinde imiş. Süvari Alayı tarafından Mutasarrıf’ın evinin bir parça tedbirsizce ve lâzım gelen yerler tutulmaksızın basılması ve icap eden ketûmiyete itina edilmemesi Vali ve Mutasarrıf’ın maiyetlerindeki müsellah adamlarla mukabele ederek burada mevcut cüz’î kuvve-i askeriyeye karşı kanlı bir şûriş çıkartmaları ihtimalinden ihtirazen merkumanı ürkütmek ve esasen maksatları dahilinde olan firârlarını tesrî’ ve ta’cil ettirerek bu suretle buradan bir an evvel çekilip gitmeleri için limaksadin yapıldığını Jandarma Kumandanı Tevfik Bey sözleri arasında ihsâs etmek istemiştir.

Buradaki Süvari ve Topçu Alayı Kumandanları da halk üzerinde iyi bir tesir bırakmağa muvaffak olamamışlardır. Hacı Kaya’nın üç bin silâhlı çıkarabilecek bir aşiret reisi olduğu ve aşiret efrâdı civar Kürtlerin en saf ve cesurlarından bulunduğu anlaşılmıştır. Hacı Kaya ve Hacı Bedir Ağalardan murahhas olarak davet buyurulacak olursa, zaten diğerlerine nisbeten sakin ve merbût bulunan bu havali Kürtlerinin pek ziyade memnun edilmiş olacağı maruzdur.

K. O. 3 Emir Zâbiti

Recep Zühtü

Vesika 68

Şifre

Aceledir

Adet 32

Sivas, 10.9.35

Malatya’da On Beşinci Alay Kumandanı İlyas Bey’e

Vali ile Mutasarrıf’ın firârı, niyetlerindeki hıyanete en büyük delildir. Bu vatan hainlerinin İngiliz parası ile millet ve hilâfet aleyhinde Kürtlük gayesi için çalıştıkları ve maattessüf İstanbul’daki hükümetin de bunların şerik-i cinayetleri olduğu elde edilen şifrelerden anlaşıldı, mesele tamamen vatanîdir. Bu sebeple evvel emirde bu denîlerin sür’atle derdestleri ve Kürtlük cereyânına o taraflarda asla müsait zemin bırakılmaması lâzımdır. Sivas’tan bir ester-süvâr müfrezesi evvelki akşam o tarafa sevk olunduğu gibi, Aziziye’den iki süvari bölüğü, Malatya istikametine tahrik edilmiş ve ayrıca, Mamahatun’daki Süvari Alayı’na, Harput’a yürümesi emredilmiştir. Bundan başka Kemah’ta mukîm Meb’ûs-ı Sâbık Sağırzadelerden Halet Bey’e de birtakım Kürt ağavâtıyla bizzat o taraflara inerek Kürtlerin, bu alçakların hilesine aldanmamaları için icrââtta bulunulması tavsiye edilmiştir. Malatya’da mutasarrıflığın Jandarma Kumandanı tarafından deruhde edilmiş olması pek münasiptir. Aynı vechile sahib-i namus ve hamiyet diğer bir zatın da Harput’ta makam-ı vilâyeti işgal etmesi, Malatya ve Harput’taki kuvâ-yı hükümeti tamamen ele alarak millet ve vatan aleyhinde hiçbir icrââta meydan verilmemesi, Kürtlük cereyânının kökünden sökülüp atılması ve firârî hainlerin İngiliz parasıyla Kürtleri aldatarak pâdişâh ve asker aleyhine şevke çalıştıkları; bunlara uyanların bilâ-amân u merhamet imhâ edileceği her tarafa müsait suretlerle ta’mîm olunarak saf ve namuslu halkı hakikatten haberdâr eylemek gibi tedâbîre bir an evvel tevessül pek mühimdir.

Bu millet hainlerinin İngilizle teşrik-i mesâi edeceğinin de göz önüne alınarak icabında mevcudiyet-i milliyemizi tehlikeye sokacak olan ecnebi askerlerine de mukabele olunacağının derpîş edilmesi lâzımdır.

Takip ve derdestleri hakkında ittihâz kılınan tertibâtın iş’ârını ricâ ederim.

Vesika 69

Aceledir

Adet

125

Sivas, 10.9.35

Diyarbekir’de On Üçüncü Kolordu Erkân-ı Harbiye Reisi Halit Beyefendi’ye

1– Malatya vaziyeti malûm-ı âlileridir. Hainlerin takip ve derdesti hakkında Kolordu’muzdan emir verilmiş olduğu pek musiptir. Üçüncü Kolordu Aziziye’deki iki bölüklü Süvari Alayı’na en kısa yoldan caddeye çıkarak Malatya’ya yürümek emrini verdi. On Beşinci Kolordu’ya Mamahatun’daki Süvari Alayı’nı Harput’a sevk etmesini yazdık. Malûmunuz vechile Sivas’tan ayrıca bir ester-süvar müfreze de evvelsi akşam Malatya istikametine tahrik olundu.

2– Dahiliye Nâzırı ile Harput Valisi’nin elde edilen şifreli muhhaberâtından Ali Galip Bey’le hempâlarının kuvâ-yı mühimme toplayarak Sivas üzerine yürümek gibi bir hıyanet-i vataniyeye teşebbüs etmek istedikleri tahakkuk eylediğinden ma’rûz kuvvetlerin yetişmesine intizâra lüzum kalmadı. Eşirrâ-yı mûmâileyhümün serian takip ve derdestleri ve Kürtlük cereyânına müsait zemin husûlüne mahal bırakılmaması için Kolordu’nuzca her türlü tedâbîre tevessül edilmesi pek mühimdir.

Tedâbîr-i müttehaze sayesinde mezkûr mıntakada başgösteren Kürtlük cereyânının tamamen akamete uğrayacağı bedîhîdir.

3– Firâr eden Vali ve Mutasarrıf yerine şâyân-ı emn ü itimat ashâb-ı namustan iki zatın sür’at-i tayini pek lâzımdır. Tarafımızdan Malatya’daki Jandarma Kumandanı da muvâfık görülmekte ise de Diyarbekir Mektupçusu’na itimat olunmamaktadır. Her halde bu iki mevkie Kürtlük cereyânını kökünden sökecek, millî birlik uğrunda vâkıfâne, cansipârâne çalışacak zevâtın serian tayini pek lâzımdır. Vaziyet-i âhireye nazaran bu meselede hükümet-i merkeziyenin istihsal-i rey ve muvafakati bi’t-tabi mevzu-i bahis olamaz. Bu bâbdaki mütâlaanıza ve ittihâz kılınacak tertibâtınızın iş’ârına muntazırız.

Mustafa Kemal

----------------

(Vesika: 69a)

Şifre

Gayet Aceledir

Adet

33

Sivas, 10.9.35

Erzurum’da On Beşinci Kolordu Kumandanlığı’na

Harput Valisi Ali Galip Bey’le Malatya Mutasarrıfı ve İngiliz Binbaşısı Mister Noel ve hempâları askerin Harput Malatya’ya hareketini duyunca bu sabah Kâhta istikametine firâr etmişlerdir. Bunların o civarda Bedir Ağa nezdine giderek Ekrâd cem’ ile mukabil harekâta kıyâm eyleyecekleri ve ihtimal ki Maraş’ta İngiliz kuvvetlerinden de istiâne edecekleri tahakkuk eylemiştir. On Üçüncü Kolordu takiplerine emir vermiş ve Üçüncü Kolordu da mümkün olduğu kadar kuvvetlerini cenuba doğru indirmiştir. Vaziyetin tamamen millet lehine olarak temîni ve bu hainlere kıpırdanacak bir fırsat verilmemesi için azamî tesirin gösterilmesi lüzumu tabii bulunduğundan Mamahatun’daki Süvari Alayı’nın Harput istikametine tahriki tarafımızdan tensîb edilmekte olduğunu arz ederiz.

Mustafa Kemal

Vesika 70

SURET 1

Dahiliye Nâzırı Âdil Beyefendi’ye

Zât-ı âlileriyle Mamuretülaziz Valisi Galip Bey arasında teati olunan telgraflar Kongre heyetince elde edilmekle aynen makam-ı vilâyete tevdî edildi. Bu telgrafların suretlerini zîrde derc ediyorum. Verdiğiniz emir, Galip Bey’in deruhde ettiği vazife, doğrusu beht ü hayretimi mûcib oldu. Bir taraftan bendenizin infisâlimin aslı olmadığını tebliğ ile şahsımı iğfal ve bir bâdire-i uzmâya ilka ediyorsunuz. Diğer taraftan da Müslümanları bir birine kırdırmak için tertibât-ı cinâyetkârânede bulunuyorsunuz. Sizi bu türlü tertibâta sevk eden sebep nedir. Bir türlü anlayamıyorum. Buraca pâdişâhına isyan etmiş bir kütle mi vardı ki eşkıyadan mürekkeb bir kuvve-i te’dîbiye göndermeye ihtiyaç görüyorsunuz. Ve böyle vâhi teşebbüsât-ı hainânenin mümkinü’l-icra olacağına nasıl kanaat edebiliyorsunuz. Evvel ve âhir arz ettiğim vechile dahil-i vilâyette muhill-i sükûn ve asayiş ufak bir hareket bile yoktur. Maksadınız Mustafa Kemal Paşa ile Rauf Bey’i tutmak ve Kongre’yi dağıtmak ise buna imkân olmadığını evvelce arz etmiştim. Şimdi yine bu iş için ahali arasında mukatele açmağa, memleketi ateşe vermeğe, büsbütün elden çıkarmaya sebep olmak ve bi’n-netice vatan ve millete karşı ihanet cürmü teşkil eder. Bendeniz öyle anlıyorum ki, zât-ı âliniz hırs-ı câh ile hakikati göremiyorsunuz ve hakikati söyleyenleri sevmiyorsunuz. Onları susturmak, ezmek istiyorsunuz. Bilerek yahut bilmeyerek düşmanların ekmeğine yağ sürüyor ve memleketi felâkete sürüklüyorsunuz. Şu hal ve vaziyette bulunan bir nâzıra artık itimâdım kalmadı. Bugüne kadar her mes’ûliyeti şahsen deruhde ederek idâre-i umûr ettim, fakat bu dakikadan itibaren bendeniz makam-ı vilâyette iken Harput ve Malatya Müslümanlarının Sivas Müslümanlarıyla ve buradaki anâsır-ı gayr-i Müslime ve ecnebiye ile mukatele etmeleri gibi hazin ve hûnîn bir manzaraya tahammül edebilecek kadar vicdansız olmadığımdan buna müsaade edemeyeceğim. Bu bâbdaki mes’ûliyetin tamamen size râci olduğunu arz ederim efendim.

10.9.35

Sivas Valisi

Reşit

SURET 2

Dahiliye

Sivas Vali-i Sâbıkı Reşit Paşa Hazretlerine

C: Kongrenin orada akdedeceğini bildirdiğiniz ictimââttan Düvel-i İtilâfiye’ce emsâl-i sâbıkası gibi hâsıl olacak su-i tesirât- ı azîme ve bundan vatan ve milletçe tahaddüs edebilecek mazarrat-ı vahîme şâyân-ı endişe olduğundan bu bâbdaki telgrafname- i vâlâlarına cevâben nazar-ı dikkat-i âlinizi vaktiyle celp ve bu teşebbüsün suret-i münasibede men’i esbâbının istihsalini dirayet ve hamiyet-i aliyyelerine terk etmiştim. İki şıkkı muhtevi olan cevapname-i malûm-ı vâlâları üzerine Galip Bey’in icra-yı memuriyeti hususuna Meclis-i Vükelâ kararıyla irâde-i seniye-i cenâb-ı hilâfetpenâhî şeref-sudûr buyuruldu. Vatan ve milletin ma’rûz olduğu mehâlik-i azîmeyi teşdîd etmekte olan harekât-ı vâkıâdan sarf-ı nazar edilmesi hakkında evvel ve âhir icrâ olunan tebligat ve te’kidatı nazar-ı dikkate almayarak mukteza-yı siyasete münâfi, vatan ve milletimiz hakkında cidden mehâliki dâi harekâtta ısrar edenler tarafından Galip Bey’e taarruza kıyâma varılması mülâhazasına binâen mücerred böyle bir münasebetsizliğin men’-i vukuu için Galip Bey’in lüzumu kadar muhafız ile birlikte azîmet etmesi muvâfık-ı ihtiyat görülmüştü ve birkaç muhafız ile gitmek isteyen Galip Bey’e böyle bir taarruza ma’rûz kalmamak için muhafızların ihtiyaten tezyîd ve miktarı yüz, yüz elliye iblâğı tavsiye olunmuştu. Bu kadar cüz’î bir miktar maksadı vâzıhan tayine kâfidir. Bunu tefsir ve tevile imkân yoktur. Galip Bey’den suretini naklettiğiniz yolda bir telgrafname de alınmamıştır. Bu bâbda zât-ı vâlâlarıyla teati ettiğimiz telgraflarla mütâlaa ve suretini nakleylediğiniz telgrafnamem dikkatle kıraat olunduğu halde bu defa yazdığınız telgrafnamenin ne kadar nâbecâ ve şahsî mesleğini ve vicdanını pek iyi bildiğiniz bir hâdim-i kadîm-i millete karşı kullandığınız tâbiratın ne derece nâsezâ olduğunu elbette teyakkun ve irâde-i seniye-i cenâb-ı hilâfetpenâhî hükm-i âlisine mutavaat lüzumunu takdir edersiniz. Hiç kimsenin uhde-i inhisarında olmayan hamiyet-i vataniyeden nasibim lehülhamd hiç kimseden aşağı değildir.

10.9.35

Dahiliye Nâzırı

Âdil

SURET 3

Dahiliye Nâzırı Âdil Beyefendi’ye

C: 10 Eylül 335. Evvelâ infisâlim hakkındaki irâde-i seniye-i hazret-i hilâfetpenâhînin resmen tebliğini ricâ ederim. Saniyen suret-i mevsûkada haber alındığına göre Vali-i lâhik Galip Bey’in Sivas’a beraber girmek üzere Malatya’da birtakım eşkıyâ ve eşirrâyı başına toplamak ihanetinde bulunduğu görülmesi üzerine mahallince derdestine teşebbüs olunmuşsa da refakatinde bulunan İngiliz Binbaşısı Noel, Malatya Mutasarrıfı Bedirhanîlerden Halil ve mazhar-ı teshîlât olmaları için taraf-ı devletlerinden yedlerine vesika verilen Kâmran ve Celâdet ve Diyarbekirli Cemil Paşazade Ekrem Beylerle beraber Kâhta istikametine doğru firâr etmişler ve elân takip edilmekte bulunmuşlardır. Şu hale göre Galip Bey’in buraya vürûdu vakte muhtaç ve belki meşkûk olduğundan bu hakayıkı hâkipây-i şâhâneye arz ettikten sonra azlim hakkında şeref-taalluk buyurulacak irâde-i seniyenin şâyân-ı itimat bir nâzır tarafından resmen tebliğiyle beraber bundan sonra kat’iyen mes’ûliyet kabul edemeyeceğime mebni irâde-i hilâfetpenâhîye mutavaaten işten çekilmek üzere kime tevdî-i vekâlet edeceğimin gene o nâzır tarafından emr ü iş’ârına müsaade buyurulmasını istirham ederim efendim.

10.9.35

Sivas Valisi

Reşit

Vesika 71

Malatya

Zata mahsustur

Sivas’ta K. O. 3 K.

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinedir.

Firârî zevât-ı malûmenin 10/11.9.35 gecesini Raka’da geçirdikleri ve 11/12.9.35 gecesini de Raka’nın yarım saat yakınında bir köyde bir aşiret reisinin yanında geçirecekleri anlaşılmakla maruzdur.

1 1.9.335

Alay 15 K. Binbaşı

İlyas

Vesika 72

Ankara K. O. 20 Kumandan Vekâleti’ne

Erzurum’da K. 0. 15 Kumandanı Kâzım Paşa Hazretlerine

Diyarbekir K. O. 13 Kumandanı Miralay Cevdet Bey’e

Malatya firârîlerinin 10/11 Eylül gecesini Malatya kurbunda Raka 11/12 gecesini Raka’ya yarım saatlik bir köyde bir aşiret reisinin nezdinde geçirdikleri Malatya’dan haber alınmıştır.

12.9.35

Mustafa Kemal

Vesika 73

Malatya, 11.9.335

Yüzbaşı Faruk Bey’in avdetinden evvel Vali’den ayrılan ve geç olarak merkeze gelenin (ismi yok) ifadesi ber-vech-i âti maruzdur. “Vali Ali Galip ve Mutasarrıf Halil Beylerin mevkilerine avdet edip aileleriyle birlikte isteyecekleri istikamete hareket etmek üzere serbestçe memlekete girmelerine ve kendi şahıslarına hiçbir suretle müdahale ve taarruz edilmeyeceğine dair tarafımdan temînat-ı kaviye talep etmekte oldukları şimdi yanlarına gidip gelmiş olan birisi vasıtasıyla haber gönderecekleri ve binâenaleyh selâmet-i memleket namına bu suretle vâki olan tekliflerini kabul etmek muvâfık olup olmadığı” hakkındaki emrinizin intizârında bulunduğumuz maruzdur.

İlyas

Vesika 74

Malatya’da İlyas Beyefendi’ye

Ali Galip ve Mutasarrıf-ı Sâbık Halil ve hempâlarının millete karşı hıyanet ve denâetlerinin tahakkuk eylemesi üzerine bu meseleyi merkumûn ile münasebete girişerek değil yalnız ve ancak pâdişâhımıza doğrudan doğruya arz-ı hakayık eylemek suretiyle halletmek için bu dakikada bütün Anadolu’da tekmil valiler, mutasarrıflar, kumandanlar ve millet telgraf başında bulunuyorlar ve hükümet-i merkeziyeyi Ali Galip ve hempâlarıyla şerik-i hıyanet addederek tahtie etmektedirler. Böyle bir anda başka bir suret-i hal vârid-i hâtır olamaz. Bu hususta zât-ı âlilerinin azamî şiddet ve ciddiyet göstereceklerinden eminiz. Mutasarrıf Vekili Tevfik Bey’den ve Topçu Alay Kumandanı Münir Bey ve Süvari Alay Kumandanı Cemal Bey arkadaşlarımızdan da aynı suretle hareket bekleriz. Cihet-i askeriye ve mülkiyece en son alınmış olan tedâbîrin izah buyurulmasını ricâ ederiz. Bu adamların aileleri hüsn-i suretle taht-ı muhafazada bulundurulmalıdırlar. Tarafdârânı bilâ-tereddüt ve derhal tevkife alınmalıdırlar, zerre kadar mümânaat ve fesada cür’et edenler bilâ-merhamet derhal idam olunmalıdırlar.

Hilâfet ve saltanatın masûniyeti ve hukuk ve mukaddesât-ı millet bugün bu tarzda harekete âmirdir.

Umumî Kongre Heyeti

Vesika 75

12.9.35

Saat 1.40

Malatya’da On Beşinci Alay Kumandanı İlyas Bey’e

Şimdi mahallinden verilen ma’lumât-ı mevsûka şudur: İngilizlerin elyevm Urfa’da üç yüz, Ayıntap’ta üç yüz elli, Maraş’ta yüz neferleri vardır. Binâenaleyh size bir İngiliz fırkasından bahsedenlerin beyânâtı, vatan ve millet hainlerinin yalanını naklederek maneviyatınızı kırmak, alçaklıktır. Hakikat-i mezkûrenin icap edenlere tefhimi münasip olur.

Mustafa Kemal

Vesika 76

Malatya, 11/12.9.35

C. tele: 1– Şart dermeyan eden Vali Galip, Mutasarrıf Halil Rami Beylerdir. 2– Sivas’tan gönderilen zâbitler hâlâ gelmemiştir. 3– Hısnımansur ve Siverek’ten hareket eden bölüklerden ma’lumât yoktur. 4– Ictimâ etmekte olduğu bildirilen Süvari Alayı’nın sür’at-i mümkine ile Malatya’ya tahrikine emir ve delâlet buyurulması müsterhamdır. 5– Zevât-ı malûmenin aşâir muâvenetiyle Malatya’ya taarruzu halinde mukavemet-i şedîde ibrâz edilmesi suret-i kat’iyede kararlaştırılmıştır. 6– Yarın 12.9.35 Bedir Ağa’ya buradan aşâir rüesâsından bir Kürt heyeti gönderilecektir. Heyet, Bedir Ağayı ikna ve daire-i itaate ircâ’ etmek için çalışacaktır. 7– Eldeki kuvvet, Malatya’yı uzun müddet bir Kürt taarruzuna karşı mukavemete kâfi değildir. Bunun için sür’at-i mümkine ile kuvâ-yı muâvine şevkine delâlet buyurulması ekîden müsterhamdır.

İlyas

Vesika 77

– Mühim işleriniz olduğu için ayrılabilirsiniz. Kongrenin henüz müctemi ve muhhaberâta devam etmekte bulunmasından icabında bir şeyi tebliğ edebilmek için telgrafhanede bir zâbit terk etmenizi ricâ ederiz.

– Süvari Yaveri Cemil Bey emrinize intizâren bekliyor.

Mustafa Kemal

Vesika 78

Tel

Müstaceldir

738/300

Malatya, 14.9.35

Sivas Kongre Heyet-i Muhteremesine

1. Buraca yapılan tedâbîr-i acile ve gerekse Raka’ya i’zam olunan heyet-i nâsıhanın ictimâ etmiş olan aşâir ve rüesâsına yapmış oldukları telkinat netice-i hasenesi olmak üzere bine karîb ictimâ etmiş olan bütün aşairin tamamıyla dağıtılmasına muvaffakiyeti temîne hâsıl olmuştur.

2. Buradan firar eden, birtakım tasnîat vaadleriyle aşâir rüesasını elde ve Ekrâd’ı başına cem’ ve bi’n-netice arzusuna muvaffak olamayan Ali Galip ve Halil Rami Beyler artık bu tedâbîr ve yapılan tergib ve teşvikat neticesi memleketi terk etmek zarureti karşısında bulundukları cihetle buradan gönderilen Pötürge Kaymakam-ı Sâbıkı Ragıp Bey’le Kâhta Aşâir Reisi Hacı Bedir Ağa’nın himayeleriyle ve Kâhta tarîkiyle Urfa’ya gitmek üzere bugün Raka’dan hareket etmişlerdir.

3. Başına toplamış olduğu birtakım hazele ile buraya gelerek Türk ve Kürt unsurları arasına tohum-ı nifak saçmak isteyen İngiliz Binbaşısı Noel, âmiri olan Miralay Mösyö Pell’den aldığı emir ve talimat üzerine yarın ale’s-sabah Gözene tarîkiyle ve yine jandarmalarımızın himayesi ile merkez-i livaya uğratılmaksızın Gözene nahiyesi üzerinden müreffehen Elbistan’a hareket edeceklerdir.

4. Sâlifü’l-arz ittihâz kılınan tedâbîr-i hasene neticesi olmak üzere bütün vakayi tâbiatiyle izâle ve emn ü asayiş iade ve memleketin her tarafında sükûnet-i tâmme berkemâl bulunduğu berâ-yı ma’lumât maruzdur.

Malatya Mutasarrıfı Vekili

ve Jandarma K. Binbaşı

Tevfik

Vesika 79

Sivas, 15,9.335

Sivas Heyet-i Merkeziyesi’ne (Tezkere).

15, 20, 13. Kolordulara.

Niğde’de 11. Fırka’ya.

15, 5. Fırkalara.

Trabzon, Bitlis, Diyarbekir, Erzurum, Van, Kastamonu, Konya, Ankara vilâyetlerine.

Kayseri, Erzincan, Bolu, Canik, Afyonkarahisar, Kütahya, Yozgat, Kırşehir Mutasarrıflıklarına.

Firârî Harput Valisi Ali Galip, Malatya Mutasarrıfı Halil ve hempâları Bedirhanîlerden Kâmran, Celâdet ve Cemil Paşazade Diyarbekirli Ekrem’in hükümet-i merkeziyenin talimatıyla âmâl-i meşrû’a-i millîyi söndürmek, Sivas’ta toplanan Umumî Kongre’yi dağıtmak maksad-ı hainânesiyle bidayette eşkıya derdesti için muâvenet talebi bi’l-âhire firârları esnasında Malatya ve civarının Ermenistan olacağı ve hatta Harput’tan hareket eden askerimizin güya Ermeni askeri bulunduğu gibi ifsâdat ve iğfâlât-ı cinayetkârâneleri neticesinde civarda toplanmış olan bir kısım Ekrâd’ın Malatya’dan gönderilen heyet-i nâsıha tarafından kendilerine hakikatin tefhimi üzerine firârîlere lânet-han olarak tamamen dağıldıkları ve hıyanet-i vataniyeleri bütün millet tarafından anlaşılan firârîler artık aşâir içinde barınamayacaklarını anladıklarından İngilizlere sığınmak üzere Urfa’ya kaçtıkları, Kürtleri makam-ı mukaddes-i hilâfetten ayırarak İngiliz esaretine sokmak maksadıyla propaganda yapmakta olup firârîlerle beraber Malatya’dan kaçan İngiliz Binbaşısı ma’hûd Mister Noel’in de jandarmalarımızın nezareti altında Elbistan’a doğru sevk edildiği mahallinden bildirilmekle ta’mîm-i keyfiyet olunur.

Heyet-i Temsiliye

Vesika 80

Vilâyetimiz Valisi firârî Galip ve İngiliz Binbaşısı Noel ve rüfeka-yı şerîrelerinin Malatya’dan firârlarından sonra dağ başlarında yekdiğeriyle muhaberesi İngiliz Binbaşısı Noel tarafından mektup:

Beydağı’nda Vali Galip Bey’e

Refakatimde bulunan zevât ile Ayıntap üzerinden Halep’e avdet etmek üzereyim. Sivas hareketi üzerine civar vilâyâta sirâyet eden şûriş teskin ve bu hususta Dersaadet’le muhaberede bulunmak azminde olduğunuza vâkıfım. Bu itibar ile zât-ı âlilerinin Dersaadet’le vuku bulacak muhhaberâtınızı bizzat temîn etmek emelindeyim. Halbuki zât-ı âlilerinin Urfa’dan Dersaadet ’le muhabere etmeniz imkânı mefkuddur. Çünkü Urfa’dan Dersaadet’e ve hükümet-i Osmaniye’nin emrine âmâde bulunan yegâne telgraf hattı Sivas’tan geçmekte olup bununla muhabere etmeniz mümkün değildir. İstanbul ile muhabereye müsait ikinci Halep telgraf hattı ise İngilizlerin elindedir. Birlikte Ayıntap’a azîmet ve bendeniz orada İngilizlerin vasıtasıyla İstanbul’a kadar hattı serbest ve emrinize âmâde bulundurmağı vazife telâkki ettiğimi arz ve takdim-i ihtirâmât eylerim.

Majör Noel

Kâhta Kaymakamlığı’na

(Tahrirat)

İrtikâp eyledikleri cerâim-i cinâiye ve mezâlim-i mütenevvia neticesi olarak orduyu mağlûp, menkûb bir hale düşüren İttihat ve Terakki sanâdîdi bir vakitten beri kendilerini kanun ve adâletin pençe-i kahrından kurtarmak mecburiyetiyle memlekette ihtilâl çıkarmaya, ortalığı karıştırmaya çalışıyorlardı. Erzurum’da vatanperverâne birtakım müddeayât-ı kâzibe ile meydana atılıp kongre namı altında mukarrerât ittihâz eden eşhâs-ı ittihâdiye bu kere de Sivas’ta kongre akdederek asayiş-i memleketi tehdide, efkâr-ı ecânibi tehyice başlamalarıyla İtilâf Hükümetleri kuvâ-yı işgaliye sevk etmeden işbu kongrenin men’iyle mürettiblerinin istisaline lüzum görülmüş ve işbu vazife uhde-i senâverîye ihale buyurulmuştu. Ber-mûcib-i irâde-i seniye şu mühim vazife-i vataniyenin ifasına âzim iken Mustafa Kemal avenesi kumandasında bulunan muğfel bir kısım askerin ittihatçı zâbitler kumandasıyla Malatya’ya gelmekte olduğunu ve bizi tevkife memur bulunduğunu haber alarak Mutasarrıf Bey’le Hacı Bedir Ağa’yı bi’l-istishâb Beydağı’na çekildim. Maksadım irâde-i seniye ahkâm-ı münîfesini infaz ve hurûc ale’s-sultan fezahatine mütecâsir olan bâğîleri istisal ile vatan ve milletin ma’rûz bulunduğu mehâliki izâledir. Halife-i zî-şân efendimize sadık aşâirden lüzumu kadar kuvvet ihzâr etmekteyim. Başka keyfiyete vâkıf olarak kıtaat-ı askeriye kumandanlıklarında bulunan bu gibi bâğîlerin teşebbüsâtına mümânaat ve senâkârlarına her hususta muâvenet lüzumu beyan olunur. Ber-vech-i bâlâ hakayıkın ilânıyla ahalinin, hainlerin iğfâlâtına kapılmamasını temîn lâzimeden olup hilâfında hareket veya izhâr-ı cebânet müstelzim-i mücâzâttır.

Mamuretülâziz Valisi

Galip

Huzur-ı Devletlerine

Büyük vatanperverimiz Paşa-yı Mükerrem ve Muhterememiz Efendimiz; Mamuretülâziz Vali-i Sâbıkı Kayserili firârî Galip ve rüfeka-yı şerîresinin Malatya’dan firârlarından sonra kuvveden fiile çıkamayan teşebbüsât-ı hainâneleri her ferd-i Müslimin tel’în ve nefretini mûcib ahvâlden olduğu vâreste-i izahtır. Elde edilip leffen takdim-i huzur-ı sâmîleri kılınan ve pek büyük bir vesika-i denâet ve ihanet olan tahrîrât suretleri muvâfık görüldüğü takdirde İrâde-i Milliye ceride-i muhteremesine derc ve ilânı temenniyât-ı mahsusasıyla min gayri haddin arz-ı ihtirâmât ve ta’zîmat eylerim efendimiz hazretleri.

23.10.335

Mamuretülaziz Vilâyeti

Ajans Muhabiri

(Okunmuyor)

Vesika 81

K. O. 3 Kumandanlığı’na

Urfa hakkında alınan ma’lumât hulasaten ber-vech-i âtidir:

Elaziz Vali-i Sâbıkı Ali Galip Bey Urfa’da İttihat ve Terakki mensubîninden Şeyh Müslim Efendi’nin hanesinde misafir olmuş ve esnâ-yı musahabede Müslim Efendi Galip Bey’in fikrini tervîc etmemiştir. Ertesi günü Galip Bey İngiliz Kumandanı’na mürâcaatla İngiliz siyaseti aleyhinde bulunduğundan bahis ile Müslim Efendi’yi tevkif ettirerek Halep’e sevk etmiştir. Mûmâileyh elveym Halep’te mevkûf imiş. Galip Bey üç gün Urfa’da kalmış, ba’dehu Halep’e gitmiş. Malatya Mutasarrıf-ı Sâbıkı Halil Rami de takrîben on gün evvel Halep’e gitmiş.

Urfa’nın şimalinde Belediye Hastanesi kurbunda İngilizler tarafından Ermeni eytamhanesi olarak inşa olunan bina hitama ermek üzere imiş.

Harekât 2605, 11.10.35

K. O. 13 Kumandanı

Cevdet

Vesika 82

Erzurum, 11.9.35

Başkumandan-ı akdesimiz şevketlû, mehabetlû pâdişâhımızın atebe-i ulyâ-yı mülûkânelerine

Şevketpenâh Efendimiz;

Bugün vesâik-i sahiha-i resmiye ile sâbit ve kemâl-i teessürle her tarafa şâyi oldu ki, Dahiliye Nâzırı Âdil Bey ve Harbiye Nâzırı hafî bir plan tahtında Elaziz Valisi Galip Bey’i bazı din ve vatan haini casuslarla beraber öteden beriden bir kısım müsellah Kürtleri toplayarak çeteler teşkil ve riyâset ettirmek ve bunları Sivas’ta in’ikad eyleyen ve her türlü manasıyla millî ve meşrû’ ve bundan dolayı da ordu-yı hümâyûnlarının emniyet ve müzaharetine mazhar olan Kongre’yi bi’l-muharebe bastırmak suretiyle beyne’l-İslâm sefk-i dimaya tasaddi olunması ve ayrıca Memâlik-i Mahrûse-i Şâhâne’nin gayr-i münfek bir parçası ve makam-ı akdes-i saltanat ve hilâfet-i seniyelerine lâ-yezâl bir hiss-i rabıta ile merbût olan Kürdistan’ı güya ayaklandırmak suretiyle vatanı parçalamak gibi mahzâ düşmanlara hâs bir plânın tatbikini külliyetli para mukabilinde taahhüt etmiş oldukları tamamıyla tezâhür etmiştir. Şifreli muhhaberâtı elde etmek ve bu caniyâne harekâta, takip ve tefahhus eylemek suretiyle muttali olan civar kolorduların sevk ettiği muhtelit kuvâ-yı askeriye Galip Bey haininin riyâsetindeki çeteyi Malatya’da tazyik etmiş ve Malatya’dan hâsiren firâra icbâr eylemiştir. Takiplerine şiddetle devam olunuyor. Lehülhamd işbu mel’anet belâsı vaktinden evvel keşfedilmiş ve tedâbîr-i kat’iye ittihâz olunmuştur. Beyne’l-İslâm sefk-i dimaya ve memlekette iğtişaş ihdasıyla felâketler intâcına çalışan bu zümre-i ihanet takibat neticesinde kanunun ve şeriat-i garrâ-yı Ahmediye’nin pençe-i icrââtına tevdî olunacaklardır. Düşman parasıyla ve vatansızlık hissiyle tertip olunan bu ihanete muttali olan Elaziz ahali-i İslâmiye’si pek derin bir nefret ve galeyân izhârıyla casusların bi’l-fiil takibine de koyulmuşlarsa da adâletin tatbik olunacağı vaatiyle sükûna ircâ’ olunmuştur.

Şevketpenâh Efendimiz:

Devlet-i aliyye-i Osmaniye’lerinîn ve hanedan-ı celîlü’ş-şanınızın altı buçuk asırlık tarih-i mübarekinde ve hassaten hayat ve memât ile çırpınan şu tarihî devirde devlet ve milletin kalbgâhına tevcîh olunmuş bu kadar hainâne bir misâle tesâdüf edilemez. Zât-ı akdes-i hümâyûnlarına kemâl-i tâzim ve ubûdiyetle merbût olan bütün millet-i necibeleriyle ordu-yı hümâyûnları vatan ve milletin ve zât-ı akdes-i hilâfetpenâhîlerinin halâs-ı mesudu gibi bir gaye-i mukaddese etrafında toplanmış oldukları bir sırada düşman tarafından satın alınmış bir zümre-i ihanetin asâkir-i şâhâneleriyle müsaademeyi ve beyne’l-İslâm sefk-i dimayı mûcib su-i kastler tertip ve Dahiliye ve Harbiye Nâzırları tarafından tebliğ ve tatbik ettiren hükümet-i merkeziyeden derhal itimat ve emniyeti nez’ ettirmiştir. Ayrıca hakan-ı celîlü’ş-şanımızla milletin arasında hâil-i muzır olmak cürmü de tarihen affedilmez bir cinayettir. Umûm milletin meşrû’ olan âmâlini, bir araya gelen kuvvetini inkâr ve tevil edip de bunu İttihatçı manevrası göstermek ve zât-ı akdes-i hilâfetpenâhîlerinden ketm-i hakikat eylemek kadar azîm bir günah ve mes’ûliyet olamaz. Sevgili pâdişâhımız umum milletin kudret-i müşterekesi siyasî tesirlerden külliyen âzâde ve münezzehtir. Ordu-yı hümâyûnları ise bi’l-külliye siyasî cereyânlardan münezzeh ve ancak umûm vatan ve milletin ve zât-ı akdes-i hümâyûnlarının masûniyetine ahd ve azmeylemiş olan millete müzâhirdir. Binâenaleyh âmâl-i meşrû’a-ı milliyeye istinat edecek; dinine, vatan ve milletine merbût ve zât-ı akdes-i hümâyûnlarına, makam-ı muallâ-yı saltanat ve hilâfete bi-hakkın ta’zîmkâr, namuslu zevâttan mürekkeb ve meşrûtiyete tamamıyla sadık bir heyet-i cedîd e-i hükümetin teşkili ile millet-i necibelerinin ve ordu-yı hümâyûnlarının tatmînini ve bunu müteakib vatan ve milletine ihanet etmekte olan casus şebekesi hakkında tahkikat ve icrâât-ı seria-i âdilânelerinin icrasını ve bu surette bir heyet-i âdile-i hükümet teessüsüne kadar merkez-i hükümetle bir vechile muhabere ve münasebette bulunmamağa karar vermiş olan milletten ordunun ayrılamayacağı, zât-ı vakaya muttali ve mahalline mücâvir olan kolordular kumandanları, hâk-i pây-i şâhânelerine arza mecbur olduk. Ol bâbda ve katıbe-i ahvâlde emrü ferman şevketlû pâdişâhımız efendimiz hazretlerinindir.

Vesika 83

Tel

Müstaceldir

738/300

Ankara, 11.9.335

Sadrazam Paşa Hazretlerine

Başkumandan-ı akdesimiz efendimiz hazretlerine olan ma’rûzâtımızı doğrudan doğruya arz etmeği musırrâne talep ederiz. Mümânaat buyurulduğu halde ve pâdişâhımıza, milletimize, vatanımıza ihanetinize hükmedilerek başka suretle ittihâz-ı tedâbîre mecbur kalınacaktır.

Bundan hâsıl olacak fenalığın bütün mes’ûliyeti zât-ı feha-metpenâhîlerine râci olacağını arz eyleriz.

K. O. 20 K. Vekili

Mahmut

Erkân-ı Harp Reisi

Ömer Halis

Erzurum, 11.9.35

Makam-ı Sadaret-i Uzmâ’ya

Şimdi doğrudan doğruya Başkumandan-ı akdesimiz Halife-i zî-şânımız efendimize ma’rûzât-ı mühimmede bulunmak mecburiyetindeyiz. Hâil ika’ edilmemesini ricâ ederiz. Aksi takdirde tevellüd edecek netâyic-i vahimenin mes’ûliyeti sırf zât-ı fahîmânelerine râci kalacağını arz ederiz.

K. O. 15 Kumandanı

Kâzım

K. O. 13 K. Vekili

Cevdet

On Birinci Fırka Kumandanı

Mümtaz

Sivas, 11.9.35

Sadrâzam Paşa Hazretlerine

Zât-ı hazret-i padişâhîye doğruca ma’rûzâtta bulunmak üzere yolu açık bulundurmak hususuna ait istirhamın tervîci tehir edildiği takdirde hâdis olacak halden maddî ve manevî vebal mes’ûliyetiniz derecesi tezâuf etmektedir. Vakit geçirilmesinde faide olmadığını arz ederim.

K. O. 3 Kumandanı

Salâhattin

SURET

Vakayi-i ve hakayıki doğrudan doğruya Başkumandan-ı akdesimiz efendimize bilâ-vasıta arz etmek isterim, ma’rûzâtımı takdim için mümânaat ika’ buyurulmamasını istirham ederim.

Salâhattin

Ankara

Zât-ı şâhâneye keşîde edilecek telgrafnamenin ale’l-usûl çekilmesi ve usûlü vechile takdim edileceği suretinde Sadrazam Paşa’nın cevaplarına karşı ne emir buyuruluyor?

Makam-ı Sadaret’e yazılan telgrafı vermişler.

Bir de vilâyetten de Dahiliye Nezareti’ne yazdığı te’kidtir efendim.

Sadrazam ve Dahiliye Nâzırı bir arada imişler.

Sadrazam’ın konağında telgraf merkezi olmadığından yakın bir telgraf merkezine teşrif etmelerini yazdık, cevap bekliyoruz. Başmemur Muâvini geldi. Sadrazam Paşa’ya yazılan ifade telefonla söylendi, alınan cevapta telgrafname münderecâtı Sadrazam Paşa Hazretlerine arz olundu, vuku bulacak ma’rûzâtları usûlü dairesinde telgrafla arz olunmalıdır. Telgrafnameleri kezalik usûlü dairesinde takdim edilir, Müdür Bey buyurduklarını söylüyor efendim.

Alınacak cevap gelince derhal yazılacağı tabiidir. Boş durmamak üzere telgraf işleyebilir miyiz?

Deminki ifadeyi Sadrazam Paşa arz etmişler, alınacak cevâba intizâr edildiğini söylüyorlar efendim.

11 Eylül 335

Şef muâvininin ifadesidir.

Merkezimiz mümânaat ika etmiyor. Ancak alınan emri vazifemiz hemen makam-ı aidine takdim etmektir. O da saniye tehirsiz ifa ediliyor. Başka ne yapabiliriz efendim? Peki şimdi Sadrazam’a iblâğ ederiz efendim.

Telefonla Sadrazam Paşa’ya tebliğ olunup alınacak cevâba intizâr edildiğini Başmemur söyledi efendim.

İstanbul muhhaberâtı

11/12 Eylül 35

Saat: 9,5

Bu usûl Sadrazam’ın yeni bir icadı mıdır? Millete muhatap olmaktan utanan Sadrazam’ın irtikâb-ı kizb ü dürûğ ettiğine şüphe yoktur; fakat sizin bu âdi harekete âlet olmamanız lâzımdır.

Sadrazam’a söyleyiniz makine başında milletin ve ordunun ihtarına kulaklarını açarak dikkatle dinlesin ve siz de yalan söylemekten vazgeçiniz.

Umumî Kongre Heyeti

C: Emrinizi Başmemur’a verdim efendim.

Sizin buraya yazılacak telgraflarınızı derhal telefondan makamlarına, derhal telefondan yazılacağını Başmemur söylüyor efendim.

Başmemur’a verdim.

İstanbul ile muhâberât

11/12 Eylül 35

Saat: 9

– Sorayım. Şef Fahri.

Sadrazam Paşa’nın konağına telgraf ve telefon vardır.

– Sadrazam Paşa’ya sadarette veya mâbeyn-i hümâyû ndadır; kendisini buldurup hemen telgrafhaneye gelmesini söyleyin. Mevzu-i bahis olan mesele zannettiğiniz gibi basit değildir. Çok mühimdir, bi’l-âhire sizi mes’ûl ederiz, isminiz ve şahsınız bizce malûmdur, işi uzatmayın, çabuk cevap veriniz.

– İşte Başmemur diyorlar ki, Sadrâzam Paşa konağındadır. Emrederlerse yazılacak telgrafı telefondan konağına yazarız, diyorlar.

Bendeniz emirlerinden hariç ne yapabilirim ki... Ufak bir maiyet memuru mes’ûl ad buyurulsun.

– Bizim size yazdıklarımızı telefon veya telgrafla derhal Sadrazam’a bildiriniz. O sizin bileceğiniz bir iştir. Neticesini derhal bildiriniz.

– Üçüncü Kolordu Kumandanı, Sadrazam Paşa’yı telefonda veya telgrafta bekliyor.

– Emrinizi ifaya çalışıyorum. Biraz sabır buyurunuz.

Başmemur Fahri Bey diyor ki, Sadrazam Paşa ve Dahiliye Nâzırı ile Harbiye Nâzırı’nın konaklarında telgraf yoktur. Bunlara yazılacak telgrafları doğruca İstanbul’a yazıp buradan da müvezzi-i mahsus ile kendilerine gönderilir.

Vesika 84

Tel

Sivas, 15.9.335

1 2.9.1919 tarihli talimata zeyldir.

Maksat, meşrû’ bir heyet re’sikâra geçinceye kadar Ferit Paşa Kabinesi’yle kat’-ı münasebet olunduğundan Dersaadet’le muhhaberât-ı resmiye icrâ edilmeyecektir. Hususî ve ticarî muhhaberât tamamen serbesttir. Yalnız Dersaadet’le olacak bu gibi hususî muhhaberâtın da taht-ı murakabede bulundurulması lâ zımdır.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Erzurum K. O. 15, Ankara K. O. 20, Diyarbekir K. O. 13, Konya K. O. 12, Niğde Fırka 11 Kumandanlıklarına.

Konya, Ankara, Kastamonu, Hüdavendigâr, Trabzon, Erzurum, Van, Bitlis, Diyarbekir, Mamuretülaziz vilâyetlerine.

Erzincan, Canik, Kayseri, Niğde, Malatya, Amasya, Bolu, Antalya, Eskişehir ve Afyonkarahisar Mutasarrıflıklarına yazılmıştır.

Vesika 85

Tel

Sivas, 16.9.335

Aynı Makamâta

12.9.335 tarihli tebligata zeyldir:

Hıyanet-i vataniyesi fiilen vesâike müsteniden sâbit olmuş bulunan Ferit Paşa Kabinesi’nin ıskatı ile yerine âmâl-i milliyeye hâdim meşrû’ bir heyetin tayin ve ikamesi istirhamatının zât-ı akdes-i hazret-i padişâhîye arz ve ref’ine heyet-i hâzıra-i hükümet mümânaat eylemekte bulunduğundan Kongre’ce takarrür ettirilip tatbiki Heyet-i Temsiliye’mize havale edilen tedâbîr, ma’rûzât-ı mezkûre mesmû-ı şâhâne olup meşrû’ bir heyet mevki-i iktidara geçinceye kadar Ferit Paşa Kabinesi’yle yalnız muhhaberât-ı resmiyenin kat’ıdır.

Vâzıh olan bu maksad-ı meşrû’un tesrî’-i istihsali için sizce vârid-i hâtır ve kabil-i icrâ sâir tedâbîr-i müessire varsa iş’ârı ricâ olunur.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 86

Tel

13.9.35

Balıkesir’de K. O. 14 K., Konya’da K. O. 12 K., Diyarbekir’de K. O. 13 K., Erzurum’da K. O. 15 K., Ankara’da K. O. 20 K., Bursa’da Fırka 17, Çine’de Fırka 58, Bandırma’da Fırka 61 Kumandanlıklarına ve 61 Fırka vasıtasıyla Edirne’de K. O. 1 K., Niğde’de Fırka 11 K., vilâyetlere, müstakil sancaklara, belediyelere, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Merkeziyelerine.

Hükümet-i merkeziyenin ittihâz ve takip etmek olduğu meslek-i irticakârâneye ve yaşamakta olduğumuz günlerin mehâlik ve muhatarat-ı azîmesine karşı müdafaa-i hukuk ve muhafaza-i mevcudiyet için Meclis-i Millî’nin intihap ve in ’ikadını temîn ve tesrî’ etmek bugünün en mühim vazifesidir. Hükümet-i merkeziye milleti iğfal ile mebusan intihâbatını aylarca icrâ etmemiş olduğu gibi, son zamanlarda verdiği intihap emrini de türlü esbâb ile ta’vik ve tehir etmektedir.

Ferit Paşa’nın Toros’un ötesindeki vilâyâtımızdan feragat ettiği Sulh Konferansı’na verdiği nota ile sâbit, Aydın vilâyetinde Yunanlılarla tahdîd-i hudûda teşebbüsü oradaki işgali emr-i vâki halinde bir ilhak olarak kabul ettiğine delil bulunmuş ve aksâm-ı meşgûle-i sâire-i memleket için de bunlara benzer gafilâne ve hainâne siyasetiyle mülk ve milleti inkısâma uğratacağı kaviyen melhûz ve Meclis-i Millî’nin in’ikadından evvel sulhnameyi imza ile milleti bir emr-i vâki karşısında bulundurmak niyetinde olduğu me’mul bulunmuş olduğundan Umumî Kongre orduyu ve milleti intihâba davetle ber-vech-i âti hususâtın sür’at-i icrasını mesâil-i hayatiye-i milliyeden ad ve beyan eyler.

Evvelâ– Intihâbat hazırlıklarının mer’î kanundaki en asgarî müddet zarfında icrâ ve ikmâli için belediyeler ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri faaliyet-i tâmme ile çalışmalıdır.

Saniyen – Sancaklardan çıkarılacak mebusların, mikdar-ı nüfusuna nazaran adedi hemen tesbit olunarak Heyet-i Temsiliye ’ye şimdiden bildirilmelidir. Namzetler meselesi bilahara bi’l-muhabere hallolunacaktır.

Salisen – Gerek intihap hazırlıkları, gerek intihâbatın icrasında mûcib-i teehhür esbâbın şimdiden teemmül ile ref’i ve hiçbir teehhüre meydan verilmeyerek asgarî müddet zarfında intihâbatın intâcı.

İşbu kararı mıntakanızdaki bi’l-cümle belediye ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerine tebliğ ve icabının sür’at-i ifasına muâvenet buyurmanız ricâ olunur.

Heyet-i Temsiliye

Vesika 87

Erzincan, 14.9.35

Sivas’ta Umumî Kongre Heyet-i Temsiliye’sine

Arzu-yı millî hilâfındaki hareketi sâbit olan hükümet-i merkeziye ile münâsebâtın kat’ını ve nâm-ı nâmî-i hazret-i pâdişâhîye tedvîr-i umûr edilmesine dair altı maddeyi hâvi olarak Kongre’ce ittihâz olunup Bâki Bey’e keşîde olunan 13 Eylül 335 tarihli telgrafname ile tebliğ buyurulan karar, memûrîn-i mülkiye ve askeriyenin muvafakati alındıktan sonra akdolunan ictimâ-ı umûmide kıraat ve ârâ-yı umumîye arz olundu.

Hükümet-i merkeziye ile münasebatın kat’ı takarrür ettikten sonra nâm-ı nâmi-i hazret-i pâdişâhîye olarak kavânîn-i mevzua dairesinde tedvîr-i umûr edilmek için mezkûr altı madde münderecâtı kâfi ve muvâfık görülmüş ve ancak mevâdd-ı mezkûrenin aynen Kongre’ce hükümet-i merkeziyeye iblâğı ve mukarrerât ve metâlib-i sâbıkanın is’âfı için kırk sekiz saat mühlet itasıyla muvâfık cevap verilmediği halde tatbiki muvâfık olacağı umûmca karar-gîr olmuştur.

Livaya mülhak kazalar hey’âtına da tebliğ edilmiştir. Oralardan da alınacak cevaplar arz edilecektir efendim.

Şarkî Anadolu Vilâyâtı Erzincan

Heyet-i Merkeziyesi Müdafaa-i

Hukuk Cemiyeti

Erzincan, 15.9.35

Sivas’ta Umumî Kongre Heyet-i Riyâseti’ne

14.9.35 telgrafımıza zeyldir: Kemah kazası dahi merkezimiz mütâlaâtını ıktifâen Kongre’nin musammem mukarrerâtını kabul eylediği.

Erzincan Heyeti Merkezi

Vesika 88

Gayet mühim ve müstaceldir.

Dakika tehiri câiz değildir.

adet

2385

Diyarbekir’den, 14.9.35

Sivas’ta K. O. 3 Kumandanlığı’na

Umumî Kongre Heyet-i Temsiliyesi’ne:

İtimad-ı millîyi hâiz bir hükümetin teşekkülüne kadar hükümet-i merkeziye ile kat’-ı alâka ederek merci-i muhhaberâtın Umumî Kongre Heyet-i Temsiliyesi olmasında, mıntakamız ahvâl ve efkârına nazaran ber-vech-i âti mehâzîr mevcut olduğuna nazar-ı dikkati celbe lüzum hissettim.

Bitlis vilâyetinin bir kısmı müstesna olmak üzere mıntıkam işgal acısı duymamıştır. En ziyade bu sebepten ve diğer muhtelif tesirâttan dolayı icap edenlerin tenvîr edilmesine rağmen mıntakamda Vilâyât-ı Şarkiyenin diğer mahalleri gibi kütle-i vâhide halinde vahdet-i millîye tevâfuk-ı efkâr yoktur. İki ay evvel Diyarbekir’de yapılmak istenilen inkılâb ve son Malatya hadisesi buna delildir. Bunda İngiliz propagandası ve İngiliz parasıyla iğfal olunmuş bazı Kürt gençlerinin de tesiri çoktur. Mütemâdi irşâdâta ve teşvîkata rağmen Diyarbekir ve Elaziz vilâyetlerinden Erzurum Kongresi’ne kimsenin iştirak etmemesi ve Kongre mukarrerâtı her bir tarafta lâzım gelenlere verildiği, maksat anlatıldığı halde elân matlûb teşkilâtın yapılamaması binâenaleyh mıntakamda henüz Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin teşekkül etmemesi yüzünden bütün efrâd-ı millet makasid-i hakikiyeye âgâh değildir. Bu sebepten bugün merkez-i hükümetle büsbütün kat’-ı alâka edilerek merci-i muhhaberât Kongre Heyet-i Temsiliyesi olursa muhâlifler, siyasî bir maksat takip edenler, bu hareketi ahaliye başka türlü telkin edecekler, hilâfete karşı isyan edilmiş göstererek efkârı tağlît edecekler ve bu vechile maksatlarını istihsal için tarafdârlarını tezyîde çalışacaklardır. Mıntıkamın İngiliz nüfûz ve işgali altında bulunan yerlere mücâvir ve Arabistan’la hem-hudut olması hasebiyle İngilizler de bu noktadan propaganda yapacaklardır.

Firârîlerin, Malatya livasında aşâiri tehyîc için Malatya’ya gelen kuvvetin Ermeni kuvveti olduğunu ilân etmeleri, aşâiri Ermenilerin Malatya’ya hücum edeceği bahanesiyle tehyîc ederek cem’e çalışmaları, Ali Galip Bey’in, ahaliye Kongre aleyhinde bulundurmak maksadıyla, Kongre hâl-i ictimâda iken Erzurum’un makam-ı hilâfet ve merkez-i hükümetle kat’-ı alâka etmiş olduğunu ilân etmesi ve bu propagandanın buralara kadar akseylemesi ma’rûzâtımı teyide kâfi delildir.

Henüz Malatya meselesi sükûn kesbetmemişken şimdi merci-i muhhaberâtın Kongre addedilerek merkez-i hükümetle büsbütün kat’ı alâka edildiğinin ilân ve ifşa edilmesini bu nokta-i nazardan mahzurlu görüyorum. Bâ-husûs mıntakamda Arap ve Kürt birçok aşâir olduğundan bunları hilâfet siyasetiyle elde tuttuğumuzu nazar-ı dikkate almak lâzımdır. Erzurum Kongre mukarrerâtının dördüncü maddesi mûcibince bir tazyik-i düvelî karşısında hükümetin buraları terk ve ihmal ettiği kat’iyen tebeyyün eder ve bütün millet de buna kani olursa, o zaman tesirât-ı siyasiye husûle getirmek için şerâit-i mukarrere tahtında muvakkat bir idâreyi bütün millet kabul eder. Esasen Ermenistan teşekkülünü kimse istemediğinden böyle bir zamanda hiç propaganda müessir olamaz. Ber-vech-i âti nikata da nazar-ı dikkati celp ederim:

Zâbitân ve memurînin, Anadolu efrâdının aileleriyle uzun müddet muhabere edememesi ahvâl-i ruhiyeleri üzerinde su-i tesir yapar. Tüccarların, bankaların muâmelâtına ait telgraflarının çekilmemesi, ecânibin muhhaberâtının durması da su-i tesirât hâsıl eder. Bundan başka telgraf memurları, kazanılacak hâsılâtla maaşlarını alacaklardır. Bugün Bitlis memurları beş aydır maaş alamadıklarından istifa eylediklerini, bu hususun makam-ı âidine bildirilmesini ricâ ettiler, bunlar gibi Bitlis vilâyetinde memûrîn-i mülkiyenin de muntazaman maaş alamadıklarını istihbâr ettim. Gerek şimdi ve gerekse Kongre mukarrerâtının dördüncü maddesinin tatbiki, lüzum hâsıl olunca ve muvakkat bir idâre tesis edilince memurîn ve askerin maaşatının, masârifinin menâbi-i mahalliye ile temîni imkânı olamayacağından, hassaten bu vaziyet uzun devam ederse iaşe buhranı zapt ü raptı ve her türlü fenalığı tevlîd edeceğinden bu hususta ne tedbir düşünüldüğüne dair tenvîr olunmaklığımı arzu ederim. Hükümet-i merkeziye İngiliz nüfûzunda olduğuna göre her türlü ısrara ve mesâiye rağmen İngilizlerin nüfûzundan ve arzusundan başka hareket yapacak bir hükümet teşkiline imkân olmaz ve rekabet-i düveliye de bunun husûlünü temîn edemezse, İngilizler de hükümetin muvafakatiyle vâsi mikyasta bir işgal plânı tatbik ederse, yeni baştan İngilizlerle muharebeye girişmeye Kongre tarafdâr mıdır ve girişildiği takdirde muvaffakiyetten ne dereceye kadar emindir ve bu hareket-i musırrâne vatanın menâfiine muvâfık mıdır. Bu cihet hakkında da tenvîr edilmekliğimi istirham ederim. Bugün için muvakkat idârenin mahzuriyetini arz ettim. Hususî tüccar malı ve ecânibe ait telgrafların kontrol edilmek üzere çekilmesine kolorduların cihet-i mülkiyenin ihtiyâcâtına ve pek mühim işlerine dair olan muhhaberâtının yapılmasına tarafdârım ve esasen bu mıntakanın İstanbul muhhaberâtı Sivas’tan geçtiğinden oraca da kontrol edilebilir. Şimdilik Sivas ve Diyarbekir merâkizindeki resmî muhhaberâtı tutmak, mütemâdi mürâcaatlar ve turuk-ı sâire ile icra-yı tesire çalışmak ile iktifâ edilmesine tarafdâr olduğumu arz ederim. Harekât, 2385.

K. O. 13 Kumandan V.

Ahmet Cevdet

Vesika 89

Gayet aceledir.

Hiç durmayacaktır.

Malatya, 15.9.35

Sivas’ta K. O. 3 Kumandanlığı’na

C: 13/14.9.35 mukarrerât hakkındaki şifreye:

Mukarrerâtın bütün mevâddına kanaat-i vicdaniye ile muvafakat eylerim. Ancak Elaziz ve Malatya ve civarlarında kasabât, nevâhi ile kurâda henüz Kongre’nin maksadı ve programı hemen umumiyetle mechûl olduğundan hükümet-i merkeziye ile kat’-ı alâka edilmenin hilâfetten ayrılmak, pâdişâhı tanımamak gibi su-i tefsirlere, cahil ahali ve Ekrâd’ı Kürtlük âmâli besleyenler tarafından isyana teşvik edilmeleri gibi birtakım münasebetsizliklere mahal ve meydan bırakacağını zannediyorum. Bu sebeple Elaziz vilâyeti halkının da Kongre’nin maksat ve emelinden haberdâr edilerek hiç olmazsa bir derece tenvîrlerine değin bu hususun tehir edilmesini tensîb buyurulursa muvâfık bulduğunu arz eylerim.

Alay 15 Kumandanı

İlyas

Vesika 90

Gayet aceledir.

Hiç durmayacaktır.

Sivas, 16 Eylül 35

Sivas’ta mün’akid Umumî Kongre Heyet-i Temsiliyesi’ne

Kongrece ittihâzı tasavvur edilen tedâbîri hâvi mevâdda karşı düşündüğümüz noktaları ber-vech-i zîr arz ediyoruz.

1. Tebliğ buyurulan mevâddın heyet-i mecmuasından memlekette bir idâre-i muvakkate ilân edileceği anlaşılmaktadır.

2. İdâre-i muvakkatenin ilânını icap eden esbâb ve mesâil Erzurum ve Sivas Kongreleri mukarrerâtıyla tesbit edilmiş (Erzurum mukarrerâtı madde 4, Sivas Kongresi mukarrerâtı madde 5) ve binâenleyh her iki kongrenin kararlarıyla hükümet-i merkeziyenin memleketimizden bir cüz’ünün terk ve ihmali ıztırârında bulunduğu bir zamanda icrâ edilecek bir tedbirin, şu dakikada ittihâzı kararnamenin yedinci maddesindeki (mukadderât-ı memleket ve milleti kat’iyen tayin ve tesbit edecek vaziyetler için dahi son kat’î kararı Kongre müzakeresiyle ita edebilir) sarahat vechile Umumî Kongre’ye ait bir hak olarak görülmekte ve memleketin, milletin mukadderâtına taalluk eden en ağır ve en ziyade mûcib-i mes’ûliyet bir kararın ittihâzı zamanında kararnamenin mevâdd-ı sâiresine istinâd etmek imkânı görülememekte olduğundan bu cihet hakkında nazar-ı dikkatlerini celp etmeyi bir vazife addeyleriz. Bilhassa hâl-i hazırın on, on beş gün, hatta bir ay kadar daha idâmesi imkânı mevcuttur.

3. Memleket, bugün bir sükûn-ı tâm halinde bulunduğundan ve müzaheret-i umumiyeyi tam manasıyla temîn eden bu sükûnu ihlâl edecek en ufak bir haber anavatanda anarşiyi tevlîd eder. Aksi propagandaların ma’kes bulmasına ve belki de erkân-ı umumiyenin zehirlenmesine sebep teşkil edebilir.

4. Milletin ma’rûzâtını zât-ı şâhâneye arz ve iblâğ edebilecek vesaili kemâl-i sükûn ve samimiyetle ve tatlı bir şekilde arayarak böyle büyük ve mes’ûliyetli bir işi son bir mürâcaatgâh olarak kabul etmek ve ta’cil etmemek daha muvâfık olur.

5. Binâenaleyh âmâl ve tezâhürât-ı milliyeye bir suret-i hainânede karşı durmak isteyen hükümet-i merkeziyeyi vesâit-i sâire-i siyasiye ve idariye ile ıskat edebilmek çarelerini ihzâr etmekle beraber hâl-i hazırın on, on beş gün daha temdîdi suretiyle hükümet-i merkeziyeye son ve kat’î bir mühlet vermek ve bu müddet zarfında ahvâlin ıslahı imkânı bulunamadığı takdirde bütün mes’ûliyeti, hükümet-i merkeziyeyi idâre eden eşhâsa tahmil ederek ve Umumî Kongre’yi ictimâa davet eyleyerek verilecek karar vechile ittihâz-ı tedâbîr eylemek icap edeceği kanaatindeyiz.

6. Ma’rûzâtımız vechile Umumî Kongre idâre-i muvakkate kararını kabul eylediği takdirde üçüncü ve dördüncü maddeler hakkındaki ma’rûzâtımız şudur. Memurînin âmâl ve cereyân-ı millîye karşı icra-yı tesir edebilecek aksâmı muayyendir. Bu, bilhassa idâre, inzibat memurlarına münhasır kalabilir. Binâenaleyh bu kararı umumînin –küçük memurların istisnasıyla– yalnız icra-yı tesir ve nüfûz edebilecek memûrîne hasrı lâzım geleceğini zannederiz. Memûrîn ve muhâlifîn hakkında tatbik edilecek tarz-ı hareketin bidayet-i meşrûtiyette olduğu gibi bir şûriş vücuda getirmesi ihtimal haricinde değildir. Binâenaleyh emr-i idâre hakkında ittihâz edilecek kararların pek ciddî bir tahkik ve tetkike istinâd etmesi selâmet-i memleket namına elzem görülmektedir. Bi’l-vesile teyid-i ihtiramat eyleriz.

Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti

Sivas Heyeti Merkeziyesi

Vesika 91

Tel

Trabzon, 15.9.35

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

Esselâmüaleyküm. Sivas Kongresi’nin beyannamesini ve bi’l-âhire şifre ile vuku bulan tebligatınızı aldık. Cevâben bildirdiğimiz mütâlaat Kâzım Paşa Hazretlerince görülmek arzu edilmiş ve görülmüştür. Müşarünileyh bazı mütâlaat dermeyan ederek cevap ita buyuruyorlar. Buna da cevâben yanımdaki telgrafnameyi kendilerine keşîde edeceğim. Şimdi o tafsilâtı tekrar etmek müşkil olacaktır. Aynen Erzurum’dan talep buyurunuz. Şu kadar ki hulâsaten bazı ma’rûzâtta bulunayım. Evvelâ Sivas Kongresi umumî kongre şekline girmiş ve bir heyet-i temsiliye vücuda getirmiş olduğu anlaşılıyor ki, bu cihet mukarrerâtımıza münâfidir. Bundan başka Sivas Kongresi Heyet-i Temsiliyemiz meyânına aza intihâbına salâhiyettar olamayacaktı. Bu cihetler malûm-ı samîlerinizdir. Hükümet-i merkeziye ile kat’-ı muhhaberât mukarrerât-ı esasiyemizin dördüncü maddesinin haricinde bir emr-i vâki oldu. Bunu münakaşaya zaman müsait değil. Ancak şifre telgrafnamenizin altıncı maddesinde salâhiyet ve merciiyet meselesi efkâr-ı umumiye nazarında pek nahoş tesirler yapacaktır. Bu cihetten kat’iyen sarf-ı nazar buyurulmalıdır ve arzu-yı millîye muvâfık bir kabinenin taraf-ı şâhâneden teşkiline kadar bi’l-cümle memurin mevzuat-ı kanuniye dairesinde ifa-yı vazife eylemelidir. Malûm-ı sâmîleridir ki, Erzurum’da ittihâz eylediğimiz mukarrerât mûcibince Sivas Kongresi mevâdd-ı esasiyeyi aynen kabul ettiği takdirde –ki etmiştir– nizamnamemizi ta’dîle salâhiyettar olmadığı için bir seneye kadar Heyet-i Temsiliye’mize tebaiyete ve heyet-i merkeziyeler şeklinde muharebeye mecbur olacak idi. Reviş-i halden bu şeklin haricine çıkıldığı anlaşılıyor. Erzurum mukarrerâtı hakkında ezhân-ı umumiye bir devre-i ihtizâz geçirdiği bugünlerde ânın gayrı ahkâma şüpheli nazarlarla bakacağından şüphe buyurmayınız. Mukarrerât-ı esasiyemizin dördüncü maddesi hilâfında hâsıl olan emr-i vâkie menâfi-i memleket namına muvakkat bir zaman için sükût ediyoruz. Bütün samimiyet ve hürmetle arz ederim ki, Erzurum Kongresi’ndeki bi’l-cümle ahkâm-ı müttehazeye riayetkâr ve o uğurda herkesten ziyade fedakâr olacağız. Fakat ânın haricinde yapılacak muameleye iştirak edemeyeceğiz. Gerek zât-ı sâmîlerinin ve gerek rüfeka-yı muhteremenizin de birlikte ittihâz ettiğimiz kararlara hürmetkâr olacağınıza emniyetimiz ber-kemâldir.

Servet

Vesika 92

Erzurum, 15.9.35

Sivas’ta Umumî Kongre Heyet-i Temsiliyesi’ne

Servet ve İzzet Beylerin kongre sualine karşı aynen muttali olduğum cevaplarına mukabil kendilerine yazdığım mütâlaat aynen ber-vech-i âtidir. Aynı zamanda 14.9.35 tarihli şifreli telgrafname-i âlilerinin cevâbı olduğunu arz eylerim.

K. O. 15 Kumandanı

Kâzım Karabekir

SURET

1– Sivas Kongresi’nin istifsârına cevâben Trabzon heyetinden Servet, İzzet ve Zeki Beylerin vermek istedikleri cevâbı okudum. Pek yakından tanıdığım bu zevâta itimat ve hürmetim fevkalâdedir. Mûmâileyhümün mütâlaatına sâik olan fikr-i aslîyi anlıyorum ve tarafdârım. Yalnız teferruat hakkındaki nikat-ı nazarım ber-vech-i âtidir.

a) Nizamnamenin mevzu-i bahis olan dördüncü maddesinde yalnız bir tazyik-i haricî karşısında terk ve ihmal şıkkı nazar-ı dikkate alınmıştır. Fi’l-hakika vakayi-i âhirede bu maddenin dâl olabileceği bir terk ve ihmal keyfiyeti yoksa da haricin teşvik ve teşcii ile Dahiliye ve Harbiye Nâzırları tarafından tertip ve Ali Galip’e tebliğ edilmiş olan ve suretleri size de yazılan bir ihanet var ki, bu defa nizamnamenin esnâ-yı tanziminde derpîş edilebilen ihtimâlâtın fevkinde ve serî ve kat’î tedbirleri âmirdir.

b) Erzurum Kongresi Şarkî Anadolu vilâyâtının muhafaza-i hukuku için toplanmış ve kararını Şarkî Anadolu vilâyâtı namına vermişti. Sivas’ta in’ikad eden kongre ise umum milleti temsil eden bir kongredir ki, bu kongrenin de ayrıca bir heyet-i temsiliyesi ve vaziyet-i hâzıraya göre kararları olması bir emr-i tabiidir ve mantıkîdir. Sivas’taki Umumî Millî Kongre ve Heyet-i Temsiliyesi Şarkî Anadolu Vilâyâtı Heyet-i Temsiliye’sini ilga etmiş olmuyor ve bu Heyet-i Temsiliye bi’t-tabi her an mevcuttur. Yalnız bu Heyet-i Temsiliye’den olup da elyevm Sivas Kongresi Heyet-i Temsiliye’sine dahil olmuş bulunanlar varsa, bunların Şarkî Anadolu vilâyâtı Heyet-i Temsiliyesi’nden istifa etmelerini talep etmek doğru olabilir. O zaman “ Sivas Kongresi umum milletin menâfiini ve Şarkî Anadolu vilâyâtı Heyet-i Temsiliyesi de münhasıran Şarkî Anadolu vilâyâtının hukuk ve menâfiini muhafaza ve müdafaa kudretinde bulunmuş olurlar ve Umumî Kongre’nin hükümet-i merkeziye ile kat’-ı alâka etmesini ve makamât-ı resmiyeyi kat’-ı muhabereye davet eylemesini zarurî bulurum.

Çünkü hükümet-i merkeziye içinde milleti yekdiğeriyle kıtâle, hem de eşhâs-ı resmiye delâletiyle teşvik eden Dahiliye ve Harbiye Nâzırları var ki, makamât-ı mülkiye ve askeriye artık bu nâzırlarla bi’t-tabi muhabere edemezler. Sadrâzam’a gelince, bu da bu iki hain nâzırı hâlâ mevkilerinde tutmakla bu nâzırların mürevvic-i efkârı ve âmâli olduğunu isbât etmekle beraber, milletin ve kolorduların halife ve pâdişâhımız efendimiz hazretlerine vuku bulan ma’rûzâtına da musırran mâni olmaktadır. Binâenaleyh hükümet-i merkeziyenin bu ihaneti hakkında şevketmeâb efendimizin ve umûmun nazar-ı dikkati ve hak kuvvetini öğrenmek merakını celp için dahilin merkezle muhabereyi kat’ etmesinden başka çare kalmamıştır. Esasen kat’-ı münasebete ve münasebet tâbiri de doğru değildir. Hükümet milletin emniyet ve itimâdını kaybetmiş olduğu için Kanun-ı Esasî mûcibince bizatihi sakıt ve ma’dûmdur.

Bundan başka pek mühim sebeple de yapılmış olan bir işe adem-i iştirak, şimdiye kadar pek samimî bir surette muhafaza edilen Vali-i Vilâyât ile muhafaza edileceği muhakkak olan vahdet-i idâreyi ihlâl eder. Yalnız Kongre tarafından yazılan maddeler hakkında beyan-ı mütâlaa edilmesi ve evvelce yapılmış olan ıztırârî işin tasvip olunması fikrindeyim.

c) Kongre’nin altıncı maddesinde teklif ettiği merciiyet ve selâhiyet keyfiyeti, meselenin ruh-ı esasîsini teşkil etmektedir ki, bu mebhasda şimdiden istimâl edilmemesi hususunda tamamen hem-fikrim. Umumî Kongre şâyân-ı itimat bir hükümet re’s-i kâra gelinceye kadar ancak bir istişarî mahiyet ve kudretini muhafaza eyler. Ve Kongre Heyet-i Temsiliyesi’nin teklifatından birden beşe kadar olan maddelerine gelince, bunların mahiyetleri itibarıyla Kongre’ce değil sorulmasını, hatta beyanname halinde veya bir temenni şeklinde bile neşrini fazla görürüm. Çünkü bu maddeler zaten yapılmakta ve ortada bu maddeleri yazdıracak bir vaka görülmemekte olduğu gibi, tazammun ettikleri esâsât da kavânîn-i mevzua mevâddından başka bir şey değildir.

Dediğim gibi, rey sorumlusu icap eden yalnız altıncı maddedir ki, bu bâbdaki fikrim de yukarıda yazılmıştır. Hükümet-i merkeziyenin teşebbüs ettiği ihanetkârâne hareket anâsır arasında ihtilâf ve fecâyi hudûsunu ve binnetice memleketin işgal ve inkısâmını tevlîd edecek mahiyettedir. Sivas Kongresi’nin bu vaka karşısında ittihâz ettiği tedâbîr ve milletin Kongre mukarrerâtına tamamen iştirak ve müzahereti suretiyle bir mevcudiyet-i milliye gösterilmesi sayesindedir ki, hükümet-i merkeziyenin tertip ettiği plân akamete uğratılmış ve memleketin işgaline bâdi olacak hâlât bertaraf edilmiştir. Hatta bilhassa bu mesele için 13.9.35’te Malatya’ya gelen İngiliz Miralayı Peel, eşirra ile beraber bulunan Binbaşı Noel’in harekât ve teşvikâtından İngiliz Hükümeti’nin ma’lumâtı olmadığını ve geri aldıracağını söylemiş ve milletin azim ve kararı karşısında meseleyi bu suretle tevil ve tamir mecburiyetinde kalmıştır. Keyfiyetin zât-ı şâhâneye arz ve ismâı meselesine gelince, bunun için bir heyet-i mahsusanın İstanbul’a gönderilmesi, gidecekler için muhataralı ve makasidin bu suretle temîni de imkânsızdır. Bu husus başka suretle temîn edilmektedir.

2– Dahiliye ve Harbiye Nâzırlarının müşterek imzasını hâvi vesika hükümet-i merkeziyenin nasıl bir ihanet plânı tertip etmiş olduğunu tamamen göstermektedir. Bu vesâiki Trabzon Heyet-i Merkeziyesi görmemiş ise bir suretinin verilmesi ve bunun üzerine yazılacak cevapta ta’dîlât yapılıp yapılmadığının ve yapıldı ise muaddel suretinin iş’ârı.

Vesika 93

Kongre Riyâset-i Aliyyesine:

Miralay Vasıf Bey

Hüsrev Sami Bey

Hakkı Behiç Bey

Ömer Mümtaz Bey

Mazhar Bey

Râtipzade Mustafa Efendi

Karahisar-ı Sahip

Eskişehir

Bursa

Ankara

Denizli ve Aydın

Niğde

Bâlâda esâmileri muharrer zevât-ı muhteremenin mümessil olarak intihâbını arz eyleriz. 11.9.335

Vesika 94

Sivas, 16.9.35

On Beşinci Kolordu Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa Hazretlerine

C: 15.9.35

Servet ve İzzet Beylerin, Heyet-i Temsiliye’nin Trabzon Heyet- i Merkeziyesi’nden istîzâh eylediği hususâta cevâben çektikleri açık telgrafname alındı. Muhteviyâtının açık olarak işâası mahzurdan sâlim olmayıp bu mütâlaatı Heyet-i Temsiliye tamamen Servet ve İzzet Beylerin şahsî mütâlaaları olarak telâkki eder. Heyet-i Temsiliye ta’mîmen talep ettiği mütâlaatı İzzet ve Servet Beylerden değil, nizamname mûcibince Trabzon Heyet-i Merkeziyesi’nden talep etmiştir. Servet ve İzzet Beylerin nokta-i nazarlarını hâvi hususî telgrafname ile taraf-ı âlinizden hem kendilerine ve hem de Heyet-i Temsiliye’ye cevap olmak üzere dermeyan buyurulan mütâlaat hakkında da ber-vech-i âti izâhâta lüzum görülmüştür.

a) Evvelâ mûmâileyhümâyı malûmunuz olan mütâlaata sâik olan fikr-i aslîyi keşfetmek maa’t-teessüf Heyet-i Temsiliye’ce mümkün olamamıştır.

b) Nizamnamenin dördüncü maddesi muhteviyâtı bir idâre- i muvakkate teşkili esbâb ve şerâitini izah eder. Halbuki ma’lûm vakayi-i âhire-i ihanetkârâne sebebiyle ittihâz edilmiş ve edilmesi lüzumu hakkında mütâlaa sorulmuş olan tedâbîr hiçbir vakit idâre-i muvakkate teşkil etmek gayesine ma’tûf değildir. Binâenaleyh bu hususla dördüncü madde arasında münasebet aramaya lüzum yoktur. Tedâbîr zât-ı şâhâneye doğrudan doğruya arz-ı hale yol bulmak ve meşrû’ bir kabinenin mevki-i iktidara is’âdını istirham etmek maksadına matûftur.

c) Sivas’ta in’ikad eden Kongre Garbî Anadolu murahhaslarıyla Erzurum Kongresi’nin heyet-i umumiyesi, binâenaleyh umum Şarkî Anadolu vilâyeti namına sahib-i selâhiyet olmak üzere Kongre’nin kararına tevfîkan intihap edilen bir heyet-i mahsusa bulundurmakla Sivas Kongresi bi’t-tabi umum Anadolu ve Rumeli namına ve bütün milleti temsil etmek üzere umumî bir kongre halini kesbetmiştir. İşbu kongre Erzurum Kongresi mukarrerât ve teşkilâtını aynen ve fakat bi’t-tabi teşmilen kabul eylemiş, binnetice Şarkî Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti unvan-ı şâmili altında tevsian tevhîd edilmiştir. Nizamnamenin üçüncü maddesi ve Kongre’nin mukarrerât-ı esasiyesi zaten bu gaye-i âliyenin temînini emel-i kat’î olarak göstermiştir.

Sivas Umumî Kongresi, Erzurum Kongresi’nde Şarkî Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti namına intihap eylediği Heyet- i Temsiliye’ye tamamen beyan-ı itimat ederek aynen Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti için Heyet-i Temsiliye olarak kabul eylemiştir. Buna nazaran Sivas Umumî Kongresi’nin kararları başka, Erzurum Kongresi’nin kararları başka ve Şarkî Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Heyet-i Temsiliyesi başka ve Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Heyet-i Temsiliyesi başka gibi başkalıklar ve ayrılıklar elbette mevzu-ı bahis olamaz ve bunun mevzu-ı bahis olması şüphesiz ki, pek samimî olan maksad-ı vahdet ve gaye-i mukaddesemiz için son derece muzırdır. Bu takdirde bir birini ilga eden Heyet-i Temsiliyeler olmaklığı gibi, birine dahil olunca diğerinden istifasını talep etmek doğru olabileceği azalar da mevcut değildir. Bugün umum Anadolu ve Rumeli’ye şâmil olan Cemiyetimizin Sivas’ta bulunan yegâne Heyet-i Temsiliyesi Erzurum Kongresi’nde nizamnamenin mevâdd-ı mahsusasına tevfîkan müntehab dokuz zattan beşinin huzûruyla ifa-yı vazifeye devam etmektedir. Bu zevât, âcizleri ile Rauf ve Bekir Sami Beyefendiler ve Raif ve Şeyh Hacı Fevzi Efendiler Hazerâtından ibarettir. Bundan başka Canik livası dahi nizamname mûcibince mümessil olarak Refet ve Süleyman Beyleri namzet olarak göstermiş, Heyet-i Temsiliye’nin hazır olan beş azası Refet Bey’i tercih etmiş ve hazır bulunmayan azaları meyânından Servet ve İzzet Beylerin de reyini sormuştu. Mûmâileyhüm cevap dahi vermedikleri ve verecekleri cevap menfî dahi olsa ekseriyetin reyi nazar-ı dikkate alınması tabii bulunduğundan Refet Beyefendi ber-mûcib-i nizamname Heyet-i Temsiliye azalığı sıfatını bi’l-ihrâz ifa-yı vazifeye mübaşeret eylemiştir. Hukuk ve salâhiyeti ve menâfii, Şarkî Anadolu vilâyâtından bi’t-tabi hiçbir vechile az olmayan ve Sivas Umumî Kongresi’nde bulundurduğu münevver ve bi-hakkın mahallerini temsil eden azasının keyfiyet ve kemiyeti hiçbir vakit Erzurum Kongresi’nde hazır bulunan azadan aşağı olmayan Garbî Anadolu’nun muhik ve meşrû’ olan mütâlaat ve tekâlifini nazar-ı dikkate almayarak onları ale’l-ıtlak tâbi vaziyetinde bulundurmaya kalkışmak bizim aklımızın bir türlü kabul edemediği hususâttandır. Her halde onları tatmîn etmek zarurîdir. İşte hem bu zaruret yüzünden ve hem de vazifesi başında bulunamayan noksan azamızın faaliyetlerinden istifade edilemediğinden nâşi muâvenete olan ihtiyacından dolayı yine nizamnamenin sonlarındaki sekizinci maddenin Heyet-i Temsiliye’ye bahşeylediği selâhiyete istinâden Umumî Kongre heyetinin dahi Garbî Anadolu için sahib-i salâhiyet gösterdiği zevâttan altı kişi ile Heyet-i Temsiliye takviye olunmuştur. Bu zevât şunlardır: Askerlikten müstâfi Miralay Vasıf Bey, Hüsrev Sami Bey, Akkâ Mutasarrıf-ı Esbakı Hakkı Behiç Bey, Mazhar Bey, Sâbık Ankara Meb’ uslarından Ömer Mümtaz Bey, Niğdeli Râtipzade Mustafa Efendi. Bu altı zattan elyevm üçü hazır olup diğer üçü muvâsalat etmek üzeredir. Pek güzel ifade buyurulduğu vechile Kanun-ı Esasî mûcibince bizatihi sakıt ve ma’dûm olan vatan ve milletin mukadderâtı aleyhinde teşebbüsât-ı hıyanetkârânesi vesâik ve ef’âl ile sâbit olan Ferit Paşa Kabinesi’ni şâyân-ı itimat görmemek ve bunun yerine âmâl-i milliyeye hâdim meşrû’ bir kabinenin mevki-i iktidara getirilmesi lüzumunu zât-ı şâhâneye arz ve ismâ eylemek teşebbüsünden ibaret olan Sivas Umumî Kongresi’nin kararında isabet-i mutlaka olduğunu takdir etmek derin bir tetkike muhtaç değildir. Bundan sarf-ı nazar etmeyi teklif bilmem ne dereceye kadar doğrudur.

d) Mûcib-i tedehhüş olan tatbiki münasip olup olmayacağını nizamnameye tevfîkan heyet-i merkeziyelerden ve sahib-i salâhiyet azamızdan istîzân eylediğimiz altı maddelik mukarrerât muhteviyâtı ise, bunda telâşa ve Sivas Kongresi’nin umumî veya gayr-i umumî, Heyet-i Temsiliye’nin şöyle veya böyle olmasından bahse hiç de lüzum yoktur. Yapılması lâzım gelen şey mezkûr mukarrerâtın tatbik veya adem-i tatbikine dair her ne suretle olursa olsun mütâlaa ve nokta-i nazar bildirmekten ibarettir. bi’t-tabi Heyet-i Temsiliye her taraftan gelecek olan mütâlaatı nazar-ı dikkate alarak heyet-i umumiyece şâyân-ı kabul ve kabil-i tatbik bir karar ittihâz eder. Servet ve İzzet Beylerin mutlaka kendi fikirleri tervîc olunmadığı takdirde Heyet-i Temsiliye azalığından müstafi telâkki edilmeleri tarzındaki iş’ârları bi’t-tabi hüsn-i tesir yapmadı.

e) Heyet-i Temsiliye tarafından Trabzon Heyet-i Merkeziyesi ’nden istîzâh olunan mevâdd hakkında mezkûr heyetin mütâlaatı anlaşılmadıkça, Heyet-i Temsiliye’ce karar ittihâzına imkân olamayacağı ve her halde Trabzon Heyet-i Merkeziyesi’nin cevâbına muntazır bulunduğumuzu arz eyleriz.

f) İstîzâh olunan mukarrerâtın altıncı maddesinden maksat, İstanbul’da meşrû’ bir heyet-i hükümet taraf-ı şâhâneden mevki-i iktidara getirilinceye kadar Ferit Paşa Kabinesi ile kat’-i muhhaberât edilmiş olduğuna göre her vilâyeti mübhem ve mütereddid bir halde bırakmayıp vaziyet-i umumiyeden haberdâr edebilmek için bir merci-i muhhaberât gösterilmesi münasip görülmüş ve buna binâen mercii muhhaberâtın Sivas’ta Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi olabileceği hatırası kaydedilmişti. Bundaki merciiyet ve salâhiyet, izah olunduğundan başka bir şey değildir. Heyet-i Temsiliye ’nin istişarî mahiyeti ve kudreti ise, Anadolu ve Rumeli Müdafaa- i Hukuk Cemiyeti nizamnamesinde musarrah olduğu derecede ve teşkilâtı dahilinde bulunan heyet-i merkeziyeler ile salâhiyettar azalarına karşıdır. Yoksa bu heyeti, velev muvakkaten olsun, idâre-i hükümete karar vermiş bir heyet gibi tefsire kalkışmak haksızlık olur. Sivas Umumî Kongresi ictimâ ve müzâkerâtını hitama erdirmiş olduğu halde, vaziyet-i cedîd e icabı olarak Şarkî Anadolu vilâyâtının her tarafından murahhaslar davet etmek suretiyle yeniden ve fevkalâde olarak in’ikadı lüzumu başta zât-ı âlileri olduğu halde, birçok zevât-ı kıymettarın hatırlatması üzerine düşünülmüş bir keyfiyettir. İşbu izâhât ile izâle-i şübehat mümkün olacağı ümniyesiyle hürmetlerimizi takdim ederiz efendim.

Anadolu ve Rumeli Heyeti Temsiliyesi

Tel başında

Sivas, 16.9.35

15. Kolordu’ya

Trabzon Heyet-i Merkeziyesi’nden bir zata

Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Trabzon Heyet-i Merkeziyesi’ne

Kâzım Paşa Hazretlerine cevâben yazılan mütalaat bera-yı talimat aynen takdim olunur.

Heyet-i Temsiliye

Vesika 95

Trabzon, 20 Eylül 35

Sivas Müdafaa-i Hukuk Heyet-i Merkeziyesi’ne

Erzurum’da in’ikad eden Kongre’de kabul edilip hiçbir noktanın tatil ve tağyiri câiz olmayan mukarrerat-ı esasiyenin bazı tagayyürata uğradığı ve nizamname ahkâmına münâfi icrââtta bulunulduğu elyevm Sivas’ta bulunan ve umum Anadolu ve Rumeli Heyet-i Temsiliyesi namına hareket eden heyetten mevrûd telgrafnamelerden anlaşılıyor. Heyet-i Merkeziye, Vilâyât-ı Şarkiye Kongresi’nin çizdiği hudut haricinde hiçbir kararı kabul edilmeyip heyet-i muhteremelerince ittihâz olunan hatt-ı harekete vâkıf olmayı vazife addeder, acele cevâba intizâr ederiz.

Müdafaa-i Hukuk Heyeti

Trabzon Merkezi

Vesika 96

Zata mahsustur

Erzurum, 17 Eylül 335

K. O. 3 Kumandanlığı’na

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine mahsustur.

Zat-ı sâmîlerine pek merbût olan kalb ve hissiyâtım itibarıyla, her şeyi açık söylemek kanaatini muhafaza ediyorum. Hissiyât-ı mütekabilemiz de bi’t-tabi ancak buna müsaittir. Paşam Sivas’tan gelen tebligat ve ta’mîmler kâh Heyet-i Temsiliye namına ve kâh re’sendir. 10.9.35 tarihinde Dersaadet’teki hükümete hitaben re’sen tebligat ve ihtaratınız vâki olmaktadır. Buna itimat ve emniyet buyurunuz ki, bu tarzda imzanızla -vâki olan tebligat sizi en ziyade hürmetle sevenler nezdinde bile büyük bir samimiyet ve selâmet-i fikir ile tenkit olunuyor. Ancak âfâk-ı rü’yeti daha dar olan muhîtlerde ve bilhassa Anadolu harekâtını başka şekil ve mahiyette göstermek davasında olanlar nezdinde, bunun ne kadar müessir ve aksü’l-amele sâik olacağını takdir buyurursunuz. Zât-ı devletlerini masûn ve vatan ve millete pek kıymettar bir hatıra-i mevcudiyet olan mesâi-i vatanperverânelerini daima arzu ettiğimiz parlaklığıyla idâme ettirmek esasen pek az ricâl-i fedakârîye mâlik olan vatanımızın mukteza-yı menâfiidir. Binâenaleyh Heyet-i Temsiliye ve Kongre mukarrerâtını daima imzasız, sadece Heyet-i Temsiliye diye neşrini ricâ ederim. bi’t-tabi aramızdaki şifre muhhaberâtının icap ettirdiği şekl-i malûmdaki zâtî imzalara bunun hiç şümûlü yoktur.

Zât-ı sâmîlerinin her halde ortada münferit bir şekilde görülmemesi mukteza-yı nef’-i memlekettir. İttifak-ı ârâ ile ma’rûz olan işbu ricâlarımın hüsn-i telâkki buyurulacağından eminim. Ellerinizden öperim.

K. O. 15 Kumandanı

Kâzım Karabekir

Vesika 97

14 Eylül 335

Hâk-i pây-i Hilâfetpenâhîye

Zât-ı akdes-i cenâb-ı hilâfetpenâhîleriyle saltanat-ı seniyelerine bir ubûdiyet-i müebbede ile merbût olan millet namına ve lâ-yezâl olan sadakat-i ebediyemize istinâden marûzât-ı âtiyemizin ref’ine cür’et-yâb oluyoruz: Saltanat-ı seniyelerinin bugün ma’rûz olduğu müthiş mehâlik her şeyden evvel tarihimizin kaydetmiş olduğu en büyük mağlubiyetin en tabii netâyicinden olmakla beraber, mevcudiyetimize nihayet verecek bir mahiyet alan mehâlik-i marûzanın münhasıran mağlûbiyetimizden mütevellid olmadığı da her halde muhat-ı ilm-i hilâfetpenâhileridir. Almanya ve Bulgaristan gibi Harb-i Umumî’de bizimle beraber aynı mukadderâtı takip edip, aynı encâma marûz olan sâbık müttefiklerimizin bugünkü vaziyetleri, saltanat-ı seniyelerinin mahkûm olduğu şerâitle mukayese edilecek olursa, sade bir mağlûbiyetin bu kadar büyük bir felâket-i milliye tevlîdine kâfi gelemeyeceği pek kolay tezâhür eder. Mütarekenin zaman-ı akdindeki vaziyet-i umumiyemizle bugünkü halimizin mukayesesi de bu facianın ne büyük bir hakikat olduğunu lüzumundan fazla isbât eder itikadındayız.

Bugün milletin nazarında felâketimizin bu derece ittisâ’ına tesir eden en büyük âmil, mazinin bırakmış olduğu esbâb-ı hariciye ve harbiyeden ziyade halin teraküm ettirmekte bulunduğu müessirat-ı dahiliyede, yani mütarekeden beri teakub eden hükümetlerin ve bilhassa Sadrazam Ferit Paşa kullarının riyâseti altında teselsül edip giden kabinelerin irtikâb etmiş oldukları teseyyüblerde mündemicdir. Fi’l-hakika mütarekenamenin her türlü ahkâmı hilâfına olarak zuhûr eden bir Aydın faciası karşısında sadr-ı lâhık bile artık birinci hadise-i saderetine nihayet vermek suretiyle istifa ederek sebep olduğu cinayet-i siyasiyeden doğrudan doğruya mes’ûl olduğunu zımnen itiraf etmiş ve bu hareket üzerine milletimiz bu mes’ûliyetin her halde bir divan-ı âli huzurunda tayin edileceğini ümit etmeye başlamıştır. Fakat Ferit Paşa kulları bu hale rağmen ikinci bir kabine daha teşkilinden içtinap etmedi! Müşarünileyhin Paris Kongresi’nden haysiyet-i milliyemizi rahnedar edecek surette Dersaadet’e iadesi bu ikinci vaka-i sadaret esnasında vukua gelerek milletin emniyetine istinâd etmeyen bu hükümetin her türlü ehliyetten de mahrumiyeti bütün cihan nazarında sâbit oldu. Fakat Ferit Paşa kulları mevcudiyet-i milliyemize îrâs ettiği bu ikinci zarardan da mütenebbih olmayıp Paris’ten mûcib-i iadesi olan muhhaberât-ı siyasiyeyi mahzâ muhafaza-i mevki endişesiyle tahrifen tercüme ederek südde-i seniyelerine ve efkâr-ı umumiyemize arz etti. Bu suretle hem zât-ı hümâyûn-ı mülûkânelerini, hem mukadderâtıyla oynadığı millet-i mazlûmeyi iğfal etmiş oluyordu: Çünkü muhhaberât-ı maruzanın metn-i aslîleri müşarünileyhin İstanbul’daki neş-riyât-ı kâzibesinden evvel Avrupa matbûatında intişar etmiş ve Ferit Paşa’nın harekât-ı milliyemizi İttihatçılık şeklinde göstererek Anadolu’ya müdahale-i ecnebiye davet ettiği kâinata ma’lûm olmuştu! Halbuki İzmir havalisinde namusuyla mukaddesâtını müdafaadan başka bir şey yapamayan ve bunu yaparken de irâde-i merhamet-âde-i mülûkânelerine istinâd eden evlâd-ı vatan, takip ettikleri maksad-ı mukaddesi mükerreren hâk-i pây-i seniyelerine arz etmiş oldukları gibi, umum Anadolu galeyân-ı millîsindeki meşrû’iyet de saltanat-ı seniyelerinin cihât-ı erbaadan ma’rûz olduğu mehâlikle sâbit olmuştu. irâde-i milliyesini pay-i taht-ı seniyelerinde izhâra imkân bulamayan milletin âlâmına tercüman olmak üzere Anadolu’da in’ikad eden Şarkî Anadolu vilâyetleri Erzurum Kongresi ile bu defa Sivas’ta mün’akid Umumî Kongre’mizi de gayr-i meşrû’ ilân eden sadr-ı lâhik kulları hilâfet-i seniyelerinde akd-i ictimâ eden Ermeni ve Rum kongreleri mukarrerâtının İstanbul matbûatıyla ilânından hiçbir mahzur tasavvur edemiyorlar! Aynı zamanda bir taraftan meşrû’iyet ve kanuniyet esâsâtına istinâd etmek isterken, diğer cihetten Meclis-i Millî’nin feshinden beri yedi, sekiz ay geçtiği halde Kanun-ı Esasî ahkâmını tatbik edip intihâbata mübaşeret mecburiyetini de hâlâ hissetmiyorlar ve bu tarz-ı hareketle beraber kudret-i milliyemizi de ecânib nazarında keen-lem-yekün göstererek makasid-i ecnebiyeyi teshîl ediyorlar. Maksad-ı ihanetkârânelerinde muvaffak olmak için milletin ruhundan doğan teşkilât-ı milliyeyi dağıtmak, devletin hakk-ı kazasını ecnebi ihtirâsâtına bâziçe etmek, ordunun kuvvetini tenkis için muktedir erkân-ı askeriyemizi azl ve düşmana teslim etmek, şifreli muhhaberât-ı askeriyenin çaldırılmasına Posta ve Telgraf Müdüriyet-i Umumiyesi’ni salâhiyattar kılmak, birtakım düşman zâbitlerinin memleket dahilinde dolaşarak vahdet-i mülkiyemizi ihlâl edecek tahrikat-ı siyasiyede bulunmalarına müzaheret etmek, memleketi ihtilâl içinde gösterip müdahale-i ecnebiyeyi davet eylemek ve ordunun şifre muhhaberâtını men’ ile esrâr-ı askeriyeyi ifşa cür’etinde bulunmak gibi herbiri belli başlı bir cinayet-i milliye teşkil eden ahvâl-i gayr-i kanuniyeye tasaddi etmekten de bir türlü sarf-ı nazar edemiyorlar. Vatanı bu hale getiren ve mağlûbiyetten mütevellid felâketimizi bu kadar tevsi eden, en büyük sâik in hükümet-i hâzıraca irtikâb edilip duran bu ihanetler olduğu her halde artık nezd-i şevket-vefd-i hümâyûnlarınca da teeyyüd etmiştir. Bu vaziyeti nazar-ı itibara alan heyet-i memlûkânemiz vatanı kurtaracak son bir çare olmak üzere hiçbir fırka-i siyasiyeye mensup olmayacak ve irâde-i milliyeyi tamamıyla izhâr ederek millete istinâd edecek bir heyet-i vükelânın re’s-i kâra getirilmesini tazarru ve niyaz ile böyle bir kabine teşekkül etmediği takdirde milletin teşebbüsât ve icrâât-ı zaruriyesini tevkife imkân olamayacağını arz eder. Katıbe-i ahvâlde emr ü ferman sevgili pâdişâhımız efendimiz hazretlerinindir.

Sivas’ta mün’akid Umumî Kongre Heyeti

Mustafa Kemal

------------------------------------

(Vesika 97a)

2.10.35

İstanbul Şehremaneti’ne

Umum matbûata birer sureti verilecektir.

İstanbul ahalisine:

Mütarekenin imzasından beri gittikçe daha müthiş bir kat’iyetle mevcudiyetimizi tehdide ve sıra ile İstanbul, Musul, Adana ve İzmir gibi her biri bir ukde-i hayat ehemmiyetinde en mühim vilâyetlerimizin işgaliyle tahakkuka başlayan büyük tehlike, zâhiren mağlûbiyetten ve esbâb-ı hariciyeden mütevellid gibi görünebilirse de hakikatte her şeyden ziyade ahvâl-i dahiliyemizden mütehassıl olduğu kabil-i inkâr olamaz; Almanya ve Bulgaristan gibi eski müttefiklerimiz de bizimle beraber ve bizim kadar mağlûp oldularsa da hiçbirinin mevcudiyeti ve hakk-ı hayatı tehlike altında kalmadı. Onların bugünkü vaziyetleriyle bizim şimdiki vaziyetimizin en sathî bir nazarla mukayesesi, ma’rûz olduğumuz felâketin husûlüne sade bir mağlûbiyetin kâfi bir sebep teşkil edemeyeceğini bütün vuzûhuyla isbât eder. Bu farkın yegâne bâisi, onlarda hükümetle milletin müttehit ve bizde ise hükümetin milletten tamamıyla mütebaid olmasıdır. Mükerrer istihalelerle teâkub etmiş olan Ferit Paşa Kabinelerinin bugüne kadar takip etmiş oldukları siyaset-i dahiliye ve hariciye, göz önüne getirilecek olursa, felâketimizin neden bu kadar vâsi bir mahiyet aldığı derhal anlaşılır: Hükümet-i hâzıranın siyaset-i hariciyede âmâl-i milliyemize tamamıyla münâfi bir hatt-ı hareket takip etmekte olduğunun en büyük delâili İzmir gibi Yunanlılıkla hiçbir alâkası olmayan bir vilâyetimizdeki haksız ve caniyâne işgalin ref’ine değil, tahdîdine ve bu suretle de Akdeniz sahillerimizde muayyen hudûda mâlik bir Yunan müstemlekesi teşekkülüne sebep olması; orada ırzıyla namusunu müdafaa mecburiyetinde kalan ümmet-i Muhammed’in tenkîlini emrederek açıktan açığa Yunan menâfiine hizmet etmesi, Musul ve Adana gibi vahdet-i coğrafiye ve milliyemizin en lâyetecezza eczâsından olan aksâm-ı vatanın mukadderâtını tamamıyla ihmal edip Paris Konferansı’na tevdî ettiği notada Toros silsilesini memleketimizin hudûd-ı tabiiyesi şeklinde göstermesi ve bilhassa gerek Şûrâ-yı Saltanat’ta ve gerekse Paris Konferansı’nda “Vilâyât-ı Şarkıye’de vâsi bir Ermenistan teşkiline” kail ve hatta bilâ-sebeb talip olması gibi birtakım teşebbüsât-ı hainânedir ki, bunların heyet-i umumiyesi nazar-ı itibara alınırsa, elimizde vatan namına Ankara ve Kastamonu vilâyetlerinden başka birşey kalmayacak demek olur. İşte hükümet-i hâzıranın bütün siyaset-i hariciyesi ve vatan nazariyesi bundan ibarettir. Zaten en müthiş haricî düşmanlarımızın tasavvur ettikleri müstakbel Türkiye de nihayet bundan başka bir şey değildir. Ferit Paşa’nın siyaset-i dahiliyesi hutût-ı umumiyesi itibarıyla bütün milletçe ma’lûm olmakla beraber vaziyet-i umumiyemize en çok icra-yı tesir etmiş olanlarının tekrarı da faydadan hâli değildir.

1– Ferit Paşa, hem milleti, hem pâdişâhı aldatmak suretiyle şimdiye kadar mevkiinde pâyidâr olabilmiştir; çünkü Paris’ten avdetinde konferansa tevdî ettiği notaların muhteviyât-ı feciasını tahrifen tercüme ederek zât-ı şâhâneye ve enzâr-ı millete arz etmiş ve bu suretle hıyanetini ihfaya çalışmıştı, fakat Avrupa matbûatı vesâik-i mezkûrenin metn-i hakikîlerini aynen neşretmiş olduğundan Sadrazam’ın irtikâb ettiği câniyâne desise bütün vuzûhuyla meydana çıktı.

2– Düşmanlarımızın bile takdir ettikleri harekât-ı milliyemizi ihtirâsât-ı şahsiye ve İttihatçı tahrikatı addedip tenkîlini emretmekle hem millete, hem pâdişâha karşı alenen ve doğrudan doğruya muârız ve hatta muhasım vaziyeti almıştır; meselâ pâdişâhımız, son beyanname-i hümâyûnunda Anadolu harekâtının tamamıyla esbâb-ı milliyeden mütevellid ve bi’n-netice meşrû’ olduğunu ilân buyurduğu halde, Sadrazam Temps gazetesi muharririne bu harekâtın İttihatçı tahrikâtı olduğunu ve yakında izâle edileceğini söylemekten çekinmedi; bu suretle bu hükümetin bu millet aleyhinde olduğu artık kabil-i tereddüt olamayacak surette sâbit olmuştur.

3– Ferit Paşa Kabinesi milletin pâdişâh ile de temasına mâni olarak Anadolu ahalisinin zât-ı şâhâneye çektiği ve elân çekmekte olduğu telgrafları mâbeyn-i hümâyûna îsâl ettirmemekte ve zabt u ihfa etmektedir.

4– Bir taraftan bu cinayeti irtikâb etmekle beraber diğer taraftan Sivas’ta mün’akid Anadolu ve Rumeli Kongresi azasını hayyen veya meyyiten derdest ettirmek için Harput Valisi Ali Galip isminde bir şeririn, maiyetine Kürt aşiretleri alarak Sivas üzerine yürümesini emrediyor. Bu suretle anâsır-ı İslâmiye arasında mukatele ihdâsına çalışılıyor! Fakat hükümetin bu hususa ait muhhaberâtı milletçe elde edildiğinden kan dökülmesine meydan verilmeksizin Ali Galip ve avenesi tenkîl edilmiştir. İşte bütün bu ve bunlara mümâsil saymakla tükenmez cinayetler ve hıyanetler irtikâb etmiş ve etmekte bulunmuş olan hükümet-i hâzıranın, devleti inkıraza sürüklediğini takdir eden Anadolu halkı bu hale artık bir nihayet vermek mecburiyetini hissetmiş ve Allah’ın emrine ve Peygamber’in hadisine ittibâ ederek zulme karşı harekete başlamış ve zalimlerle her türlü münasebeti kat’ etmiştir. Büyük bir iman ve en kuvvetli bir vahdet-i milliye ile harekâtını tanzim edip teşkilâtını ikmâl etmiş olan Anadolu ahalisi her türlü hukuk-ı mülkiye ve milliyesinin her türlü ihtimale karşı mahfuziyetini temîn edecek bir seviye-i maddiye de ihrâz etmiştir. Şimdiye kadar bütün mukadderâtımızı pây-i taht idâre ediyor. Ve millet ve memleketimizi kurtaracak teşebbüsler Anadolu’dan değil, hemen daima İstanbul’dan sudûr ediyordu. Pây-i tahtın bugün ma’rûz olduğu mehâliki nazar-ı itibara alan Anadolu, şerâit-i hâzıra altında İstanbul’dan halâs ümit etmek imkânı olmadığını gördüğünden mevcudiyet-i umumiyemizle hukuk-ı meşrû’amızın müdafaası kendi uhdesine terettüb ettiğini takdir edip vazifesini ifaya başlamıştır. Bugün işte bu sıfat ve bu mahiyetle pâyitahta îsâl-i selâm eden umum Anadolu, mevâdd-ı âtiyeyi İstanbul ahalisinin ıttılâına arz etmek vazifesiyle mütehassistir:

1– Harekât-ı milliye müttehid ve muntazam teşkilâta merbût olarak bütün Anadolu vilâyetlerini ihtivâ etmiş ve tâ pâyitahtın kapısına kadar dayanmıştır.

2– Bu suretle cihan efkâr-ı umumiye ve mahâfil-i resmiyesi milletimizin hakk-ı hayata mâlik olduğunu ve hiçbir zaman esir olamayacağını idrâk etmiş ve bu idrâke müstenid kararını harekât-ı milliyemize karşı tamamıyla bî-taraf ve hayırhâh olacağını temîn etmekle izhâr etmiştir.

3– Anadolu’da sakin olup her türlü hukuk-ı meşrû’alarının en mutlak bir emniyet içinde bulunduğunu gören bi’l-cümle anâsır-ı gayr-i Müslime de âmâl-i milliyenin meşrû’iyetine tamamıyla kani olmuşlardır.

4– Anadolu’da ikamet ve seyahat eden tekmil ecnebiler de aynı kanaatle mütehassis olarak mensup oldukları devletleri tenvîr etmektedirler.

5– Bi’n-netice gayr-i meşrû’ olduğu bütün cihan nazarında sâbit olan Ferit Paşa Kabinesi’nin bu memlekette hiçbir nokta-i istinâdı kalmamıştır. Bu hakikatleri pâyitaht ahalisine arz etmekle bahtiyar olan Anadolu, bugün İstanbul’un da bir vazife-i milliyesi bulunduğu kanaatindedir. Ve bu vazifede de pâyitahtın her tarafında teşkilât-ı milliye merâkizi ihdâs ederek maddeten ve manen Anadolu harekât-ı milliyesine iltihak etmek ve bir baykuş edasıyla milletin mukadderâtı üstünde durmakta olan hükümet-i hâzırayı artık bu milletin başından gitmeye her suretle davet etmektir. Dünyada her milletin, icrââtına tahammül ettiği bir hükümetin mes’ûliyetinde müşterek addedileceğini Mösyö Clemenceau Ferit Paşa’ya tevdî ettiği cevâbî notada teşrih etmişti; idâre-i sakıtanın mezâlimine ancak muharebe sebebiyle tahammül etmiş olan bu millet, eğer hükümet-i hâzıranın mes’ûliyet ve cinayetine hiçbir sebeb-i mücbir olmaksızın iştirak etmek istemiyorsa, bu hükümete karşı olan hissiyâtını artık izhâr etmelidir.

Eğer bu vazife bugün ifa edilmeyecek olursa, yarın Ferit Paşa Kabinesi’nin âmâl-i milliyemize mugayir olarak kabul edebileceği şerâit-i sulhiye karşısında Avrupa’ya karşı hiçbir hakk-ı itirazımız kalmaz; o zaman bize cihan efkâr-ı umumiyesi “vaktiyle bu hakk-ı İtirazınızı neden kendi hükümetinize karşı istimâl etmediniz?” diyecek ve bunu derken de her halde pek haklı bir söz söylemiş olacaktır.

Çünkü Peygamberimiz “Kema tekûnu yüvellâ aleyküm” yani “siz ne mahiyette olursanız, evliya-yı umûrunuz da o mahiyette olur!” buyurmuşlardır.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk

Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi namına

Mustafa Kemal

-----------------------------------

(Vesika 97b)

2.10.35

Bi’l-cümle devletlerin İstanbul süferâ ve mümessillerine berâ-yı ma’lumât îsâl olunan muhtıra

Sekiz ay evvel feshedilmiş olan Meclis-i Millî’mizin Kanun-ı Esasî mûcibince nihayet dört ay zarfında yeniden ictimâı lâzım geldiği halde mütarekenin akdinden beri teakub eden hükümetler, intihâbâtın icrasında taallül etmiş ve bu suretle Meclis-i Millî hâlâ ictimâ edememiştir. Bu sebeple bilhassa hükümet-i hâzıranın takip etmekte olduğu siyaset-i dahiliye şekl-i idâ remizi mutlakiyetten tefrîk edilmez bir hâle geçirmiştir. Bu vaziyet üzerine harekâtıyla icrââtında hiçbir fikr-i meşrûtiyet kalmayan Ferit Paşa Kabinesi, nefret-i umumiye karşısında zulüm ve şiddetle pâyidâr olabilmek siyasetine sülûk ederek kendi aleyhinde bulunan millî vahdeti ihlâl için anâsır-ı İslâmiye’yi yekdiğeriyle kıtâle sevk etmek istemişse de, bu teşebbüse ait vesâik milletin eline geçerek memleketin emniyet-i umumiyesi haleldar olmaktan kurtulmuştur. Bunun üzerine millet vaziyeti zât-ı hazret-i pâdişâhîye arz ile itimâd-ı umumîye müstenid bir kabine teşkilini istirham etmek istemişse de, hükümet-i hâzıra milletle pâdişâhın temasına da mâni olmuş ve bu suretle millet için bir hükümet-i meşrû’a teşekkül edinceye kadar heyet-i hâzıra-i vükelâ ile kat’-ı münasebetten başka çare kalmamıştır: Çünkü böyle bir tedbire tevessül edilmediği takdirde Ferit Paşa Kabinesi’nin teşvikatıyla Anadolu asayişinin haleldar olacağı muhakkaktı. İstanbul’da itimâd-ı milliye müstenid bir kabine teşekkül edinceye kadar devam edecek olan bu vaziyetin meşrû’iyetini ve bilhassa hükümet-i metbûaları nokta-i nazarınca da lüzumunu vâreste-i izah addederiz; çünkü hükümet-i hâzıranın Versailles Konferansı’na gönderdiği heyet-i murahhasa sırf âmâl-i milliyeyi temsil eden bir hükümet tarafından gönderilmiş olmadığından dolayı bir ehl-i hibre telâkki edilmişti. Binâenaleyh sulhün takarrürü de ancak millete müstenid bir Osmanlı kabinesi teşekkül etmekle kabil olabilir.

Bu suretle gerek milletimizin ve gerekse Avrupa ve Amerika menâfi-i âliyesinin icâbat-ı âtiyesine tevafuk etmekte olan vaziyet-i hâzıra-i milliyemizin muhill-i asayiş hiçbir fikre müstenid olmadığını ve emniyet-i umumiyeyi ihlâl edecek hiçbir hadise zuhûr etmeyeceğini ve bütün manasıyla muslihâne bir hatt-ı hareket takip edileceğini Sivas’ta mün’akid umum Anadolu ve Rumeli murahhaslarından müteşekkil Umumî Kongre suret-i kat’iyede tekeffül ve temîn ederek kesb-i fahr ile cihana adâlet vaad eden düvel-i muazzamanın müzaheret-i maneviyelerinden emin olduğunu da ayrıca arz eder.

11 Eylül 335

İmza

Sivas’ta mün’akid Umumî Kongre Heyeti

İngiliz Mümessil-i Siyasîsine, Amerika Mümessil-i Siya s î sine, Fransa Mümessil-i Siyasîsine, İtalya Mümessil-i Siyasasîne, Sırbistan Mümessil-i siyasisine, Felemenk, Sefaretine, İsveç Sefareti’ne, Danimarka Sefareti’ne, İspanya Sefareti’ne.

Vesika 98

Beyanname-i hümâyûn suret-i münîfesi

Bugünlerde Anadolu’da serzede-i zuhûr olan ahvâl ve harekâtın safahatı, mahallerinden vürûd eden telgrafnamelerde vâsıl-ı sem’-i ıttılâımız olmuştur. Bu hâl-i esef-iştimal İzmir işgali ile ânı takip eden vakayi-i fecianın ve Anadolu Vilâyât-ı Şarkiye mukadderâtı hakkında işâa edilen rivâyâtın efkâr-ı ahalide hâsıl eylediği tesirât neticesi olup vukuât ve şâyiât-ı mezkûreden bi’l-cümle efrâd-ı ahalimizle beraber kalbimizde husûle gelen tesirât pek amîk, hukuk-ı devlet ve milletin sıyâneti emrinde sarf-ı mâ-hasal-ı gayret etmek cümlemiz için pek tabii ise de şu ân-ı mühimde hükümet ve millete terettüb eden vazife teşebbüsât-ı ma’kule-i siyasiye ve ittihâd-ı ârâ-yı umumiye ile muhafaza-i hukuka çalışmaktan ibarettir. Hükümetimizin takip ettiği siyaset neticesinde İzmir fecâyii Avrupa düvel ve milel-i mütemeddinesinin nazar-ı dikkat ve meveddetini celp ile mahalline bir heyet-i mahsusa i’zam ve bî-tarafâne tahkikata ibtidâr olunarak enzâr-ı medeniyette hakkımız tezâhür etmekte bulunduğu ve Anadolu Vilâyât-ı Şarkıyesi’ne dair olan rivâyât ve şâyiâta karşı da hükümetçe her türlü teşebbüsâttan hâli kalınmayıp zaten vahdet-i milliyemizi ihlâl edecek karar ve teklif olmadığı halde dahil-i memâlikte asayiş ve inzibatı sektedar ve nüfûz-ı hükümeti haleldar eyleyecek her gûna hareket ve efrâd-ı millet beyninde tefrîka ve şikakı müeddi olacak her türlü teşebbüsât devletimizin menâfi-i esasiye ve hayatiyesiyle kabil-i telif değildir. Bazı kimseler tarafından memleketin vaziyet-i hususiyesi tebdil ve güya ahali ile hükümet arasında muhalefet vücûdu ilân edilerek hakkımızda Avrupa efkâr-ı umumiyesinin taglît kılınması menâfi-i âliye-i memleketi külliyen rahnedar edeceği gibi bi’l-vücûh şâyân-ı teessüf olan bu hal şerâit-i kanuniye dairesinde bir an evvel icrasını arzu eylediğimiz intihâbatı da dûçâr-ı teehhür ederek sulhün takarrüb etmekte bulunduğu bir sırada vücûdu lâbüd olan heyet-i meb’ûsanın ictimâını tavik ve bu yüzden hükümetin müşkilâtını tezyid eyleyecektir. Bugün umum efrâd-ı milletimden intizârım, hal ve mevkiin nezaketini bi’t-takdir muhafaza-i sükûn ve itidal ve ahkâm-ı kavânîne ve emr-i hükümete tamamî-i ittibâ ile memleketin intizam ve asayişini muhil hareketten ictinâb eylemek ve bu suretle karîben sulh müzakeresine davet olunacak Osmanlı murahhasları konferans muvacehesinde milletle hem-âhenk olarak isbât-ı mevcudiyet edebilmektir. Altı buçuk asırdan beri Avrupa muvazenesinde bir âmil-i mühim olan devletimizin vahdet ve tamamiyetini ve millet-i Osmaniye’nin mevki-i haysiyetini temîn edecek bir sulhe karîben nâiliyetimizi eltaf-ı sübhaniyeden ümit etmekteyim. Düvel-i muazzamanın hissiyât-ı nasfetkârâneleri ve hakikaten gittikçe nüfûz etmekte olan Avrupa ve Amerika efkâr-ı umumiyesinin itidalperverliği de bu ümidimi tevsîk eylemektedir. Hükümetin her türlü müşkilât-ı dahiliyeden masum kalarak takviye ve memleketimizin her tarafında ahkâm-ı kavânîne harfiyen riayetle sunûf-ı tebaamızın mahfûziyet-i hukuku ahass-i âmâlimiz olup heyet-i hükümetimizin de bu bâbda âmâl-i hümâyûnumuzu tamamıyla rehber-i hareket ittihâz edeceğine eminim. Şu efkâr ve âmâl-i hâlisânemizin memâlikimizin her cihetine neşr ü ta’mîmde sadakat ve hamiyetlerinden mutmain olduğum bi’l-cümle efrâd-ı milletimin sem’-i ıttılâına îsâlini irâde ederim.

24 Zilhicce 1337, 20 Eylül 335

Mehmet Vahideddin

Mâbeyn-i hümâyûn-ı mülûkâne Başkâtibi Ali Fuat Beyefendi tarafından bugün Bâbıâli’de senâverlerine tevdî ve ta’mîmen devâire ve elviyeye tebliğ kılınmış olan beyanname-i hümâyûnun suret-i münîfesi bâlâya derc olunmakla vilâyet-i celîlelerince dahi nevâhi ve kurâya kadar neşir ve ilânı ile ahkâm-i celîlesinin ber-mantuk-ı ferman-ı hümâyûn-ı şâhâne bi’l-cümle sunûf ve efrâd-ı ahaliye tefhim ve ilânı.

20 Eylül 335

Sadrazam

Damat Ferit

Vesika 99

Sivas, 22 Eylül 335

(Pâdişâha, beyannamesi üzerine yazılan telgraf)

Hâk-i pây-i meâli-ihtivâ-yı cenâb-ı hilâfetpenâhiye

Şevketpenâh Efendimiz!

Kullarınızı hâk-i pây-i hümâyûnlarına tekrar arz-ı hal ve hakikate sâik olan sebep; heyet-i hâzıra-i vükelânın ketm-i hakayıkle zât-ı şehinşahîlerine arz ve i’lâm ettiği vechile bir emel-i nâmeşrû’ değil, milletin metâlib-i muhikkasıdır. Mükerrer istirhamatımızın kabinenin dest-i hıyanetiyle südde-i seniyelerine arzına mümânaat edilmesi, memleketin ve tebaa-i sadıka-i hümâyûnlarının zararına, telâfi-nâpezîr bir hesap kayıt ve teşkil ediyor. Bu kere Ferit Paşa’nın müzeyyel mütâlaatıyla vilâyâta tebliğ edilen beyanname-i hümâyûnları muhteviyâtından dahi pek bâriz anlaşılıyor ki, milletin âmâl ve makasid-i meşrû’ası ve kabinenin irtikâb edip fiilen ve vesâik ile sâbit harekât-ı hainâneleri zât-ı akdes-i hümâyûnlarından mektum tutulmuştur. Ferit Paşa’nın zât-ı şevket-simât-ı şehriyârîlerine muhâlif-i hakikat ma’rûzâtta bulunmak suretiyle millet ve vatana karşı irtikâb eylemekte olduğu ihaneti taz’îften çekinmediği de kemâl-i teessürle görünmektedir. Tarihin hiçbir sahife-i ihanetine makîs olamayacak bir hıyanetle ahaliyi yekdiğeri aleyhine iğvâ’ ve milleti ihtirâsât-ı ecnebiyeye feda eden bu kabinenin arzu-yı millî hilâfında olarak mevkiinde kalması, pek büyük felâketler celp ve ihzâr etmektedir. Bütün cihan mülk-i hümâyûnlarında sükûn ve asayişin müterakkıbı iken vilâyetlere çekilen telgrafnamelerle bir taraftan aşâir-i mutîayı efrâd-ı ahali üzerine teşvik ile beraber memâlik-i şâhânenizin herc ü mercî içinde ve muhtac-ı muâvenet olduğunu resmen beyan ederek müdahale-i ecnebiyeyi davet eyleyen, diğer cihetten vilâyât-ı şarkiyede vâsi bir Ermenistan teşkiline ve Toros silsilesinin cenubunda kâin yerleri terke âmâde bulunduğunu ifade ile dahilî ve haricî düşmanlarımızın âmâlini tervîc ve tatmîn etmek isteyen bir kabinenin mevki-i iktidarda kalmasını zat ve mülk-i hümâyûnlarınızın düşmanlarınızdan başka hiç kimse arzu etmez.

Paris Sulh Konferansı’nın, meb’ûslarımızın intihâbından ve Meclis’in in’ikadından evel Türkiye hakkında ittihâz-ı karara başlaması muhtemeldir. Milletin itimâdına müstenid olmadığı Düvel-i İtilâfiye’ce de ma’lûm bulunan Ferit Paşa Kabinesi’nin bu suretle re’s-i idârede kalması murahhaslarımızın konferansa davet ve kabul edilmemesi, kabulü halinde de evvelce olduğu gibi bu defa da tard ve iade ile aleyhimizdeki hükmün tebliğiyle iktifâ olunmasını istilzam edecektir ki, bunun neticesi olarak zuhûru tabii olan felâketin milleti büsbütün dûçâr-ı yeis edeceğini zât-ı şâhâneleri pek iyi takdir buyururlar. Binâenaleyh memleketi sıyâneten Ferit Paşa Kabinesi’nin hemen ıskatıyla itimâd-ı umumîye mazhar zevâttan mürekkeb bir kabinenin teşkiline müsaade-i şehinşahilerini bütün millet namına niyaz ve istirham ederiz; ol bâbda ve katıbe-i ahvâlde emr ü ferman hazret-i tâc-dâr-ı azamîlerinindir.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti

Heyet-i Temsiliyesi

Ankara’da K. O. 20, Erzurum’da K. O. 15, Diyarbekir’de K. O. 13. Niğde’de Fırka 11 K. Van, Bitlis, Trabzon, Erzurum, Kastamonu, Ankara, Diyarbekir, Elaziz, Hüdavendigâr vilâyetlerine ve Heyet-i Merkeziyelerine. Erzincan, Canik, Kayseri, Niğde, Antalya, Afyonkarahisar, Kütahya, Denizli, Bolu, Urfa Mutasarrıflıklarına ve Heyet-i Merkeziyelerine. Hâk-i pây-i şâhâneye vuku bulan ma’rûzât sureti berâ-yı ma’lumât maruzdur.

(K. O. 3 ve Sivas vilâyetine: leffen takdim kılındı)

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti

Heyet-i Temsiliyesi

Vesika 100

Erzurum’dan, 20.9.35

K. O. 3 Kumandanlığı’na

Heyet-i Temsiliye’ye: Bilhassa İngilizlere karşı ihfa edilen ve bundan dolayı resmî ve açık bir memuriyetle henüz tavzîfi mümkin olamayan Halit Bey’in nasıl bir ateşîn mizac ve hamiyete mâlik olduğu malûm-ı samileridir. Mûmâileyhin Trabzon ’a memuriyeti halinde mizacı iktizası ihdâs edilmesi muhtemel vaziyetlerin bu nazik zamanda belki ıslâhı mümkün olamaz. Binâenaleyh Halit Bey’in fart-ı hamiyet ve sevk-i ahvâl ile bazı tedâbîr ve teşebbüsât için haber-i âcizî olmadan ma’rûzâtta bulunsa bile tervîc buyurulmamasını istirham eylerim.

K. O. 15 Kumandanı

Kâzım Karabekir

Vesika 101

Şifre

Zata mahsustur

Sivas, 22.9.35

Erzurum On Beşinci Kolordu Kumandanlığı’na

C: 20.9.35

Trabzon vaziyetini zât-ı devletlerine burada teşrihi zâid addederiz. Aheng-i umumîyi ihlâl edecek teşebbüsât-ı muzırranın vukuunu bi’t-tabi zât-ı âlileri de arzu eylemezler. İşte bu endişe iledir ki, biz Trabzon’da teşkilâtın efkâr ve mütâlaat-ı mahsusaya bağlı olmayan sırf menâfi-i milliyeyi şâmil nikat-ı nazardan görebilmek istidadında bulunan eşhâstan vücut bulmasını istiyoruz. Bunu temîn için azim ve namusundan emin olduğumuz Halit Bey’in tayinini istirham eylemiştik. Iş’âr buyurulan mehâzîrden İngiliz mahzuru bizlerce mutasavver değildir. Yalnız Halit Bey’in asabiyyü’t-tâbia olmasından nâşi âmâl-i umumiye-i milliyeye, makasid ve ihtirâsât-ı hususiyeleri ile engel olan eşhâs hakkında şedîd ve kat’î davranacağı, Trabzon için mahzurlu görülüyorsa, esasen arzunuz hilâfında bir karar ittihâzı da bizce hiç de şâyân-ı arzu keyfiyet olmadığından Trabzon’un ıslâhı neye ve ne gibi vasıtaya mütevakkıf ise, ânın doğrudan doğruya taraf-ı devletlerinden ittihâzını istirham ile iktifâ ederiz efendim.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 102

Şifre halli

Erzurum, 27.9.335

Sivas’ta K. O. 3 Kumandanlığı’na

Heyet-i Temsiliye’ye: Trabzon muhîtini (y k k y m) gibi oradaki cereyânı da daima takip etmekteyim. Evelce de bi’l-münâsebe arz ettiğim vechile cereyân-ı millîyi idâre ve idâme hususunda bendenizin mesleğim, evvelâ halkı tenvîr ve irşad etmek, fikren ve ruhan bu cereyâna kanaat ve samimiyetle bağlamaktır. İrşad ve ikna vazifesini yaptıktan sonra yine temerrüd edenler görülürse şu halde bir maksad-ı hasîs peşinde koşan mel’ûnlar olduğu tamamen tebeyyün etmiş olacağından onlar da lâyık oldukları muameleye ma’rûz kalırlar. Pek büyük tecrübelerle tahassul eden bu prensibi aynen Trabzon muhîtine de tatbik ettim. Bir müddet-i muvakkate için ve icabında hâkim olmak üzere Dokuzuncu Fırka Kumandanı Rüştü Bey’i erkân-ı harbiyesiyle birlikte ve Üçüncü Fıkra Kumandanlığı Vekâleti’yle Trabzon’a gönderdim. Mûmâileyh karargâhını Cevizlik’te tesis ve idâre-i umûr edecektir. İki seneden beri kendisini yakînen tanıdığım ve necâbet ve metânet-i ahlâkiyesini pek çok sevdiğim Kaymakam Halit Bey’i şu aralık Trabzon muhîti için münasip bulmadım. Çünkü Trabzon vüs’ati ve İstanbul’un entrikalarına kurbiyeti dolayısıyla orası pek büyük bir ihtiyat ve basiretle iş görmek ister. Halbuki Halit Bey’in asabiyet-i mizacı cümlece malûmdur. Biz Halit Bey’den ancak bir harb ü darb zamanında lâyıkıyla istifade edebiliriz. İngiliz telâkkisine gelince âcizlerince mümkün olduğu müddetçe âşikâr ve maddî bir husûmetten ictinâbı tercih ederim. Binâenaleyh bu ve bu gibi esbâb ile Halit Bey’in o havalide şimdilik yed-i himmetinin alınması lüzumunu arz ederim.

K. O. 15 Kumandanı

Kâzım Karabekir

Vesika 103

Şifre

Zata mahsustur

29.9.35

K. O. 15 Kumandanı Kâzım Paşa Hazretlerine

Heyet-i Temsiliye’ye hitaben 27.9 tarihli şifre telgrafname-i âlileri bugün akşam vâsıl oldu. Trabzon vilâyeti efkâr-ı umumiyesi hakkında tamamen buraca da tenevvür edilmiştir. Trabzon merkezi müstesna olmak üzere bütün kaza ve livalarıyla muhabere edilmektedir. Merkezdeki hal dahi Vali’nin tevkif ve teb’îdinden sonra zâil olmuştur. Rüştü Bey’in Üçüncü Fırka Kumandanlığı Vekâleti’yle Trabzon’a gönderilmesinde vârid-i hâtırım olan nikatı arz edeceğim. Evvelâ Vali’yi tevkif eden Halit Bey’dir. Birkaç gün sonra Rüştü Bey’in bu suretle gönderilmesi Halit Bey’in hareketini oradaki bedhâhâna karşı tenkit gibi olabilir. Saniyen Halit Bey mühim vaziyetlerde fırkasının başına geçmeye müterakkıb iken bugün geçirmekte olduğumuz mühim ve tarihî âvânda diğer bir zatın yerine geldiğini görmekten müteessir olabilir. Binâenaleyh bu tertipten sarf-ı nazar buyurularak Rüştü Bey’in suret-i münasibede vazifesi başında ibkasını samimiyetimize binâen ve tamamen hususî olarak ricâ ederim. Maahaza Kolordunuzun tertibât ve hususât-ı askeriyesine hiçbir vechile müdahale hatırımdan geçmediği için en nihayet hususât-ı askeriyede arzu ve tensîbiniz vechile hareket tabiidir kardeşim efendim.

Mustafa Kemal

Vesika 104

Şifre halli

Erzurum 2.10.35

K. O. 3 Kumandanlığı’na

C: 29.9.35

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine: Rüştü ve Halit Beylerin suret-i tavzîfi hakkında yanlış bir zehâb husûle gelmemek için zât-ı samilerine ber-vech-i âti izâhâtı arz eylerim. Trabzon mıntakasının bir birini takip eden safahatı ehemmiyetle takip edilmekte olduğu cihetle ahîren bu nokta-i nazardan Halit Bey’le muhabere edilmiş, kendisinden cevâben gelen telgrafnamede bu ehemmiyetten bahisle beraber Fırka Vekâleti’ni ifa eden Atıf Bey’in vezâifinin nezaketiyle mütenâsib bir mevki tutmadığı gibi Trabzon Mevki Kumandanlığı da Vekâlet’e karşı bazan taşkın bir vaziyet aldığı cihetle daha kuvvetli bir inzibat ve intizam tesisi için eğer hâlen ma’lûm olan siyaset ve ictinâb dolayısıyla kendisi bi’l-fiil kumandayı ele alamayacaksa Fırka’ya muktedir bir zatın vekâlet etmesini teklif eyledi. Ânın İngilizlere karşı bir husûmet ve şedîd politika izhârından ictinâbını muvâfık bulduğumuzdan ve Halit Bey’in ise Ardahan ve Ahısha Ermeni ve Gürcü mesâilinden dolayı İngilizlerin ve Harbiye Nezareti’nin takibatına ma’rûz kaldığından Halit Bey’in şimdiki vaziyeti bâki ve zarurîdir. Fi’liyâtı müstelzim olan hâdisâtı fevkalâde olmadıkça bi’t-tabi Fırka’nın fiilen kumandasına geçirilemez. Hususiyle Kuvâ-yı Milliye Kumandanı gibi Vali’yi bizzat tevkif etmiştir. Rüştü Bey ise, bundan sonra değil vakadan daha evvel Fırka karargâhına gelmiştir. Halit Bey’in mevkii daha metîn ve münasiptir. Herkes ânı Kuvâ-yı Milliye Kumandanı addıyla daha müessirdir. En büyük mahzuru da şâyân-ı itimat bir kabine de, eğer İngilizlerin tesiriyle Halit Bey’in çekilmesini talep ederse çok fena bir sukut olur ve dikkat buyurulmuş olacaktır ki, âcizleri Trabzon muhîtini her yerden hassas addettiğim cihetle orada daima ordu ile kuvveti mezcederek bir siyaset takibini hayırlı gördüm. Ve elân öyledir. Şimdiye kadar Halit Bey’in ne şahsiyetini ve ne de bir kuvvetini Trabzon üzerinde göstermedim. Şimdi ise herkes gördü. Deniliyor ki, fırkası haricinde bulunan Halit Bey millî bir kuvveti temsil vazifesini ifa etmiştir. Hal bu vaziyette iken, şimdi Trabzon vilâyetinin başında Halit Bey’in resmen Fırka Kumandanlığı’nı idâre etmesi de artık câiz değildir. Bendenizce Halit Bey’in en muvâfık hal ve vaziyeti müheyyâ-yı istifade olan şimdiki mevki ve vaziyetidir. Halit Bey bendenize dahi bu bâbda mürâcaat etti. Kendi vaziyetini lâyıkıyla kendisine anlatmak için Erzurum’a davet ettim. Arz ettiğim esbâb ve tarz-ı cereyân hasebiyle de bir su-i zan ve tevile mahal kalmamış ve kalmayacaktır. Bu izâhât ve ma’rûzâtımdan sonra zât-ı samilerince mütehassıl kanaatin inbâsına inayet buyurulmasını ricâ ve ihtirâmâtımı takdim eylerim.

K. O. 15 Kumandanı

Kâzım

Şifre

Zata mahsustur

Sivas, 5.10.35

On Beşinci Kolordu Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa Hazretlerine

C: 2.10.35. Halit Bey hakkındaki ma’rûzâtım, mûmâileyhin izzet-i nefsinin cerihadar edilmemesi nokta-i nazarına ma’tûf idi. Kendisinin mürâcaati üzerine vâki olduğu iş’âr buyurulan vaziyet-i âhire için tamamen mütâlaat-ı âlilerine iştirak ederim efendim.

Mustafa Kemal

Vesika 105

Gayet mahremdir

Sivas’ta: Seryaver Cevat Bey’e

Kumandan Beyefendi, Paşa Hazretlerinin kendi hukukunu müdafaa ve muhafaza edeceklerinden pek ziyade emin bulunuyorlar. Kâzım Paşa’nın vaziyet-i âhiresinden müteessir olan Kumandan Bey, On Beşinci Kolordu’dan infikâk ile Kongre’yi âmir tanımaya karar vermiş ve bu fikirden Rüştü Bey’i haberdâr etmişken Kolordu’nun (ş) temînatından başka Miralay Rüştü Bey’in dahi sırf İngiliz müdahalesinden ictinâben Kâzım Paşa’nın resmen kumandaya başlattıramadığını ve Halit Bey’in İngilizlerin mevcudiyetinden dolayı Trabzon’a gidemeyeceği cihetle birkaç gün için kendisinin gönderildiğini ve Kâzım Paşa’nın bütün kumandanlardan ziyade Kumandan Bey’e itimâdı olduğunu namusu üzerine Kumandan Bey’e söz vermesi üzerine Halit Bey intizâr vaziyeti almış idi. Âhiren Kumandan Bey Üçüncü Fırka kumanda vaziyet-i hâzırasının tebdilini Kolordu’dan talep etti. Şayet Kolordu bu teklifi kabul ve icrâ etmezse bilâ-emir fiilen kumandaya ibtidâr eyleyeceğini ve karar-ı sâbık vechile Kolordu’dan ayrılarak Kongre’yi re’sen âmir tanıyacağını arz eylerim. Paşa Hazretlerini lüzumu vechile tenvîr buyurunuz efendim.

Fırka 3 Emir Zâbiti

Mülâzım-ı evvel

Tarık

Vesika 106

Osman ve Ferit Beylerle makine başında muhhaberât

Kastamonu’dan

Arz-ı teşekkür ediyorlar, iyiyiz Paşa Hazretleri; Kastamonu ’ya Ankara’dan başka hiçbir taraftan tezâhürât-ı milliyeye dair halk tarafından bir şeyler gelmiyor. Bu muhîtin hali gariptir. Samsun, Trabzon, Sivas, Erzurum, Harput, Bitlis, Van, Diyarbekir ilh... vilâyât efkâr-ı umumiyesi bizimle beraber değiller midir diye sualler karşısında kalıyoruz. Bu hususun buraca ehemmiyet-i fevkalâdesi vardır, temîn buyurulması. Burada hükümet-i hazıranın irtikâb ettiği caniyâne harekâta karşı bi’l-umûm ulemâ, eşrâf, tüccarân ve rüesâ-yı ruhaniye ve cemaat-i Hıristiyaniye ve memûrîn velhâsıl bütün halkın mukarrerâtıyla vâki olan ictimâda Düvel-i İtilâfiye mümessilleri dahil olduğu halde İstanbul’un kâffe-i makamâtına pek tehditkâr telgraflar umûmun imzası tahtında yazılmıştır ve işbu mukarrerât bi’l-umûm vilâyât ve elviyeye tebliğ kılınmıştır. Yalnız halk buna karşı diyorlar ki, bu gayr-i tabii ahvâl ne zamana kadar devam edecektir. Çünkü bu hain kabinenin bu telgrafları da tevkif ederek muhafaza-i mevkie çalışacakları şüphesizdir, bunlar bir dakika mevkilerinde fazla kalsa o nisbette fazla mazarrat ika’ ederler. Bunların temerrüdüne karşı ne gibi tedbir buyuruldu. Lütfen bizi tenvîr buyurunuz Paşam.

[Sivas]

Tezâhürât-ı milliye vatanın her köşesinde aynı salâbet ve hararetle mevcuttur. Trabzon, Erzurum, Van, Bitlis, Diyarbekir, Harput, Erzincan, Dersim, Sivas, Samsun, Malatya, Maraş, Ayıntap, Kayseri, Niğde, Ankara, Karaman, Afyonkarahisar, Denizli ve ilh... en ufak köylerine kadar halk ve en ufak cüz’-i tâmmına kadar bütün ordularımız tamamen hassas ve vahdet-i kâmile halinde aynı istikamete müteveccih ve ittihâz ve tebliğ olunan mukarrerâtı harfiyen tatbik ve icrâ eylemektedirler. Yalnız Konya şehri şimdilik hâl-i atâlettedir. Fakat Konya’da On İkinci Kolordu Kumandanı evvelâ istifa edip çekilmek için bizden ricâ etmişti. Bugün vürûd eden telgrafta On İkinci Kolordu heyet-i umumiyesiyle tebliğ olunan mukarreratı fiilen icraya başlaması üzerine mani-i yegâne olan Vali Cemal Bey’in şaşaladığı bildirilmekte ve tazyikten kurtulan Konya ahalisinin dahi icabı gibi teşebbüse geçeceği temîn edilmektedir.

Fuat Paşa Hazretleri kâfi Kuvâ-yı Milliye ile Eskişehir’e dört saat mesafede kâin Cemşit mevkiine vâsıl ve her taraftan şehri ihata eylemiş olduğundan bugün Eskişehir’de bulunan İngiliz kuvvetleri kumandanı bir İngiliz heyetiyle Paşa’nın nezdine gelerek İngilizlerin harekât-ı milliyeye karşı tamamen bî-taraf bulunduklarını ve umûr-ı dahiliyemize kat’iyen müdahale etmeyeceklerini temîn eylemiş ve Fuat Paşa’dan kendilerine ilişilmemesini ricâ eylemişlerdir. Paşa da İngilizlere karşı hiçbir fikr-i taarruzumuz olmadığını yalnız hıyaneti tebeyyün eden Ferit Paşa Kabinesi’nin ıskatı için mecbur olursak her türlü harekete geçeceğimizi ve İngilizler tarafından alınan Kaymakam Atıf Bey’i talep ettiğini bildirmiştir İngilizler cevâben tamamen haklı olduğumuzu ve kendilerinin dahi bu muhik mutalebâtın is’âfına çalışacaklarını beyan ile avdet eylemişlerdir, İngilizler Merzifon’da bulunan kuvvetlerinin geriye alınması halinde memnun olup olmayacağımızı sormuşlar, pek memnun olacağımızı bildirdiğimizden derhal oradaki kuvvetlerini bütün ağırlıklarıyla beraber Samsun’a çekmişlerdir. Dün İstanbul’dan Fransa Sefareti’nden Lelong isminde bir Fransız bizimle görüşmek üzere memuren buraya vâsıl olmuştur. Elinde harekât-ı milliyemize tamamen tarafdâr olduklarına ve hükümetin mahkûm-ı sukut bulunduğuna ve her türlü arzularımızın Fransızlarca maa’l-memnuniye tatbikine âmâde bulunduklarına ve talimat itasına intizâr eylediklerine dair Franchet d’Esperey’nin yaverinden bir de mektubu hâmildir. İki gün evvel maiyetinde iki General ve on beş kadar zâbitten mürekkeb bir heyet bulunan Amerika Tahkik Heyeti Reisi General Habord dahi Sivas’a gelerek harekât-ı milliyenin meşrû’’iyetini ve lüzumunu ve hükümet-i merkeziyenin zaaf ve gayr-i meşrû’’iyetini beyan ve bütün maksatlarımızı ve kuvvetli olduğumuzu ve haklı olan mutalebâtımızın kabulünden başka çare olmadığını derhal İstanbul’a bildirmiş. Gerek Amerikalılarla ve gerek Fransızlarla olan işbu münasebatın gayet mahrem tutulmasını selâmet-i harekâtımız namına ricâ ederim. Hükümet-i merkeziye hakkında İstanbul’daki İtilâf Devletleri’nin Avrupa’ya verdikleri gizli bir ajansta Ferit Paşa Kabinesi’nin karîben sukut edeceği bildirilmiştir. Bir de bugün hükümet-i merkeziye İstanbul telgrafhanesinde kendi zamanlarında cereyân etmiş şifre ve açık muhhaberâtı tetkik ederek toplamakla meşgûl olmuştur. Bu da kendilerinin çekilmeye hazırlıklarına bir işarettir. Kastamonu’da yaptığınız gibi yukarıda isimlerini saydığım tekmil vilâyâtta dahi müteaddit imzalarla İstanbul’a telgraflar çekilmiş ve elân çekilmektedir. Bunların yekdiğere tebliğinde ihtimal ki ihmal ediyorlar. Kastamonu için bu hususta umûmun nazar-ı dikkatini celp ederiz. Bu çekilen telgrafların Kabine tarafından hıfz edilmesinin ehemmiyeti yoktur. Yalnız bu telgrafları Kabine’nin okuması kâfidir. Diğer taraftan bütün vesâit-i emîne ve serîa ile keşîdesi icap eden telgraflar ki umum milletin maksat ve talebini hulâsa etmektedir.

İstanbul’da gerek Düvel-i İtilâfiye mümessillerine ve gerek zât-ı şâhâneye îsâl edilmektedir. bi’t-tabi İstanbul’ca vaziyet-i umumiyemiz henüz bütün kudret ve vuzûhuyla anlaşılmaya başlanmıştır. Daha evvel de bu cihetin istihali mümkündü; fakat maa’t-teessüf Kastamonu vilâyeti gibi mühim bir merkez-i muhabere ancak Osman Beyefendi’nin himmetiyle tutulduktan sonra, Çorum’da doğrudan doğruya Harbiye Nâzırı’nın emriyle aleyhimize kuvvet hazırlayan Muhittin Paşa’nın entrikası keşfolunmuş, İstanbul’un nokta-i istinâdı kırılabilmiştir. Bugün istical eden Kastamonu halkı bu isticalini Osman Beyefendi’nin muvâsalatından evvel yapmış olsaydı ihtimal ki bugüne kadar netice alınabilirdi. İşte halkın bu gayr-i tabii ahvâl, ne vakte kadar devam edecektir sualine verilecek olan cevap şudur: Ne vakit ki Kastamonu halkı bu hali gayr-i tabii bulup endişeye düşmek zaafından kurtularak maksadımızı istihsal edinceye kadar sebat etmekte eser-i tereddüt göstermeyecektir, işte o zaman bu gayr-i tabii hal kendiliğinden zâil olacaktır. Kabine’nin temerrüdü tabiidir. Buna karşı başka tedbire kalkışmadan evvel ilk tedbirimizi hakkıyla ve her tarafta kat’iyetle tatbik etmek çarelerini düşünelim. Meselâ Bolu vaziyeti hakkında ne yapılmıştır, Bolu hizasına kadar tekmil mevâkiin İstanbul ile muhhaberât-ı resmiyesinin kat’ olunduğundan emin miyiz? Buna dair muntazır bulunduğumuz ma’lumât henüz vürûd etmedi.

Fuat Paşa Hazretleri birkaç güne kadar Eskişehir’e hâkim olacaklardır. Oradan Bilecik ve Bursa’daki teşkilât-ı milliyeye aynı kararı tatbik ettirecektir, zât-ı âlileri de Bolu ve hatta mümkün olursa ilerilere kadar vaziyetimizi teşmile muvaffak olursanız bu takdirde İstanbul Hükümeti kendini muallâkta bulacaktır; diğer taraftan da İngilizler dahil olduğu halde bütün Düvel-i İtilâfiye’nin kendilerinden yüz çevirdiklerini görünce temerrüde takatleri kalmayacağını zannederim. Maahaza bundan sonra da bir inad-ı echelâne ve eblehâneye devam etmek isterlerse her halde daha müessir tedbirler tatbikine imkân vardır. Çünkü asıl ahalinin tereddüt edebileceği cihet İngilizlerin hükümet-i merkeziyeyi tutarak birtakım harekât-ı fiiliye yapması ihtimali idi, halbuki yukarıda izah eylediğim vechile bugün için vaziyet elhamdülillah tamamen milletin lehindedir.

Maksadımızın en büyük düşmanı, harekâtımızda en ufak bir eseri zaaf ve endişe göstermek olur.

Muhittin Paşa’nın Niğde, Dersim Mutasarrıflarının Kuvâ-yı Milliye tarafından tevkif olunduklarını bittabî işittiniz.

Diyarbekir ve Sivas vilâyetlerinin aynı mealde Dersaadet’e çektikleri telgrafnameler zîrindeki imzaları berâ-yı ma’lumât burada zikrediyorum. (Mevzu-i bahis imzalar yazdırılmıştır) Bunların metinlerini ve diğer namütenahi denecek kadar çok olan telgrafnameleri yazmağa imkân yoktur, çünkü fi’l-hakika hatları uzun zaman işgal edecek kadar çoktur.

Kastamonu

Paşa Hazretlerinin lütfen bizi pek mükemmel tenvîr eden tebşîrâtlı izâhâtına teşekkür ederiz. Bolu ve havalisinin İstanbul hükümet-i merkeziyesiyle olan muhhaberâtı dünden itibaren kat’ ettirilmiştir. Yalnız her tarafta olduğu gibi buradan icap eden yerlere tezâhürât-ı milliyeyi göstermek üzere telgraflar yağdırmaya muvaffak olunamamıştır. İnşallah himmet-i devletleri ile bu da bir iki gün zarfında temîn edilecektir. İnebolu’dan İstanbul’a iade edilen Kastamonu Valisi, Dahiliye Nâzırı’ndan Zonguldak’ta âtideki emri almıştır: Bolu ve havalisi serbesttir. Zonguldak’a çıkınız, vilâyetin icap eden mahalleriyle muhabere ediniz ve emr-i ahîre kadar orada bekleyiniz, emrini alan Vali Zonguldak’tan İstanbul ile muhabere etmek üzere tehdide başladığını Vali Vekili ile bendenize haber verdiler. Gece alaturka saat altıya kadar muhabere edildi. Mevkûfen karardan Kastamonu’ya getirilmesi emri verildi ise de mutasarrıfının bazı mütâlaası dolayısıyla bu şık tatbik edilemedi, Vali ve beraber gelen Mektupçu dün sabah gece cereyân eden muhhaberâta ıttılâ peyda edince orada barınamayarak bitevfîkihi tealâ kemâl-i ihtişamla Dersaadet’e avdet buyurduklarını berâ-yı ma’lumât arz eyleriz efendim.

Kumandan, Miralay

Osman

Vali Vekili

Ferit

Vuku bulan arzu üzerine şu tafsilâtı verdim:

Ermenistan Cumhuriyeti denmekle maruf Erivan ve Nahcivan Ermenileri kendilerini hakikaten bir devlet olmuş zannıyla bazı mertebe vaziyetler almağa kalkıştı. Şarktan Azerbaycan Müslümanları çoktan hudutları dahiline girmiş ve ufak ufak muvaffakiyetli muharebelerle ilerlemekte bulunmuştu. Son günlerde Nahcivan civarında Azerbaycan İslâm kuvvetleriyle Ermenilerin yegâne fırkası karşı karşıya geldi, vuku bulan mühim bir muharebede Ermeniler kâmilen muzmahil ve perişan oldular ve bunun neticesinde Nahcivan’da bir hükümet-i Islâmiye teşekkül etti. Ermenistan Cumhuriyeti’nin gösterdiği kabiliyetsizlik Avrupa ve bilhassa Amerika nezdinde tamamen taayyün etmiştir.

Ermenilerin bir hükümet-i müstakille olarak idâre-i devlet edemeyeceklerine kanaat eylemişlerdir. Belki hükümet-i Osmaniye’nin bir vilâyet veya eyaleti olabilir, denilmektedir. Hele memâlik-i mahruse-i şâhâne dahilinde öteden beri dermeyan edilen Ermenistan muhtariyeti ve sâire gibi teklifler artık tamamen kuvvetini kaybeylemiştir. Adana havalisinde Fransızlara yaslanan Ermeniler de son günlerde çîn-i cebîn görmeye başladılar. Elhamdülillah mukadderâtımız pek parlak hükümlere iktirân edecektir.

Gözlerinizden öperim, müsterihâne uyuyunuz. Yalnız bi’l-vesile mühim bir noktayı hatırlatmak isterim. Meb’ûsları çabuk ve şâyân-ı arzu zevâttan intihap etmek lâzımdır.

Vesika 107

Konya’da K. O. 12, Erzurum’da K. O. 15, Ankara’da K. O. 20, Diyarbekir’de K. O. 13, Niğde’de Fırka 11 Kumandanlıklarına, Adana, Van, Erzurum, Trabzon, Bitlis, Diyarbekir, Elaziz, Kastamonu, Ankara, Konya, Hüdavendigâr vilâyetlerine ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Merkeziyelerine.

Erzincan, Canik, Kayseri, Maraş, Urfa, Niğde, Antalya, Isparta, Burdur, Denizli, Afyonkarahisar, Karesi, Eskişehir, Bolu, İzmit Mutasarrıfıklarıyla Müdafaa-i Hukuk Heyet-i Merkeziyelerine.

Elaziz’de K. O. 1 Ahz-ı Asker Reisi Vehbi Beyefendi’ye

Giresun Heyet-i İdaresi’ne, Şehremaneti’ne

Beyanname

Sivas, 26.9.35

Ferit Paşa Kabinesi’nin pâk ve nezih Anadolu’da yegâne mülevves nokta-i istinâdı olan Konya Valisi Cemal Bey’in Konya’da vatan ve milletimiz aleyhinde ağyâra istinâden irtikâb eylemiş olduğu ihanetkârâne harekâtı cidden erbâb-ı hamiyeti ve bilhassa Konya ahali-i muhteremesini pek ziyade dil-hûn eylemekte idi. Bu defa mûmâileyh Cemal Bey’in harekâtındaki habâset orada bulunan ecnebilerin dahi nazar-ı nefretini mûcib olduğundan kendisi milletle karşı karşıya bırakılmıştır. Cemal Bey son bir hareketi mezbûhâne olmak ve bi’n-netice kendisini terk eden ecnebileri müdahaleye mecbur kılabilmek hayal-i bûsûduyla hapishanede bulunan bi’l-cümle kanlı katil mevkûfîni çıkarıpteslîh ve kendisine vasıta-i cinayet kılmak istemiştir. Artık bu kadar zelilâne ve denâetkârâne harekete müteşebbis olan bir şahsın Konya vilâyet-i şâhânesini daha fazla lekelemesine tahammül câiz olamayacağını takdir eden halk muktaza-yı hamiyet ve celâdetini göstermeye tevessülde tereddüt etmemiştir. Bunun farkına varan Cemal Bey bugün hempâları ile İstanbul’a firâr etmiştir. Mûmâileyhin İstanbul’a vusûlünden evvel derdesti me’muldür. Ferit Paşa ve Dahiliye Nâzırı Âdil Bey’in en zînüfûz zannettikleri alet-i mefsedetlerinin akıbetini millet-i necibemizin enzar-ı dikkatine ve Ferit Paşa Kabinesi’nin de nazar-ı ibretine vaz’ ederiz.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 108

Telgraf

Urfa, 18.9.35

Sivas Kongre Riyâset-i Âliyesine

Heyet-i Temsiliye’nin ve Kongre’nin harekâtı İngiliz Hükümeti’nce doğrudan doğruya Düvel-i İtilâfiye’ye karşı taarruz şeklinde telâkki olunmaktadır ve bu halin temâdisine Türk Hükümeti’nin ihdâs eylediği bir vaziyet mânası verilerek umum Osmanlı kıtası Düvel-i İtilâfiye’ce işgal-i askerî altına alınmak ve Türk Hükümeti’ne hitam verilmek gibi bir gayeye sevk edeceğini buradaki temas neticesi olarak hissedilmekte olduğundan vaziyet-i hâzıra saadet-i milleti imhâ edecek bir şekilden tevakkisini istilzam edecek bir surette Kabine ile itilâf husûlü vatan ve milletin selâmeti noktasından intizâr ve istirham olunur.

Urfa Mutasarrıfı

Ali Rıza

Telgraf

Sivas’tan, 19.9.35

Urfa Mutasarrıfı Ali Rıza Beyefendi’ye

İkaz maksad-ı hayırhâhânesiyle keşîde buyurulan 18.9.35 tarihli telgrafname-i âlileri heyetimizce nazar-ı dikkate alındı ve ber-vech-i âti nikatın zât-ı âlilerine iblağı tensîb edildi.

Heyet-i Temsiliye ve Sivas’ta mün’akid Umumî Kongre’nin mukarrerât ve icrââtı hiçbir vechile Düvel-i İtilâfiye’ye karşı taarruz şeklinde olmadığı Kongre’nin cihana ilân edilen beyannamesi muhteviyâtından mütezahir olduktan başka bu husus fi’liyât ile de tamamen sâbit olmuştur. Bu sübût zaman ile bütün vuzûhuyla tebeyyün edecektir. Binâenaleyh İngiliz Hükümeti’nin zâhib olduğunu zannettiğiniz telâkkide fâhiş ve azîm hata vardır. Zât-ı âlinize bu yolda telkinatta bulunanlar oradaki İngiliz kuvve-i işgaliyesi mensubîninden ise onların da zehâbındaki butlânı izâle etmek sizin için bir vazife-i milliye ve vicdaniyedir. Burada ve her yerde bulunan İngiliz ve sâir Düvel-i İtilâfiye mümessilleri hakikat-i hâli tamamen takdir etmişler ve milletin teşebbüsât-ı meşrû’asındaki hak ve isabeti teslim eylemişlerdir.

Milletimizin hakk-ı meşrû’unu talep zımnında aldığı vaziyet sebebi ile Düvel-i İtilâfiye’nin umum Osmanlı vatanını işgal-i askerî altına almağa kalkışmaları vârid-i hâtır bile olamaz. Çünkü milletimiz İtilâf Devletleri’nden adl ü hakka mugayir harekâta değil, bu yolda şimdiye kadar hükümet-i merkeziyenin acz ü meskenetinden dolayı yapılmış olan hak-şikenâne muâmelâttan sarf-ı nazar etmelerine intizâr eder.

Milletin, menâfi-i âliye-i vataniyeyi pâymâl eden ve hukuk-ı meşrû’a-i milliyeyi hainâne ve caniyâne teşebbüsât ve tedâbîr-i leîmeye fiilen kalkışmasıyla Kanun-ı Esasî’miz mûcibince bizzatihi ma’dûm olan Ferit Paşa Kabinesi’yle anlaşmasını tavsiye etmemiz vaziyet-i hakikiyeye henüz adem-i ıttılâınıza atfolunmaktadır. Bu sebeple zât-ı âlinizi ve Urfa ahali-i muhteremesini tenvîr maksadıyla bu telgrafa zeyl olarak icap eden ma’lumât ve izâhât ve talimat ita olunacaktır.

Zât-ı âlileri gibi erbâb-ı hamiyetin vazifesi âmâl ve irâde-i milliye dairesinde milletin umûrunu tedvîr eylemektir. Makam-ı muallâ-yı hilâfet ve saltanata olan merbutiyet-i sadakatkârânemiz ancak bu suretle tecelli edecektir. Binâ enaleyh Ferit Paşa Kabinesi’ne itimat câiz olmadığına dair ora ahali-i necibesinin vuku bulacak mürâcaatı suretinin berâ-yı ma’lumât inbâsı Heyet-i Temsiliye kararıyla tebliğ olunur.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk

Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi namına

Mustafa Kemal

Vesika 109

Bizzat halledilecektir.

Dakika tehiri tahkik ve müsebbibleri

tecziye edilecektir

Ankara, 25.9.35

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

Bu gece İstanbul telgrafhanesinden Fuat Paşa’yı telgraf başına istediler. Israrlarına binâen mahrem bulunduğu haber verildi. Sername ve imzası da Dahiliye Nezareti’nin vilâyet şifresiyle yazdırılan bir şifre yazdırdılar. Bunun hülâsası pâdişâhımızın beyannamesindeki irşâdât-ı âlimâneye tatbik-i hareket edilmek suretiyle halâs-ı vatanın müyesser olacağından milletin necîb fedakârlıklarının bedhâhâna işâat ile âlem-i medeniyette mutasavver gayeler suretinde tecelli ettirilmesinden, hükümet ve milletin ayrılığı müdahale-i ecnebiyeyi davet edeceğinden ve konferans hakkımızda karar verirken bu ihtilâfın nişane-i hayr u selâmet olmayacağından ibarettir. Neticede müdîrân-ı harekât ile görüşmek üzere zevât-ı âliye ile bildirilecek yerde mülâkatı emr-i vâki suretinde arz ve vaktin darlığından cevap beklenilmektedir. Ve selâmet-i vataniyeye ait bu tekarübün müstelzimi bulunan iki vech-i makamın bunu hüsn-i niyetle kabul ve ictihadı fikre, şahsa ve şerefe merbût masûniyeti temhidat-ı müselsele ve kâmile ve ciddiyet ve itina ile ilâve edildiği ve âmâde-i cevap olduğu da ilâve edilmektedir. Telgrafı yazan bu zat Erkân-ı Harbiye Mirlivalarından Abdülkerim Paşa’dır. Kendisinin söz verdiği bu telgrafa Ticaret ve Ziraat Nâzırı Hadi Paşa vesatetiyle ve aynı şifre ile cevap intizârındadır. Mûmâileyh bu hilesi ile mürâcaatın bizden olduğunu ilân ve işâa etmek istediği anlaşılıyor. Telgraf başında intizârda bulunduklarından bir dakika evvel kabul edilip edilmeyeceği ile ne cevap verileceğinin iş’ârı müsterhamdır.

20 K. O. K. Ali Fuat Paşa Hazretlerine yazılmıştır.

K. O. 20 Kumandan Vekili

Mahmut

Vesika 110

25.9.335

Saat: 7 sonra

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

Mahmut Beyefendi’ye

Telgrafnamenizi okudum. Fuat Paşa Hazretlerinin elân bulunduğu yerden makine başında İstanbul ile görüşebileceğini zannetmiyorum. Fi’l-hakika böyle ise Kerim ve Hadi Paşalara Fuat Paşa Hazretlerinin Ankara’da bulunmayıp meşgûl olduğunu ve fakat görüşmek arzu eyledikleri takdirde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Sivas’ta hazır bulunan Heyet-i Temsiliyesi’nin ve bunlar miyanında Kerim Paşa Hazretlerine muhabbet-i hususiyesi olan Mustafa Kemal Paşa ile makine başında arzu eyledikleri tarzda görüşmek mümkün olduğunu bildirirsiniz. Yalnız Fuat Paşa’nın İstanbul’la görüşmek istediği hakkındaki sözleri doğru olamaz, binâenaleyh onlar görüşmek arzusunda iseler kaydında dikkatli bulunmak lâzımdır. Her halde bu zevâtın görüşmeğe hâhiş-ker oldukları takdirde Sivas’la görüşmeleri daha serî olur.

S — Bu zevât İstanbul’da makine başında mıdırlar?

C — Hayır. Şimdi makine başında değillerdir. Dün gece makine başında idiler efendim.

S — İstanbul’a telgrafı verdiniz mi ?

C — Şimdi yazılmaya başlanmıştır.

S — Telgrafı alan zata bunun şimdi icap edenlere îsâlini ihtar etsinler.

C — Deraliyye’deki Merkez Müdürü bekliyor. O zat alacaktır Beyim.

Mahmut Bey’in İstanbul’a cevâbı

Cevap

2

Ankara’dan, 25.9.335

Saat: 19

Ankara’dan:

— Fuat Paşa’nın olduğu yerden biz bile bazan bi’l-vasıta telgraf yazdırabiliyoruz. Emr-i âlileri şifre ile ve fakat sernamesiz olmak ve telgrafnamede evvelki şifreyi yazdıran memur vasıtasıyla iblâğ edeceğiz. Yazacağımız metni şimdi size okuyacağım efendim.

Sivas’tan:

— Pek güzel!

— Kâmilen şifre yapılacak. “Erkân-ı Harbiye Mirlivalarından Abdülkerim Paşa Hazretlerine: Fuat Paşa Hazretleri Ankara ’da olmadığından telgrafınızı iblâğ etmek mümkün olmuyor. Görüşmek arzu ettiğiniz takdirde Rumeli ve Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Sivas’ta hazır bulunan Heyet-i Temsiliyesi ile ve bunlar arasında bilhassa Abdülkerim Paşa Hazretlerine muhabbet-i mahsusası olan Mustafa Kemal Paşa Hazretleriyle makine başında görüşmenizin mümkün olabileceğini arz eylerim efendim.”

K. O. 20 Kumandan Vekili

Mahmut

Sivas’tan:

— Çok muvâfıktır, İstanbul’dan verdikleri telgrafı aynen verir misiniz?

Vesika 111

25.9.335

Kerim Paşa’nın telgraf “şifre mahlûlü” suretidir.

Memleketimizin geçirmekte olduğu imtihan-ı azîmin neticeten teyemmün-bahş olması evlâd-ı vatanın müşterek gayesidir. Bu hususta pâdişâhımız efendimiz hazretlerinin beyanname-i hümâyûnlarındaki irşâdât-ı âlimâne hükümet ve milletimizin yegâne peyveste olacağı gaye-i nâciyedir ve devlet ve milletimizin beka-yı hayatı ve tamamiyet-i mülkiyemizin masûniyeti, camia-i kelâm-ı mülûkânenin tatbikiyle pezîr-i istikrar olacağı bedîhîdir. Bunca necâib-i harekât ve fedakârî ile şu ana kadar muazzez (.....) niyâtının harisi kalan .........ın bütün bütün cihan-ı medeniyet karşısında bi’n-nihaye izhâr-ı hakk-ı âli eylemesine âsârıyla intizâr olunur iken bunun akamete ma’rûz kılınması hakkında bedhâhânın her şeyden istifadesine ve belki tahlîs-i vatan endişelerine ait harekât bile kâinata nâ-makbûl ve menfûr gayeler suretinde tecelli ettirilmiştir. Zemin-i müsaid bırakılması devlet ve milletin mazarratını ve maazallahü tealâ müdâhalât-ı azîmeyi müeddi görülmektedir. Millet ile hükümetin el ele hareketi selâmet-i vatan hususunda en büyük beraat ve hüsn-i delâlet ve bunun hilâfı ise haricî tehlike ve müdahaleyi dâi bulunmak itibarıyla bâdi-i vehamettir. Konferansta hakkımızda son karar verilmekte olduğu şu sırada hükümet ile millet arasında teşettüt ve muhalefetin kat’iyen nişane-i hayr u selâmet olmaması da bî-iştibâhtır. İmdi ben sırf sizlerin eski ve nezih bir arkadaşı ve bu memleketin yine sizler gibi selâmetini istihdâf eden nâçîz ve fedakâr bir ferdi bulunmak itibarıyla endişe-i vatanla yaptırmakta olduklarına kat’iyen iman ve itimâdım olan bu harekâtın maksûd-ı âli vechile millet ve hükümetin vahdet-i âmâline tevfîkini pek sehil buluyorum. Fevz-i Hudadan mülhem bu teşebbüsâtın netice-i meşkûresi için müdîrân-ı harekât ile bunu anlaşmak üzere kendim sizinle mülâkat edebileceğim gibi itimat ve hürmet-i âmmeyi ihrâz eden zevât-ı âliye ile birlikte İstanbul’dan hareketle taayyün edecek bir mahalde mülâkat ve müzakere icrası imkânını da emr-i vâki surette arz edebilirim. Muhakkaktır ki bu memleketin selâmeti için iki tarafta da anlaşılması ve birçok yapılacak veya kabul edilecek şeylerin hemen müzakereden geçirilmesi en son kalmış bir çare-i haldir. Pek mümkündür ki bunda Cenâb-ı Hallâl-i Müşkilât bu biçare millet ve memleketin şu düşvarküş ukdesini feth ü hall eyler. Bir kere nisbet olunsun, Hudanın lutfu ve irâe edileceği muhakkak hüsn-i niyetle şahid-i hakikat ve selâmet derâguş olunur ve tarz-ı hal de Cenâb-ı Hudavend-i Kerîm en müessir esbâb-ı müsebbibâne rabt ve milleti iktisâb-ı hak ile müemmen eyler. Vaktin pek darlığı itibarıyla işin nezaket-i fevkalâdesine mebni bendenize keyfiyetin hemen işbu telgrafnamenin keşîde olunduğu şifre ile inbâsını ricâ eder ve muhabbet ve hürmetlerimi arz eylerim. Selâmet-i vataniyeye ait bu tekarübün müstelzimi bulunan teşebbüsü en yüce makam büyük bir (.........) ve hüsn-i niyet ve hürmetine mebni şahıslarınıza ve şereflerinize merbût her türlü masûniyetinin de başkaca cevapnamenin ve Dahiliye Nezareti’nin şifresiyle ve Ticaret ve Ziraat Nâzırı Hadi Paşa Hazretlerinin vasıtasıyla bendenize keşîdesi.

Vesika 112

Sivas, 27.9.35

Saat: 11 evel

(Kerim Paşa ile telgraf başında muhabere)

— Mustafa Kemal Paşa telgraf başındadır. Kerim Paşa’ya söyleyiniz buyursunlar diyorlar.

— Zât-ı samileri Mustafa Kemal Paşa Hazretleri misiniz, ruhum.

— Evet. Muhterem Kerim Paşa Hazretleri.

— Sivas’ta Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine: (Paşa’ya söyleyiniz, anlar, Hazret-i Evvel karşınızdadır). Afiyet-i âlileri inşallah iyidir kardeşim. Emr-i hayr-ı vatan için büyük vatanperver kardeşim ile ve ihvân-ı âliye-i temsiliye ile müdâvele-i efkâr etmek isterim. Hâk-i pâyinize îsâl kılınmak üzere Ali Fuat Paşa vasıtasıyla bir telgraf göndermiştim. Yed-i âlinize vâsıl olan işte o telgraf esası üzerine bir hall-i meşkûr, inşallah iktitaf ederiz. Memleketin geçirmekte olduğu nazik ve pek mühim devre-i mu’dileyi lutf-ı Huda ile sahne-i teysîre îsâl kılarız. Bundan bikeremi Huda nurdan mahlûk-ı âmâl-i rehâkârımız mürşid-i dilimizden buna dair mühim şeyler konuşarak, telfik-i maksûd-ı vatan kılalım değil mi? Pek fatin ve müdebbir kardeşim, ne buyurursunuz ruhum. Bedhâhân-ı hâksârın bu güzel memleketimiz üzerindeki iftirââtını ve alenî takibat-ı mel’anetlerini kıralım ve ânları kemingâh-ı ümidlerinde meflûc ve bî-hayat bırakalım ve yalnız hükümet ile milletin sırf selâmet-i vataniyeye ait hidemât ve icrââtını telif edelim ki, gaye-i müştereke ve mübeccele zaten hep birdir. Endişe-i vatanla gösterilen bunca necîb tezâhürâtın, cihan-ı medeniyet karşısında, muazzez topraklarımızın hıfz ve sıyânetine ait en büyük hamiyet-i vatanperverî olduğunu bir kere daha temhîd zımnında mevcut müşkilât-ı ahvâli ref’ edelim ve buna bir çare bulmak için de muazzez kardeşiniz ile müdâvele-i efkâra başlayalım. Muntazırım kardeşim. Bu teşebbüsüm hakkında hükümetin vâsi derecede bir hüsn-i niyet izhâr ettiğini ilâve eylerim ruhum.

— Kerim Paşa Hazretlerine, (Kutbü’l-aktâb deyiniz anlar). Şimdi cevap veriyorum.

Pek muhterem ve nezih kalpli kardeşim Abdülkerim Paşa Hazretlerine:

1. Elhamdülillah afiyetim berkemâldir. Büyük ve necîb milletimizin hukuk-ı meşrû’asını müdrik ve onu muhafaza ve müdafaaya bütün mevcudiyetiyle mütevessil olduğunu görmekle pek mes’ûdum. Âcizleriyle ve Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Heyet-i Temsiliyesi’yle müdâvele-i efkâr etmek hususunda izhâr buyurulan arzuya samimiyetle teşekkür ederiz. Heyet-i Temsiliye azasından Erzurum Mümessili ulemâdan Raif Efendi Hazretleri ve Erzincan ve Dersim Mümessili Şeyh Hacı Fevzi Hazretleri ve Bahriye Nâzır-ı Esbakı sevdiğiniz kardeşlerden Rauf Beyefendi Hazretleri ve vülât-ı sâbıkadan Sivas ve Tokat ve havalisi Mümessili Bekir Sami Beyefendi Hazretleri ile Bitlis ve havalisi Mümessili Mazhar Müfit Beyefendi Hazretleri ve İstanbul münevverânının murahhas-ı mahsusları Washington Sefir-i Kebiri Ahmet Rüstem Beyefendi Hazretleri ile pek çok sevdiğiniz Kara Vasıf Beyefendi ve İsmail Fazıl Paşa Hazretleri, Samsun ve havalisi Mümessili Sâbık Üçüncü Kolordu Kumandanı Refet Beyefendi, Garbî Anadolu Mümessillerinden Ömer Mümtaz Bey, Hüsrev Sami Beyefendiler ve Diyarbekir havalisi Mümessili İhsan Hâmit Bey, Van ve Muş havalisi Mümessillerinden Mirza Beyzade Hacı Musa Bey bu anda yanımda bulunmaktadırlar. Cümlesi Fuat Paşa Hazretleri vasıtasıyla keşîde buyurulan telgrafname müfâdına vâkıftırlar ve şimdi cereyân eylemekte bulunan muhabereyi takip ediyorlar. Cümlesi samimiyetle gözlerinizden öperler. Diğer mümessil arkadaşlara da haber gönderdim. Burada bulunmayıp bazı vezâif-i mahsusa ile iştigal eyleyen mümessil arkadaşlarla da daima makine başında hâl-i temas ve irtibattayız. Binâenaleyh Heyet-i Temsiliyemiz ile arzu buyurulduğu vechile ve en serî bir surette müdâvele-i efkâr buyurmaları taht-ı imkândadır. Cümlemizin âmâl-i ciddiyesinin vatan ve milletin selâmet ve saadetine ait bir hall-i meşkûr iktitafından ibaret bulunduğuna şüphe yoktur. Ancak bu hususta esâs ittihâz buyurduğunuz telgrafname müfâdı bilmem ne dereceye kadar kavî bir mesned olabilir. Hallâl-i müşkilât olmak isteyenlerin mebde-i hareketleri hakikat-i ahvâle mutabık olmak gerektir. Müsaade buyurursanız telgrafname-i birâderîleri muhteviyâ tından muhtac-ı izah ve istîzâh görülen bazı noktaları burada tekrar edeyim. Muhterem büyük pâdişâhımız efendimiz hazretlerinin beyanname-i hümâyûnlarındaki irşâdâtın hükümet ve milletimizin yegâne peyveste olacağı gayesinde tamamen müşterekiz. Millet-i necibemizin ve cümlemizin zât-ı akdes-i hilâfetpenâhîye olan revâbıt-ı hürmet ve sadakatimizin lâ-yetezelzel bulunduğuna asla kimsenin şüphe ve tereddüt etmeğe hakkı yoktur. Hakan-ı celîlü’ş-şanımızın her türlü âmâl ve irâdât-ı hümâyûnlarına ser-fürû etmek bizim için bir nimet-i uzmâdır. Âcizleri aylarca mukaddem bu hakikat-i mahzâyı kemâl-i samimiyet- i vicdaniyemle hâk-i pây-i şâhâneye arz etmiş idim. Bugün ve ilelebed bu nokta-i necâta sadakatim kat’îdir. Bi’l-cümle rüfeka-yı mesâimin hissiyât ve ictihâdât-ı kat’iyesi aynıdır. Alelumum büyük ve âli-cenâb ve vefâkâr milletimizin dahi bundan başka türlü mütehassis olmasına imkân mutasavver değildir. Halife-i akdes ve pâdişâh-ı celîlü’ş-şanımız hakkındaki sadakat ve ubûdiyet ve bîpâyân hürmetlerimizin her ne olursa olsun daima mahfûz bulundurulacağını bütün mukaddesâtımız üzerine yemin ile bir kere daha burada teyîd eyleriz. Yalnız medâr-ı istinâd ittihâz buyurulan beyanname-i hümâyûn muhteviyâtının bizlere ve millet-i necibeye değil, Ferit Paşa ve rüfekasına bir hitâb ve itâb olduğu ednâ mülâhaza ve tetkik ile sübût bulacak bedîhiyâttandır. Fi’l-hakika kalb-i pâk-i hümâyûnu amîk teessürâta dûçâr eden ahvâl ve harekât milletimiz tarafından değil, fakat Ferit Paşa, Dahiliye Nâzırı Âdil Bey, Harbiye Nâzırı Süleyman Şefik Paşa ve bunların rüfeka-yı mesâisi bulunan Harput Valisi Ali Galip Bey, Ankara Valisi Muhittin Paşa, Trabzon Valisi Galip Bey, Kastamonu Valisi Ali Rıza Bey, Konya Valisi Cemal Bey taraflarından irtikâb olunmuştur. Malatya teşebbüs-i ihanetkârânesi, Çorum tertib-i hainânesi, Konya teşebbüs-i mezbûhânesi, safahat-ı hakikiyesi ile vâsıl-ı ıttılâınız olmuş değilse zât-ı âlinizi de mebde-i hal olmak üzere tasavvur buyurduğunuz noktada isabetsizlikten dolayı mazur görürüz. Milletin bütün bu su-i kastlere karşı yapmağa mecbur olduğu ve hiçbir vechile sükûnet ve asayiş-i mahalliyeyi sekteye uğratmayan ve sırf izâle-i mazarrat maksadından ibaret olan ibtidâî harekâtı, teşebbüsât-ı hainâneyi kırmak, fâillerini ya derdest ve tevkif veya mecbur-ı firâr eylemekten ibaret bulunmuştur... Bu hakikati İstanbul’a firâr eden Kastamonu Valisi Ali Rıza ve Konya Valisi Cemal Bey’in lisanından dahi işitmekle teyid ve bu suretle izâle-i zan ve şübehat eylemek mümkündür. Beyanname-i hümâyûnda memleket ve milletimiz mukadderâtı hakkındaki enzâr-ı ecânibin lehimize tebeddülüne dair olan ifâdât-i hümâyûn mahz-ı hakikattir. Ancak bu tebeddül-i azîm hiçbir vakit Ferit Paşa Hükümeti’nin takip eylediği siyaset neticesi değildir. Bu netice-i hasene milletimizin izhâr ve isbât-ı mevcudiyet zımnında bizatihi aldığı teşebbüs-i azimkârâne semeresidir. İşte velinimet-i bîmin netimiz pâdişâhımız efendimiz hazretlerini bu noktada iğfal ediyorlar. Milletimizin inkişaf eden her türlü teşebbüsâtı, devletimizin menâfi-i esasiye ve hayatiyesi ile tamamen müterâfıktır ve çare-i necât ve umde-i hayat ancak ve ancak Kuvâ-yı Milliye’nin âmil ve irâde-i milliyenin âmâl-i mukaddese-i hilâfetpenâhî ile memzûcen hâkim olmasındandır. Bu esas-ı metîn ve meşrû’dan zerretüma inhirâf maazallahü tealâ devlet ve millet ve vatanımız için hüsran-ı elîmi mûcib ve makam-ı muallâ-yı hilâfet ve saltanatın masûniyetini muhil olur. Harekât-ı necibe-i milliyemizi su-i tefsir ve ilân etmekten hâli kalmayan bedhâhân-ı hâksârın çok olduğu muhakkaktır. Fakat şâyân-ı esef-i amîktir ki, bu bedhâhân-ı mel’anetin başında devlet-i ebed-müddetimizin sadr-nişîni Ferit Paşa ve nezaret mevkilerinde bulunan Âdil Bey, Süleyman Şefik Paşa gibi devlet adamları bulunuyor. Memleketimize takım takım Bolşevikler girdiğini ve harekât-ı milliyenin Bolşevik harekâtı olduğunu, resmen ilân ve işâa eden bu bedbahtlardır. Necîb ve nezih harekât-ı milliyemizin İttihatçıların harekât-ı mezbûhânesi olduğunu ve İttihatçıların parasıyla tedvîr olunduğunu resmen ve alenen cihana, ecnebi gazetecilerine söyleyen bu gafillerdir. Anadolu’da şûriş olduğunu ajanslarla resmen ilân eden ve mütarekename madde-i mahsusasına nazaran muazzez vatanımızı düşman işgaline ma’rûz bırakmak isteyen bu cahillerdir. Malatya’da ahali-i İslâmiye’yi Sivas ahali-i İslâmiye’sine karşı mukateleye sevk etmek isteyen bu zavallılardır. Harekât-ı milliyenin önüne geçeceğim diye Sivas’ın ve hassasiyet-i milliyenin görüldüğü her yerin İngilizler tarafından işgalini isteyen bu hainlerdir. Maahaza tıpkı tasavvur-ı biraderâneleri vechile bedhâhânın bu güzel memleketin üzerindeki iftirââtını ve alenî takibat-ı mel’anetlerini kırmak ve ânları kemingâh-ı ümidlerinde meflûc ve bî-hayat bırakmak ve devlet-i ebed-müddet-i Osmaniye ile millet-i muazzama-i İslâmiye’mizin sırf selâmet-i vataniyeye ait noktada icrââtını telif eylemek bizim dahi en mübeccel gayemizdir ve elham dülillâhitealâ necîb ve nezih ve meşrû’ olan bu gayenin temîn-i istihsalinde artık milletimiz her türlü âsâr-ı bedhâ hâneyi kırmış ve bütün celâdetiyle hatve-i azimkârânesini atmıştır. Bi’l-cümle ecnebi devletleri Ferit Paşa ve rüfekasının zaaf ve nâdânîsine ve kendi millet ve vatanları aleyhindeki icrâât-ı leîmesine âsâr ve vesâiki ile yakîn hâsıl eyledi. Ve bilâ-istisnâ cümlesi kemâl-i hüsn-i niyetle milletle ve bizlerle şahsen temas ve münasebete girdi. Amerikalılar, Fransızlar, İtalyanlar ve en nihayet İngilizler dahi milletimizin ne dereceye kadar haklı ve maksadında meşrû’ olduğunu ve kuvvet-i şâmilesini ve niyet-i azimkârânesini ve buna mukabil hükümet- i merkeziyenin ne kadar bî-asl ve millet ile alâkasız bir heyet-i âcize olduğunu takdir etti. Milletimize karşı bu gafil ve âciz heyet-i hükümete aldanarak revâ gördükleri hak-şiken muamelelere bir tarziye makamında olmak üzere Merzifon’u tahliye etti ve Samsun’u dahi tahliye edeceğini bildirdi ve tahliyeye başladı. İngilizler bilhassa devlet ve milletimizin umûr-ı dahiliyesine ve maksad-ı meşrû’ takip ettiği tahakkuk eden harekât-ı milliyemize kat’iyen müdahale etmeyeceklerine dair Eskişehir’den i’zâm eyledikleri bir heyet-i mahsusa ile söz verdiler. Milleti murakabe-i mukadderâtında Kabine ile karşı karşıya serbest bıraktılar. İşte teşebbüsât-ı milliyemizin temîn-i istiklâl hususunda istihsaline muvaffak olduğu ilk netice budur. Bu cereyân-ı millî, ancak, zât-ı akdes-i hümâyûnun beyanname- i şâhânelerinde işaret buyurulduğu vechile memleketimizin her tarafında ve bilhassa kalpgâh-ı devlette, İstanbul’da ahkâm-ı Kanun-ı Esasî’ye temîn-i riayetle netice-pezîr olacaktır. Hükümet-i hâzıranın vâsi derecede bir hüsn-i niyete mâlik bulunduğu zannında isabet olmadığını arz etmeme müsaade buyurmanızı ricâ ederim. Çünkü Ferit Paşa Kabinesi’ne birçok münasebetlerle ve bilhassa Erzurum ve Sivas Kongreleriyle hakikat-i halin izahında kusur edilmediği gibi bizzat taraf-ı âcizânemden Ferit Paşa’ya hitaben Erzurum’dan Sivas’a avdetim esnasında suret-i mahsusada yazdığım mufassal şifre bir telgrafta milletin kuvvet ve irâdesine karşı çıkacak hiçbir kuvvet kalmadığını ve kendisinin muhalefet ve mümânaat vadisinde devam etmemesi lüzumunu ve bilhassa âmâl-i milliye ile arzu-yı şâhâneyi ve icrâât-ı hükümeti tevhîd için elinde son bir kuvve-i telifiye bulunduğunu ve bu hareket-i asilâneye tevessülü halinde tarih-i devlet-i aliyye-i Osmaniye’de yeni bir sahife-i zerrîn vücuda getirilebileceğini bütün samimiyetle bildirmiştim. Bu zât-ı gafil buna cevap vermemekle beraber Anadolu’daki cereyân-ı millî-i mukaddes ve şâmili, İttihatçıların ve birkaç kişinin eser-i tahrikâtı olduğunu ilân etmekle iktifâ etti ve hırs-ı menfaatle ve amâ-yı cehl ü gafletle iki tarafı idâre ederek muhafaza-i mevki edebilecekleri zann-ı bâtılında bulunan birkaç valisinin iğfalkâr raporlarını benim nezih ve vatanperverâne irşâdâtıma tercih etti. Bugün her türlü habâset ve hıyânet ve acz ü meskenet mevkiinde kaldıktan ve millet de bütün hakayık-i ahvâle vuzûh-ı tâm ile vâkıf olduktan sonra bize düşen vazife en serî hareketle zât-ı akdes-i hümâyûnun beyanname- i mukaddesesinde irâde buyurdukları vechile karîben sulh müzakeresine davet olunacak Osmanlı murahhaslarının konferans muvacehesinde milletle hem-ahenk olarak isbât-ı mevcudiyet edebilecek, milletin hürmet ve itimâdına mazhar ve Kuvâ-yı Milliye’ye müstenid ve âmâl-i milliyeye mutavaatkâr elyak zevâttan olmasını bir an evvel temîn eylemektir. Bu da zann-ı âcizânemize göre Ferit Paşa’nın derhal terk-i mevki eylemesi ve zât-ı akdes-i pâdişâhînin mutemedi ve fakat âmâl-i milliyeye tamamen mutavaatkâr bir zata kabine riyâsetinin tevcîh buyurulmasıyla mümkündür. Ferit Paşa’da zerre kadar hiss-i hamiyet ve vatanperverî mevcut ise mevkiinde bir dakika bile fazla kalmasının millet ve memleket için tezyîd-i mazarrât ve hatır ü hayallerine gelmeyen azîm vahamete sebebiyet vermekten başka bir semere bahşedemiyeceğini anlaması iktiza eder. Eğer kendi şeref-i şahsîleri ve hayatları hakkında bir gûna tereddütleri varsa bugün için bu gibi şeylerle iştigal tenezzülünden pek yüksek olan milletimiz namına kendilerine istedikleri tarzda söz ve temînat vermeyi dahi milletimizin menfaat-i mukteziyatından addederiz. Fakat tuttukları tarîk-i nâsavâbda taannüd ve temerrüde devamları halinde hâdis olacak avâkıbın mes ’uliyeti kendilerine râci olacaktır. İşte telgrafname-i birâderîleri ve vuku bulan teşebbüs-i hayırhâhîleri münasebetiyle bir defa daha ve son defa zât-ı necîbâneleri gibi kalbi cidden vatan ve millet aşkıyla ve sevgili ve muhterem hakanımıza muhabbet, ubûdiyet ve sadakatle memlû olan mücessem-i namus ve merd-i kâmil, kadîm arkadaşım ve hatıra-i uhuvvetini daima hürmetle muhafaza eylediğim kardeşim Abdülkerim Paşa Hazretleriyle de iblâğ etmiş olmak bizim için her türlü vicdanî huzurun teyidine medâr olmuştur.

2. Harekât-ı milliye vüs’at-ı kâmile ile İstanbul’a ilerlemektedir. bi’t-tabi Ferit Paşa ve rüfekası buna tamamen vâ kıftır. Zât-ı âlileri dahi bu ma’lumâtı talep ve tenevvür buyurunuz. Şimdi gözlerimizin önünde duran en son telgrafnamelerde Kütahya’nın millî süvari kuvâsı tarafından işgali ve Kütahya’daki İngiliz kuvvetlerinin tren-i mahsusla şimale hareketlerini ve Çiftehan’a gelen bir İngiliz heyetinin oradaki Kuvâ-yı Milliye Kumandanı’na İngilizlerin Türklerle elli senelik bir muhadenet ve müvâlâta mâlik bulunduğunu ve harekât-ı milliyeye karşı tamamen bî-taraf kalacaklarını temîn eylediği ve hatta arzu edersek muâvenete hazır bulunduklarını bildirdiği ve İzmit, Bolu, Zonguldak, Şile’deki Kuvâ-yı Milliye’nin hareket için emre intizâr eyledikleri bildirilmektedir. İstanbul’da hükümetin tamamen vâkıf bulunduğumuz tekmil tazyikatına rağmen müstahzar Kuvâ-yı Milliye İngilizlerin temînat-ı meveddetkârânesiyle derhal harekete geçebilirler. Konya Valisi’nin firârı üzerine Konya’da umumî ve büyük bir ictimâ yapılarak ulemâ-yı benâmdan Hoca Vehbi Efendi Hazretleri ahalinin ittifak-ı ârâsıyla Vali Vekâleti’ne intihap olunuyor.

Aziz kardeşim, artık bütün bu harekâtı tevkif yalnız ve ancak bir şeye mütevakkıftır ki, o da cidden zât-ı hazret-i padişâhîye sadık ve âmâl-i milliyeye bütün mana-yı meşrû’uyla mutavaatkâr bir zata Kabine Riyâseti’nin tevcîh buyurulmasına ve ancak bu zâtın âmâl-i milliyeyi anlayarak âna göre ittihâz-ı tedâbîre tevessül eylemesine vâbeste bulunduğunu arz ederim.

Bütün bu mesrudatımıza nazaran bir mütâlaa-i birâderîleri varsa lütfen bildirmenizi ricâ ederim.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk

Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi namına

Mustafa Kemal

C — Evvelâ zât-ı âlileriyle birlikte bulunan ve esâmi-i âlileri zikrolunan zevât-ı muhteremenin cümlesine selâm ve tekrîmimi arz ve iblâğa lütuf buyurmanızı ricâ ederim. Muazzez kardeşim, ahvâl-i hâzıra müşkilâtını ref’ etmeğe hâdim olur ümidiyle başladığım kısa mükâlemâtın bütün safahatını zât-ı âliniz izah ettiniz. İki yerde hall-i emirde isabet gösterilmediğini beyan ile mazur makamı serd ettiniz. Gerçi bütün ahvâl ve vakayi-i mahkiye ma’lûm olamayınca bir meselede hakemlik etmek müteassir ise de memlekete ait işin hall ü faslında sirâc-ı münîr endişe-i nezîh-i vatan olmak itibarıyla mesned-i müttekâ bih metîn ve ruşenâdır. Bu kardeşiniz vatanın mukadderâtına hükmedileceği şu sıralarda yek-vücûd bir millet ve hükümetin göreceği iş ve Avrupa devletleri nezdinde ihrâz edeceği vaziyet-i metîne ancak milletin hukuk-ı âliyesini kâfil olacağını ve müteşettit ahvâl karşısında bî-nihâye tezvirat ve iftirââtın bahşeyleyeceği mazarrâtın yine bu güzel memleketin sine-i zî-rahmetine hâşâ sığışamayacak derecede nâ-âşinâ bulunan dendânın bundan etmek isteyeceği istifadelerin derecatını nazar-ı ıttılâa alarak bunun hall-i sehîle mazhar olmasını ve memlekete açacağı rahnelere kat’iyen meydan bırakılmamasını arz etmek isterdim. Mebde-i hareket ittihâz ettiğime işaret buyurduğunuz beyanname-i hümâyûnun tarz-ı tefehhümünde mümkündür ki, bendeniz hata edeyim. Yalnız müsaade ediniz de asıl hall-i umûra en büyük bir istinâdgâh telâkki edilen bu beyanname-i âlideki cihet-i camiayı izah ile kelâm-ı mülûkânenin şümûl-i ihatakârânesini beyan edeyim. Ben zannediyorum ki, pâdişâhımız...

— Kerim Paşa Hazretleri; lüzûmundan fazla izâhât maksad-ı aslîden tarafeyni uzaklaştırabilir. Ve bir de beyanname-i hümâyûnun tefsiratıyla fazla iştigal bî-faidedir. ricâ ederim asıl mesele üzerinde görüşelim!

— Asıl mesele üzerine görüşeceğiz. Müsaade buyurunuz devam edelim efendim.

— Ricâ ederim en son söz ve teklif üzerinde anlaşalım.

— Evet oraya geleceğiz efendim.

— Kerim Paşa Hazretleri; maksatlarımızın müşterek olduğuna şüphemiz yoktur. Her halde vatanımızın tamamiyetini, milletimizin istiklâlini, mevcudiyetimizin müdahale ve taarruzdan masûniyetini temîn etmek ve bilhassa makam-ı muallâ-yı saltanat ve hilâfete merbutiyetimizi lâ-yezâl hissiyât-ı sadakatkârâne ile muhafaza eylemek gaye-i mukaddesesiyle vuku bulmakta olan mesâi-i meşrû’amız ve tezâhürât-ı milliyenin artık daha fazla su-i telâkki edilmesine ve muhtac-ı tashih görülmesine ve bâ-husûs bu tashihât ve ta’dîlât için de cinayet ve ihaneti mertebe-i sübûta varan bir kabine erkânının müdafaât-ı gayr-i meşrû’asının esas ittihâz edildiğini görmeğe tahammülümüz yoktur. Biz zat-i âli-i birâderîlerinin necâbet-i hissiyâtına emniyet-i kâmilemiz bulunduğu için son vaziyeti izah ve kat’î matleb-i milleti arz ettik. Bilmem tekrarı lâzım mıdır. Zât-ı âlileri bu lâzimü’l-intâc arzu-yı millîye mukabil Ferit Paşa Kabinesi’nin sadr-ı muallâ-yı devleti hâlâ telvis etmesine vesatet etmek istiyorsanız, bu mesâiniz hiçbir semere-i nafia bahşedemeyeceğinden başka hakk-i âli-i birâderîlerindeki hissiyat-ı kadîme-i uhuvvetimizin de mûcib-i tezelzülü olacağından endişe ederim. Şimdi Ferit Paşa bilâ-ifâte-i ân mevkiini bir ehl-i namusa terk edecekse ve buna kanaatiniz varsa hallolunacak hiçbir müşkil kalmamıştır. Aksi takdirde ihtiyâr buyurmakta olduğunuz tavassut-ı hayırhâhâne, rencide-kalb olmanızdan ve bî-sûd bir yorgunluktan başka bir neticeye iktirân etmeyecektir ve Ferit Paşa’da muhafaza-i mevki hırsı bâki ise, bunun memleket için ve millet için mûcib-i mazarrat olacağı bedîhiyâtına karşı milletin bi’n-nihaye kendisinin akıbet-i elîmeye dûçâr olmasına sebebiyet vereceğine emniyet etmekte olduğuna bir an bile tereddüt olunmasın. İşte kardeşim milletin ve millet namına heyetimizin telaffuz edebileceği en son ve en kat’î söz bundan ibarettir. Vuku bulmakta olan teşebbüsât-ı fiiliyemizde bu hakikat-i lâ-yetezelzeli ıttılâgâh-ı seniye-i cenâb-ı tâc-dâr-ı azamîye arz ve iblâğ eylemeğe ma’tûftur. Zât-ı birâderîleri ancak bu vazife-i asîlâneyi ifa ile bugün vatan ve milletin zât-ı samilerinden intizâr eylediği vazife-i diniye ve milliyeyi ifa buyurmuş olursunuz.

Mustafa Kemal

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

Sözü uzatmamak tabii maksûd-ı aslîdir. Ve asıl gaye istihdâf-ı menfaat-i hayatiye-i vatandır. Kardeşim ben sırf ictihadât-ı zâtîyem ile sizlere olan uhuvvet ve alâka-i bülendime istinâden burada bir teşebbüs-i telifiyede bulunmak istedim. Hiçbir vechile hükümetin bir nüfûz veya tervîc-i maksûdunu iltizâmen kendimi alâkabend kılmadım. Ânın için hükümet müdafaâtı benim yazılarımın haricinde kalır; ben o bildiğiniz nezîh ve pür-ıstıfa can ve vicdanım ile bir teşebbüs-i hayırhâhîde bulunayım dedim. Harekât-ı milliyenin gayesini istihdâf eden vaziyete münâfi veyahut ki hükümetin memuriyetine rabıtadar bir fikrim olamaz. Ah ne olurdu bugün memleketimizin mukadderâtı hallolunduğu şu sırada hükümet milletin âmâline tecelligâh ve aynı zamanda her ikisi yekdil ve yek-cihet olsa diye kaygulanır ve belki necîb bir teşebbüs ile buna çare-sâz olurum dedim ve hakikaten hiç kimsenin buralarda yanıp yakılmadığı böyle bir emr-i asîl-i tavassuta hatve atmak istedim. Siz beni sözlerinizle rencide etmezsiniz çünkü muhterem gaye-i vataniyemizin kıl kadar yekdiğerinden farkı olmadığını ve size belki haricî tehlikelerimizi ismâ edebilirim diye şahsen teşebbüste bulundum; hükümet ile şu ana kadar bir temas ve münasebetim olmayıp birinci kere bu emr-i âli için olmuştur. Ah ruhum ben bu teşebbüsten fâriğ olayım. Fakat ferd-i müteneffis de bu semtlerde ıslah-ı hal için düşünmek ve teşebbüs etmek külfetini ihtiyâr etmez. Bir nebze diğer kesilen telgrafımda bahsetmek istediğim o mühim beyânât-ı mülûkânenin câmi olmasıdır. İşte o kuvvettir ki hallâl-i müşkilât makamını bi-hakkın muhrizdir. Bendeniz de ona işaret ile hall-i meseleyi daha âsân görürdüm. Memleketimizin bütün kuvvet ve tamamiyeti ile masûniyeti elbette nezd-i Hafız-ı Hudada müemmendir. Yoksa benim teşebbüs-i hayriyem bunda nâçîzdir. Hükümetin kat’iyen çekilmesine ait mukarrerât-ı kat’iye üzerine efrâdını câmi ve ağyârını mâni bir eser-i âlinin yapılması tabiidir ki hükümet haricinde sırf Allahına ve vicdan-ı selimine ve azm ü irâde-i hayriyesine müstenid benim gibi bir ferd-i milletin burada tek başına yapacağı bir teşebbüs veya fiil ile bu maksûdu temîn edecek pâdişâhımız efendimiz hazretleri hakem-i âli olduklarından bütün milletin necîb gayeleri ve vatanî maksûd ve hidemâtın tanzim ve halli o makam-ı mukaddese râcidir. İşte kardeşim sırf ferdî ve li-vechi’l-vatan burada yaptığım şu teşebbüs elbette nezd-i ilâhîde ve millette bütün necâbetleri ile pirayedâr kalır. Ve işin sahib-i hakikîsi olan hudavend-i kadîr millet ve vatanın rehasını temîn edecek esâsâtı müsebbibâne böylece rabten ikmâl eder. Ulu Allaha havale-i müşkilât eyler ihtirâmâtımı cümleye takdim ve uyûn-ı muazzezelerinizi takbil ederim.

Abdülkerim

Saat: 4,5 sonrada

Kerim Paşa Hazretlerine

Beyânât-ı aliyyelerinin esas noktalarına sıra ile arz-ı cevâb edilecektir. Zât-ı âli-i birâderîlerini hakkımızdaki alâka-i uhuvvete istinâden işbu teşebbüs-i hayra tevessüllerinden dolayı ne derece haklı bulmakta isek bizce bizatihi sakıt olan Ferit Paşa ve rüfekasının harekât-ı leîmânesi hakkında bâ-husûs arz ettiğimiz izâhâttan sonra artık böyle bir heyetle telif-i beynin vatan ve milletimize muzır olacağını takdirde o derece sür’at gösterileceğine itimat etmek isteriz. Şu mühim ve tarihî âvânda tıpkı zât-ı âlileri gibi hükümetin, milletin âmâline tecelligâh, aynı zamanda her ikisinin yekdil ve yek-cihet olmamasından pek müteessiriz. Milletin bütün mesâi-i hudapesendânesi sırf bu cihetin temînine ma’tûftur. Bize lütfen ismaını tahattur buyurduğunuz haricî tehlikeler hakkında sarîh ve kat’î ve mevsûk en son ma’lumâta dest-res bulunmaktayız. Hükümet ile şu ana kadar hiçbir temas ve münasebette bulunmayıp da bu kere ve fakat artık maatteessüf hükümet milletin her nokta-i nazardan itimatsızlığına dûçâr olduktan sonra temas ve münasebet aramağa kalkışmanız pek çok sevdiğimiz zât-ı birâderîleri için bir su-i tesâdüf ve tâlidir. Pâdişâhımız efendimiz hazretlerinin izhâr-ı heyecan-ı âli eyleyen milletimizin tezâhürâtını pek bülend ve meşrû’ bir gaye suretinde zikir buyurmuş olduğu hakkındaki teyid-i necibânelerine hassaten teşekkürler eder ve bu vesile ile de pâdişâh-ı zî-şânımıza ebedî hürmet ve sadakatimizi tekrar eyleriz. Şimdiye kadar hallâl-i müşkilât makamını bihakkın muhriz südde-i mülûkâneye îsâl-i ma’rûzât ve istirhamata mümânaat ile teşyid-i ihanet eyleyen Ferit Paşa Kabinesi’ne de lânet etmekten men’-i nefs etmek mümkün değildir. Fi’l-hakika bu mel’anetkârâne mümânaat olmasaydı hall-i meselenin tasavvur buyurulduğu gibi âsân olacağına şüphe yoktu.

Hükümetin kat’iyen çekilmesine ait mukarrerât-ı kat’iye üzerine efrâdını câmi ve ağyârını mâni bir eser-i âlinin vücut bulduğu beşaretine muntazırız.

Bu eser-i âlinin zât-ı âlileri ve âcizleri gibi bir iki ferdin değil heyet-i umumiye-i milletin netice-i istirhamatı olarak büyük pâdişâhımız efendimiz hazretleri tarafından tesis buyurulacağı bir emr-i tabiidir.

Bütün bu muhhaberâtımıza maddî bir netice vermiş olmak için müsaade buyurursanız zât-i âli-i birâderîlerinden şu suali soralım:

Maksat ve gayelerimiz bir ve bilhassa millet ile hükümetin yekdil olması emel-i kat’îdir. Bugün mevki-i iktidarı işgalde temerrüd eden Ferit Paşa Kabinesi’nin acz ve ihaneti milletçe müberhendir. Binâenaleyh bizim ve zât-ı âlileri gibi erbâb-ı hamiyet ve vatanperverînin alacağı teşebbüsün gayesi ne olmak lâzım gelir. Her dakika-i idâresinden millet için, mukadderât-ı âtiyemiz için, yeni bir sebeb-i felâket ihzârından başka bir semere intizâr olunmayan Ferit Paşa ile milletin arasını bulmak imkânsızlığı ile iştigal mi yoksa bir an evvel bu heyet-i gayr-i meşrû’anın yerine ihtiyâcât ve mukadderât-ı memleket ve milletle mütenâsib bir heyet-i cedîd enin deruhde-i umûr-ı devlet eylemesi lüzumunu zât-ı akdes-i hümâyûna arz ve iblâğa yol aramak mıdır? Lütfen bu iki noktadan biri için evet veya hayır suretinde ita-yı cevap buyurursanız nezd-i ilâhîde ve millette bütün necâbetleri ile pirayedar kalacağına şüphe olmayan teşebbüs-i necîbânelerinin bizlere ait cihetindeki safhasını hüsn-i ikmâl buyurmuş olursunuz. Cümleten necîb ve nezih vicdanınızın ma’kesi olan gözlerinizi öperiz kardeşim.

Mustafa Kemal

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

Son cevâba ait kanaatim:

Südde-i seniye-i mülûkâne her mürâcaatın ve bütün müşkilâtın hall ü hasm makamı olup meşrû’ bir devlette bu atebe- i ulya bütün efrâd-ı millete mihrâb-ı teveccühtür. Aynı zamanda Anadolu umûm ma’rûzâtının meşmûl-i luhaza-i hilâ fet-penâhîleri kılındığı hakkında bendenize ma’lumât vermişlerdir. O halde kıblegâh-ı umûr-ı âmme ve kabulgâh-ı makasid-i âliye olan pâdişâhımız efendimizin ıttılâ-ı hümâyûnlarında her şey vardır demek ve suver-i bârizenin tezâhür veya idâmesi nezd-i hudapesendânelerinde müstakar bulunuyor demek lâzım gelecek. Beyânât-i hümâyûnun memleketin idâresine ve safahatına ait geçen diğer noktalarındaki meâni-i müstahrecede nazar bârizdir. İşte kardeşim bütün mevcudiyetimizle bu güzel vatanın rehası için istinâdgâh-ı meâli-penâh etrafında âmâl-i milletin hâksâr-ı haricînin ednâ menfaatini red ve cerh edecek surette halline inşallah kudretyâb kalırız. Bu macera-yı azîmin en son girdiği safahat müntezi’ bulunmuş olsaydı, ah bütün vatan zindegîsiyle yekzeban olarak harice haykıracaktı. Bizim hakk-ı vatanımız münazaat-ı vâkıâ ile haleldâr olamaz ve pâdişâh-ı hikem-penâh efendimizin âmâl-i hümâyûnları da vatanın bunu maddeten derâgûş ile sahil-i selâmete îsâl buyuracaklar ve yine Allahın azameti muktezası Cenâb-ı Mevlâ nice âli esbâb halkı ile ve telkiniyle bu müşkil-küşa ukdeyi tamamen hal buyuracaktır. Elbette ki Hudanın emri güzeldir ve karîbdir. Yedullahi fevka eydihim ayetimiz bikeremi mevlâ istihkak-ı millîmiz yüceliğinde pür-sa’d ve zîselâm olacaktır. İşte ruh-ı Kerim budur ruh-ı muazzezim.

Abdülkerim

Saat: 6.10 sonra

Büyük Hazret,

Mihrâb-ı muallâ-yı ümmet ve millet bilmekte ki kanaat-i kat’iyemiz icâbatındandır ki, her türlü ma’rûzât ve istirhamat-ı milliyeyi südde-i seniye-i mülûkâneye arz ve iblâğa fürceyâb olmaya teşebbüsten geri durmadık. Ferit Paşa ve rüfekasının bu emel-i has ve nezîhe sed çekmeye çalışmasına rağmen yine aynı tarîk-i ubûdiyette ber-devam bulunmaktayız. Yalnız burada müsaade buyurursanız büyük bir hatadan zât-ı âli-i birâderîlerini tahlîs maksadıyla arz edelim ki, Anadolu umum ma’rûzâtının meşmûl-i luhaza-i hilâfetpenâhi kılındığı hakkındaki ma’lumâta milletin henüz itimâdı kat’î değildir. Çünkü millet emindir ki sevgili ve büyük hakanları, ef’âl ve harekât-ı ihanetkârâneleri sâbit olan birkaç şahsı hiçbir vakit bütün kalb ü vicdan ve mevcudiyetleriyle ve en amîk hissiyât-ı ubûdiyetkârâne ile pâdişâh ve halifelerine merbût bulunan koca millet-i necîbelerine tercih buyurmazlar.

Bütün mesâimiz güzel vatanın rehası için istinâdgâh-ı meali-penâh etrafında bir kütle-i metîne ve müdrike teşkilidir. İnşallahu tealâ bugünkü hal dahi kemâl-i sükûnet ve muvaffakiyetle geçecektir. Bütün vatan bütün zindegîsiyle hariçten evvel dahilde ve bütün ahvâl-i müessifeye sebebiyet veren Ferit Paşa ve rüfeka-yı mesâisine karşı yek-zebân olarak haykırmaktadır. Cenâb-ı kadir-i mutlakın her türlü müşkil-küşâ ukdelerin halline esbâb halk buyuracaklarından eminiz.

Ahsen ve karîb olan emr-i Hudanın tecellisiyle bedbaht ve mazlum millet-i necibemizin mazhar-ı necât ve selâmet olmasını derya-yı rahmet-i izzetten tazarru ve âfâkı daima bir dûd-ı muannidle sarılı olan İstanbul’daki bazı zevâtın hakikati görmekteki hiss-i hasîs-i temerrüdlerinin zevâline intizâr eyleriz. Ruh-ı necib-i millet işte böyle mütehassistir. Muhterem kardeşim yalnız tekrar etmekliğime müsaadenizi ricâ ederim ki evet veya hayır suretinde ita-yı cevap buyurulmasını istirham eylediğimiz sualler maa’t-teessüf cevapsız bırakılmıştır.

Azizim! Yedullahi fevka eydihim, fakat bununla beraber hall-i müşkilât ve mesâile tevessül edenlerin mukarrer bir hedefi olmak gerektir. Malûm-ı birâderîleridir ki yedi, sekiz saatten beri bir birimize serd eylediğimiz efkâr ve mütâlaat zann-ı âcizânemizce ne zât-ı âlinizde ve ne de bizde hiçbir gûna yeni intibaata en ufak bir tesir dahi yapamamıştır. Millet azamet-i ilâhiyeye ve âmâl-i hakikiye-i hilâfetpenâhiye istinâden ve ilticaen istihsal-i maksûd ve temîn-i matleb eyleyecektir. Bu bâbda emr-i Hudayı ifa edecektir. Ve buyurduğunuz gibi istihkak-ı millîmiz pür-sa’d-i zî-selâm olacaktır. Dua-yı keremkârîlerinin eksik edilmemesini ricâ ederim, sa’y bizden tevfîk huda-yı lemyezeldendir.

Mustafa Kemal

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

Son iki sözüm ruhum: Âmâl-i milliyenin hıraset-i vatan ve hukuk-ı âliyeye ait esâsâtını tebcîl ve hıfz eylemek şartıyla bütün muhhaberâtımızdan hem hakayık-i mevcude ve hem de temenniyât-ı hâlise bast ü beyan edilmiştir. Zannedersem ahvâl-i hâzırada bunların büyük vaziyetleri kalır ve yedullah âyet-i celîlesi de hayr ile kabul buyurulmak üzere masrûf kılınmıştır. İşte ruhum hepsi bu.

Cümleyi muhabbetlerle deraguş ederim. Allaha ısmarladık, yine görüşeceğiz muazzez kardeşim efendim.

Abdülkerim

Teşekkür ederim kardeşim. İnşallah yine görüşmekle müşerref oluruz. Niyât-ı hâliseleri mûcib-i ecr-i azîm olur. Hatırnişîn-i birâderîleri olmak üzere son bir cümle arz ediyorum. Millet kavî, müdrik, azminde kat’îdir. Harekât-ı fiiliye cereyân-ı serî’ini almıştır. Zât-ı şevket-simât-ı tâc-dâr-ı azamînin lütfen ve âtıfeten ita-yı karar ve hall-i mesele buyurmaları zamanıdır. Ve bu kararın ki, her türlü kararların fevkinde ve şüphesiz millet-i necibeleri hakkında lutf-ı mahsus-ı hilâfetpenâhîyi muhtevi olacaktır, itası anında her şey nizam-ı tâmmını bulmakta bir an teehhür etmeyecektir. Allaha emanet olunuz, kardeşim.

Mustafa Kemal

— Allaha ısmarladık, cümleten gidiyoruz.

— Allah selâmet versin efendim.

Vesika 113

Horhor, 8.11.335

Harekât-ı Milliye Dersaadet Murahhası Vasıf Beyefendi’ye

Muazzez Efendim;

Geçen gün zât-ı âlilerinizle cereyân eden musahabemizde memleketin selâmet-i âliye ve milletin saadet-i kâmilesi mevzu-i bahis olarak muvaffakıyât-ı esasiyeyi rencide edecek en küçük sekenâtın bile ref’i ve umûr-ı vataniyenin cihât-ı şâmilesiyle teysiri konuşulmuş ve bunda itimat-bahş hasailinizin mübeşşir-i tevfîkat olunacağı kanatleri izhâr kılınmıştır. Umûr-ı bedîhiyedendir ki maksûd-ı necib-i milletin –bu mücahede-i muazzamada bütün büyüklükleriyle hakikat nurları serperek– cihanda hükümrân olan kavânîn-i asîle-i millînin zâde-i hakperesti olduğu ve bunun intifası istihâle-i mantıkiye derecesinde mümteni bulunduğu elbette ahvâl-i müsbeteden kalacaktır. İtirazat, ihtirâsât, veya ki tatbikattaki bazı sakatât, nurdan vuzû’ bu mevlûdu asla boğamayacaktır. Millet hakk-ı hayatını ve ândaki ulüvv-i teşebbüsünü yüce kudretlerden, asîl nasîbelerden ahz etmektedir... Bunu bir temenni veyahut bir mülâhaza makamında arz etmem. Bu beyânât hep kaziye-i muhkeme teşkil eden netâyic-i deâvi suretinde müberhen ve mütehakkık umûrundandır. Yalnız bunun idrâkinde adl-i tâm, nisâb-ı nasfet ve muârızîne karşı redd-i ebâtıl ile celbe muvaffakiyet şarttır. Bu mukaddeme ile burada bir girizgâh-ı âli yaparak asıl bu keşmekeş-i azîmdeki nâçîz hareketime nakl-i kelâm ile izah-ı hakikat etmek isterim. Bu hareket, başlı başına, bir teşebbüs-i fevkalâdeden ibaret bulunmuştur. Ol zamanın tazyikatına nazaran pek tarihî olan bu teşebbüsüm uzun bir muhabere neticesinde Heyet-i Temsiliye’ce bilinmiş ise de bir çok noktaları veya safahatı muayyen zihniyetlerle belki anlaşılamamış olduğundan ve muhaberenin ibtidâen bazı aksâmında tereddütler meşhûd idüğünden bunun galat telkinatını ref’ etmek ve muhabere zamanında tarafeynce geçirilen asabiyetlere rağmen nezahetler ve selâmetler ile pirâste bir maksûd-ı necîb için nasıl araya atıldığımı bir kere daha ayân kılmak isterim. Bu izah benim için bir ihtiyac-ı manevîdir. Zira en güç olarak yapılabilen bu harekâta ol zaman İstanbul’da tek bir kişi bile müteşebbis bulunamamıştı; hatta diyebilirim ki, değil müteşebbis, bunu kemâliyle mütehattır bile yok gibi idi. İşte memleket girîve-i tehlikeye ilka der-kemîn kuvvetlerin hud’akâr tazyiklerine müsteniden maazallah dahilde mukatelât-ı azîmeye ibtidâ edilmek pek endişe ile hissolunurken sevaik-i muzlime ile vatanımızın böylece dûçâr-ı hatar olması seyyiât-ı müebbede-i tarihiyeden görülerek milletin azm ü maksûd-ı necîbini sırf ferdâ-yı vatan üzüntüsü teşkil eylediği vuzûhuyla makam-ı âidine i’lâm edilmiştir. Bu kudret-i âlü’l-âl-i hakkın her halde delâlet-i fikriye-i idariyeye galebesindeki kanaat delâletin tarafeyne ismaındaki müşkilâtı tahfif ve hatta Hudanın lutfuyla her şeyi zâil kılarak bu emr-i düşvârda tek başıma beni müteşebbis bırakmıştır.

Cereyân-ı hal şöyledir: Meseleyi evvelâ Vükelâ’dan Hadi Paşa’ya açarak beni reis-i hükümet ile görüştürmesini ricâ ve lutf-i hak ile bu teşebbüsten bir hayr-ı meşkûr-ı vatan doğacağını ilâve ve inbâ eyledim. Ciddiyet-i beyan ve nezahet-i kelâm bu zât-ı âlide hüsn-i telâkkiye bir intiba oldu. Kendileri Sadrazam Paşa’ya telefonla mürâcaat ederek bi’n-nihaye görüşülmek ve müzakere olunmak mukarrer oldu. Kendim sadr-ı müşarünileyh nezdine Hadi Paşa ile gittim. Hadi Paşa ufak bir takdimden sonra söyleyeceklerim hakkında bir saat kadar beyan-ı mütâlaa ve bu harekâtın en yüce vatan kaygusuyla yapıldığını ve başka bir endişe olamayacağını lisanımın bütün kuvveti derecesinde îrâd ve en nihayet tarafımdan muhabereye âgâz ile anlaşılmak imkânını taharri ve tahsil etmeye kendilerini ırza eyledim. Bu muvafakat, hüsn-i hâtimeye delâlet gibi idi. Ândan sonra muhabere başladı. Evvelâ bir şifre yazdım, buna bir harf bile ilâve etmedi ve bu muhhaberâttan pâdişâhımız efendimiz de haberdâr ve yazılan şifre meşmûl-i luhaza-i âli-tebar kılındı. Sonra uzun telgraf muhaberesi cereyân etti. Ve bu bir gün sürdü. Bunun metni hem bende ve hem de Heyet-i Mümessile nezdinde mevcuttur. Bu muhhaberâtta hep heyet-i âliyeye pâdişâhımız efendimiz hazretlerinin bütün umûra sahip ve mütezahir olan hâlât veya evâmir ve harekâtın nezd-i hümâyûnlarında umûr-ı malûmeden idüğü i’lâm kılınmakla beraber pâdişâhımıza bütün maksûdların arz ve iblâğına yol aramak suretindeki hareketimi ihtiyâr olunmak lüzumuna dair olan telgraf istîzâhına karşı da hep oranın “mihrâb-ı” teveccüh idüğünü aşağıda aynen yazdığım ve fakat pek yüksek esâsât-ı idariye ve hakayık-i mevcudenin cilvegâh-ı şüûnu gördüğüm muhkemât-ı kelâmiye ile tespit ve işaret eyledim... Cümlelerim şunlardır: “Südde-i seniye-i mülûkâne her mürâcaatın ve bütün müşkilâtın hall ü hasm makamı olup efrâd-ı millete mihrâb-ı teveccühtür. Aynı zamanda Anadolu umum ma’rûzâtının meşmûl-i luhaza-i hilâfetpenâhî kılındığı hakkında bendenize ma’lumât vermişlerdir. O halde kıblegâh-ı umûr-ı âmme ve kabulgâh-ı makasid-i âliye olan pâdişâhımız efendimiz hazretlerinin Ittılâ-ı hümâyûnlarında her şey vardır demek ve suver-i bârizenin tezâhür veya idâmesi nezd-i huda-pesendânelerinde müstakar bulunuyor demek lâzım gelecek. Beyânât-ı hümâyûnun memleketin idâresine ve safahatına ait geçen diğer noktalarındaki meâni-i müstahrecede nazara bârizdir, işte kardeşim bütün mevcudiyetimizle bu güzel vatanın rehası için istinâdgâh-ı meâli-penâh etrafında âmâl-i milletin hâksâr-ı haricînin ednâ menfaatini red ve cerh edecek surette inşallah halline kudretyâb kalırız... ve gene Cenâb-ı Mevlâ nice âli esbâb halkıyla ve telkiniyle bu müşkil-küşâ ukdeyi tamamen hal buyuracaktır. Elbette ki Hudanın emri güzeldir ve karîbdir!.. Âtimiz bikeremi mevlâ istihkak-ı millîmiz yüceliğinde pür-sa’d-i zîselâm olacaktır.” İşte efendim bu cümleler gibi hakayıki câmi ve maksûd-i necîbin tecellisine sâik esâsâtı mübelliğ nice beyânât-ı muhkeme hep muhhaberâtımızı pirayedar kılmıştır.

Ben bütün muhhaberâtımızda tek bir insan idim ve Heyet-i Mümessile’ye, pâdişâhımıza müstemirren mürâcaat lüzumuyla beraber her şeyin arz edildiğinin de bilinmesini ve bu muhhaberâtımızın da verileceğini ve müşkil-küşâ ukdenin karîben hallolunacağını mümkinü’l-beyan bâriz cümel ile iblâğ eyledim. Bu muhhaberâtı hep pâdişâhımız aynen görerek netice-i maksûdenin hasm ve tatbikine ve ukde-i düşvâr-küşanın halline lütfen bi’n-nihaye ferman-ı rıza verdiler... Diyebilirim ki sadr-ı sâbık en son muhabere neticesiyle ve bunun pek devamlı tesir ve ciddiyet-i münazarasıyla bi’n-nihaye çekilmek lüzumuna kail ve bütün kuvâ-yı maneviye-i mukavemeti zâil olarak istifasını takdim eyledi, işte sessiz, sedasız, li-vechi’l-vatan çalışılan ve tek başına bir azm-i nâçîz-i nezahetperverî ile başarılan vaka-i muazzama budur...

Nazar-ı dikkate almalıdır ki bu yazıları ben yazmış ve sadr-ı sâbık ile pâdişâhımız efendimiz hazretleri bunun cereyân-ı kâmilinden sonra netâyicine ıttılâ ile derecat-ı muhkemesi karşısında ittihâz-ı karar kılmışlardır... Teşebbüsün ve yazılan yazıların ne dereceye kadar yüksek nikatı ihtivâ ettiği ve nasıl bir vicdan-ı selîm ve fikr-i vakkad ile hakayık-i câriyenin nakş-ı kırtas kılındığı elbette nezd-i huda ve nazar-ı tarih-i millette pîrâye-dâr-ı asalet kalacaktır.

Bütün bunları bast ü izaha beni sevk eden esbâb “tesbit-i hakayık-i macera-yı mesbûkadır”. Bunun tahsilinden sonra gaye-i âliye hakkındaki mazhariyetler için bir ferd-i nâçîz-i vatan olmak itibarıyla bir iki söz îrâd etmek isterim: Vatanımızın selâmetini istihdâf eden millî harekât-ı necîbenin bu kadar safahat-ı müşkilesinden sonra, hatta gubar-âver sekenattan münezzehiyetini göstererek bunun asl-ı kâmiliyle tesirât-ı muhîtten âzâde tutulması ve tereddi cihetlerini dûr ve menkuz bırakarak sırf selâm-ı vatan için ictihat gruplarını ve hatta “müellefe-i kulûbu” zaman-ı peygamberîdeki siyaset-i âliyenin ihtiyârıyla şu pek nazik devirde celb ü takrib ve tahsil-i maksûd-ı âliye mümkün mertebe dağdağasızca muvaffakiyet elvermesi ve tesirât-ı hariciyenin her türlü bed-encam iğfâlât ve desaisinden ihtiraz birle bilâ-takdim umum düvel-i muazzama-i mütelifenin millî hakk-ı bülend ve mütealimizi kabulen teveccühât ve muavenâtını temîne ve ânlara karşı düşmenânın telkinatı vechile ihsâs-ı kuvvet kılınmak veyahut ki memlekette huzur ve selâmın ref’ine teşkilât-ı milliyece bâdi olunmak tarzındaki müddeayât ve iftirâât-ı bâtılanın her türlü teşebbüsât-ı âliye ve münasebat-ı cemile ile bertaraf olunmasına kat’iyen muvaffakiyet kazanılmasıdır. Bu da en yüce hasâfetlerin tatbikiyle bi-lutfi huda harekât-ı milliyece bu nikatın pezîrâ-yı istikrar kılınmasındaki mazhariyetlerle tev’emdir...

Baki arz-ı muhabbet ile gözlerinizi iştiyak ile telsîm ederim. Bu kâğıdımın bir suretini Heyet-i Temsiliye’ye göndermek lutfunu diriğ etmezseniz hakayık-i âliyenin tamamen ve iştiraken neşrine lütfetmiş olursunuz muazzez efendim.

Erkân-ı Harbiye Mirlivası

Abdülkerim

Vesika 114

Telgraf

Trabzon, 18.9.35

Sivas’ta Şarkî Anadolu Heyeti Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Mümessiline

Hükümetimizin bizden kat’-ı rabıta etmek ıztırârında kaldığı surette dahi bizim hükümetimizden fekk-i irtibat etmemiz esası üzerine tertip edilmiş olan Şarkî Anadolu Vilâyâtı Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti nizamnamesinin dördüncü maddesinin sarahatine mugayir ve menâfi-i milliyeyi muhil olan altı maddeyi kabul etmiyoruz. Ma’rûzâtımızın zât-ı şâhâneye iblâğı ciheti ise bir heyet-i seferiye ile temîn olunabilir kanaatindeyiz. Merciiyet meselesi için muhhaberât-ı resmiyenin ber-sâbık icrasına mümânaat edilmemesi kâfidir. Meselenin cihât-ı sâiresi hakkında İzzet ve Servet Beylerin telgraflarını tasvip ettiğimizi maa’l-ihtiram arz eyleriz.

Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Reisi

Rıza

Belediye Reisi

Hüseyin Hamdi

Vesika 115

Erzurum’da Kâzım Paşa ile makine başında muhhaberât

Telgraf

Sivas, 19 Eylül 335

S — Ardasa’ya ne vakit teşrif buyuracaksınız?

Evvelâ Trabzon’dan gelen son bir telgrafı aynen arz edeceğim. Ba’dehu görüşmeğe devam ederiz.

Suret

Sivas’ta Şarkî Anadolu Heyeti Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Mümessili’ne: Hükümetimizin bizden kat’-ı rabıta etmek ıztırında kaldığı surette dahi bizim hükümetimizden fekk-i irtibat etmememiz esası üzerine tertip edilmiş olan Şarkî Anadolu Vilâyâtı Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti nizamnamesinin dördüncü maddesinin sarahatine mugayir ve menâfi-i milliyeyi muhil olan altı maddeyi kabul etmiyoruz. Ma’rûzâtımızın zât-ı şahanaye iblâğı ciheti ise bir heyet-i seferiye ile temîn olunabilir kanaatindeyiz. Merciiyet meselesi için muhhaberât-ı resmiyenin ber-sâbık icrasına mümânaat edilmemesi kâfidir. Meselenin cihât-ı sâiresi hakkında İzzet ve Servet Beylerin telgraflarını tasvip ettiğimizi maa’l-ihtiram arz eyleriz. 18.9.35, Belediye Reisi Hüseyin Hamdi, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Reisi Rıza.

C — Amerikalıların Erzurum’dan gitmesinden sonraya ta’lîk ettim. Trabzon Valisi ile dün gece makine başında görüştüm. Hulâsasını arz edeceğim. Burada makine başında Paşa Hazretleri, Kâzım, Rüştü, İbrahim Tali, Saffet, Mustafa ve Fahri Beyler vardır. Oradaki zevâtın da bildirilmesi ricâ olunur.

Vali bendenizle görüşmek için mukaddeme olarak şâyân-ı dikkat bir direnmeden sonra esasa girişti. Şu vaziyetin ıslahı için çareler taharrisi arzusunda olduğunu söyleyerek şu sualleri sordu:

1. Bu hal devam ederse siyasî, malî, iktisadî ve idarî vaziyetimiz ne olacaktır.

2. Dersaadet’in sükûtu devam ederse ne gibi tedâbîr-i müessire düşünülmektedir. Mülk ü milletin saadeti düşünüldüğü cihetle bu gayeye vusûl için ne gibi mevâni tahaddüs edebileceği düşünüldüğü.

3. 324’te Selânik iş’ârâtı ve Otuz Bir Mart’ta Hareket Ordusu muâmelâtı ve Mahmut Şevket Paşa’nın temînatına rağmen bi’l-âhire bir şekl-i garip hudûsü acaba şüphe-âver birer mâsebak teşkil etmez mi. Gerek ordu gerek vilâyât cânibinden Kabine’ye adem-i itimat meselesi daha başka yolda tutturulmuş olsaydı acaba daha müessir olmaz mıydı. Selâtin içinde bir mevki-i mümtaz işgal eden şevket-meâb efendimize daha başka yoldan tedâbîrle ma’rûzâtta bulunularak emniyet-i şâhâneleri celp edilemez miydi.

Bunlara karşı verdiğim cevaplar:

1. Bu hal devam ededursun. Evvelâ her ferd-i millet ve hükümet vazife-i namus ve hamiyeti yapmalı. Yani ihanet eden bu hükümeti istifaya davet ve icbâr etmeli.

2. Dersaadet’in sükûtu devam edemez. Çünkü pâdişâhımız efendimiz hazretleri bu kabinenin hıyanetine muttali olunca bunları bir dakika mevkilerinde tutmayacak ve âmâl-i meşrû’a-i milliyeye istinâd eden akl ü tedbire bi-hakkın mâlik meşrû’ bir kabineyi iş başına getirecek ve bunlar da siyasî, iktisadî ve sâir tedbirleri yapacaklardır. Zât-ı şâhâneleri bu ihanete muttali olmak için vaziyet vesâit-i muhtelife ile hâk-i pây-i hümâyûna arz edilmiştir.

3. Bugünkü vaziyetin 324 ve 31 Mart vaziyetleriyle mukayesesi mümkinü’t-tasavvur bile değildir. Bugün millet hakk-ı meşrû’unu müdafaa ve istimâl ediyor. Maksat diktatörlük ihsâs etmekse buna artık bu memlekette imkân tasavvur olunamaz. Pâdişâhımız efendimiz hazretlerine karşı da ubûdiyet ve sadakatimiz pek derin ve lâ-yezâldir ve bunun içindir ki vecâib-i ta’zîm ve ubûdiyete tevfîk-i sadakatle şikâyetlerimizi hilâfetpenâh efendimize i’lâm ettik.

Bundan başka Vali İstanbul’a açıkça mürâcaat etmeye davet olunmuş ve Ömer Fevzi haininin derdesti esbâbının istikmâli diyerek bu gibi hainlerin beyanname ta’lîki ve sâire gibi zehr ü afet saçmamaları hususlarının temîni temenni olunmuştur. Vali, İstanbul’a bir heyet gönderilerek keyfiyetin hâk-i pâya arzını ve bu heyetle kendisinin de gitmesini teklif etmiş ise de bizim vesâit-i muhtelife ile arz-ı keyfiyete tevessül ettiğimize göre bu fikirden nükûl etmiştir. Böyle bir heyetin gitmesi ve buna saray ahvâline vâkıf olan Gümüşhane Murahhası Zeki Bey’in de ilâvesi teklif edilmektedir.

Vesika 116

Dikkatle keşîde ve ahz edilecektir.

Aceledir.

Torul, 21.9.35

Sivas’ta Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

Burada birkaç gündür dağdağayı mûcib olan Trabzon murahhaslarının serd ettikleri itiraz, Vilâyât-ı Şarkiye Kongresi mukarrerâtına muhâlif olarak üç zatın gitmesi lâzım iken adedinin arttırılması, Sivas’ta Heyet-i Temsiliye tesis ve bu heyete şerâit-i lâzimeyi hâiz olmayan zevâtın tayin edildiği ve Sivas tâbi olacak iken metbû’ bir hale getirilmesi ve Dersaadet ’le iade-i münasebet edilmesi cümleleriyle hulâsa edilebilir. Bu gibi tarihî ve fevkalâde anlarda kuvânın tevhîdi ve âmâl-i milliyeye müntehap zevâtın tercüman ve heyet-i umumiyeye yalnız bu kuvvetin nâzım olması farzdır. Bu zaruret şekli bilhassa Vilâyât-ı Şarkiye’nin bilâ-kayd ü şart Kongre’ye mutâ’ ve münkad bulunması da harekât-ı milliyenin mehdi olan Vilâyât-ı Şarkiye’nin bir kısmını temsil eden Trabzon murahhaslarıyla Kongre arasında pek cüz’î dahi olsa su-i tefehhüm husûlünü arzu etmiyorum. Trabzon murahhaslarını temîn ve teskin edeceğimden vârid olan iddiaya mukabil evvel-i emirde Kongre nokta-i nazarının iş’âr buyurulmasını istirham ederim. Bir de fazla evhâma dûçâr olan pâdişâhı büsbütün İngilizlerin ve Ferit Paşa Kabinesi’nin kucağına atmamak ve bi’n-netice vatanın masûniyetini temîn etmek için zât-ı şâhâneyi Kongre’nin maksad-ı ulvîsi ile teessüsünü icap ettiren esbâb ve makam-ı saltanat ile millet arasına kundak sokan Ferit Paşa Kabinesi’nin seyyiâtını anlatmak maksadıyla Dersaadet’e mütenekkiren bir heyet i’zâmı muvâfık olacağını, bu heyete murahhas Zeki ve Servet Beyler dahil edilirse memnunen kabul edeceklerini Zeki Bey ifadesiyle arz eder; Kongre’ye en sadık bir fırkanın kumandanı sıfatıyla cümle mümessillere takdim-i hürmet eylerim efendim.

Trabzon Valisi görüşmek üzere 22.9.35’te Ardasa’ya gelecektir. Neticesini arz ederim.

Kaymakam

Halit

Vesika 117

Dakika tehiri gayr-i câizdir

Torul, 24/25.9.335

Sivas’ta Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

21.9.35 tarihli ma’rûzâtım Trabzonluların itirazlarını hulâsa ederek Kongre’ye arz etmek, Kongre’nin bu bâbda nokta-i nazarını anlayarak Trabzon murahhaslarını hâh u nâ-hâh yola getirmek fikriyle yazılmıştır. Şahsım ve fırkam dahi bana ittibâen Kongre’yi muhterem tanır, histe ve emelde bir olan Kongre’nin her bir emrini büyük bir iftiharla yaparız. Bilmem bunun için temînat vermeye lüzum var mıdır.

Trabzon muhalefetinin merkezini teşkil eden Trabzon Valisi Galip Bey Kolordu ile Erzurum Valisi’nin davetini kabul edip Erzurum’a gitmediğinden ve bi’z-zarure kuvve-i müsellaha ile mahfuzen bu gece 24/25 Erzurum’a gönderdim.

Heyet-i Mümessile’nin kısm-ı mühimmini tanıdığımdan cümlesine tekrar arz-ı hürmet eyler ve kemâl-i cesaretle vazife-i milliyelerine devamlarını ve muvaffakiyetlerini niyaz eylerim Paşa Hazretleri.

Kaymakam

Halit

Vesika 118

Şifre

Sivas, 28.9.35

K. O. 15 Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa Hazretlerine

C: 27.9.35 tel:

İstanbul Hükümeti’nin Abdülkerim Paşa’yı tavsit ederek cihet-i telif aramakta ve bir heyet göndermeyi ricâ etmekte olduğuna dair dün makine başında sekiz saat devam eden muhaberenin hulâsasını zat-i âli-i biraderânelerine bugün arz ettik. Bunun mütâlaasından sonra mevzu-i bahis müracaata lüzum görülüp görülmeyeceğinin iş’ârını ricâ ederiz. Lüzum görüldüğü takdirde Trabzon Valisi’nin, Dahiliye Nâzırı Âdil Bey’den harekât-ı milliyemize muhalefet hususunda hiçbir farkı olmadığından kendisinin harekât-ı necîbe-i milliyemize hiçbir suretle müdahalesine müsaade buyurulmaması Heyet-i Temsiliye kararıyla ricâ olunur.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 119

Şifre halli

Erzurum, 30.9.35

K. O. 3 Kumandanlığı’na

Heyet-i Temsiliye’ye:

Abdülkerim Paşa ile olan muhavere geldi. Buna nazaran artık Erzurum’ca hiçbir teşebbüse lüzum kalmadı. Trabzon Valisi’nin bu gibi işlere karıştırılmaması hakkındaki mütâlaa-i âlilerinin pek musîb olduğunu arz eylerim.

K. O. 15 K.

Kâzım

Vesika 120

Mutasarrıf Suat Beyefendi’ye

Zât-ı âlinize Heyet-i Temsiliye kararıyla son günlerde vuku bulan tebligat tamamen alınmış ve icâbatı yapılmış mıdır? Lütfen bildirilmesini ricâ ederim.

Mustafa Kemal

İzmit, 20.10.35

Mustafa Kemal Paşa’ya

C: Efendim. Tebligatı İzmit’te aldım. Şu kadar ki İzmit’in hâlet-i ruhiye ve ahvâl-i hususiyesi itibarıyla memlekette zerre kadar ihtilâf ve şûriş olmaması hem memur ve hem vatandaş sıfatıyla vicdanî vazifem olduğu için ahaliyi serbest bırakarak dinlemeyi en doğru bir hareket buldum. Şu kadar ki bazısı teşkilât-ı milliyenin büyük masraflarına iştirak ile günde asker beslemek için (?) lira talep olunacağı, diğer biri gençler tekrar silâh altına alınarak İstanbul üzerine yürüneceği, bir üçüncüsü İttihat Fırkası’nın memlekete muzır olmuş ve idâre edememiş olanlarının tekrar mevki-i iktidara geleceği yolunda her biri başka ehemmiyette ve avâmın çekinmesine en müessir sebepler şâyi oldu. Bazıları da İstanbul’un pek yakınlığı hasebiyle oradan kuvvet geleceğini işâa etti. Bu esbâbdan zuhûra gelen tefrîka ve ihtilâf-ı ârâ fi’l-hakika Heyet-i Temsiliye’den bu hususlarda izâhât istemek ve bu teşkilâtın bilhassa İttihat Hükümeti’ni evvelki şeklinde ihyâ olup olmadığını kat’iyen anlamak azminde oldular. Bendeniz en bî-taraf bir adam olmak üzere muhafaza-i sükûn ve asayişle en büyük alâkadar ve mükellefim. Adapazarı’nda ma’rûz kaldığım emr-i vâki karşısında en kavî ve hâlis hissiyâtımı ahaliye izhâr etmiştim. Çünkü onlar samimî bir hisle hareket ederek eminim ki bâlâda arz ettiğim sualleri sormamışlardı. İzmit’in vaziyeti bu ve sâir esbâbdan dolayı pek müşkil ve mütegayyirdir. Tatmîn edilmeye muhtaçtır. Bendeniz her kim ve her ne için olursa olsun neticesi mechûl bir maceraya başkalarını sevk etmeyi doğru görmem. Hükmüm bu hususta yalnız kendime geçer. Binâenaleyh teenni ve ihtiyat edilmesi tarafdârı olduğumu tam bir tecrübem üzerine arz ederim. Mütâlaa-i devletlerini istirham ediyorum efendim.

Ali Suat

Vesika 121

İzmit, 2.10.35

Mustafa Kemal Paşa’ya

C: Kulunuzu itidalle dinleyiniz efendim. Bendeniz iyi ifade edemedim. Maksadınızın ulviyet ve meşrû’iyetinden zaten bahsedilemez. O tamamıyla malûmdur. Buranın menfaat- i maddiye düşünen ve belki de cismen ve kalben zayıf bulunan şehir halkı bunun askerlik masraf ve zahmetini düşünmekten kendisini alamaz, işte hep mesele budur efendimiz. Bu fikirler hep birden evelki gün ortaya çıktı. Dün davet ettiklerim savuştular. Ortada memurlar kaldı ki, bu suretle hareket hiç doğru değildir.

Bî-taraflığım meselesine gelince: Nokta-i nazarınız doğrudur. Fakat bunu bendeniz kendi nefsim için düşünmüyorum. Başında bulunduğum memleketin harekâtını hüsn-i idâre için düşünüyorum. Bunda faideli değilse ve ona Ferit Paşa Kabinesi’nin vicadanıma tetabuk etmeyen bir emrini ifa etmiş isem, yani efendimiz bu fikirde iseniz, bunu Adapazarı zannıma göre serbestçe tashih eder. Bendeniz mevkiimi terk ile İstanbul’a hareket etmem. Çünkü bunu nefsime büyük bir zül addederim. Ahali ise o kadar serbest, o kadar fikir ve kanaatine sahiptir ki tarif edemem. Yalnız hakkımda vukuu me’mûl halin müsebbib ve mes’ûlü gene kendim olacağım hakkındaki emr-i devletlerinin açık olarak bildirilmesini istirham ederim. Çünkü sizi o kadar serbest vicdan sahibi olarak tanırım ki, bunu hiçbir vakit tahkîr veya tehdit derekesine indiremem. Hissiyâtım bunu kat’iyen meneder. Bir de askerî ve inzibatî arkadaşlarımın tereddüdünü izâleyi bendenize mi tahmil buyuruyorsunuz. Yoksa zât-ı saminiz mi idâre edeceksiniz. Bunları gayet samimî ve açık arz ediyorum. Bundan sonra bizi yarınki Cuma namazı ictimâına kadar halimize bırakınız. Ferit Paşa’ya kim bilir kaç defa kalemle hücum eden bendenizi, ne kadar fena nazarla görüyorsunuz efendim.

Ali Suat

Vesika 122

Suat Bey’e

C: Bütün beyânâtınızı kemâl-i itidal ile dinledim. Maksad-ı umumînin ulviyet ve meşrû’iyeti muhakkak ve müsellem olunca istihsal-i netâyic için tevhîd-i kuvâ ve teşrik-i mesâi tabii ve her türlü mevâniin ref’ ü izâlesi sehîl olur. Bütün Anadolu’nun yek-vücûd ve beş kolordunun yek-pare olarak müştereken temîn-i hayat-ı devlet ve millet için başladıkları ve âsâr-ı nâfiası iktitaf olunmakta bulunan bir emr-i hayırda İzmit gibi melce-i vatanperverân olan bir şehirde ne asker, ne memur ve ne de herhangi bir vatanperverin hariç kalmasını zaten tasavvur etmiyoruz. Bu bâbda fazla izâhât ve istîzâhata lüzum kalmadığı kanaatiyle yarınki Cuma namazı ictimâına kadar intizâr eylemeyi münasip görüyoruz. Zât-ı âlinizi fena nazarla gördüğüm hakkındaki zan doğru değildir. Çünkü vicdanımız muztarib olmaksızın verebileceğimiz hükümler ancak netâyic-i fiiliyeye muallâktır efendim.

Mustafa Kemal

Vesika 123

Sivas, 2.10.35

Fırka Kumandanı Asım Beyefendi’ye

Beyefendi: Vatanımızın temîn-i selâmeti için milletçe ve orduca başlanmış olduğu malûmunuz olan harekât-ı necîbeye tamamen tarafdâr bulunacağınıza şüphe etmediğim için zât-ı âlinize orada yapılması elzem olan bazı hususâtı Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi kararıyla tebliğ ve neticesi hakkında ita-yı ma’lumât buyurulmasını ricâ eylemiştim. Bu bâbda henüz bir cevâbınızı almadım. Bundan başka bazı menâbiden ita olunan ma’lumâtta ihtimal İstanbul’a kurbiyet dolayısıyla olacak âsâr-ı tereddüd gösterildiği bildirilmiştir. Kabine’nin sukut edeceği ve belki de sukut etmiş olması muhakkaktır. Binâenaleyh milletin azm ü irâdesi her türlü tereddüdün fevkinde hâiz-i salâbettir. Avrupa devletleri bile bu irâde-i âliye karşısında hürmetkâr vaziyetini almıştır. Şimdi zât-ı âlinizin kat’î mütâlaa ve kararınıza muntazırız efendim.

Mustafa Kemal

Vesika 124

336

23 Mart 1927

Süleyman Şefik Paşa’nın Harbiye Nâzırı bulunduğu sıralarda İstanbul’da Yirmi Beşinci Kolordu Kumandanı Süvari Miralayı Şevket Bey bulunuyordu. Bu Şevket Bey Almanya’da ikmâl-i tahsil etmiştir. Ve ol zaman Boğaziçi’nde ikamet eyliyordu. Hatta Mirlivalığa terfi edildiği tebşîr olunarak Mirliva üniforması giydiği halde ertesi günü böyle bir irâdenin sudûr etmediği tebliğ olunarak te’yis edilmiş olduğundan hicâbından hastalanmış ve hanesine kapanmıştı. O esnada İzmit Kumandanı bulunan Boşnak Erkân-ı Harbiye Kaymakamı Asım Bey ki Trabzon Fırka Kumandanlığı’nda bulunduğu sırada Cuma namazını edadan sonra camiden çıkarken bir Redif Mülâzimi tarafından katledilen Serezli Erkân-ı Harbiye Feriki Hamdi Paşa’nın damadı idi. Mûmâileyh tarafından Yirmi Beşinci Kolordu Kumandanı Şevket Bey’e gönderilen tahrîrât evrakım arasında zuhûr etmiş olmakla aynen takdim kılındı.

Hamdi**

Birinci Fırka Kumandanlığı

Numara mahsus

I

İzmit, 29/30.9.35

Dersaadet’te Yirmi Beşinci Kolordu Kumandanlığı’na

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi namına Mustafa Kemal imzasıyla ve 29/30 Eylül 335 tarihiyle Sivas’tan keşîde edilmiş telgrafnamenin bir sureti ber-vech-i zîr arz olundu. İstihlâs-ı vatan gayesini takip eylediğini işbu telgrafnamede iş’âr eden ve Fırka mıntakasını teşkil eden İzmit livasına karîb Düzce mevkiine ve liva dahilindeki Adapazarı yakınına kadar teşkilâtı teşmil edip o havali hükümet-i mülkiye ve askeriyesinin iştirakini temîn eylediği istihbâr kılınan mezkûr Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin bidayetten itibaren esbâb ve suret-i teşekkülü âcizlerince tamamen mechûl olmakla beraber metn-i telgrafnameden İtilâf Hükûmâtı’nın Anadolu havalisindeki memûrîn-i siyasiyesi ile işgal kuvvetleri kumandanlarının da bî-tarafisini istihsal eylediği beyan olunmuş ve Fırka’ya tayinim hakkındaki emr-i âli 20.9.35 günü akşamı tebliğ ve 23.9.35 günü akşamı da makam-ı âlinizden mübellağ bir emr-i tahrirî ile İzmit’e azîmetim emrolunarak derhal ve en mübrem eşya-yı zâtî ve askeriyemi bile alamaksızın 24.9.335 günü trenle hareket ve İzmit’e bi’l-muvasala işe mübaşeret edilerek tarih-i mezkûrdan beri buradaki kıtanın, hastahanenin, fırın, ambar ve sâirenin teftiş ve işlerinin tanzimiyle iştigal edilmekte olup buradaki ümerâ ve zâbitân ile hükümet-i mahalliye memûrîninin işbu harekât-ı milliyeyi ne suretle telâkki etmekte olduklarına ve bu harekete derece-i temâyül ve vukûflarına ve bu hareketin esbâb ve avâmili hakkında sâbıkan ve lâhıkan derece-i ma’lumâtlarile mezkûr cemiyet tarafından gerek bi’l-vasıta ve gerek bilâ-vasıta vâki olacak teklife karşı cemiyet-i mûmâileyhâ ile teşrik-i mesâi edip etmeyeceklerine dair henüz bir tetkik ve karar itası kadar muvâsalat-ı âcizânemden beri zaman geçmemiş ve meşâgil-i maruza-i âcizîden dolayı mûmâileyhüm ile yegân, yegân temas hâsıl ederek cümlesinin efkâr ve mütâlaatını anlamaya fırsat elvermemiş ve İzmit’e Birinci Fırka Kumandanlığı’na tayinimle azîmetim hakkındaki evâmir ve tebligat-ı kumandanîleri arasında geçen üç gün zarfında vazife-i memuriyetime taalluk edecek bi’l-cümle mevâd hakkında bir emir ve talimat-ı kumandanîleri var ise şeref-telâkki etmek üzere hergün makam-ı âlilerine mürâcaat eylemiş isem de zât-ı âli-i kumandanîlerinin devlethane-i âlilerinde rahatsız bulundukları beyan olunarak nâm-ı âli-i kumandanîlerine olarak tedvîr ve temşiyet-i umûr eden zevat tarafından da işbu harekâtın evveliyat ve netâyicine, esbâb ve müessirâtına dair âcizleri tenvîr edilmemiş olduğu gibi Fırka mıntıkasına tedricen daha ol vakit yaklaştığı bu kere anlaşılan mebhûs harekâtın Fırka mıntaka ve merkezinde zuhûr ve muhitin iştiraki halindeki vaziyet için de bir gûnâ beyânâtta bulunulmamıştır. Ahîren ceridelerle ilân ve bir sureti de li-ecli’t-ta’mim Fırka’ya irsal buyurulmuş olan beyanname-i hümâyûnda gerek İzmir havalisindeki ve gerek Anadolu’daki harekât-ı milliyenin İzmir’in işgalinden mütevellid vaziyetin netâyicinden olduğu hakkındaki işaret-i pâdişâhîye ve bilâ-istisna bütün Müslüman ve Türklerin İzmir’in işgalinden duydukları yeis ve elem dahi müstağni-i arz bulunmasına mebni bugün liva muhîtine ve muhite karîb olan liva dahilindeki bazı mahallere kadar ilerlemiş olan işbu teşkilât ve harekât-ı milliyenin merkez-i liva ve Fırka olan İzmit’e ve daha garba yani İstanbul’a doğru terakkisi halinde zât-i âli-i kumandanîlerinin bu bâbda ısdar buyuracakları evâmir-i müstaceleye şiddetle ihtiyaç hâsıl olduğu derkâr ve esasen mebhûs metn-i telgrafnamede zât-i âli-i kumandanîlerine iş’âr ve tebliğ-i keyfiyet olunması dahi muharrer olup Fırka’nın buradaki vaziyet-i umumiyesi de makam-i âli-i kumandanîlerince yakînen ve tafsilen ma’lûm bulunduğundan bu bâbda etraflıca ma’lumât ve izâhât ve cevap intizârında bulunan cemiyet-i mebhûseye verilecek cevâbın metin ve şekli hakkında tafsilât itasına ve mensubîn-i askeriye, ahalinin tezâhürât-ı temâyülkârânesine ve bi’n-netice iştirak vaziyetine ma’rûz kalır ve hükümet-i mülkiye de ahalinin işbu meyl ü iştirâkini hüsn-i telâkki ve kabul vaziyetinde bulunursa iş’âr ve istiş’âra vakit olmadığı cihetle âcizleri tarafından takip olunacak hatt-ı hareketin acilen inbâsına emir ve müsaade buyurulmasını ehemmiyet-i maslahata binâen arz ve ricâ ederim efendim.

Birinci Fırka Kumandanı

Kaymakam

Mustafa Asım

Sivas, 29/30 Eylül 335

Birinci Fırka Kumandanı Asım Beyefendi’ye

Zât-ı âlinizin pek mühim olan İzmit’teki Fırka’ya kumanda etmekte olduğunuzu maa’l-memnuniye istihbâr eyledim. Vatan ve milletimizin dûçâr edildiği hâl-i zucretin izahına lüzum yoktur. Milletimizin izhâr ve fiilen isbât eylediği mevcudiyet sayesinde ümit ve halâsın kesb-i kuvvet eylediği âsârıyla sâbit olmaktadır. Milletimiz takibine karar verdiği hatt-ı harekette kemâl-i azim ve kat’iyetle devam eylediği takdirde halâs muhakkaktır. Birkaç ay evvel harekât-ı milliyemizi su-i tefsire uğraşan bedhâhân artık ma’lûm bir hale gelmiştir. Düvel-i İtilâfiye ve İngilizler dahi maksat ve harekâtımızdaki meşrû’iyeti ve azm-i milletin kat’iyetini takdir ederek en nihayet bî-taraf kalacaklarını ve ahvâl-i dahiliyemize müdahale eylemeyeceklerini bildirmişlerdir. Ve hatta milletimizi memnun etmek için Merzifon’u tahliye eyledikleri gibi Samsun’u dahi tahliyeye başlamışlardır. Yalnız Ferit Paşa Kabinesi harekât-ı meşrû’a-i milliyeye karşı haricî düşmanların bile yazmadıkları ihanetkârâne harekâtı tasdikten geri durmadı. Bi’n-netice milletin itimatsızlığına dûçâr oldu. Millet yek-vücûd ve yek-zebân olarak meşrû’ bir kabinenin mevki-i iktidara getirilmesini zât-ı şevket-simât-ı hazret-i pâdişâhîden istirham eyledi ve arzu-yı millî taraf-ı şâhâneden is’âf buyurulacağı zamana kadar tekmil Anadolu bi’l-cümle vilâyât, kolordular kabine ile ve gayr-i meşrû’ makamât ile muhabere-i resmiyeyi kat’eyledi. Zât-ı âlilerinin milletçe verilmiş olan işbu umumî karardan hariç kalamayacağınız ve böyle vaziyetler karşısında hamiyet-i meftûreleri icâbâtını izhâr ve tatbik buyuracağınız tabiidir. Binâenaleyh zât-ı âlinizden hususât-ı âtiyeyi ricâ eyleriz:

1. Kolordunuz Kumandanı zata, Harbiye Nâzırı Süleyman Şefik Paşa’nın Elaziz Valisi Ali Galip Bey’e Dahiliye Nâzırı Âdil Bey’le beraber Malatya ahali-i İslâmiye’sini Sivas ahali-i İslâmiye’sine karşı mukateleye ve istihlâs-ı vatanı istihdâf eyleyen harekât-ı milliyeyi imhâya ait talimatnamenin suretiyle irtikâb-ı hıyanet ve ihanet eylediğinden kendisinin gayr-i meşrû’ olduğunu ve derhal Nezaret mevkiini terk etmesi lüzumunu ihtar eylemesini bildirmek lâzımdır. Eğer Kolordu Kumandanı’nın bu hareket-i merdâne ve vatanperverâneyi yapamayacak veya yapmak istemeyecek bir zat ise doğrudan doğruya zat-i âli-i vatanperverîlerinin işbu vazife-i milliyeyi ifa buyurmalarına intizâr olunur.

2. Bütün millet ve ordunun ıskattan ibaret olan taleb-i meşrû’u zât-ı şâhânece is’af buyuruluncaya kadar İzmit hükümet-i mülkiyesi ile beraber Kumandanlık dahi Ferit Paşa Kabinesi ile resmî münasebatını kat’ ederek milletin hareketine peyrev olacaktır.

3. İngilizlere karşı hareket-i vâkıânızın tamamen ahvâl-i dahiliyemize ait olup kendilerine karşı hiçbir maksad-ı mahsusumuz bulunmadığı izah edilecek ve anâsır-ı Hıristiyaniye’nin bir gûnâ tereddüd ve tevahhuşuna mahal bırakılmayacak surette cihet-i mülkiye ile müştereken her türlü tedâbîr-i inzibatiye ittihâz olunacaktır.

4. Fırkanızın mevcudu her yerde olduğu gibi terhîs edilmiş halde bulunmadığından bir gûna dağdağaya meydan verilmeyerek ve seferberlik tarzında olmayarak mevziî millî müfrezeler teşkiliyle takviyesi esbâbına tevessül olunacaktır. Fırkanızda kırk beş kadar ümerâ ve zâbitân bulunduğu tahminine nazaran o havalide külliyetli millî müfrezeler teşkilâtı sehîl olur. İşbu teşkilât-ı milliyenin bilhassa İzmit-Kandıra hattıyla bunun garbında Üsküdar’a doğru teşmili icap eder.

5. Her ihtimale karşı İzmit civarında Birinci Fırka’nın ve bi’l-cümle kumandan ve zâbit arkadaşlarınızın bulunacakları vaziyetin tedbirli ve ihtiyatkâr olması lüzumunu hatırlatırım. Harekât-ı milliyemize ve ahvâl-i dahiliyemize fiilen müdahale edecek olan ecnebi kuvvetlerine karşı namuskârâne ve merdâne mukabelede asla tereddüt gösterilmeyecektir. Bu gibi ahvâlde müdafaanın menâfi-i memleket için muzır olabileceği ve . . . . . asla iltifat olunmamalıdır. Hakkını gasp ve şeref ve mevcudiyetini tahkîr ettirenlere hak ve şeref verebilecek hiçbir âli-cenâb düşman yoktur.

6. İstanbul ile muhtelif vasıtalarla irtibat tesis ve temîn olunmak lâzımdır. Bu suretle evvelâ Üsküdar’da namuskâr zâbitânımız ve mert ordumuzun taht-ı müzaheretinde kuvvetli teşkilât-ı milliye yapılmak için zât-ı âlileriyle Birinci Fırka’nın bi’l-cümle zâbitân arkadaşlarımın sarf-ı himmet eyleyeceklerine emniyetim berkemâldir.

7. Eskişehir civarında Kuvâ-yı Milliye ile birlikte bulunan Garbî Anadolu Umum Kuvâ-yı Milliye Kumandanı Fuat Paşa Hazretleriyle Ankara’da Yirminci Kolordu Kumandan Vekili Kaymakam Mahmut Bey’le Kastamonu Havalisi Kumandanı Miralay Osman Bey’le ve Bursa’da Elli Altıncı Fırka Kumandanı Bekir Sami Bey’le tesis ve muhafaza-i irtibat buyurmaları münasip olur. Bursa’da Bekir Sami Bey’le sık, sık muhabere ve ora vaziyeti hakkında doğrudan doğruya bizi dahi tenvîr buyurmanızı ricâ ederiz. Bâlâdaki ricâlarımızın alınıp icâbatına tevessül buyrulduğuna ve netâyicine dair ita-yı ma’lumât buyrulmasını ricâ eder muhabbetle gözlerinizden öperiz kardeşim.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti

Heyet-i Temsiliyesi namına

Mustafa Kemal

Vesika 125

İzmit, 2.10.35

Sivas’ta Rumeli ve Anadolu Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti Heyet-i Muhteremesi’ne

C: Bugün saat iki sonrada makine başına çağrıldığım vakit henüz altı günden beri temas ettiğim buradaki Fırka zâbitânına ..... harekât-ı milliye tezâhürât-ı vatanperverânenin esbâb ve menşeini izah etmekle meşgûldüm. İlk iş’âr-ı âlilerini derhal memur-ı mahsusla İstanbul’daki Yirmi Beşinci Kolordu Kumandanı’na bildirdim. Mûmâileyhi tanımadığım gibi Fırka’ya tayin ile i’zâmım arasında geçen üç gün içinde de kendisinin hasta bulunmasından dolayı görüşememiştim. Binâenaleyh tebligat-ı samilerini kendisine tebliğe ve cevap ahzine mecbur idim. İstanbul hâlâ cevap vermeyince şifreli telgrafla Kolordu’ya tebliğ ve tekit ettim. Beri taraftan Mutasarrıf Bey’le Müftü, ulemâ ve heyet-i belediye ve eşrâfın belediyede cem’ ile bu bâbdaki tebligat ve irşâdât-ı âlilerinin heyete tebliğ ve tevdîini kararlaştırdık. Memurîn ve bazı ümerâ beraber olarak Mutasarrıf Bey’le vakt-i muayyeninde belediyede ictimâ edilmiş ise de maa’t-teessüf ahaliyi temsil edecek ve ahalinin vahdetine timsal olacak eşrâf-ı belde bulunmadılar. Bi’z-zarure ictimâ edenlerin kararıyla yarınki Cuma günü öğle namazından sonra saat üçte Feyziye Cami-i şerifinde birleşilmesi ve orada eşrâf-ı ahali-i mahalliye mümessillerinin de bulundurulması ekseriyetle talep olunduğundan mensubîn-i askeriye ve memurîn de vakit ve mahall-i maruzda bulunmağa karar verdiler. Bugün cem’ ve irşâdâtta bulunduğum ümerâ ve zâbitân arkadaşlarımız içinde cümlesi yarın cami-i şerifte vuku bulacağını arz ettiğim ictimâda eşrâf ve ahali-i livaya karşı kendilerinin ve ailelerinin maişet-i hâzıralarıyla vefatları vukuunda bîkes ve bîvâye kalacak, efrâd-ı ailelerinin istikbâllerinin eşrâf ve ahali-i belde tarafından temîninin kendilerine kaviyen vaat ve taahhüdünü ve bunların içinde ictihadında bî-taraf veya muhâlif görülenlerin ictihad-ı zâtîlerinin mukaddes olması hasebiyle kemakân vazifesi başından ayrılmamasını dermeyan ettiler. Gerek bu hususta ictimâ edecek heyet-i milliye-i livanın ve gerek zâbitânın ber-vech-i ma’rûz mutalebâtta alınacak cevâbın ayrıca arz edileceği tabiidir. Heyet-i muhteremenize arz edilmiş olan tereddüt doğru değildir. Ahali-i mahalliyenin ictimâları hakkındaki tebligata karşı adem-i icâbetlerine ve zâbitânın ve Fırka efrâdının hal ve istikbâl için iaşeleri hususunun bir taraftan temîn ve irâe edilmemesine ve İstanbul’dan muvâfık bir cevap zuhûru da kaviyen ümit edilmesine mebni bir teennidir. İzmir’in işgalinden ve vilâyât-ı şarkiyenin Ermenilere vaatinden doğup bi’n-netice menâfi-i âliye-i vataniye için çalışıldığını izhâr ve isbâta uğraşan işbu tezâhürât-ı milliyenin menâfi-i âliye-i vatana hâdim olmasını cenâb-ı Haktan temenni eyler ve gerek zât-ı âlilerinin ve gerek Salâhattin Bey biraderimizin iltifatnamelerindeki Rauf ve Mazhar Beylerin teveccüh ve iltifatlarına arz-ı teşekkürât eylerim efendim.

Fırka Kumandanı

Asım

Vesika 126

Sivas, 2 Teşrinievvel 35

Fırka Kumandanı Asım Beyefendi’ye

C: İzâhât-ı aliyyelerinden lüzumu derecede tenevvür edildi. Teşebbüs edilecek hareket ve tevessül olunacak tedâbîr biraz ora ahalisince i’zam edilmekte olduğuna zâhib oluyorum. Maksat gayet vâzıh ve meşrû’dur, bundan hiç kimsenin bî-taraf ve bâ-husûs muhâlif kalmasını tasavvur etmek istemiyoruz. Çünkü mevzu-i bahis olan mesele hiçbir vakit fırkacılık gibi hasîs bir hedefe ma’tûf değildir. Ahalinin zâbitâna temînat vermesi de şimdilik lüzumsuzdur. Anadolu’nun hiçbir yerinde böyle kuyûd ve şurûta hiç kimse tâbi tutulmamış ve buna lüzum hissedilmemiştir. İstanbul ahalisine hitaben yazılmış yeni bir beyanname vardır. Onu aynen şimdi zât-ı âlinize verdireceğim. Muhteviyâtı yarınki ictimâınızda faideli olabilir. Ferit Paşa’nın yarına kadar çekilmesi agleb-i ihtimaldir. Bu takdirde yarınki ictimâınız neticesinde zât-ı şâhâneye ve tayin ettiği takdirde yeni kabine reisine kabinenin âmâl-i milliyeye tamamen mutavaatkâr bî-taraf zevâttan terkibini istirham etmek hususunu ve buna intizâr edildiğinin arz edilmesini, temîn buyurunuz. Bir de vatanımızı ve istiklâl-i millîmizi kurtarmak için teşekkül edecek yeni kabine ile müttehiden daha pek çok çalışmaya ihtiyacımız olduğundan tamamen sükûnet dairesinde Heyet-i Temsiliye kararıyla arz ettiğim hususâtı nazar-ı dikkatte bulundurarak teşkilâta devam buyurulmasını ricâ ederim kardeşim.

Mustafa Kemal

Vesika 127

TAMİM

Gayet müstaceldir

2/3 Teşrinievvel 35

Bi’l-cümle Vilâyât ve Müstakil Livalar Heyet-i Merkeziyelerine, Belediye Riyâsetlerine, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Riyâsetlerine

Berâ-yı ma’lumât “Sadru’l-uzmâya”

1– Vatan ve milletin temin-i halâs ve selâmeti için ihaneti tahakkuk eden Ferit Paşa Kabinesi’nin ıskatıyla yerine Kuvâ-yı Milliye’ye müstenit ve âmâl-i milliyeye tamamen mutavaatkâr ehil zevâttan mürekkeb bir kabinenin ikamesi hususunda milletin teşkilât-ı meşrû’asına müsteniden vuku bulan teşebbüsât-ı azimkârânesi ve zât-ı akdes-i pâdişâhîye istirhamat-ı mütevâliyesi neticesi olarak Ali Rıza Paşa Hazretlerinin taht-ı riyâsetinde bir kabine teşekkül etmiştir.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi tarafından vuku bulan mürâcaat üzerine müşarünileyh yarın öğleden sonra saat ikide Meclis-i Vükelâ’nın ictimâı esnasında heyetimizle makine başında görüşeceklerini vaat buyurdular. Erzurum ve Sivas Kongrelerinde tayin ve tesbit edilen teşkilât ve makasid-i meşrû’a-i millete riayetkâr olduğu takdirde Kuvâ-yı Milliye’nin yeni kabineye müzâhir ve Ferit Paşa’nın sebebiyet verdiği ihtilâfın külliyen zâil olacağını arz ve Meclis-i Millî’nin in’ikadıyla murakabe-i fiiliye başlayıncaya kadar mukadderât- ı millet hakkında bir gûnâ taahhüdâta girilmemesi ve sulh konferansında tayin-i mukadderât-ı millet ve memlekete memur olacak murahhasların sâbıkı gibi nâ-ehillerden tayin edilmeyip milletin bi-hakkın âmâlini müdrik ve itimâdına mazhar ehl-i vukûf ve iktidardan intihap buyurulması esasının kabul buyrulması ricâ edilecektir. Bu bâbda başkaca mütâlaaları varsa yarın zevâle kadar sür’ati iş’ârı temenni olunur.

2– İşbu ta’mîm vilâyât ve elviye-i müstakille heyet-i merkeziyelerine tebliğ olunmuştur.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk

Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi namına

Mustafa Kemal

Vesika 128

Sadrazam Fahâmetlû, Devletlû Ali Rıza Paşa Hazretlerine

Millet şimdiye kadar re’s-i kârına geçenlerin Kanun-ı Esasî’ye ve âmâl-i milliyeye münâfi harekât-ı malûmesinden müteessiren hukuk-ı meşrû’asını tanıtmak ve mukadderâtını emin ve ehil ellerde görmek karar-ı kat’îsini vermiş ve lâzım gelen teşebbüsât-ı azimkârâneye tevessül eylemiştir. Teşkilât-ı muntazamaya tâbi Kuvâ-yı Milliye irâde-i kat’iye-i milleti bi-inayetillahilkerîm tamamen izhâr ve isbât etmek kudretini ihrâz eylemiştir. Millet kuvvet ve irâdesini hiçbir vakit âmâl-i mukaddese-i şâhâneye mugayir ve menâfi-i mülk ü milletle mübâyin bir tarzda sarf etmek niyet-i gayr-i makulesinde değildir. Millet zât-ı akdes-i hilâfetpenâhînin mazhar-ı emn ü itimâdı olan zât-ı fahametpenâhîleriyle rüfeka-yı kirâmınızı müşkil vaziyette bırakmaktan kat’iyen mütevakki olup bilakis tamamen müzâhir olmağa bütün samimiyetiyle hazırdır. Ancak heyet-i vükelâ meyânında Ferit Paşa ile teşrik-i faaliyet eylemiş nuzzârın mevcudiyeti heyet-i celîlelerinin nokta-i nazarlarıyla âmâl-i milliyenin derece-i mutabakatını kemâl-i hulûs ile anlamak mecburiyetini hâsıl eylemiştir. Milletçe emniyet-i tâmme tahassul etmedikçe atılmış olan hatve-i salâhın tevkifi ve yarım tedbirlerle iktifâ olunması milletle heyet-i celîleleri arasında da su-i tefehhümatı mûcib olabileceğinden gayr-i câiz görülmektedir. Binâenaleyh heyetimiz kat’î ve sarîh olarak zât-ı sami-i sadâretpenâhîlerinden ber-vech-i âti hususâtın hükümet-i cedîdece tasvip ve kabul edilip edilmeyeceğini kemâl-i hürmetle anlamayı vecibeden addeder:

1– Hükümet-i cedîdenin Erzurum ve Sivas Kongrelerinde tayin ve tesbit edilen teşkilât ve makasid-i meşrû’a-i millete riayetkâr kalması.

2– Meclis-i Millî’nin in’ikadıyla murakabe-i fiiliye başlayıncaya kadar mukadderât-ı millet hakkında bir gûna taahhüd-i kat’î ve resmîye girilmemesi.

3– Sulh Konferansı’nda tayin-i mukadderât-ı millet ve memlekete memur olacak murahhasların sâbıkı gibi nâ-ehillerden tayin edilmeyip milletin bi-hakkın âmâlini müdrik ve itimâdına mazhar ehl-i vukûf ve iktidardan intihap buyurulması.

Bu esâsâtta tamamen itilâf hâsıl olduğu takdirde milletin vicdanından doğmuş ve bi’l-cümle Düvel-i İtilâfiye’ce meşrû’iyeti ve kudreti tanınmış olan teşkilât-ı milliyemizin hükümetin müzâhiri olacağı ve bu suretle hükümetin temîn-i mukadderât-ı millet ve memleket hususunda sulh konferansında vuku bulacak teşebbüsâtının daha emîn ve müessir bulunacağı tabiidir.

Bu defa bu nikat-ı esasiyede bir mutabakat hâsıl olduğu anlaşıldıktan sonra hâdisât-ı ahîre sebebiyle hâsıl olan ahvâl-i gayr-i tabiiyenin izâlesi maksadıyla bazı ma’rûzât-ı tâliyede bulunmaklığımıza müsaade-i sadaretpenâhîleri istirham olunacaktır. 3 Teşrinievvel 335

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk

Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi namına

Mustafa Kemal

Vesika 129

Bi’l-umûm Vilâyât ve Müstakil Mutasarrıflıklara, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Merkeziye Riyâsetleriyle Belediye Riyâsetlerine K. O. 13, K. O. 15. K. O. 20, Niğde’de Fırka 11, İzmit’te Fırka 1 Kumandanlıklarına ve Torul’da Fırka 3 Kumandanı Halit Bey’e

Bugün Sadrazam Ali Rıza Paşa’nın vuku bulan istîzâhı üzerine heyetimiz tarafından teklif edilen hususât aynen ber-vech-i âti derc olunur. Cevâben, berâ-yı tahlîf saray-i hümâyûna azîmet edeceklerinden cevâbının yarın ita olunacağı bildirilmiştir.

Hükümet ile millet arasında mutabakat-ı enzar ve âmâl husûlü ta’mîmen tebliğ edilinceye kadar kemâ fi’s-sâbık muhaberât-ı resmiyenin munkatı bir halde bulundurulması lüzumu Heyet-i Temsiliye kararıyla tebliğ olunur.

Suret: 128 numaralı vesikadır

13.10.335

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk

Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi namına

Mustafa Kemal

Vesika 130

Sivas, 4.10.35

Makam-ı Sadaret-i Uzmâ’ya

Erzurum Kongresi mukarrerâtı Sivas Umumî Kongresi’nde teşmilen aynen kabul edilmiştir. Bu mukarrerât ve teşkilât 11 Eylül 35 tarihli beyanname muhteviyâtiyle 8 Eylül 35 tarihinde tab’ ve neşrolunan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti nizamnamesi muhteviyâtından ibarettir. Her iki kongrede beyanname ve nizamnamelerle ilân edilmiş mukarrerâttan başka kat’iyen bir karar mevcut değildir. Mahallî hükümetlerin usûlen ve kanunen tasdikine iktirân eylemiş bulunan mezkûr beyanname ve nizamnamenin henüz heyet-i celîlelerince manzûr olmadığı anlaşılmakta olduğundan nizamnamenin mevâdd-ı esasiyesini ihtivâ eden beyannameyi ber-vech-i âti aynen ve nizamnamenin teşkilâta ait nikat-ı esasiyesini de hulasaten arz ediyoruz.

SURET

Sivas, 11 Eylül 335

Umumî Kongre Beyannamesidir:

Bütün milletçe ma’lûm olan mehâlik-i hariciye ve dahiliyenin tevlîd etmiş olduğu intıbâh-ı millîden doğan Kongre’miz mukarrerât-ı âtiyeyi ittihâz etmiştir.

1. Devlet-i Aliyye-i Osmaniye ile Düvel-i ltilâfiye arasında mün’akid mütarekenamenin imza olunduğu 30 Teşrinievvel sene 334 tarihindeki hudûdumuz dahilinde kalan ve her noktası İslâm ekseriyet-i kahiresiyle meskûn olan memâlik-i Osmaniye aksâm-ı yekdiğerinden ve camia-i Osmaniye’den gayr-i kabil-i tecezzi ve hiç bir sebeple iftirâk etmez bir kül teşkil eder; memâlik-i mezkûrede yaşâyân bi’l-cümle anâsır-ı İslâmiye yekdiğerine karşı hürmet-i mütekabile ve fedakârlık hissiyâtıyla meşhûn ve hukuk-ı ırkiye ve ictimâiyeleriyle şerâit-i muhîtalarına tamamıyla riayetkâr öz kardeştirler.

2. Camia-i Osmaniye’nin tamamiyeti ve istiklâl-i millîmizin temîni ve makam-ı muallâ-yı hilâfet ve saltanatın masûniyeti için Kuvâ-yı Milliye’yi âmil ve irâde-i milliyeyi hâkim kılmak esas-ı kat’îdir.

3. Memâlik-i Osmaniye’nin her hangi bir cüz’üne karşı vâki olacak müdahale ve işgale, ve bilhassa vatanımız dahilinde müstakil birer Rumluk ve Ermenilik teşkili gayesine ma’tûf harekâta karışı Aydın, Manisa ve Balıkesir cephelerinde mücahedât-ı milliyede olduğu gibi müttehiden müdafaa ve mukavemet esas-ı meşrû’u kabul edilmiştir.

4. Öteden beri aynı vatan içinde birlikte yaşadığımız bi’l-cümle anâsır-ı gayr-i Müslime’nin her türlü hukuk-ı tâbiiyetleri tamamıyla mahfûz olduğundan, anâsır-ı mezkûreye hâkimiyet-i siyasiye ve muvazenet-i ictimâiyemizi ihlâl edecek imtiyâzat itası kabul edilmeyecektir.

5. Hükümet-i Osmaniye bir tazyik-i haricî karşısında memleketimizin herhangi bir cüz’ünü terk ve ihmal etmek ıztırârında bulunduğu takdirde makam-ı hilâfet ve saltanatla vatan ve milletin masûniyet ve tamamiyetini kâfil her türlü tedâbîr ve mukarrerât ittihâz olunmuştur.

6. Düvel-i İtilâfiye’ce mütarekenamenin imza olunduğu fi 30 Teşrinievel sene 335 tarihindeki hudûdumuz dahilinde kalıp bir ekseriyet-i İslâmiye ile meskûn olan ve harsî ve medenî faikiyeti Müslümanlara ait bulunan vahdet-i mülkiyemizin taksimi nazariyesinden bi’l-külliye feragatle bu topraklar üzerindeki hukuk-ı tarihiye, ırkiye, diniye ve coğrafiyemıze riayet edilmesine ve buna mugayir teşebbüsâtın iptaline ve bu suretle hakk u adle müstenit bir karar ittihâz olunmasına intizâr ederiz.

7. Milletimiz insanî, asrî gayeleri tebcîl ve fennî, sınaî ve iktisadî hal ve ihtiyacımızı takdir eder, binâenaleyh devlet ve milletimizin dahilî ve haricî istiklâli ve vatanımızın tamamiyeti mahfûz kalmak şartıyla altıncı maddede musarrah hudut dahilinde milliyet esaslarına riayetkâr ve memleketimize karşı istilâ emeli beslemeyen herhangi devletin fennî, sınaî, iktisadî muâvenetini memnuniyetle karşılarız. Ve bu şerâit-i âdile ve insaniyeyi muhtevi bir sulhun de acilen takarrürü selâmet-i beşer ve sükûn-ı âlem namına ahass-ı âmâl-i milliyemizdir.

8. Milletlerin kendi mukadderâtını bizzat tayin ettiği bu tarihî devirde hükümet-i merkeziyemizin de irâde-i milliyeye tâbi olması zarurîdir. Çünkü irâde-i milliyeye gayr-i müstenid herhangi bir heyet-i hükümetin indî ve şahsî mukarrerâtı milletçe mutâ’ olmadıktan başka haricen de muteber olmadığı ve olamayacağı şimdiye kadar mesbûk ef’âl ve netâyic ile sâbit olmuştur. Binâenaleyh milletin içinde bulunduğu hâl-i zucret ve endişeden kurtulmak çarelerine bizzat tevessüle hacet kalmadan hükümet-i merkeziyemizin Meclis-i Millî’yi hemen ve bilâ-ifâte-i ân toplaması ve bu suretle mukadderât-ı millet ve memleket hakkında ittihâz eyleyeceği bi’l-cümle mukarrerâtı Meclis-i Millî’nin murakabesine arz etmesi mecburîdir.

9. Vatan ve milletimizin ma’rûz olduğu mezâlim ve âlâm ile ve tamamen aynı gaye ve maksatla vicdan-ı millîden doğan vatanî ve millî cemiyetlerin ittihâdından mütehassıl kütle-i umumiye bu kere “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti” unvanıyla tevsim olunmuştur. Bu cemiyet her türlü fırkacılık cereyânlarından ve ihtirâsât-ı şahsiyeden külliyen müberrâ ve münezzehtir. Bi’l-cümle Müslüman vatandaşlarımız bu cemiyetin aza-yı tabiiyesindendirler.

10. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin fi 4 Eylül 335 tarihinde Sivas şehrinde in’ikad eden Umumî Kongresi tarafından maksad-ı mukaddesi takip ile teşkilât-ı umumiyeyi idâre için bir “Heyet-i Temsiliye” intihap edilmiş ve köylerden vilâyet merkezlerine kadar bi’l-cümle teşkilât-ı milliye takviye ve tevhid olunmuştur.

Umumî Kongre Heyeti

Vesika 131

TAMİM

Müstaceldir

Sivas, 4 Teşrinievvel 35

Kolordulara

Vali ve Mutasarrıflara

Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerine (Karahisar, Gümüşhane, Rize, Giresun, Ordu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i İdârelerine)

Bugün yeni kabine ile makine başında muhabereye devam edilmiştir. Kabine dünkü tekâlifimiz hakkında beyanname ve nizamnamemizin muhteviyâtını istîzâh etti. İcap eden ma’lumât ve izâhât verildi. Heyet-i vükelâca ba’de’l-müzakere bu gece cevap verileceği bildirildi. Binâenaleyh netice-i kat’iyeye kadar kemâ fi’s-sâbık muhhaberât-ı resmiyeye hiçbir taraftan girişilmemesi lüzumu Heyet-i Temsiliye kararıyla ta’mîmen tebliğ ve ricâ olunur.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk

Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi namına

Mustafa Kemal

-----------------------

(Vesika 131a)

TAMİM

Müstaceldir

Sivas, 4 Teşrinievvel 35

Kolordulara

Vali ve Mutasarrıflara

Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerine (Karahisar, Gümüşhane, Rize, Giresun, Ordu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i İdârelerine)

Bugün yeni kabine ile makine başında muhabereye devam edilmiştir. Kabine dünkü tekâlifimiz hakkında beyanname ve nizamnamemizin muhteviyâtını istîzâh etti. İcap eden ma’lumât ve izâhât verildi. Heyet-i vükelâca ba’de’l-müzakere bu gece cevap verileceği bildirildi. Binâenaleyh netice-i kat’iyeye kadar kemâ fi’s-sâbık muhhaberât-ı resmiyeye hiçbir taraftan girişilmemesi lüzumu Heyet-i Temsiliye kararıyla ta’mîmen tebliğ ve ricâ olunur.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk

Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi namına

Mustafa Kemal

Vesika 132

Sivas, 5.10.35

Makam-ı Sadaret-i Uzmâ’ya

4 Teşrinievvel 335 tarihli cevâbî telgrafname-i sadaret penâ hîleri muhteviyâtına nazaran Cemiyetimiz Heyet-i Temsiliyesi’nin vuku bulmuş olan ma’rûzât ve tekâlifinin tamamen tasvip ve kabul buyurulmuş olduğu kemal-i şükranla anlaşıldı. Ancak taraf-ı âcizânemizden taahhüt edilmesini talep buyurduğunuz nikat hakkında ber-vech-i âti izâhâtta bulunmaklığımıza müsaade-i samilerini ricâ ederiz: Hükümetin rehber-i harekâtının ahkâm-ı kanuniyeye tamamen riayet olması tabii olup heyet-i âcizânemizce de bunun tecellisini temîn etmek yegâne gayedir. Son zamanda hâdis olan ahvâl-i gayr-i tabiiye ve gayr-i kanuniyenin âmil ve müsebbibi Ferit Paşa Kabinesi idi. Bu husus mezkûr kabinenin sukutuyla heyet-i celîlelerince ahkâm-ı kanuniye dairesinde hareket ve Ferit Paşa Kabinesi tarafından ika’ edilmiş gayr-i meşrû’ ef’âl ve harekât esbâb ve müvellidatının ref’i için icap eden tedâbîr-i kat’iye ittihâz buyurulduğu takdirde bizatihi zâil ve bu yüzden vukuu melhuz mehâzîr ve devamı muhtemel harekâta sebebiyet verilmemiş olur. Cemiyetimizin heyet-i vükelâ-yı hâzıraya ahkâm-ı kanuniye dairesinde her türlü taahhüdât ve müzaherette bulunabilmesi için evvelâ hükümetin meşrû’ ve kanunî olan teşkilât-ı milliyemizi hüsn-i kabul eylediğini sarîh ve kat’î bir lisanla ifade buyurması lâzımdır. Aksi takdirde cemiyetimizle hükümet-i merkeziye arasında emniyet ve samimiyet-i mütekabilenin husûl bulduğu meşkûk kalacak ve bi’n-netice mütebâyin harekât ve teşebbüsâtın zuhûru melhuz bulunacaktır.

Pâyitaht ile Anadolu’yu yekdiğerinden tefrîka heyet-i âcizânemiz ve mümessilleri bulunduğumuz efrâd-ı millet sebebiyet vermiş olmayıp bilakis hükümet-i sâbıkanın Paris Sulh Konferansı’nda vilâyât-ı şarkiyenin bi’t-tamam vâsi bir muhtariyeti hâiz Ermenistan olmak üzere kabulü ve Toros hudud-ı Osmaniye gösterilerek iki üç vilâyetin camia-i Osmaniye haricine bırakılması ve pâyitaht ve vilâyâtımızın ekserî yerlerinde mütareke ahkâmı hilâfına birçok işgallere ve haysiyet ve istiklâl-i devlet ve milleti muhil ahvâle seyirci kalması ve mevcudiyet-i milliyesini muhafaza azm-i dindarânesiyle hukuk-ı mukaddesesini müdafaaya kıyâm eden Kongre azasının eşkıya çetesi gibi tenkîli maksadıyla Mamuretülaziz vilâyetinde birtakım eşkıya cem’ine bi’t-tevessül Sivas ve Mamuretülâziz vilâyetleri ahalisi arasında mukatele esbâbını ihzâr emrini veren hükümet-i sâbıkanın icrââtı gayr-i meşrû’ası olmuştur. Aksâm-ı memâlik-i Osmaniye’nin işgali tehlikesine gelince, teşkilât-ı milliye izhâr-ı mevcudiyet eylediği günden beri hiçbir işgal vâki olmadığı gibi bilakis Ferit Paşa Kabinesi’nin müsamaha ve seyyiâtı neticesi olmak üzere ahkâm-ı mütarekeye mugayir olarak işgal edilen Merzifon ve Samsun gibi yerlerimiz tahliye edilmiştir. Binâenaleyh vahdet-i mülkiyeyi heyet-i âcizânemiz değil, hükümet-i sâbıkanın ihlâl eylediği müstağni-i arz u beyandır, tarafımızdan hiçbir daire-i resmiye işgal edilmemiş olduğundan gayr-i vâki bir halin tashihi gayr-i vâriddir. Ecânib ile vâki olan münasebatımız bir şekl-i siyasî-i resmîde olmayıp Kuvâ-yı Milliye’miz aleyhinde hükümet-i sâbıkanın neşriyat-ı vâkıâsının sıhhat veya adem-i sıhhatini tahkik zımnında gelen ve pâyitahtta milletin itimâdına mazhar Kuvâ-yı Milliye’ye müstenid meşrû’ bir hükümet göremeyen Düvel-i ltilâfiye’nin nezdimize ba’s eyledikleri birtakım memûrîn-i siyasiyeleriyle vâki olan temaslardan ibaret olup gayesi âmâl-i milliyeyi teşkilât-ı milliyenin vüs’at ve kudretini, irâde-i milliyenin şümûl ve kat’iyetini yakînen onlara ibrâz ve irâe ile milletimiz hakkında celb-i hürmet ve itimâdı temîne inhisar etmiştir ki bu da Sulh Konferansı’nda mukadderât-ı millet hakkında muzır değil, bilakis birçok netâyic-i müfîde istihsal edeceği âzâde-i şekk ü şüphedir. Meb’ûsan intihâbatı hakkında hükümet-i sâbıkanın verdiği evâmir-i zâhire dairesinde hareket eden hükümetler henüz defâtir-i esasiyeyi bile tanzime yeni başlamış olduklarından intihâbatta ahalinin hürriyetine tecavüz ve müdahale şimdiye kadar maddeten gayr-i kabil olduğu gibi Cemiyetimiz bir fırka-i siyasiye olmadığından ihtirâsât-ı siyasiyeden bi’t-tamam berî bulunacağını ve intihâbatta kat’iyen ahalinin ictihad ve hürriyet-i vicdaniyesine müdahale etmeyeceğini bi’d-defaat beyannameleriyle esasen ilân eylemiştir. Muâmelât-ı hükümete îrâs edilen sekte ancak muhhaberât-ı resmiyenin inkıtaıdır ki bu da milletin eb-i müşfik ve ekremi bulunan pâdişâhına ma’rûzât ve istirhamatım takdime mâni teşkiliyle pâdişâh ve efrâd-ı millet arasında bir sedd-i hâil teşkil eden Ferit Paşa Kabinesi’nin harekât-ı nâ-meşrû’asının netâyic-i zaruriyesindendir.

Şu noktaya da kemâl-i ehemmiyet ve ciddiyetle nazar-ı dikkat- i fahametpenâhilerini celbe mecburuz ki beyânât-ı samilerinde memleketimizde usûl-i meşrûtiyet icabınca hâkimiyet-i milliye câri bulunduğu mezkûr ise de feshinden itibaren Meclisi Meb’ûsan’ın dört ay zarfında ictimâı Kanun-ı Esasî’mizin ahkâm-ı sarîhasından iken bugüne kadar intihâbatın defâtir-i esasiyesi bile tanzim edilmemiştir. Muhtac-ı izah olmadığı vechile dört ay zarfında ictimâı bir mecburiyet-i kanuniye tahtında bulunan Meclis-i Millî’nin şu ana kadar adem-i ictimâı Ferit Paşa Kabinesi’nin açıktan açığa meşrûtiyete bir darbesini ve Kanun-ı Esasî’ye bir tecavüz-i kat’îsini teşkil eder ve Kanun-ı Ceza’nın madde-i mahsusuna tevfîkan bir cinayet addedilerek müsebbibleri hakkında ahkâm-ı kanuniyenin tamamî-i tatbiki hâkimiyet-i milliyeyi kabul ve ahkâm-ı kanuniyenin tatbikini kendisi için bir vazife-i kanuniye addedecek her hükümet-i meşrû’anın ilk vazife-i mukaddesesidir.

Ferit Paşa Kabinesi’nin tevlîd eylemiş bulunduğu bugünkü vaziyet-i gayr-i tabiiyenin adem-i tekerrürü için ilk ma’rûzâtımızda serdine müsaade istirham eylediğimiz âtideki tekâlifin hüsn-i telâkki ve tatbikini temenni eyleriz:

1. Meşrû’ ve kanunî olan teşkilât ve teşebbüsât-ı milliyemiz bazı bedhâhân ve bilhassa Ferit Paşa Kabinesi tarafından Bolşeviklik veya İttihatçılık mahiyetinde su-i tefsir ve bu yüzden memleketimiz dahilinde şûriş olduğu ta’mîm ve işâa edilmişti. Bugün millet arasında nifak ve şikak olduğu zehâbında bulunulduğu anlaşılmıştır. Bu şâyialar kat’iyen gayr-i vâriddir. Bilakis memleketimizde her zamandan ziyade asayiş ve huzur olup millet dahi bir kütle-i müttehide halindedir. Bu hakayık bütün cihan nazarında sâbittir. Hükümet-i merkeziye için pek büyük bir kuvve-i maneviye ve bir nokta-i istinâd ehemmiyetinde bulunan bu vaziyete rağmen Ferit Paşa Kabinesi tâ son zamana kadar Anadolu ahvâlini müşevveş ve mûcib-i endişe göstererek milletin cihan nazarında iktisâba başladığı itibar-ı medenîyi izâleye çalışmaktan hâli kalmadı. Binâenaleyh bugün tekmil Anadolu’nun hükümet-i cedîdeden beklediği ilk iş milletin yekvücûd olup sükûn içinde hukuk-ı meşrû’asının müdafaasına çalıştığını ve memleketin hiçbir tarafında muhill-i asayiş hiçbir hal ve hareket mevcut olmadığını ve hususiyle âmâl-i milliyenin tamamıyla haklı ve meşrû’ olduğunu resmî bir beyanname ile cihan efkâr-ı umumiyesine ilân etmektir. Bu suretle milletin teşkil ettiği vahdet-i umumiyeye hükümet de iltihak ederek hiçbir kuvve-i siyasiyemiz bu mübeccel cereyânın haricinde kalmamış olacaktır.

2. Hükümet-i sakıtanın tahrikât-ı ihanetkârânesine alet olarak ahaliyiteslîh ve mukateleye sevk eden birtakım rüesâ-yı memurînin mahkeme-i âidesine tevdîi ve harekât-ı meşrû’a-i milliyeye mümânaat ve hıyanet eden bazı vülât-ı sâbıkanın da hizmet-i devlette istihdam olunmamaları ve mahzâ hukuk-ı kanuniye-i milliyeye müzaharet ettiklerinden dolayı azledilenlerin de memuriyetlerine iadeleriyle hak ve adâletin yerine getirilmesi talep ve ricâ olunur.

3. Ordunun maneviyatı üzerinde su-i tesir icrâ eden, Harbiye Nezareti’ni âtıl ve gayr-i kadir bir hale getiren iade-i rütbeleri Meclis-i Millî’nin tasdikine iktirân etmemiş olan ve yegâne sebeb-i istihdamları da birtakım esbâb ve mülâhazât-ı sakime-i siyasiyeden ibaret bulunan mütekaidînin derhal asıllarına ircâ’ıyla mühim ve mutena makamât-ı askeriyenin ehil ellere tevdîini ordunun ve devletin selâmeti namına arz ve teklif ederiz.

4. Anâsır-ı Islâmiye’yi bir biriyle mukateleye sevk edip milletin harekât-ı meşrû’asını işkâl etmek üzere hükümet-i sâbıkanın vermiş olduğu gayr-i kanunî evâmir-i hainâneyi ait oldukları eşhâsa tebliğ eden, ordunun esrarını muhtevi şifreli muhhaberât-ı askeriyeyi çaldırmak için tertibât ittihâzından ve bilhassa Posta Telgraf Müdüriyet-i Umumiyesi’nde bir hafiye ve casus teşkilâtı vücuda getirmekten çekinmeyen ve bu suretle muhhaberât-ı resmiyenin mahremiyet ve kudsiyet-i kanuniyesini ihlâl eden nuzzâr-ı sâbıkadan Ali Kemal ve Âdil Beylerle Süleyman Şefik Paşa’nın Meclis küşâdında Divan-ı Âli’ye tevdî edilmek üzere hiçbir tarafa firârlarına meydan verilmemesi ve bilhassa Posta ve Telgraf Müdir-i Umumîsi Refik Halid Bey’in derhal tevkifiyle mahkeme-i âidesine tevdîini kanunun masûniyeti ve hukuk-ı milliyenin kudsiyeti namına talep ederiz.

5. Gerek İstanbul ve gerekse taşrada harekât-ı meşrû’a-i milliyeye iştirak etmiş veya harekât-ı mezkûreyi tervîc eylemiş olanlar aleyhinde hükümet-i sakıta tarafından başlanılmış olan takibat ve tazyikat-ı keyfiyeye nihayet verilmesi kanuna istinâden ve kemâl-i ehemmiyetle talep ve ricâ olunur.

6. Bidayette İtilâf Hükûmâtı’nın sırf kendi askerî nokta-i nazarlarından vaz’ u ikamesi teklif ve Hükümet-i Osmaniye tarafından deruhde olunan Dersaadet matbûat sansürünün birçok sebep ve bahanelerle evvelâ İtilâf kontrolü ve bi’l-âhire mezkûr Mütelifîn tarafından kable’t-tab’ı sansüre iştirak edilmesi suretindeki müdâhalât ile nüfûz-ı hükümetin zevâli ve sâbık kabinenin de bu ecnebi kuvvetinden nâmeşrû’ istifadesi yüzünden bugün matbûat milletin âmâl-i meşrû’asını izhâr ve hukuk-ı mukaddesesini müdafaa edemeyecek bir hâl-i elîme gelmiş ve bunun bütün mes’ûliyet-i maddiye ve maneviyesi hükümetin dûş-ı tahammülüne yüklenmiştir. Binâenaleyh Osmanlı Hükümeti’nce Kanun-ı Esasî’ye mugayir olan bu hale resmen bir nihayet verilmesini ve şayet Düvel-i itilâfiye tarafından kendi nokta-i nazarından askerî sansüre devamda ısrar olunacak olursa bu sansürün Hükümet-i Osmaniye Matbûat-ı Umumiye Müdüriyeti’nin murakabe-i kat’iyesi altında olmak üzere hutût-ı esasiyesi muayyen ve Dersaadet matbûatınca ma’lûm şerâit dairesinde Mütelifîn tarafından icrasına müsaade ile Hükümet-i Osmaniye’nin efkâr-ı umumiye-i millet karşısında sansür mes’ûliyetinden tahlîsini arz ve teklif eyleriz. Ma’rûzât ve tekâlif-i mesrûdeye milleti tatmîn edecek cevâb-ı sarîh ve muvâfık ita buyurulacağı zamana kadar temîn-i makasid-i milliye için milletçe ittihâz edilmiş olan tedâbîr-i fiiliyeye kemakân devamı zaruretinde kalınacağını bi’l-cümle vilâyât ve müstakil elviye ile mülhakatından aldığımız kararlar üzerine kemâl-i kat’iyetle arz eyleriz.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk

Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi namına

Mustafa Kemal

Vesika 133

— Yunus Nadi Bey zât-ı devletinizle görüşmek istiyor efendim.

— Harbiye telgrafhanesinde makine başında hazırım.

— Yunus Nadi ve yanında Nâzır Paşa’nın yaveri Cevat Rifat Bey vardır efendim. Nâzır Paşa’yı istediler mi yoksa.

— Kendileriyle şimdi görüşürüz. Yalnız beni telgrafa davet ettikleri zaman Nâzır Paşa istiyor demişlerdi. Davet eden Nâzır Paşa mıdır yoksa zât-ı âlileri mi?

— Nâzır Paşa’nın müsaadesiyle ve yaveri vasıtasıyla Harbiye merkezinden zât-ı devletlerini aradık, bundan galattır efendim.

— Teşekkür ederim buyurun.

Yunus Nadi Bey ile muhabere

İrade-i milliyenin hâkimiyet-i milleti infaz etmesi netice-i meşkûresi olarak meydana gelen takallüb üzerine burada teşekkül eden hükümetle teşkilât-ı milliye arasında aheng-i ittihat husûlünün gecikmeyeceğine hükmetmiş idim. Tahkikatım neticesinde henüz bir iki noktada ihtilâf bulunduğunu anladım. Bu ahengin teehhürü husûlü dahilen ve haricen iyi olmayacağı cihetle bazı ma’rûzâtta bulunmayı vazife addettim. Evvelâ: Bu hükümete dahil bulunan bazı zevâtın mücerred hükümet-i sakıtaya iştiraklerinden dolayı su-i nazarla görülmelerine mahal yoktur. Hükümet-i sakıtanın faal uzuvları Sadrazam, Dahiliye ve Hariciye Nâzırlarından ibaret gibi idi. Diğerlerinin ekseriyetle namuslarından ve vatanperverliklerinden iştibâha mahal olmayarak hatta onların hükümet-i sakıta içinde bulunmaları belki daha ziyade bizim işimize yaramakta idi. Nitekim Abuk Ahmet Paşa ile bendeniz hâl-i temasta idim. Kendisi teşkilât ve harekât-ı milliyeye bütün mevcudiyetiyle merbût olmaktan bir an bile fâriğ kalmamış ve hatta son defa Kabine’nin ıskatında müessir bir âmil rolünü oynamıştır. Zaten bendenizin takdirime göre bu hükümet şimdiki şekilde nihayet sür’atle yapılması kendisince dahi matlûb olan intihâbat-ı teşriiye neticesine kadar devam edebilecek intikal devresi hükümetidir. Bizim de asıl maksadımız olan bu gayenin bir an evvel temînine hâil olacak bir mahzur olmadığı takdirde bizim de olanca himmet ve gayretimizi o ümniyenin temînine hasreylemekliğimiz pek muvâfık olacaktır mütâlaasındayım. Yâr u ağyâr nazarında buhranın temâdi ediyor görünmemesi lâzım gelen bir zamanda yaşadığımız hissi de, o mütâlaayı müeyyit ve müekkiddir. Hükümet-i hâzıra şimdiki şekliyle emel ve metâlib-i milliyenin kâffesini hüsn-i telâkki etmek ve hüsn-i intâcına da sa’y eylemek hususunda en ufak şüpheye mahal vermemektedir. Hususiyle Cemal ve Abuk Paşalar gibi zevâtın hükümette teşkilât-ı milliyenin bir murahhası ve kâfili gibi telâkki olunmalarında tereddüde mahal yoktur. İkinci mesele de:

Eşhâsa taalluk eden kısımdır ki bunda bütün hissiyâtım sizlerle beraber olmakla beraber ben de biraz itidal tavsiyesine cesaret edeceğim. irâde-i milliyenin muvaffakiyet-i azimkârânesi umumen ve pek amîk tesirât husûle getirmiştir. Bu tesirâtın bazılarınca müntakimâne harekât gibi telâkki ve tefsir olunabilecek icrâât ile velev ki en hafif surette şaibedar olmaktan masûn bulundurulması bendenizce mühim bir noktadır. Sukut edenler yalnız maddeten değil manen de sukut etmişlerdir. Onların yeniden ika-ı mazarrat edememeleri taht-ı temînde bulunduruldukça mücazât-ı müterettibelerini kanuna bırakmak teşkilât-ı milliyenin memlekette eskilerinden bambaşka bir devr-i vakar ve adâlet açmakta olduğu fikrini teyid ve takrir eyleyecektir. Millete hıyanet edenlerin cezasız kalmaması hususunda ittifak etmeyecek kimse bulunamaz ve hainliğin cezasız kalmayacağında bendeniz şahsen eminim. Mesele onu da şimdilik kanunun darbe-i tehdit ve te’dîbine havale ediyormuşuz gibi görünmekte maslahat ve menfaat görüyorum. Erkânıyla vuku bulan temaslarımda heyet-i hâzıra-i hükümet teşkilât-ı milliye metâlibinin tamamen icrâ ve infazına azmetmiş olduğu müstebân oluyor.

Harbiye Nâzırı Cemal Paşa bugün neşredilecek beyannamede bu cihetin zaten kâfi derecede musarrah olduğunu ve ancak beyanname lisan-ı resmî-i hükümetle yazıldığına göre her taraf nazar-ı dikkate alınarak derc edilmiş sûrî birkaç kelimeye atf-ı ehemmiyet olunmaması lâzım geldiğini beyan eyledi. Ve bilhassa sadr-ı cedîd heyet-i hükümet her türlü su-i tefehhümü bertaraf edecek bir vaziyetin suret-i kat’iyede temîn-i idâmesi için teşkilât-ı milliye erkânının irâe edeceği bir heyetle doğrudan doğruya temas etmeleri arzu-yı samimîsini izhâr ediyor. Hulâsa hâlen bendenizin en ziyade lâzım addettiğim cihet buhranın gayr-i münhal ve müşevveş bir vaziyette temâdi etmemesinden ibarettir. Bu ciheti acilen temîn edebilirsek pek muvâfık olacaktır. Mütâlaa-i âlilerine intizâren arz-ı ihtiram eylerim.

6.10.35

Yunus Nadi

Vesika 134

TAMİM

Gayet aceledir

6 Teşrinievvel 35

İzmit, Adapazarı, Bilecik, Bursa, Eskişehir, Ankara, Kütahya, Kengırı, Afyonkarahisar, Denizli, Antalya, Konya, Burdur, Kastamonu, Bolu, Sinop, Samsun, Trabzon, Giresun, Rize, Niğde, Kayseri, Harput, Diyarbekir, Bitlis vilâyet, liva ve kazalarına.

Bugün yeni kabine makine başında Heyet-i Temsiliye’mizle bi’l-vasıta bazı muhhaberâtta bulunmuştur. Kabine’nin muhte viyâtı malûmumuz olmayan bir beyanname neşredeceği anlaşılmıştır. Metâlib-i milliyeyi tervîc ettiğini henüz kat’î olarak bildirmemiş olan Kabine’nin her ne suretle olursa olsun bi’l-cümle tebligatının kemâ fi’s-sâbık iş’âr-ı ahîre değin telgrafhanelerce alınmaması hususundaki tedâbîrin ehemmiyet ve dikkatle idâmesi lüzumu tebliğ olunur.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk

Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi namına

Mustafa Kemal

Vesika 135

Sivas’ta Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

Nazır Paşa odası 7/8 Teşrinievvel 335

C:

1. Zât-ı devletlerine ve rüfeka-yı kirâma âcizleri hâr ve samimî teşekkürâtımı takdim ile kesb-i mübahat eylerim. Kabine aza-yı kirâmı bu hiss-i hürmette tamamen müşterek ve Sadrazam Paşa Hazretleri gözlerinizden öperler.

2. Teşkilât nokta-i nazarından vuku bulacak servis tarzındaki muhhaberâta Kabine müsaade etmiştir.

3. Ahalinin efkârını tatmîn için beyannamenin tesrî’-i neşrine zaruret hâsıl olmuş ve nikat-ı lâzimeye dikkat olunmuştur.

4. Zât-ı hazret-i pâdişâhîye yazılacak ma’rûzât ile tebligat suretine ait Kabine mütâlaasını almak mevâîd-i devletlerinin icrasına başlandığını gösterir Bu hal mûcib-i fahrim oldu. Yeni İntihab-ı Meb’ûsan Kanunu intihap zamanını kısaltmak ve meb’ûs adedini azaltmamak ve tarz-ı intihâbı kolaylaştırmak esasına müstenidtir. Bu esaslara göre intihap bu ay gayesinde hitam bulacaktır. Zât-ı devletlerine ve rüfeka-yı kirâma hürmet-i kâmilemin takdimine müsaade buyurulmasını ricâ ederim.

Harbiye Nâzırı

Cemal

Vesika 136

Harbiye Nâzırı Cemal Paşa Hazretlerine

Şifre

C: 7/8 Teşrinievvel 335

İltifat-ı devletleri rüfeka-yı âcizânemce mûcib-i şükran oldu. Ve bi’l-mukabele gerek Sadrazam Paşa Hazretlerine ve gerekse Kabine aza-yı kirâmına arz-ı tevkirat ederiz.

Gerek hutût-ı esasiyemizi teşkil eden metâlib-i umumiye- i milliye ve gerekse maksad-ı mukaddese bir an evvel vusûlü teshîl edecek teferruat-ı lâzime üzerinde hükümet-i milletle hüsn-i itilâf ettirmek hususundaki delâlet ve gayret-i hamiyetkârânelerinden dolayı da zât-ı devletlerine umum arkadaşlar namına arz-ı şükran ederim efendim.

8.10.35

Mustafa Kemal

Vesika 137

Beyanname

Haricî ve dahilî felâketlerin tehdidi altında hukuk-ı tabii yesiyle mukaddesâtının mahfuziyetini temîn gayesi etrafına toplanan büyük milletimiz, bugüne kadar hâkimiyet-i milliyeyi ayaklar altına alan birkaç şahsın husûmet-i hainânesi karşısında kalmıştı. Millete istinâd edememek itibariyle hadd-i zâtinde hiçbir kuvvet ve ehemmiyeti olmayan eşhâs-ı mezkûrenin her nasılsa re’s-i kâra gelmiş bir hükümet şeklinde olması, bu mahiyetinden bir ehemmiyet-i resmiye almasını intâc ediyordu. Bu sebeple şimdiye kadar milletin vahdet-i maneviyesi noksansız olmakla beraber, hükümet-i merkeziyenin bu vahdet-i milliyeye dahil olmamış bulunması yâr u ağyâra karşı milletin değil fakat devletin vahdet-i umumiyesini nâ-tamam olarak gösteriyordu. Lâkin bugün Cenâb-ı Hakk’a ve kendi hakkına istinâd eden büyük milletimizin gösterdiği iman-ı mutlak karşısında hâiller sukut edip nihayet aynı gaye-i istihlâs etrafında devletimizin de vahdet-i umumiyesi tamam oldu. Bu muvaffakiyet-i milliye iki safhada tecelli etti: Bunların birincisi milletin âmâl-i meşrû’asına kesb-i ıttılâ eden hilâfet-penâh efendimizin Ferit Paşa Kabinesi’ni derhal ıskatıyla ve ikincisi de, Ali Rıza Paşa Hazretleri riyâsetinde teşekkül eden yeni heyet-i vükelâ tarafından âmâl-i milliyemizin meşrû’iyeti ve Kuvâ-yı Milliye’nin hâkimiyeti esâsâtı kabul edilerek milletle hükümet arasında bir itilâf-ı tâm olmasıyla tahakkuk etti. Bu itilâfa binâen bugünden itibaren bütün teşkilât-ı milliye ve Heyet-i Temsiliye’miz, her iki tarafça müşterek ve bütün milletçe mültezem nikat-ı nazarımızın temîniyle âmâl-i milliyemizin istihsalinde yeni heyet-i vükelâya müzâhir ve muâvin olacak ve muhhaberât-ı resmiye üzerine mevzu olan memnuiyeti ref’ edecektir. Bu vazifenin ifasında teşkilâtımız hiçbir yerde hiçbir kimse tarafından hükümetin vazaif ve icrâât-ı kanuniyesine karşı hiçbir müdahaleye kat’iyen meydan vermeyecek ve bu suretle teşkilât-ı milliyenin bütün hedef-i mesâi ve faaliyeti, vatanın emr-i istihlâsında mütemerkiz kalacaktır. İstihlâsın bu istihsalinde hükümetin vezâif-i resmiyesine mukabil milletin de pek büyük ve pek mübrem vezâif-i milliyesi olduğunu nazar-ı itibara alan cemiyetimiz, hükümetçe musaddak olan nizamnamesi ahkâmına tevfîkan teşkilât-ı umumiyesini taazzuv ettirerek vezâif-i milliyenin intizam-ı ifasını temîn etmeyi elzem addetmektedir ve esasen bu büyük ve millî gayeden başka hiçbir maksat takip etmeyen heyetimiz, her türlü menâfi-i şahsiyeden ve fırka ihtirâsâtından da münezzeh olduğundan, ilân etmiş olduğu esâsât-ı milliyeden hiçbir sebep ve bahane ile hiçbir zaman inhirâf etmeyecek ve en büyük hisse-i faaliyetini Kuvâ-yı Milliye’nin şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da asayiş ve sükûn-ı tâm içinde tevziine hasredecektir ve en mühlik şerâit-i tarihiye altında bile vakar-ı millîsinden ve herkesin hukukuna riayetteki hasail-i mevrûsesinden zerre kadar ayrılmamış olan milletimizin bundan sonra da aynı tarz ve harekette sâbit kalacağından ve bu suretle bu mübarek topraklara sahip olmaktaki liyakat-i medeniyesini bütün cihana tasdik ettireceğinde şüphe yoktur.

7 Teşrinievvel 35

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk

Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi namına

Mustafa Kemal

Vesika 138

7 Teşrinievvel 335

Südde-i seniye-i hilâfetpenâhiye

Sada-yi milleti boğmak suretiyle memleketin her tarafından yüksek feryâd-ı umumînin hâk-i pây-i şâhânelerine vusûlünü men’ ederek hem milletini, hem pâdişâhını iğfal etmekten çekinmemiş olan sâbık kabinenin mürâcaat ve şikâyet-i milliye üzerine ıskatıyla yerine metâlib-i milliye dairesinde temşiyet-i umûr edecek bir heyet-i vükelâ ikame buyurulması, milletin südde-i seniyelerine karşı olan ubûdiyet ve sadakat-i mevrû sesini teyid etmiş olmakla şükran-ı umumîyi bütün millet-i mutîaları namına atebe-i felek-mertebe-i şehriyarilerine ref’e cür’etyâb oluruz. Katıbe-i ahvâlde emr ü ferman şevketlû, mehâbetlû hilâfetpenâh efendimiz hazretlerinindir.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk

Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi namına

Mustafa Kemal

Vesika 139

Bâbıâli 8 Teşrinievvel 35

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi’ne

7 Teşrinievvel 35 tarihiyle atebe-i ulyâ-yı mülûkâneye takdim olunan telgrafname manzûr-ı âli buyurularak zat ve makam- ı akdes-i şâhânelerine karşı millet-i sadıkaları namına teyid edilen hissiyât-ı sadakatkârî mûcib-i memnuniyet-i cenâb-ı şehriyarî olmuş ve devlet ve milletin karîben selâmet ve saadete vusûlüne dua buyrulmuş olduğu tebliğ olunur.

Sadrazam

Ali Rıza

Vesika 140

Erzurum, 8.10.35

Sivas’ta Üçüncü Kolordu Kumandanlığı’na

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine: Heyet-i Temsiliye namına ta’mîm buyurulan 6 Teşrinievvel 35 tarihli telgrafnamede Heyet-i Temsiliye ricâlinin kabineye ve yüksek makam ve memuriyetlere girmesi hakkındaki şâyiat red ve tekzîb olunmakla beraber kat’iyen böyle bir emel ve davete mümâşât olunmayacağı da beyan ediliyor ki bunun her tarafta tesirât-ı hasenesi görülecek ve şüphesiz ki düşman ruhlu insanların ilk evvel aleyhimizde kullanacağı silâhlardan biri böylelikle kırılmış olacaktır.

Bu bâbda hassaten arz-ı takdirat eylerim. Fakat bu güzel azim ve kararın şimdiye kadar bizde görülmüş tecârib ve netâyicine nazaran daha şümûllü olmasını da hassaten arz ve mütâlaa eylerim. Burada da zât-ı devletleriyle bilhassa görüşüldüğü ve kat’iyetle takarrür eylediği vechile Heyet-i Temsiliye’den zât-ı samileriyle Rauf Beyefendi’nin ve bu kıbâlde olan zevât-ı müessire-i âliyenin meb’ûs olduktan sonra da bir vechile hükümete karışmayarak daima Meclis-i Millî’deki grubun re’s ve rolünde nâfiz ve kabinenin şekil ve terkibi ve ricâlinin kıymet ve hüviyeti ne olursa olsun daima Meclis-i Millî içinde nâfiz ve murakıp bulunmağı en mühim bir hadise-i muvaffakiyet ve elzemü’t-tatbik bir karar addeylerim. Ancak bu suretle hükümet daima milletin murakabesi altında kalarak gerek hükümet ve gerekse â’yânı ve saray muvazeneti karşısında milletin ruh ve âmâli her taraftan asla inhirâf ettirilmemiş ve tehlikeli ifratlara da meydan verilmemiş olur. Bir emelin ve bir grubun en yüksek ve en muktedir tanınmış ricâli kendi daire-i hizbinden çıkıp da hükümet işine karışınca Meclis-i Millî daima zayıf kalmış ve müteaddit cereyânlar karşısında ya sürüklenmiş veyahut parçalanmıştır. Vatan ve milletin felâh-ı tâmmı şiddetle mevzu-i bahis olan bu devirde işbu ma’rûzâtım etrafında muhabbet ve kat’î bir karar ile mücehhez bulunmamızı kemâl-i hürmetle istirham eylerim.

K.O. 15 K.

Kâzım Karabekir

Vesika 141

Bâbıâli, 9.10.35

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

Bugün bazı gazetelerde beyanname suretinin derc edilmiş olduğu göründüğünden ta’dîlâta imkân kalmadı, ilâveten teklifi mutasavver olan dört maddenin Heyet-i Temsiliye’ce vesâit-i muhtelife ile ta’mîmi Kabine’ce pek lüzumlu görülmektedir.

İttihatçılıkla münasebet bulunmadığı.

Devlet-i Osmaniye’nin Harb-i Umumî’ye karışması doğru olmadığı ve müsebbibleri aleyhinde tayin-i esâmi suretiyle bazı neşriyat icrası ve haklarında takibat ve mücazât-ı kanuniyenin tertibi.

Harp esnasında yapılan her nev’î cinâyât fâillerinin ceza-yı kanuniyeden kurtulmayacakları.

İntihabatın serbest cereyân edeceği.

Bu maddelerin tavzîh ve ta’mîmi dahilen ve haricen birtakım su-i telâkkiyâtın önüne geçeceğinden memleketin menâfi-i âliyesi icabı olarak suret-i mahsusada hüsn-i telâkkisi ricâ olunur. İhtiramlarım efendim.

Harbiye Nâzırı

Cemal

Vesika 142

Şifre

Sivas, 10.10.35

Harbiye Nâzırı Cemal Paşa Hazretlerine

C: 9.10.35:

Ma’rûzât-ı cevâbiyede bulunmadan evvel Heyet-i Temsiliye’ nin, Kabine erkân-ı muhteremesi hakkında hiss-i hürmet ve hüsn-i zan perverde eylediğini ve müdâvele-i efkâr ve teâti-i mütâlaatta tarafeynin sâfiyet ve samimiyeti rehber ittihâz eylediğine kanaati olduğunu arz eylerim. Vesâit-i muhtelife ile ta’mîmi lüzumlu görüldüğü emr ü iş’âr buyurulan dört madde hakkında Heyet-i Temsiliye’nin nikat-ı nazar ve mütâlaatı ber-vech-i âti maruzdur:

1– Rum ve Ermenilerle, İngilizler başta olmak üzere Düvel- i İtilâfiye’nin ve bunların siyasetlerine alet olan sakıt Ferit Paşa Kabinesi’nin vahdet-i millîye ve saadet-i vatana ma’tûf her nev’î teşebbüsât ve harekât-ı meşrû’a-i milliyeyi ale’l-ıtlak İttihatçılıkla ithamı bir meslek edinmiş oldukları cümlece malûmdur. Teşebbüsât ve teşkilât-ı milliyemizin İttihatçılıkla hiçbir alâka ve münasebeti olmadığı bedhâhândan gayrı gerek millet ve gerek temasta bulunan ecânibce taayyün eylemiş olduğu halde mahzâ buyurduğunuz su-i telâkkiyât ve işâatı bertaraf etmek maksadıyla Sivas Umumî Kongresi’nin birinci celse-i ictimâında müzâkerâta başlanmadan evvel umum murahhaslar İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin ihyâsına çalışamayacağına dair alenen birer, birer tahlîf edilmiş ve bu yemin sureti her tarafa neşir ve ilân olunmuştur. Bundan başka münasebet düştükçe ve bilhassa ecânible temaslarda bulunuldukça bu noktaya ehemmiyet-i mahsusa atfolunarak beyânât ve izâhât-ı lâzimede bulunulmaktadır. Maahaza tavsiye buyurulduğu vechile bu bâbda yine fırsat çıktıkça beyânât ve neşriyattan geri kalınmayacaktır. Yalnız bu mesele, şekl-i zâhirîsinden sarf-ı nazar edilirse mahiyet-i esasiyesi itibarıyla ehemmiyet-i mahsusayı hâizdir. Bu cihetle sırf Kabine aza-yı kirâmıyla teâti-i efkâr ve heyet-i celîlelerinin bu noktadaki kanaat-i hâkimesini istimzâc maksadıyla bu bâbda Heyet-i Temsiliye’nin mütâlaasını arz etmeyi lüzumlu görmekteyiz. Biz anâsır-ı gayr-i Müslime ile İtilâf Hükûmâtı’nın makasid-i siyasiye tahtında körükledikleri ale’l-ıtlak İttihatçılık düşmanlığını esas itibarıyla doğru görmüyoruz. İttihatçılardan seyyiât-ı idâre ve su-i istimalleri ile memleketi harabîye sürükleyenlerden ibaret bir hizb-i kalîl vardır ki, işte asıl millet ve bizim nazarımızda müttehem olanlar bunlardır. Yoksa İttihat ve Terakki mensubîninden olup muhafaza-i bî-tarafî etmiş, fenalığa alet olmamış ashâb-ı namusun bu suretle su-i zan altında kalmasını ve bilhassa her millette olduğu gibi nik ü bedi lüzumu derecede temyiz edemeyen alelumum avam kısmının dûçâr-ı töhmeti olmasını doğru görmedikten başka, memleketin asayiş ve intizam-ı dahilîsi ve âtisi itibarıyla de tehlikeli addeyliyoruz. Binâenaleyh Kabine’nin bu maddeden ruh-ı maksadı ne olduğunu izah buyurmanızı hassaten istirham ederiz.

2– İkinci madde muhteviyâtına gelince, bu husus şâyân-ı teemmül ve muhtelif suretlerle münakaşaya kabiliyetlidir. Meselâ mütâlaat-ı âtiye dahi vâriddir:

Gayr-i kabil-i tamir felâket ve netâyic-i elîmeye müncer olduğundan bugün milletin adem-i memnuniyetini celp eden Harb-i Umumî’ye iştirak etmemek elbette son derece şâyân-ı arzu idi. Fakat buna imkân-ı maddî mevcut değildi. Çünkü adem-i iştirak müsellah bir bî-taraflığı yani Boğazlar’ın mesdûd bulundurulmasını icap ettiriyordu. Halbuki vatanımızın mevki- i coğrafîsi, İstanbul’un vaziyet-i sevkü’l-ceyşiyesi Rusların İtilâf Hükümetleri yanında ahz-ı mevki etmiş olması bizim seyirci kalmamıza asla müsait değildi. Bundan başka müsellah bir bî-taraflığın idâmesi için paramız, silâhımız, sanayiimiz, hulâsa lâzım olan vesatimiz mevcut değildi. İtilâf Devletleri’nin bilhassa İngilizlerin para vermemesinden sarf- ı nazar gemilerimizi zapt ve milletin dişinden tırnağından arttırarak biriktirdiği inşaat-ı bahriyeye ait yedi milyon liramızı da gasp eylemeleri ve Düvel-i İtilâfiye’nin ilân-ı harple beraber bizim harbe duhûlümuzden daha dört ay evvel tamamen Hükümet-i Osmaniye zararına bir Ermenistan Cumhuriyeti teşkiline karar verdiklerini ilân eylemiş olmaları ve hatta Bolşeviklerin neşrettiği gizli muâhedâttan anlaşıldığına göre İstanbul’un Çarlık Rusya’sına vaat edilmiş olması harbe İtilâf Devletleri aleyhine girmekliğin gayr-i kabil-i ictinâb olduğunu gösterir delâil-i vâzıhadandır. Bir de İngiltere ve Fransa’nın kendisine İstanbul’u vaat eyledikleri Rusya dururken Balkan Harb-i meş’ûmundan sonra hiçbir kıymet-i askeriye ve mevcudiyet-i milliye atfeylemedikleri milletimizi, kendilerine iltihak eylemeği farz etsek bile, tercih edeceğini tasavvur eylemek elbette doğru olamaz. Harbe girmekliğimizi bir cinayet telâkki etmek ve koca bir milleti dört, beş kişinin bâziçesi olacak derekede addeylemek fikrimizce lehimizde bir faideyi mûcib olmak şöyle dursun, bilakis sakıt Ferit Paşa’nın Paris’te Avrupa’dan merhamet dilenmek efkâr-ı sakîmânesi ile serd eylediği beyânât-ı zelîlânesine Clemenceau’nun vermiş olduğu hakaret-âlûd cevâbın maazallah bir kere daha işitilmesine sebep olabilir. Binâenaleyh merdâne bir surette hakikati söylemek ve kahramanca harp eden bu koca milletin mağlûbiyetin netâyic-i zaruriyesine katlanmakla beraber hareketinin cinayet telâkki ve bu yüzden ittiham ve tecziye edilmesini kabul etmemek en sâlim ve en hayırlı bir prensip telâkki olunabilir.

Harbin müsebbibleri hakkındaki noktaya gelince: İlân-ı harp gayr-i mes’ûl olan zât-ı şâhânenin hakkı olduğuna ve o zamanki kabinenin ilân-ı harpten dört ay sonra ictimâ eden Meclis-i Millî’de verdiği izâhât üzerine alkışlarla mazhar-ı itimâd olmuş bulunmasına nazaran mesele Divan-ı Âli’nin tetkikinden geçmeden ale’l-ıtlak şu veya bunun aleyhinde ithâmâta kalkışmakta isabet olmayabilir. . . . Harb-i Umumî’ye girmek ve girmemek veyahut girmek zarureti karşısında zamanını intihap eylemek hususunda başka mütâlaat dahi vardır. Buradaki mütâlaat, düşman nokta-i nazarına cevap olmak üzere iltizâm edilmiştir.

3– Harp esnasındaki su-i idârelerin meydana çıkarılıp tecziyesi, vatanımızda mes’ûliyetin büyük ve küçüklere seyyân olduğunu, kanun devrinin tamamen bîtarafâne ve kemâl-i adl ü hakkaniyetle başladığını idrâk etmek ehass-ı âmâlimizdir. Fakat biz bunu birçok münakaşata sebep olacak olan kâğıt üzerinde reklâm tarzında neşriyattan ziyade bi’l-fiil tatbikatıyla yâr u ağyâra izhârını daha muvâfık ve faideli görüyoruz.

4– İntihâbat hakkındaki nikat-ı nazarımızı suret-i ber-vech-i âti beyanname ile neşir ve ilân eylemiştik. Bu bâbda vârid olacak başkaca mütâlaat varsa emr ü iş’ârını istirham eyleriz.

Mustafa Kemal

Vesika 143

Matbûat Cemiyeti Reisi Velid Bey vasıtasıyla İstanbul’da Tasvir-i Efkâr, Vakit, Akşam, Türk Dünyası ve İstiklâl gazetelerine

C: 9 Teşrinievvel 1335

İstîzâh ettiğiniz mevâdda ait izâhâtı Heyet-i Temsiliye namına ber-vech-i âti tebliğ ediyorum:

1. Makasidimizin hutût-ı esasiyesinden olan üç nokta üzerinde Hükümet’le itilâf ettik ve bu noktalar Hükümet’in resmî beyannamesinde de tasrih edilmiştir; evvelâ Erzurum Kongresi’yle Sivas’ta mün’akid Umumî Kongre’ce müştereken kabul edilen nizamname ile beyannamenin ihtivâ ettiği esâsât dairesinde âmâl-i milliyenin hükümetçe hatt-ı hareket ittihâz edilmesi; saniyen Meclis-i Millî’nin ictimâına kadar mukadderât-ı millet ve memleket hakkında hiç bir taahhüd-i kat’îye girişilmemesi ve salisen de sulh konferansına gönderilecek heyet-i murahhasanın itimâd-ı millîye mazhar kifayet ve iktidar erbâbından mürekkeb olması şeklinde olan bir nikat-ı selâseyi Hükümet tamamıyla kabul etmiş ve diğer birtakım teferruat üzerinde de itilâf edilmiştir. Maamafih eğer Kongre’nin nizamnamesiyle beyannamesinde münderic esâsâta henüz vâkıf değilseniz, onları da tebliğ edebiliriz.

2. Heyet-i Temsiliye ile Hükümet’in icrâât-ı mütekabileleri sebebiyle devletin iki başlı bir şekilde görünmesini muvâfık-ı hakikat bir tarz-ı telâkki bulmuyoruz: Ferit Paşa Kabinesi zamanında bile hükümet gayr-i meşrû’ ve bi’n-netice keen-lem-yekün olduğundan, millet kendisine meşrû’ ve kanunî bir baş temîn etmek için çalışmış ve hiçbir suretle ikinci bir baş mahiyetini ihrâz etmemişti; bugün ise bütün faaliyetimiz kanunun hakimiyetini temîne ma’tûf olduğundan, iki başlı gibi görünen vaziyetin ıslahına müteveccihtir ve bu itibar ile de su-i tefsir edilmemelidir.

3. Hükümetin kat’î bir taahhüt altına girmemesini talepten maksadımız, mukarrerât-ı mülkiye ve milliyemize milletin haberi olmadan su-i tesir icrâ edecek taahhüdât-ı muzırradır. Meselâ Ferit Paşa vilâyât-ı şarkiyede vâsi bir Ermenistan teşkilini kendi rey-i hôduyla taahhüt etmek istemişti. Maksadımız işte bu gibi ve bundan daha fena ve gayr-i kabil-i tamir olacak mazarratların önünü almaktır. Yoksa Hükümet’i menâfi-i milliye lehindeki teşebbüsâtından men’ etmek değildir. Hükümet düvel-i muazzamanın hakkımızdaki mukarrerâtını lehimizde ta’dîl için istediği kadar teşebbüsâta girişebilir. Yalnız Meclis-i Meb’ûsan’ın reyini istihsal etmeksizin sulh konferansı mukarrerâtını imza edemez. Meclis-i Meb’ûsan’ın tesrî’-i ictimâı hakkında ta’mîm edilen intihâbat kararname-i ahîri de bu hususu mümkün kılmaktadır.

4. Heyet-i Temsiliye bir hükümet mahiyetinde olmadığından tabii devletlerle münasebat-ı resmiyeye girişemez. Bizim yapabileceğimiz ancak Hükümet’in âmâl-i milliyeye muvâfık olan nikat-ı nazarını milletçe ve milletler nezdinde müdafaa ve tervîc için teşebbüsât-ı hususiye ve gayr-i resmiyede bulunmak olabilir.

5. Hükümet-i hâzıranın siyaset-i dahiliye ve hariciyemizi hüsn-i tedvîre muktedir olup olmadığı hakkında şimdilik kat’î bir şey söyleyemeyiz. Bunu icrâât gösterecektir. Bizim maksadımız teklif ettiğimiz esâsât-ı milliyenin Hükümet’çe kabulü idi. Hükümet-i hâzıra ile de aynen böyle oldu. Cemiyetimiz siyasî bir fırka olmadığından vükelâ veya reis-i vükelânın birtakım esbâb-ı tercihiye serdiyle tayin ve intihâbında âmil olmadık ve olamayız.

6. Bu mesâili daha vâzıh ve mufassal surette anlamak arzu edildiği takdirde Sivas’a bir iki zat i’zâmı pek muvâfık olur.

7. Yeni bir kabine teşkili meselesi hakkında Heyet-i Temsiliye şimdilik hiç bir mülahaza dermeyan edemez.

8. İrâde-i Milliye gazetesinde birtakım devletleri alâkadar edecek fıkralar bulunması aleyhdârlık maksadından değil, vakayi- i câriyeden halkı haberdâr etmek mecburiyet-i tabiiyesinden mütevelliddir. Nitekim aleyhte gibi görünen fıkralar olduğu gibi lehte bulunan fıkralar da vardır. Fazla olarak eğer sırf aleyhdârlık şeklinde görülebilecek fıkralar varsa bu da hukuk-ı milliyeye vukubulan bazı tecavüzata karşı pek haklı bir müdafaa-i meşrû’a mahiyetindedir.

10 Teşrinievvel 35

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk

Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi namına

Mustafa Kemal

Vesika 144

Deraliyye, 13.10.35

Sivas’ta Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

Muhterem Paşam; kaç gündür zât-ı âlinizle matbûat heyeti namına muhabere ediyorduk. Bugün de Tasvir-i Efkâr namına tasdi’ edeceğim. Ber-vech-i zîr bazı sualler arz eyliyorum; maksat, Kuvâ-yı Milliye’nin vaziyeti hakkında mümkün mertebe sarîh ma’lumât vermektir. Alınacak cevapların ajans vasıtasıyla Avrupa’ya çektirilmesine çalışılacaktır. Bu suallerden münasip görülenlere yarınki nüshaya yetiştirilmek üzere mümkün mertebe çabuk cevap vermenizi ricâ ederim.

1. Kuvâ-yı Milliye’nin vücuda gelmesinin ilk sebepleri nedir?

2. Teşkilât-ı Milliye ne vakit başladı?

3. Bugün kaç vilâyete hükmü şâmildir?

4. Teşkilât-ı Milliye’nin başlıca erkânı kimlerdir?

5. Maksad-ı aslîsi nedir?

6. Maksad-ı aslîsini istihsal için başlıca teşebbüsâtı nedir?

7. İntihâbat hakkında fikri nedir?

8. Anadolu’da intihâbat tamamıyla serbest yapılabilecek midir?

9. İntihâb-ı nisbî esasa kabul olunur mu?

10. Avrupa’ca teşkili mutasavver Ermenistan hudûdu hakkında ne düşünüyorsunuz?

11. Sizce Ermenistan hudûdu ne olabilir?

12. General Harbord ile ne mülâkat ettiniz?

13. Kuvâ-yı Miliye’nin ikinci, üçüncü derecede uzviyetleri içinde bazı İttihatçılar vardır, deniliyor ne dereceye kadar doğrudur?

14. İttihatçıların Kuvâ-yı Milliye üzerine tesir etmesi kabil midir?

15. İntihâbattan sonra Kuvâ-yı Milliye ne şekilde kalacaktır?

16. Müstakbel hudutlarımız sizce ne olabilir?

17. Muhtasaran tercüme-i halinizi bildirir misiniz?

18. Meb’ûs intihâbı için namzetliğinizi vaz’edeceğiniz söyleniyor, doğru mudur? Nereden meb’ûs çıkmak istiyorsunuz?

19. Rüfekanız meyânında başka kimler meb’ûs olmak arzusundadır?

20. Şehrinizde İtilâf Mümessilleri var mı, onlarla hal-i temasta mısınız? Size karşı vaz’u tavırları nedir, harekât-ı milliye hakkında ne düşünüyorlar?

21. İstanbul’a mümessil tayin ettiğiniz Vasıf Bey ne vakit gelecektir, talimatı nedir?

Tasvir-i Efkâr Sermuharriri

Velid

Velid Beyefendi’ye

Paşa Hazretlerinin telgrafnameniz muhteviyâtına numara sırasıyla ber-vech-i âti not ettirdiği cevapları arz ediyorum.

Cevat

1– Milletin ma’rûz kaldığı muâmelât-ı hak-şikenâne.

2– Akîb-i mütarekede ve vatanın her tarafında hemen aynı zamanda.

3– Bugün Anadolu ve Rumeli vilâyâtında teşkilât-ı milliyeden mahrum bir yer kalmamıştır. Hükmü umum vatana şâmildir.

4– Teşkilât-ı Milliye’nin erkânı masûniyet ve istiklâl-i vatan için kalpleri çırpınan milletin umum güzide evlâdlarıdır.

5– Maksad-ı aslî vatanın tamamîsini ve milletin istiklâlini temîn etmektir.

6– Kuvâ-yı Milliye’yi âmil ve irâde-i milliyeyi hâkim kılmaya azm-i kat’î ile karar vermiş olan ve bütün efrâd-ı milleti câmi bulunan teşkilâtımızdır. Nizamname ve beyannamemizde aynen musarrahtır.

7– İntihâbâta gayr-i meşrû’ bir gûnâ müdahalede bulunmayıp milleti serbest bırakmaktır. Yalnız Cemiyetimiz, esâsâtını kabul edenlerin intihâpta muvaffak olmalarını temenni eder.

8– Evet yapılacaktır.

9– Bu defaki intihâbâtın mevcut kanuna tevfîkan icrası zarurîdir. Ve zaten bu yolda da başlanmıştır. Temsil-i nisbî usûlü Meclis-i Millî’nin halledeceği bir meseledir.

10, 11– 30 Teşrinievvel 34 tarihindeki hudûdumuz dahilinde kalan aksâm-ı vatandan bir karış toprağın Ermenistan Hükümeti’ne ilhakına millet kat’iyen razı değildir.

13– Cemiyetimizde İttihatçı olarak kimse mevcut değildir. İttihatçılık tarihe karışmıştır. Hükümet-i merkeziyenin, garbın hata-yı siyasîsi onların ihyâsına sebebiyet vermediği takdirde millet bunun ihyâsını der-hatır bile etmeyecektir. Buna dair Heyet-i Temsiliye’nin yeni bir beyannamesi bu gece Matbûat Cemiyeti Riyâseti’ne keşîde edilecektir.

14– Kuvâ-yı Milliye’mizin hâkim-i müessiri ancak millet ve makasid-i âliye-i milliyedir. Başka hiçbir ferd veya cemaat müessir olamaz.

15– Kuvâ-yı Milli’yenin şekl-i âtisi, Meclis-i Millî, emniyet ve serbestî ile vazife-i teşriiye ve murakabesini ifaya muvaffak olduktan sora bir kongre ile tayin edilecektir. Bu husus nizamnamemizin son maddesinde musarrahtır.

16– Müstakbel hudutlarımız bizce 30 Teşrinievvel 34 tarihinde mütareke akdedildiği günde fiilen sahip kaldığımız huduttur.

18– Meb’ûsluğa namzetliğimi vaz’ etmedim ve etmeyeceğim ve fakat millet herhangi bir yerden beni meb’ûsluğa intihap ederse maa’l-iftihar kabul ederim.

19– Rüfekam da aynen benim gibi düşünmektedirler.

20– Şehrimizde İtilâf Mümessilleri yoktur. Ancak muvakkaten gelip geçen tekmil Avrupa ve Amerika devletlerine mensup memurîn-i siyasiye ve askeriye ile vuku bulan hususî mülâkatlarda teşkilât ve harekât-ı milliyemizin mahiyet-i meşrû’asını tamamen tasdik ve takdir eylemişlerdir.

17– Paşa’nın tercüme-i hali muhtasaran ber-vech-i maruzdur:

Rumî 1296 tarihinde Selânik’te tevellüd ederek rüşdî tahsilini Selânik’te, idadî tahsilini Manastır’da, Harbiye ve Erkân- ı Harbiye tahsillerini Dersaadet’te ikmâl ile 320 senesi Erkân- ı Harbiye Yüzbaşılığı ile neş’et etmiş ve 323 senesine kadar Suriye’de ve Kolağası olduktan sonra 327 senesine kadar Makedonya’da bulunmuşlar; bu müddet zarfında Ordu Erkân-ı Harbiyesi’nde, Redif Fırkası erkân-ı harpliğinde, Ordu ve Kolordu Erkân-ı Harbiyesi’nde ve Selânik Zâbitân Talimgâh Kumandanlığı’nda ve Şimendifer Hattı Müfettişliği’nde ifa-yı vazife eylemişlerdir. 31 Mart hadisesi üzerine Selânik’ten Dersaadet’e hareket eden kuvvetlerin Erkân-ı Harbiye Reisliği’nde ve 326’da Arnavutluk’ta icrâ edilen harekâtta Harbiye Nâzırı Mahmut Şevket Paşa’nın erkân-ı harbi olarak bulunmuş ve 1910’da Picardie manevralarını takip için Fransa’ya azîmet etmiştir. 327 senesinde Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Dairesi’ne memur edilmiş ve oradan İtalya Muharebesi münasebetiyle Trablusgarb’a giderek bu harbin nihayetine kadar Sirenaik mıntakasında Derne Kuvvetleri Kumandanlığı’nı ifa eylemiş ve bu esnada Balkan Muharebesi başlamış ve Bulgarların Çatalca hattına geldikleri bir zamanda İstanbul’a avdet ederek Gelibolu’da Kuvâ-yı Mürettebe Erkân-ı Harbiyesi Harekât Şubesi Müdürü ve Bolayır Kolordusu Erkân-ı Harbiye Reisi olarak Balkan Harbi’ne iştirakle Edirne üzerine mezkûr kolordu ile hareket etmiş ve Dimetoka havalisinin istirdâdında bi’l-fiil bulunmuşlardır. Balkan Harbi’ni müteakib Sofya, Belgrat, Çetine Ataşemiliterliklerini ifa etmek üzere Sofya’ya memur ve orada Kaymakamlığa terfi edilmiştir. Harb-i zâilin ilânını müteakib Tekirdağı’nda yeni teşekkül eden On Dokuzuncu Fırka Kumandanlığı’na tayin olunmuşlardır. Maydos ve Havalisi Mıntakası Kumandanlığı’nı ifa ettikten sonra mezkûr fırka ile bu mıntakada bulundukları sırada Arıburnu Kuvvetleri Kumandanlığı’nı deruhde eylemiş ve bunun neticesinde Miralaylığa terfi etmişlerdir. Bilahare Anafartalar Grubu Kumandanı olmuş ve İngilizlerin çekilmeleri üzerine On Altıncı Kolordu Kumandanı olarak Edirne’ye ve orada bir ay kaldıktan sonra Diyarbekir, Bitlis, Muş havalisine aynı numara ile Kolordu Kumandanı olarak gitmiş ve mezkûr cephede Mirlivalığa terfi ettirilmişlerdir. Tahaşşüd eden İkinci Ordu dahilinde Bitlis ve Muş’u beş gün muharebeden sonra Ruslardan istirdâd eylemiş ve bir müddet sonra İkinci Ordu Kumandanlığı Vekâleti’ne ve az bir müddet sonra Hicaz Kuvve-i Seferiyesi’ne Ordu Kumandanı olarak tayin olunmuş ise de Şam’a kadar gittikten ve Sina cephesini teftiş eyledikten sonra Medine’ye gitmelerine hacet görülmediğinden İkinci Ordu Kumandanlığı’na asaleten tayin edilerek Diyarbekir’e avdet olunmuş ve 1333 senesinde Halep’te tahaşşüd eden ve General Falkenhayn taht-ı idaresinde bulunan gruba dahil olan Yedinci Ordu Kumandanlığı’na tayin edilmişlerdir. Müşarünileyh ile harekât-ı harbiyede aralarında ihtilâf-ı nazar hâsıl olduğundan ve Hükümet de nokta-i nazarlarını tervîc etmediğinden mezkûr Ordu Kumandanlığı’ndan istifa ve müteakiben tayin kılındığı İkinci Ordu Kumandanlığı’nı da kabul etmeyerek İstanbul’a avdet etmişlerdir. Bu müddet zarfında veliaht bulunan zatın refakatinde olarak Almanya Karargâh-ı Umumîsi’ne ve Alman garp cephesine seyahat eylemişlerdir. Veliahdın pâdişâh olmaları üzerine şifahî ve musırrâne irâde ile Falkenhayn’in mağlûp bıraktığı Nablus civarındaki Yedinci Ordu’ya tekrar gitmiş ve vürûdundan on beş gün sonra vuku bulan umumî İngiliz taarruzunda bu orduyu Halep’e kadar ricât ettirdiği sırada pâdişâha Fahrî Yaver olmuştur. Halep Muharebesi’ni müteakib Yedinci ve Adana havalisinde bulunan İkinci Ordulardan mürekkeb Yıldırım Grubu Kumandanlığı’nı deruhde ve ba’de’l-mütareke İstanbul’a avdet eylediler. Son zamanda ma’lûm olduğu vechile Üçüncü Ordu Müfettişliği’yle Şarkî Anadolu’da bulundukları esnada 8 Temmuz 35’te silk-i askerîden istifa etmişlerdir.

Vesika 145

Bâbıâli, 2.10.35

Sivas vilâyetine

Padişâh-ı hilâfetpenâh efendimiz hazretlerinin âsâr-ı teveccüh- i hümâyûnları olmak üzere Dahiliye Nezareti’ne tayin buyurularak tevfîkat-ı samedâniyeye müsteniden ifa-yı vazifeye mübaşeret ettim. Memleketin elyevm içinde bulunduğu müşkilâtı iktihâm ile vatan ve milletin selâmetini, istikbâlini temîn için bütün efrâd-ı milletin bir vifak ve ittihâd-ı tâm halinde olması devletin menâfi-i hakikiyesi icâbatından bulunduğu halde bir müddettir dahil-i memlekette âsâr-ı nifak ve şikak rû-nümâ olması müşkilâtın bir kat’ daha tezayüdünü müstelzim olmak itibarıyla pek ziyade şâyân-ı teessüftür. Heyet-i cedîde-i hükümet hukuk ve menâfi-i âliye-i memleketi müdafaa ve muhafaza için bütün mesâisini sarf etmek emeliyle gelmiş olup ancak bu hususta usûl-i muvaffakiyet vifak ve vahdetin avdetiyle her tarafta muhafaza-i sükûna gayret ve Hükümet’in telkinatına mutavaatla menâfi-i memlekete muzır harekâttan mücânebet edilmekle hâsıl olacağından hemen merkez ve mülhakata bu dairede icra-yı vesâyâ olunarak ve ahvâl-i vilâyâttan peyderpey ma’lumât itasına ve meb’ûsan intihâbâtı 11 muamelesinin tesrî’iyle netâyicinin inhasına himmet buyurulması bilhassa tavsiye olunur.

Nazır

Mehmet Şerif

Vesika 146

Beyannâme

Vatan ve milletin elyevm geçirmekte olduğu şu buhranlı devrede hükümet-i hâzıra Cenâb-ı Hakk’ın tevfîkat-ı ilâhiyesine ve peygamberimiz efendimiz hazretlerinin ruhaniyet- i celîlesine istinâden pâdişâhımız ve hilâfetpenâh efendimiz hazretlerinin teveccüh-i hümâyûnlarına ve millet-i Osmaniye’nin müzâherâtına itimat ile mes’ûliyeti deruhde ederek saadet ve selâmet-i mülk ü milleti temîn için azm-i kat’î ile ifa-yı vazifeye mübaşeret etmiştir. Heyet-i vükelâ-yı hâzıra mütecanis ve hutût-ı esasiyede müttehidü’l-efkâr olup hiçbir fırkaya mensup olmadığı gibi muhtelif siyasî grupların hiçbirine dahi temâyül etmez. Fakat vatan ve milletin saadet ve selâmetine ma’tûf olan gayede hepsinden muâvenet-i maneviyeye intizârda bulunur. Eyyâm-ı ahîrede Anadolu’da zuhûr eden ahvâl İzmir’in bigayri hakkın işgaliyle ânı takip eden vakayi-i fecianın ve Anadolu vilâyât-ı şarkıyesi mukadderâtı hakkında işâa edilen rivâyâtın efkâr-ı ahalide hâsıl ettiği tesirât neticesi olup maksat ise hukuk ve hudûd-ı Osmaniye’nin muhafazası olduğuna ve Hükümet de şu histe müşterek bulunduğuna binâen vukua gelen su-i tefehhümâtın zevâline şu iştirak-ı hissî kâfildir. Milletin büyük küçük hiçbir tabakasında ve memleketin hiçbir noktasında bu ulvî maksada mugayir bir fikir ve mülâhazanın mevkii olamayacağı âşikârdır. Hususiyle hiss-i vatan ve hulûs-ı niyet ve samimiyet rehber-i hareket olunca su-i tefehhümâtın ortadan kalkmasına mâni, bi’t-tabi zâil olur. Hükümet’in düstûr-ı emeli cümlece mutâ’ olan Kanun-ı Esasî ahkâmıdır, irâde-i milliyenin tecelligâhı olan Meclis-i Meb’ûsan’ın sür’at-i mümkine ile halli akdem-i vezâifimiz ve intihâbatın kemâl-i hürriyet ve selâmetle cereyânı ve mukadderât-ı memleketin vükelâ-yı millet vesâtetiyle tayini ehass-ı âmâlimiz bulunduğundan intihâbatın aksar-ı tarîk ile icrası esbâbına tevessül olunmuştur. Menâfi-i hayatiye-i vatanın temîni Hükümet’in yekvücûd bir kütle teşkil eden millete istinâden konferans huzuruna çıkmasına mütevakkıf olmakla ihtilâfâtın tesirât-ı muzırra-i hariciyesi bütün vatandaşlar tarafından teslim edileceğinden Hükümet mutmaindir. Şeref ve haysiyet-i Osmaniye memlekette hiss-i adâlet ve müsavatın hükümran olmasında bulunmakla bilâ-tefrîk-i cins ü mezhep hiç kimsenin kanunen mahfûz olan hukuk-ı şahsiye ve medeniyesine bir gûnâ taarruz vukua gelmemesine sarf-ı mesâi edilecek ve muhafazası begayet mültezem olan intizam-ı ictimâiyeye asla halel getirilmemesine itina olunacaktır. Hükümet efkâr-ı âmmenin ma’kesi olan matbûatın memlekete büyük hizmetler ifa edebileceğine kani ve her halde menâfi-i vataniyeyi vikayeye her zamandan ziyade itina etmesine dahi muntazırdır. Mesalih-i devletin hüsn-i cereyânı kavânîn ve nizamat-ı mevcudenin tamamen tatbikine vâbeste olmakla memûrînin bu noktaya ale’d-devam riâyetkâr olmaları lâzımdır. Hilâf-ı kanun ahvâl vuku bulmuş ise bunların dahi yine kanun dairesinde tashihine müsaraat olunacaktır. Wilson prensiplerinden bi-hakkın istifade olunarak Devlet-i Osmaniye’nin müttehit ve pâdişâhının etrafında müctemi bir devlet-i müstakille olarak temîn-i bekası için hiçbir teşebbüsten geri durulmayacaktır. Zaten düvel-i muazzamanın hissiyat-ı nasafetkârâneleri ve hakikaten gittikçe tavazzuh etmekte olan Avrupa ve Amerika efkâr-ı âmmesinin itidâl-perverliği de bu bâbda emniyet-bahştır. İn’ikad-ı sulhün bir an akdem tesrî’iyle hâl-i tereddüde nihayet verilmesi menâfi-i vatan icabından olmakla bu hususta dahi teşebbüsât-ı lâzimeye ibtidâr olunacaktır.

Sureti aynen bâlâya muharrer beyanname-i resmînin merkezce mülhakat ve vilâyette hemen neşr ü ta’mîmi mütemennadır.

7.10.35

Dahiliye Nâzırı

Mehmet Şerif

Vesika 147

Şifre

Aceledir.

Sivas, 11.10.35

Balıkesir’de Fırka Kumandanı Kâzım Beyefendi’ye

1. Heyet-i Temsiliye zât-i âli-i birâderîlerine arz-ı hürmet ve muhabbet eder. Cephe ve muharebe nokta-i nazarından olan teşkilât hakkında tenvîr buyurmanızı ricâ ederiz.

2. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti teşkilât nizamnamesinin Bursa’dan celbiyle o mıntakanın icâbatına göre millî ve askerî teşkilâtın tevhîdi hususunda himmet-i birâderîleri mercûdur.

3. Teşkilât-ı Milliye’ye dahil heyetlerin ve eşhâsın muhtelif tarzda hükümet-i merkeziyeden mutalebâtta bulunmaları Kuvâ-yı Milliye’nin vahdet ve ahengine halel vereceğinden icap edenlere bu bâbda nasâyih-i lâzimede bulunularak muharebe ve hususât-ı askeriyeyi bi’t-tabi zât-ı âlileri ve Kolordu hall ü fasl edeceğinden teşkilât heyet-i merkeziyesinin muhafaza-i irtibat nokta-i nazarından şimdilik Sivas’ta bulunan Heyet-i Temsiliye ile tesis-i muhabere eylemesi münasip olur.

4. Meb’ûsların âmâl ve makasid-i milliyenin Meclis’te temînine çalışacak zevâttan intihap olunması pek mühimdir. Bunların Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti namına şahsan namzetliklerini vaz’ etmelerini ve taraf-ı âlinizden himaye olunmalarını ricâ ederim kardeşim.

5. İşbu telgrafın vusûlünün iş’ârı mercudur.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk

Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi namına

Mustafa Kemal

Vesika 148

Şifre

Aceledir.

Sivas, 11.10.35

Konya’da On İkinci Kolordu Kumandanlığı vasıtasıyla Heyet-i Temsiliye azasından Refet Beyefendi’ye

1. Konya, Isparta, Burdur, Antalya ve Afyonkarahisar, Denizli, Menteşe livalarında nizamname mûcibince teşkilât-ı milliyenin sür’at-i teessüsü ve taazzuvu pek mühimdir. Teşkilâtın vesâit-i mümkine ile Aydın, Saruhan, İzmir livalarına teşmiline çalışmak icap eder. Gerek bu menâtıkın ve gerek Eskişehir, Kütahya, Balıkesir, Çanakkale müstakil livalarıyla Bursa vilâyetinin sühûlet-i irtibat nokta-i nazarından teşkilâtı hakındaki mütâlaalarının beyanını ricâ ederiz.

2. Meb’ûsların makasid-i milliyeye müstenit esâsâtımızı kabul eden zevâttan intihap olunması için her tarafça tedâbîr-i lâzimeye tevessül olunmalıdır. Heyet-i Temsiliye kimsenin cemiyet namına namzetliğini vaz’ etmeyecektir. Fakat evsâf-ı matlûbeyi hâiz olanlar şahsen Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti namına namzetliklerini vaz’etmelidirler. Bu suretle namzetliklerini vaz’ edenler isimlerini mensup oldukları liva heyet-i merkeziyeleri vasıtasıyla doğrudan doğruya aynı zamanda isimlerini Heyet-i Temsiliye’ye bildireceklerdir. Cümleten gözlerinizden öperiz.

3. Orada gerek muharebe nokta-i nazarından gerek millî teşkilât itibarıyla mütâlaatınızın iş’ârı mercûdur.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk

Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi namına

Mustafa Kemal

Vesika 149

Şifre

Gayet müstaceldir.

Sivas, 11.10.35

Bursa Fırka Kumandanı Bekir Sami Beyefendiye

1. Bursa’da nizamname mûcibince kuvvetli ve şâyân-ı itimat ve itibar zevâttan mürekkeb bir heyet-i merkeziyenin ve Bilecik’te bir heyet-i idârenin teşekkülü ve Bilecik livasının merkeze raptıyla bütün Hüdavendigâr vilâyeti dahilinde nevâhiye varıncaya kadar teşkilâtın teşmiliyle vilâyetin bir kütle-i metîne haline sür’at-i ifrâğı pek ziyade elzem ve faideli görülmektedir. Bu hususta icap edenlerin teşvik ve tergibiyle neticenin iş’ârını hassaten ricâ ederim.

2. Meb’ûs intihâbında Cemiyet’imizin nokta-i nazarı heyet- i merkeziyeye hitaben açık telgrafla yazılmıştır. Mütâlaa buyrulması münasip olur.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk

Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi namına

Mustafa Kemal

Vesika 150

Şifre

Gayet müstaceldir.

Sivas, 12.10.35

Harbiye Nâzırı Cemal Paşa Hazretlerine

İkdam gazetesinin 23 Eylül 35 tarih ve 8123 numaralı nüshasında münteşir Askerî Nigehbân Cemiyeti’nin muhtırası pek muhik olarak ordu-yı hümâyûn ümerâ ve zâbitânının calib-i nefret ve heyecanı olduğu ve bu bâbda mâfevk kumandanlar tarafından protesto ve şikâyetnameler gönderilmek ve bu ihanete bir an evvel hâtime verilmesini talep etmek gibi teşebbüslerde bulunmak istendiği istihbâr edilmektedir. Fi’l-hakika Cenâb-ı Hakk’a bin kere şükürler olsun Pâdişâhına sadık, kavânîn-i askeriyeye mutî, her türlü siyasî cereyânlardan müberra olan Osmanlı ordusu bugün vatan ve milletin yegâne nigehbânı olduğunu vahdet-i fikriye ve zapt ü rapt-ı askerîsi ile cihana göstermekle vaziyet-i dahiliye ve hariciyemizi temîn eylemektedir. Kavânîn-i devlete mugayir, pâyitaht-ı saltanat-ı seniyede Harbiye Nezareti’nin gözü önünde askerî bir cemiyet-i fesadiyenin icra-yı faaliyet etmesi ve hatta beyannamelerinin sahaif-i matbûata kadar geçmesi bütün ordunun tezyîd-i infialine ve zaman geçtikçe hiç şüphesiz makam-ı nezaretpenâhîlerine kadar usûlsüz mürâcaatlara ve belki de tedâbîr-i mukabileye kalkışarak vatan ve millet için gayr-i kabil-i telâfi felâketlere sebebiyet verecektir. Buradaki ma’lumâta nazaran bu mugayir-i kanun cemiyet-i fesadiyenin res-i kârında Kiraz Hamdi Paşa, hırsızlığından dolayı matrûd Erkân-ı Harp Miralayı Refik Bey, Sâbık Halâskâr Grubu’ndan Binbaşı Kemal Bey, Bandırma Sâbık Sevkiyat Reisi Topçu Binbaşılarından Hakkı Efendi ve henüz bu cemiyetle kat’-ı rabıta edip etmediği belli olmayan matrûd Erkân-ı Harp Binbaşılarından Nevres Bey gibi eşhâs olup azası da seyyiâtları yüzünden ordudan tard olunmuş veya tekaüde sevk edilmiş kesân ile ahlaksızlıklarıyla tanınmış mahdudü’l-mikdar eşhâstan ibaret bulunmaktadır.

Malûm-ı samileri olduğu vechile Cevat Paşa Hazretlerinin zaman-ı nezaretlerinde bu cemiyete karşı Harbiye Nezareti takibata başlamış, fakat sonra tebeddülâttan dolayı arkası bırakılmıştı. Binâenaleyh bu menba-ı fesadın hemen kökünden sökülüp atılması, mensûbîninin ibreten lissairin olacak surette şedîden tecziye ve bu icrâât ve takibattan ordu-yı hümâyûnun resmî ta’mîmlerle haberdâr kılınması, fedakâr ve namuslu heyet-i zâbitânımızın teskin-i ezhânı, ordunun temîn-i inzibatı nokta-i nazarından hayatî ve müstacel bir mesele addeylediğimizden muvaffakiyet-i nezaretpenâhîleri nokta-i nazarından arzını vecîbe addederiz.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 151

Gayet müstaceldir

Harbiye, 14.10.35

Sivas’ta: Heyet-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

C: 12.10.35 tarihli Nigehbân Cemiyeti hakkındaki şifreye: Bu kat’î mukarrerdir.

Cemal

Vesika 152

Şifre

Sivas, 15.10.35

On Beşinci Kolordu Kumandanlığı’na

Amasya’da Beşinci Fırka Kumandanlığı’na

Diyarbekir’de On Üçüncü Kolordu Kumandanlığı’na

Ankara’da Yirminci Kolordu Kumandanlığı Vekâleti’ne

Konya’da On İkici Kolordu Kumandanlığı Vekâleti’ne

Balıkesir’de On Dördüncü Kolordu Kumandanlığı Vekâleti’ne

Edirne’de Birinci Kolordu Kumandanlığı’na

Kıtaattan vâki olan müracaat üzerine Nigehbân-ı Askerî ismindeki cemiyet-i fesadiyenin lağvı ile müsebbibleri hakkında takibat icrası Harbiye Nâzırı Paşa Hazretlerinden ricâ edilmişti. Alınan cevapta bunun kat’î ve mukarrer olduğu bildirilmiş olmakla ordunun şeref ve haysiyeti namına pek mühim olan nezaret-i müşarünileyhânın bu kararı arz olunur.

Mustafa Kemal

Vesika 153

Şifre

Sivas, 13.10.35

Harbiye Nâzırı Cemal Paşa Hazretlerine

Sivas ahalisinin, heyet-i celîlerinin makam-ı iktidara geçmesi şerefine ve İngilizlerin Samsun’u tamamen tahliye eylemeleri tebşîrâtına ait olmak üzere 4 Teşrinevvel gecesi icrâ eyledikleri tezâhürât-ı milliye ve fener alayı tafsilâtından bâhis İrâde-i Milliye istihbârâtına atfen Dahiliye Nâzırı Paşa Hazretlerinin Sivas vilâyetine vâki bir tebliğlerinde, Sivas halkının izhâr-ı şâdmânî eylemelerini pek tabii bulduklarını ve fakat “kahrolsun işgal” tarzındaki yazılar Hükümet’in hâl-i hazır siyasetine gayr-i muvâfık olduğu için icap edenlere nasâyihte bulunulması mastûr bulunduğu, Vali-i vilâyetin istimzâc-ı rey maksadıyla Heyet-i Temsiliye’mize vâki mürâcaatından anlaşıldı. Heyetimiz mütarekename ahkâmına mugayir ecnebi işgalinin ref’ini gören, vatanın kısmen tahliyesini idrâk eyleyen milletin bu tarzda, hatta daha bâriz bir surette izhâr-ı hissiyât etmesini pek muvâfık ve makul gördüğü cihetle milletin hissiyât-ı hakikiyesine müsteniden Hükümet’in bu haksız işgalleri lisan-ı resmî-i siyasî ile red ve mütareke ahkâmına mugayir bugüne kadar vuku bulmuş müdâhalâtı protesto ve tamirlerini talep eyleyeceğine intizâr eylemektedir. Halkın itimâdını tezelzülden vikaye maksadıyla Dahiliye Nezareti tebligat-ı vâkıâsının muhafaza-i mahremiyetine ve halka adem-i işâasına karar verildiğini arz eder, bu vesile ile Hükümet’in takip ettiği siyasette Heyet-i Temsiliye’ce henüz ma’lûm olmamış cihetler varsa tenvîrine müsaade buyurulması müsterhamdır.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 154

Harbiye. 18.10.35

Sivas’ta Üçüncü Kolordu K.

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

C: 13.10.35 Hükümet’in programında Heyet-i Temsiliye’ce mechûl kalmış hiçbir nokta yoktur. Yalnız âmâl-i milliye dairesinde tedvîr-i umûr mes’ûliyetini tahammül eden hükümet-i merkeziyenin harekât ve icrââtında icâbat-ı siyasiyeyi kollamak ve Sivas Kongresi mukarrerâtında da teyid olunduğu vechile* ecânibe karşı daha mihmannüvâzâne ve mülâyimâne hareket eylemek ıztırında olduğu Heyet-i Temsiliye’ce de takdir buyurulur ümniyesindeyim.

Milletin izhâr-ı hissiyât eylemesi ne derecede müstahsen ve hükümetin teşbbüsat-ı siyasiyesinde muvaffakiyetine ne mertebe müzâhir ise, mukadderât-ı memlekete hükmedecek olan sulh konferansında hayırhâh zahîrlere ihtiyacımız da ol mertebe bâhirdir. Bu cihetle âmâl-i milliyeyi tahsil vazifesinde idâre-i merkeziyenin daha müteenniyâne hareket mecburiyetinde olduğu, hususiyle teşebbüsât-ı milliye su-i tefsir faaliyetlerinin henüz kuvvetten düşmediği şu zamanlarda işaret eylediğim ihtiyatkârlıkların nâbemahal olmadığı tasdik buyurulur itikadındayım. Yoksa haksız ve lüzumsuz işgallerin ref’i emrinde resmî, gayr-i resmî teşebbüsâttan bir an bile hâli kalınmadığını temîn eylerim. Harekât-ı ahîre-i hudapesendânesile cihan efkâr-ı umumiyesine karşı isbât-ı âsâr-ı rüşd eylemiş olan millet-i necîbenin hâiz-i itimâdı bulunan hükümet-i hâzıra icrâât-ı vâkıâsında âzâde-ser kaldıkça harice karşı daha fazla ismâ’-ı kelâm eyleyebileceği bedîhiyatına karşı Heyet-i Muhtereme- i Temsiliye’den icrâât-ı hükümeti daha ziyade mürevvic-kâr bulunmalarını ricâ ederim.

Harbiye Nâzırı

Cemal

Vesika 155

Telgraf

Bursa, 12.10.35

Sivas’ta Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Reis-i Muhteremi Mustafa Paşa Hazretlerine

1. Bekir Sami ve Harekât-ı Milliye Kumandanı Mehmet Ali Beyefendiler ile bi’l-iştirak dünden itibaren vazifeye mübaşeret edilmiş ve nizamnameye tevfîkan teşkilâta başlanılmıştır.

2. Zamanın nezaketi ve müstaceliyeti hasebiyle aşağıdan yukarıya intihâbat imkânı olmadığından intihâbatı idâre etmek üzere nizamnameye tebean memleketin maruf ve erbâb-ı hamiyetten müteşekkil olmak üzere Meclis-i Belediye, Ticaret Odası, Muallimler Cemiyeti, Türk ve Çiftçiler Derneği ve Avcılar Kulübü, Cemiyetü’l-müderrisîn ve Dava Vekilleri Cemiyeti gibi memlekette mevcut kâffe-i müessesât-ı milliyenin ârâsı ile on kişilik bir heyet-i merkeziye intihâbı bugün ikmâl edilecek ve esâmisi bi’l-âhire arz olunacaktır.

3. İntihabatın suret-i icrasını âmir olan telgrafname-i âlilerinin beş gün evvelsine kadar mercilerine tebliğ edilmemesi yüzünden münderecâtına kesb-i ıttılâ edilememiş ve henüz elde ettiğimiz 13 Eylül 35 tarihli telgrafname-i âlileri bi’t-tetkik Hükümet’in kongrede heyet-i mahsusamız tarafından kabul edilen esâsât dairesindeki ta’mîmi medâr-ı tatbik ittihâz ederek sür’atle intihâbata sarf-ı mesâi etmekteyiz.

4. Bursa’ya muvâsalattan beri Redd-i İlhak, Karakol ve sâire namları altında aynı gaye ile hareket ve fakat muhtelif merkezlerden vürûd eden birtakım teşkilâta müsadif oluyorum. Hatta 10 Teşrinievvel 35 tarihli Balıkesir Redd-i İlhak Cemiyeti Reisi Hâcim imzasıyla gelen bir telgrafta ayın yirmisinde in’ikad edecek büyük kongreye bir telgrafname ile iki murahhasın i’zâmı ve teşkilât namına diğer tedâbîr-i mühimmenin icrası bildiriliyor. Bu hal kumandanın muhtelif menâbiden verilmesi yüzünden birçok mehâzîri dâi olduğu umum Anadolu ve Rumeli’ye şâmil olan Kongre’mizin takip ve kabul ettiği “her İslâm cemiyetin azasındandır” kaidesine muhâlif ve matlûb olan vahdet-i milliyeyi muhil olduğu cihetle ehemmiyetle nazar-ı dikat-i âlilerini celb ederim. İttihaz edilecek diğer hususâtı dahi peyderpey arz edeceğimi beyan ve Heyet-i Temsiliye aza-yı muhteremesine derin hürmetlerimi tekrar ile emr-i devletlerine intizâr eylerim efendim.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk

Cemiyeti Bursa Murahhası

Osman Nuri

-----------------------------------

(Vesika 155/a)

Tel

Sivas, 14.10.35

Bursa’da Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Murahhaslarından Osman Nuri Beyefendi’ye

C: 12.10.35 tele.

Teşkilâtın tesrî’ ve teşmili hususunda masrûf olan himemat-ı vatanperverânelerine arz-ı şükran olunur.

Redd-i İlhak ve sâire gibi aynı maksad-ı mukaddesin doğurduğu millî cemiyetler Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti namı altında birleşmiş olduğundan hepsinin mümessili ancak Heyet-i Temsiliye’mizdir. Bu sebeple bu gibi münferit tebligatın nazar-ı itibara alınamayacağı tabiidir. Pek muhtemeldir ki bu mürâcaatlar ta’dîlât-ı ahîreden henüz haberdâr olmayan, teşkilâtımızın hafî bulunduğu zamanın netâyicinden olan bazı aksâmın teşebbüsâtıdır. Binâenaleyh efkâr-ı umumiyenin tenvîr ve vahdet-i milliyenin temîni hususunda rüfaka-yı muhteremeleriyle hasr-ı mesâi buyurulması ehemmiyetle ricâ olunur efendim.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk

Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi namına

Mustafa Kemal

Vesika 156

Şifre

Zata mahsustur

Gayet müstaceldir

Sivas, 14.10.35

Erzurum’da On Beşinci Kolordu Kumandanı

Kâzım Karabekir Paşa Hazretlerine

Diyarbekir’de On Üçüncü K. O. Kumandanı

Cevdet Beyefendi’ye

Ankara Yirminci K. O. Kumandan Vekili

Mahmut Beyefendi’ye

Yirminci K. O. Kumandanı Ali Fuat Paşa Hazretlerine

Konya’da Heyet-i Temsiliye Azasından Refet Beyefendi’ye

Karesi’de On Dördüncü K. O. Kumandan Vekili Miralay Kâzım Beyefendi’ye

Bahriye Nâzırı A’yândan Salih Paşa Hazretleri Heyet-i Temsiliye ile müdâvele-i efkâr eylemek üzere 15.10’da Dersaadet’ten hareketle Amasya’yı teşrif buyuracaklardır. Müşarünileyhle vâki olacak mülâkat hükümet siyaset-i hariciye ve idâre-i dahiliyesine ve ordumuzun istikbâline ait esâsât-ı mühimmeyi ihtivâ edeceği kaviyen me’mul bulunmakla bu bâbdaki mütâlaat-ı âlileri hutût-ı esasiyesinin iş’ârını ricâ eyleriz.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

-------------------------------

(Vesika 156a)

Zata mahsustur

Dakika tehiri gayri câizdir

Bozüyük. 16.10.35

Amasya’da: Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi’ne

C: 16 Teşrinievvel 1199 şifreyedir:

1. Mustafa Kemal Paşa’ya mahsustur: Hükümetimizin siyaset-i hariciyesi asrı mütecâviz zamandan beri hükümetimizin muvaffak olamayıp bir felâketten diğerine düşmesi vaziyet ve ahvâlimizin icabı olarak bi’l-cümle ecânib ile dahildeki Hıristiyanların ve bunlara müzâhir olan bazı Müslim hain siyasilerimizin yüzündendir. Bu sebeple çok zayıf kaldık. Kuvvetlenmedikçe bu felâketlerden kurtulmak imkânı yoktur. Kuvvetlenmek için ise umûr-ı hariciye ve dahiliyemizde namuslu müzaheretten başka bir şey düşünmeyen kuvvetli ve zengin ve asrî bir dosta ihtiyacımız vardır. Bunun tayinini salâhiyettar olanlara terk etmek mecburiyetindeyim. İdare-i dahiliyenin bu hususta ne kadar ıslâhât yapılırsa yapılsın iş başına pâdişâha, millete ve vatana sadık, hüsn-i niyet sahibi olanlar getirilmedikçe idâre-i dahiliyede husûle getirilecek muvaffakiyet hainâne ve irticaâne mahvolabilir. Şimdiye kadar buna pek az dikkat edilmişti. İdare-i mülkiye ve askeriyenin ve umûr-ı inzibatiye ve asayişle mütevaggıl memurînden bazıları elân haindirler. Bunların derhal tebdili lâzımdır. Uzun bir maziden beri vatan hainlerinden hiçbirine ceza edilmemesi bunların kesret ve adedini arttırmıştır. Bugünün en mühim işi pâdişâhı, millet ve vatanı hainlerden kurtarmak ve ecnebi entrikalarına mâni olmak lâzımdır. Bu hususta milis jandarma teşkilât ve menâbii gayr-i kâfi ise meslek ve sâireye bakılmayıp ehliyetlilerle hemen takviyesi lâzımdır.

2. Ordumuzun istikbâli. Galipler ellerinden gelirse mağ-lûpları ordusuz bırakmak istiyorlar. Umûr-ı dahiliyesini hayli zaman tanzim edemeyecek olan Devlet-i Osmaniye’nin diğer mağlûplara nisbeten daha fazla orduya ihtiyacı olduğu galiplerce de malûmdur. Bu teşebbüsümüz neticesinde maksada kâfi bir ordunun ibkası tervîc edildiği takdirde teşkilât için daha iki prensip vârid-i hâtır olmaktadır. Biri, seferde büyük orduya esas olarak büyük ve müteaddit karargâhlı mebzul kıtaat-ı fenniyeyi diğeri ise asayiş ve talim ve terbiye temîn edecek derecede nisbeten az büyük karargâhlı ve kıta-ı fenniyeli, yani teşkilât-ı hâzıra olarak üç müfettişlikten ibaret dokuz fırkalı bir ordu kabul etmektir. Ben ikincisini tercih ederim. Jandarma, yahut gümrük, izci, tayyare, telsiz telgraf ve otomobil teşkilâtı ordudan hariç, fakat ordunun gizlice nezaret ve idâresinde bulunmalıdır.

Yirminci Kolordu Kumandanı

Mirliva

-----------------------------------

(Vesika 156b)

Dakika tehiri gayr-i câizdir.

Diyarbekir’den, 16/17.10.35

Amasya’da Heyet-i Temsiliye’ye

Salih Paşa Hazretleriyle mülâkatta hükümet-i merkeziyeye ber-vech-i âti nikatın iblâğının münasip olacağı mütâlaasında bulundum.

a) Siyaset-i dahiliye

b) Akd-i mütarekeden beri on bir ay zarfında kabineler resm-i geçit yapar gibi sık, sık tebeddül etti. Harbiye Nezareti’ne şimdiye kadar bir düzine Nâzır tayin edildi. Buna yegâne sebep kabinelerin âmâl-i milleti ihmal ederek hiçbir kuvvete istinâd etmemesidir. Nâzırların tesirât-ı siyasiyeye kapılarak ve gölgelerinden korkarak gayet cebîn bir siyaset takip etmeleri ve düşmanlarımızın sözleriyle hareket eylemeleri yüzünden millet ve ona zahîr olan ordu şüphe altında bırakıldı. Mütarekenin adı kaldı. Millet birçok felâketlere ma’rûz oldu. Bu suretle milletle Hükümet’in arası açıldı. Böyle zamanlarda her devlet milletin azim ve irâdesine istinâd eder. Meselâ İtalyanlar ve Yunanlıların harekâtı, yaygaraları meydana misâl olarak dururken Hükümet’imiz mitingleri bile men’ etti. Milleti büsbütün ihmal etti. Bundan sonra hükümet-i merkeziye milletin azim ve irâdesine istinâd ederek cesurâne ve dûrbînâne bir siyaset takip etmelidir. Ve Millet Meclisi’nin küşâdı hakkındaki vaat infaz edilmelidir.

c) İstanbul Düvel-i İtilâfiye’nin taht-ı tesirinde bulundukça Millet Meclisi’nin İstanbul’da bu toplanması mahzurdan sâlim değildir. İstanbul’da kadınlarımızı bile İngiliz Muhipler Cemiyeti’ne idhâl eden müessirat, meb’ûslarımız üzerinde mühim tesir yapabilir. Emniyet-bahş rol ve neticeye kadar meb’ûsan memleket dahilinde münasip bir noktada toplanmalıdır. Ve memleket dahilinde ve hassaten İstanbul’da Kürt Teali Cemiyeti gibi camia-i Osmaniye’nin parçalanmasına hizmet eden azalarından vicdanlarını sattıkları delâil ile anlaşılan cemiyet ve fırkaların ifsâdatına ve düşman parasıyla çıkan muharrik gazetelerin muzır neşriyatına nihayet verilmelidir. Malatya Mutasarrıfı Halil Rami Bey’in Kürt Cemiyeti’nin ve Ermeni Patrikhanesi’nin muâvenet ve tesirâtıyla Malatya’ya tayin edildiğini alenen söylemiş ve Kürdistan istiklâlini hazırlamaya çalışmıştır. Kürtlerle beraber İngiliz Binbaşısı’nın Malatya’ya geleceğini üç aydan beri söylemekte imiş. Bu misâlden ders-i ibret alınarak tayinde hiçbir tesirâta kapılmamak ve sırf vatanın selâmeti düşünülerek intihap edilmelidir. Kürdistan’a sulhun akdine kadar yerli büyük memur gönderilmemelidir. Faik Âli Bey, kendilerini burada İngilizlerin tayin ettirdiğini müftehirâne söylüyor. Bu fikirde olan Vali’nin ne iş göreceği bedîhîdir. Umûr-ı devlete müteallik mesâilde düşmanların fikrine mürâcaat izmihlâlimizi mûcib olur.

d) Refik Halid, Ali Kemal Beyler, Süleyman Şefik Paşa gibi bî-meslek vicdansızları mühim makamlara getirecek Sadrazamlar gelirse iş başına yine (msyaybvn) veliaht-ı saltanat hazretlerinin lâyihalarında teklif buyurdukları gibi zât-ı akdes-i hazret-i pâdişâhînin mevcudiyeti hiç mesabesinde olan fırkalara iltifat buyurmamalarını ve fırka mesâilinin fevkinde bir muvazene temîn buyurmaları (vkvnbaylvn) zât-ı akdes-i pâdişâhî mukarribânının hiçbir tesir-i siyasiye kapılmayacak vatanperver zevâttan intihâbı milletin ahvâlini yakından görerek zât-ı hümâyûnlarına raporla arz-ı ma’lumât etmek üzere şehzadegândan asker olanların muhtelif mıntakalarda orduda hizmetleri elzem görülmektedir. Ve matbûat sansürünün kaldırılması ve zarurî ise tahfifi.

e) Harbiye Nezareti’nin Hıristiyanların terhîsini emretmekle gayr-i Müslimlerin imtiyâzatı tezyîde başlandı. Bu gibi imtiyâzatın müsaadesi nisbetinde ref’i.

f) Mütareke akdinde bulunduğumuz hat dahilindeki memâlik- i Osmaniye’nin Garbî Trakya da dahil olduğu halde doğrudan doğruya zât-ı akdes-i hazret-i pâdişâhînin idâresinde bir şekl-i müstakilde kalması.

g) Hilâfetin âl-i Osman’da kalması.

h) Suriye’deki Cemiyet-i Arabiye’nin fikrini bildirmiştim. Bugün Suriye hiçbir ecnebi himayesi istemiyor. Ve külliyen müstakil kalmak istiyor. Yalnız bî-taraf bir hükümetin müzahereti arzu olunuyor. Mümkün olursa Mısır da dahil olarak, bütün Arabistan’ın Şerif idâresinde istiklâli arzu olunuyor. Fakat Arabistan’da ahvâl-i ruhiye ve tabâyi’-i kavmiye bence ma’lûm olduğu için bütün Arabistan aksâmının Şerif idâresinde bir hükümet teşkil edebilmelerine ihtimal veremem ve hürriyet ve müsavat-ı milliyelerinin temînine muvaffakiyet elverdiği nisbette Hükümet-i Osmaniye’nin azîm bir ekseriyetle rey-i irtibat kazanacağı muhakkaktır. Binâenaleyh Irak, Suriye, Hicaz’ı ve Ceziretü’l-arab’ın (lykrbsnan) akvâmını ayrı, ayrı birer hükümet-i Arabiye teşkil ederek cümlesinin zât-ı akdes-i hazret-i hilâfetpenâhîye suver-i münasibe ile merbutiyetini temîn ve bir konfederasyon teşkili, neticede Hükümet-i Osmaniye’nin Araplarla her suretle uyuşması mümkündür. Osmanlı sancağı da Amerika sancağındaki yıldızlar gibi hükümetlerin adedince hilâl ihtivâsı (tm1hy) makamât-ı mukaddeseye Halife namına memurlar ve bir miktar Osmanlı askeri ikamesi de kabildir.

i) Bir Ermenistan teşkili zarurîdir. Kafkasya’da hükümetimizce tanınmış Ermeni Cumhuriyeti bizim zararımıza tevsi edilemez. Sulh Konferansının ısrarı halinde cüz’î miktarda tashih-i hudut kabulünde fedakârlık zarurîdir ve (ayrakdnklyzasarvnhkyrdvknh) Kafkas bilâ-Ermenistan teşekkül edeceğine göre Azerbaycan İslâm Hükümeti’nin kuvveti az olarak teşekkülüne muâvenet menfaatimiz iktizasındandır. Bunun teşekkülünü ve derecesini tayin Hükümet’e aittir. Yunanistan’ın hakkımızdaki muzır siyasetine karşı Bulgaristan ile iyi geçinmek lâzımdır. Bulgarların da bunu arzu edeceklerini zannederim.

j) Himaye istiklâli muhil olduğundan hiçbir hükümetin himayesi kabul edilmemelidir. Yalnız ziraat, sınaat ve sâir fennî ve idarî hususâtta istiklâlimize halel vermemek şartıyla bî-taraf bir hükümetin müzahereti kabul olunabilir. Suriye Hükümet-i Arabiye’si de bu fikirdedir ve muâvenette Amerika’ya meyyaldir. İstihbarata göre Suriye’de işgal tehlikesine karşı seferberlik yapılması bu fikri teyid eder.

k) Sulh Konferansına itimâd-ı umumîye mazhar, siyasetten anlar, vatanperver zevâtın intihâbı. Ordumuzun istikbâli:

l) Müfettişlikler ve şûrâ-yı askerî ihyâ edilmeli.

m) Emir ve kumanda ve mühim makamât Harb-i Umumî’de tecrübe görmüş, muktedir, namuskâr kumandanlara tevdî olunmalı.

n) Siyasî bir maksatla Enver Paşa’nın gadrine uğramış muktedir mütekaid erkân ve ümerâ mevcuttur. Bunların miktarı da pek mahdûdtur. Bunların iade-i rütbeleri ve istihdamları münasip olur. (hhd) Ordudan çıkarılacak kadro fazlası binlerce ümerâ ve zâbitân varken nâ-ehil mütekaidînin hizmet-i nizamiyeye alınmaması.

o) Zâbitânın terfih-i hali.

p) Düşmanlarımız mağlûpların tahdîd-iteslîhatına çalışırken kendileri mütemâdiyen tezyîd-iteslîhat yapmakta olduklarından sulh konferansında ahvâl-i dahiliyemiz de nazar-ı dikkate alınarak hudutlarımıza ve maliyemizin kuvvetine göre teşkilât-ı askeriyenin kâfi kuvvette ibkasına çalışılması ve sırf mıntıkamı kuvvetsiz bırakarak kolayca zapt maksadıyla General Allenby tarafından Kolordumun lâğvı talep edilmiş ve bu talep şimdiye kadar is’âf edilmemişse de bu fikrin mevcudiyeti Kolordumun bütün muâmelâtına tesir yapmakta olduğundan bu lâğv meselesinde olduğu gibi bütün ordunun, Erkân-ı Harbiye’nin bu müzâhir devletin maiyetine ve nüfûzuna geçmemesine dikkat olunması. Vârid-i hâtır olan ma’rûzâtımdan savâb olmayanlar hakkında tenvîrim ve bu şifrenin alındığının iş’âr buyurulması müsterhamdır. Harekât 2658 numaralıdır.

K. O. 13 Kumandanı

Cevdet

-----------------------------------

(Vesika 156c)

Şifre halli

Adet

4690

Gayet aceledir. Zata mahsustur

Ankara, 17.10.35

Amasya’da Kongre Heyet-i Temsiliyesi Reisi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

1. Siyaset-i hariciyemizde istiklâl-i tâm talebiyle hiçbir devletin mandasını kabul etmemek, kapitülasyonların ve gümrük rüsûmunu tezyit mecburiyetinin borçlarımızı ödeyemeyeceğimize sebep olacağını irâe ve isbât ederek bu kayd-ı kadîmden memleketi ahden ve fiilen kurtarmak.

2. Memleketimizde istilâ hırsı takip etmeyen bir devletin iktisadî ve fennî muâvenet ve müzaharetini temîn etmek, başka devletlerden de mütehassıslar, müşavirler, muallimler celp edebilmek ve bilhassa teşkilâtı bize benzeyen ve pek küçülmesi itibarıyla ricâl-i âliyesi işsiz kalan Avusturya-Macaristan’dan idâre-i dahiliyede mütehassıslar getirtmek.

3. Fransa’ya memleketimizdeki menâfi-i azîme-i asır-dîdesi, harsı, gerek daima dost bir vaziyette bulundurulmasının ve bu suretle zaman zaman aleyhimize kaldırılacak olan efkâr-ı umumiye-i cihana karşı büyük müdafaacı kazanmak ve Erkân-ı Harbiye talebesinin Fransa’ya i’zamı veya muallim celbi konferansta ordumuzun lehine medâr olabilir.

4. İngiltere’nin Bağdat-İskenderun hattını alacağı istidlâl olunmaktadır. Anadolu’da kalan mütebaki hatların heyet-i umumiyesini Türk azaları bulunan muhtelit bir heyetin riyâset ve murakabesinde Fransız şirketlerine tevdîi ve hâsılat-ı sâfiyesinin düyûn-ı umumiyeye tahsisi muvâfık olacağı kanaatindeyim.

5. Kezalik Fransızlar tarafından daha şimdiden kendiliklerinden Adana’nın tahliyesiyle ahalisi Türk olan vilâyetlerin Türklerde kalması fiilen gösterilirse memleketin her tarafında ve hatta Adana’da Fransız askeri olmadan bile istemeden menâfi-i iktisadiyenin verilebileceği irâe ve tahmin edileceği iblâğ edilmelidir. Ve bu suretle Fransızların Adana’da kalmaları için hazırlanmakta ve Yunan’ın Aydın, İtalya’nın Antalya ve İngiltere’nin Halep ve Musul şehirleri ile bu vilâyetlerin şimalinde yerleşmek tasavvur ve hazırlıkları menedilmiş olacaktır.

6. Bilhassa mütarekeden beri takip eyledikleri sakîm siyaset ve metbu’-ı müfahhamları zât-ı hazret-i pâdişâhîyi eyyâm-ı merasimde adem-i ziyaretle rabıta-i ubûdiyet ve tâbiiyeti kat ’eylemiş olan Patriklerin eski imtiyâzdan bahse hakları kalmamıştır. Zaten Rum ahali Makedonya’ya, Ermeni ahali Erivan’daki Ermeni Cumhuriyeti’ne tebdil edilmesi suretiyle Ermeni ve Rumların merkez-i sıkleti de memleketimizden kalkmış olacağından, Rum ve Ermeni Patriklerinin ve buna tebean Bulgar Eksarhı’nın Dersaadet’ten kaldırılması ve sulh muâhedesinde her halde dûçâr-ı zarar ve tehcir olacak olan millet-i İslâmiye’ye karşı patrikhanelerin def’-i ifsâdâtıyla memlekette sükûnun muhafaza edilebileceği şüphesizdir. Mütareke İslâm ahaliye bu kadar tahakküm ve tahkîratta bulunan ve şımartılmış olan bu Ermeni ve Rumların Bulgaristan ve Yunanistan’da olduğu gibi daima haricin teşvikiyle âtide sâi-i fesâd olacakları pek muhtemel olduğundan mübadele-i arazi ve ahali suretiyle bu meselenin halledilmesinin kan dökülmemek için yegâne çare olduğu konferansta sarahaten gösterilebilmelidir.

7. İdâre-i hükümette sırf İslâm ve Türk ahalinin düşünülerek idâre-i hükümet etmek mecburiyetindedir. Ekall-i kalîl kalacak gayr-i Müslim anâsırın zulm ü taaddiden masûn, hayat ve emvâl ve hukuk mahfuziyeti kâfidir. Dahilde sükûn ve asayişin takriri için bir (fvamvnylaly)/alay jandarmanın kifayetsizliği Anadolu’yu acınacak bir halde bırakmaktadır. Fiilen ıslah ve ikmâli için çalışmak zarurîdir. Bu da askerliği ikmâl etmiş ahaliden gönüllü suretiyle ve fakat ahlâk ve etvârı mücerreb ve mazbût olanlardan intihap edilmek şartıyla yapılmalıdır. Bilhassa zâbitân hüsn-i intihap edilerek faal ve vatanperver bir heyet teşkil olunmalıdır. Alay kumandanlıklarına değerli faal ümerâ verilmelidir.

8. Orduya gelince esaslı bir tensîke ihtiyaç olduğundan şerâit-i kanuniyesi dahilinde namuslu mütekaidîn dahil olarak bir şûrâ-yı askerî teşkil edilmeli ve Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Riyâseti de dahil bulunmalıdır. Harp tecrübelerine istinâd eden ve esâsâtta Türk ve İslâm ordusu olması lâzım gelen orduda fırkalara ziraat mütehassısları ve muallimleri konularak ordunun mektep halinde bulundurulması temîn edilmeli ve gösterilmelidir.

9. Her şeyden evvel muâmelât-ı zâtîyeye tecrübeli ve kifayetli olan ve .... mücerreb zevât tarafından işgal edilerek sicillâtı tetkik ve buna nazaran mevcut zâbitân zinde ve vatanperver faal bir hale ircâ’ edilmelidir. Son zamanda alınan mütekaidîn tekaüde ircâ’ edilmeli. Karada kifayetsizliği mücerreb Bahriye zâbitânı ya sınıf-ı aslîlerine veya başka müteferrik hidemâta alınmalıdır. Kadro tespit ve liyakatsiz, ahlâksız olanlar çıkarılmadan evvel yalnız sinninin fazlalığından dolayı kusuru olmayanların hemen kadrodan ihraç edilmemesi muvâfıktır.

10. Kolordu, fırka ve alay kumandanlıklarını harb-i hazırda ilmi, ahlâkı, faaliyeti mesbûk ve mücerreb zevâta tevdî ile şûrâ-yı askerînin tensîbinin bi-hakkın tatbikine harp senelerinde çıkan genç zâbitânı terbiye ve tedris ile yükseltmeli ve orduda fikr-i inzibat ve terakkinin tealisine imkân vermelidir. Bütün alaylarda ve muadili bulunan müessesatta divan-ı haysiyet teşkili mecburî olmalıdır.

11. Dersaadet’te boş oturan zâbitân kolordulara gönderilmelidir. Bu suretle kıtaatta istihdamı veya tekaüde sevki bi’l-fiil tecrübe edilerek birçok değerli zâbitân iş başına getirilmiş bulunur.

12. Tekaüt edilmiş ve edilecek zâbitânın ilim ve ahlâk cihetiyle yüksek ve vatanperverlikleri şevkiyle talip olanlar bi’l-imtihan nahiye müdürlüklerine, mektep hocalıklarına ve muadili birçok memuriyetlere tayin ile iki taraflı istifade edilebilir.

13. Bugün kıtaat efrâdı yekdiğerine tamamıyla karışmıştır ve silâh altında askerden ... firârî mevcut olduğundan af irâdesi vechile cezaları affedilmek üzere emsali silâh altında bulunan bi’l-umûm firârîlerle mazereti zâil olmuş bakayayı silâh altına celp etmeli ve bunların hemen kıtâlara yeniden kayıt ve tespitiyle ba’demâ herbir firârînin behemehâl kendi kıtasına i’zamını esas ittihâz etmek ve aramak kat’iyen temîn edilmelidir.

14. Sâbık vechile memâlik-i Osmaniye üç müfettişliğe taksim ve fırka kumandanlarının da mıntakalarında asayişle memuriyetleri memleketin inzibatı nokta-i nazarından pek mühimdir.

15. Vusûlünün iş’âr buyrulması.

K. O. 20 Kumandan Vekili

Mahmut

-----------------------------------

(Vesika 156d)

Şifre halli

T 1457/40

Erzurum 17.10.35

Vürûdu: 18.10.1919

Amasya’da Fırka 5 Kumandanlığı’na

C: 14.10.35 şifreye Heyet-i Temsiliye’ye:

Siyaset-i dahiliyemiz hakkındaki esâsât kongrelerde hemen aynen takrir edilmiştir. Erzurum hakkında kat’iyen bir milis ordusu kabul edilmeyerek mutlaka daimî bir ordu ibkası ve bu ordunun mevcudu ne olursa olsun mevcut kadroların azaltılmamasıdır. Civar hükûmâtın daimî orduları bulunması jandarma ve gönüllü bir vaziyet olduğu [takdirde] memleketin vüs’ati ile mütenasib mevcuda bâliğ olamaması mutlaka daimî ordunun kuvvetü’z-zahr olmasına ihtiyaç gösterir. Bundan başka her sene mühim miktarda yirmi yaşındaki gencin oldukça talim ve terbiye görmesi de maarif-i umumiyemiz hesabına bir kârdır, arz eylerim.

K. O. 15 Kumandanı

Kâzım Karabekir

-----------------------------------

(Vesika 156e)

T 1577/30

Şifre halli

Gayet müstaceldir.

Erzurum, 18.1.35

Amasya’da Fırka 5 Kumandanlığı’na

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine: Bugünkü telgrafıma zeyldir.

1. İtilâf Devletleri ya hâlen veya sulh konferansında şark vilâyetlerindeki ordunun mütarekename ahkâmınca silâh teslim etmelerini istemeleri muhtemeldir. Komşu devletlerden Gürcülerle bilhassa katliâmda berdevam bulunan Ermenilerin hudutları, şerâit-i âtiyeleri ve terk-i silâh keyfiyeti ayrıca takrir ve tespit edilmedikçe daima maruz-ı tehdit olan halkımızın bir tek silâh bile vermeye müsaade etmeyecekleri bedîhîdir. Bu hususun ehemmiyetle nazar-ı dikkate alınmasını arz ederim.

2. Bundan başka memâlik-i müstahlasamızda bir hayli Rus mühimmâtı vardır. Bunların sevahilde teslimi taahhüt edildiği için haklı olarak istiyorlardı. Halbuki meselâ Erzurum’da bir ambarda mevcut Rus mühimmâtı yirmi bin arabalıktır. Binâenaleyh bunların itasına ne vesâit-i nakliyemiz ve ne de paramız kat’iyen kifayet etmeyeceğinden bu hususta da dikkatli davranılması iktiza eder. Saniyen bunlar harben alınmış esliha olup milletimizin hakkıdır.

3. Sulh konferansına gidecek murahhasları Bahriye Nâzırı Paşa Hazretleri bileceğinden bu bâbda tenvîr buyrulmaklığımı ricâ eder; Salih Paşa Hazretlerine ta’zîmat-ı mahsusamın takdimine lütfen vesâtetlerini istirham eylerim.

K. O. 15 Kumandanı

Kâzım Karabekir

Vesika 157

Kastamonu, 18.10.35

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

Selâm ve iltifat-ı âlileri Salih Paşa Hazretlerine tebliğ ettirildi. Teveccüh-i âlilerinden müteşekkir ve hakkında Kuvâ-yı Milliye tarafından yapılan mutantan istikbâlden memnun kaldığını cevâben söylemiş oldukları maruzdur.

Kastamonu Müdafaa-i Hukuk Heyeti

Reşit

Vesika 158

Şifre

Sivas, 1.11.35

Erzurum’da On Beşinci Kolordu Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa Hazretlerine

Ankara’da Yirminci Kolordu Kumandanı Ali Fuat Paşa Hazretlerine

Diyarbekir’de On Oçüncü Kolordu Kumandanı Cevdet Beyefendi’ye

Amasya’da Bahriye Nâzırı Salih Paşa Hazretleriyle vâki mülâkat neticesinde esas mukarrerât ve lâhika, teklif ve hülâsa-i mütâlaat olarak takarrür eden mevâd aynen ber-vech-i âti arz edilmiştir. Sulh konferansına gönderilecek zevâtın şerâit-i lâ zimeyi hâiz bulunması şartıyla intihâbı tamamen Hükümet’e terk olunmuştur. Hükümet tarafından gönderilmek üzere tasavvur olunan zevât esâmisi de ilâve edilmiştir. Bu ma’lumâtın temasta bulunulan Müdafaa-i Hukuk Heyet-i Merkeziyesi’ne bildirilmesini ve vusûlünün iş’ârını ricâ ederiz.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

SURET

Merbuttur (Vesika 159-160)

Vesika 159

Askerin siyasetle meşgûl olduğu fikri verilmemeli hatta asker siyasetle iştigal etmemeli.

1. İttihatçılığın, İttihat ve Terakki fikrinin memlekette tekrar uyanması, hatta bazı alâiminin meşhûd olması siyaseten gayet muzırdır. Çünkü bütün İtilâf Devletleri’yle gayr-i Müslim tebaa bu meslek ve bu fikrin aleyhindedirler ve bu halin vatan için mûcib-i felâket olacağını ve konferansa fena tesir edeceğini mümessiller yek-zebân olarak beyan etmektedirler. muhît ve zaman su-i tevil ve su-i tefehhüme gayet müsait olduğundan en ufak bir hareket ve halden dahi tevakki lâzımdır.

2. Hükümet’le teşkilât-ı milliye arasında nikat-ı esasiyece itilâf hâsıl olmuş ve asla tebâyün ve ihtilâf kalmamıştır. Binâenaleyh Hükümet’in mevki ve kuvvetine halel getirecek ednâ müdahaleden ictinap selâmet-i memleket nokta-i nazarından elzemdir. Şu halde kavânîn-i mevcude ahkâmına ittibaı meslek ittihâz etmiş olan Hükümet’e karşı filânın azli, filânın tayini, filânın cezalandırılması gibi mutalebâttan sarf-ı nazar olunması icap eder.

3. İntikam politikası takip etmeyecekleri vuku bulan taahhütleri iktizasından bulunduğundan vaktiyle teşkilâta muhalefet etmesinden dolayı tevkif edilmiş kimseler varsa bunların ıtlakı ve bunlar meyânında ef’âl-i memnua mürtekibi olanlar hakkında müdde-i umumîlikçe icrâ olunacak takibat-ı kanuniyeye muhalefet olunmaması iktiza eder.

4. Tehcir dolayısıyla irtikâb-ı cürm edenlerin kanunen mücâzâtı adlen ve siyaseten elzemdir.

5. Harbe iştirakimizin musîb olup olmadığı hakkındaki ictihadata hükümet taarruz etmez. Fakat iştirakin musîb olduğuna dair olan içtihâdâtın şimdilik ketmi, selâmet-i memleket icabındandır. Çünkü isabet-i ictihadını ilân edenler Düvel-i Mütelife’ye düşman ve Alman’a dost addolunarak mûcib-i tevahhuş oluyor.

6. İntihâb-ı meb’ûsînin serbest cereyânı, aleyhimizde vuku bulacak itirazat ve müdâhalâtın men’i ve tebea beyninde vukuu melhuz ihtilâfâtın selbi için lâzım ve selâmet-i vatan için elzemdir. Çünkü müdahale vukuu bâis-i kıyl ü kal olmakla beraber meselâ meşhur ittihatçıların meb’ûs intihâbı İtilâf Devletleri’nin itiraz hatta müdahalelerini mûcib olabileceği cihetle intihâbatın rey-i ahaliye terki muktezidir. İsabet de ândadır. Zaten Meclis-i Meb’ûsan’da muhtelif fırkalara da lüzum vardır.

7. Galeyânlı nümayişler ve makalelerden sarf-ı nazar olunması.

8. İhlâl-i asayişi mûcib hâlâta meydan verilmemesi ve evvelce köprüde adam vurulmak gibi vukua gelen harekâtın kendi tensîbleriyle yapılmamış olduğunun ilân edilmesi.

9. Hükümetin ne leh ve ne aleyhinde bir şey yazılmaması.

21 Teşrinievvel 335

Bahriye Nâzırı

Salih Hulûsi

Vesika 160

İctima edecek heyet-i meb’ûsan meyânında şahsiyetleri İttihatçılığın mesâvîsiyle alâkadâr ve tehcir ve taktil mesâiliyle ve menâfi-i hakikiye-i millet ve memlekete münâfi sâir mesâvî ile lekedar olan kimselerin bulunması câiz olmadığından, bu cihete mâni olmak için mümkün olan esbâba tevessül edilebilir. Bu tarz-ı tevessül hukuk-ı şahsiye ve ahkâm-ı kanuniyeye tecavüz mahiyetinde olmamalıdır. Istihdâf olunacak maksat nezîh ve bî-taraf zevâtın intihaplarını tercih ve bedhâhân ve ecânibin bir gûnâ itiraz ve müdahalelerine meydan vermemek için memleketimizde mevcut bi’l-cümle fırak-ı siyasiyeden ve anâsır-ı Hıristiyaniye’den intihâbata iştiraki temîn ile ictimâ edecek meclisin sıfat-ı temsiliyesinin her nokta-i nazardan bütün memlekete şümûlünü isbât etmektir. Bu bâbda zaman-ı teşebbüs teehhür etmiş olduğundan bundan sonra alınabilecek tedâbîr ile tamamen temîn-i maksadın mümkün olamayacağı vârid-i hâtır olmakla beraber azamî neticenin istihsaline bezl-i gayret olunacaktır.

22 Teşrinievvel 335

Bahriye Nâzırı

Salih Hulûsi

Vesika 161

Müstaceldir

Amasya Mutasarrıflığı’na

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine takdim olunacaktır:

1. Şeyh Recep ve rüfekasının telgrafname meselesi oraya mübâlâğalı surette aksettirilmiş olduğu için i’zam edildiğini dünkü muhabereden istidlâl ettim. Keyfiyeti tavzîhan arz ediyorum.

2. Bu adamlar Salih Paşa Hazretlerinin mukaddemâ Sivas’ta menfiyyen bulunmasından istifade ederek, Amasya’ya kadar gelmişken buraya da davet edilmeleri münasip olacağı serriştesiyle bazı sâde-dilânı bi’l-iğfâl bir telgrafname ihzâr ve imza ettirmişlerdir. Mesele vaktiyle haber alınmış olduğu gibi muahharen kendileri de makam-ı vilâyete gelerek böyle bir telgraf yazacaklarını söylemişlerdir. Durup dururken bilâ-sebep Salih Paşa Hazretlerinin daveti elbette bir maksad-ı mahsusa ma’tûf olacağından memlekette dedikoduyu mûcib olacak bu gibi teşebbüsâttan sarf-ı nazar edilmesi elbette hayırlı olacağı mütemâdiyen bir saat esbâb ve delâiliyle izah edildi. Kendileri de söyleşilen sözlere kanaat etmiş gibi görünerek gittiler.

3. Evelki gece vasatî saat on iki raddelerinde Şeyh Recep ile Ahmet Kemal ve Zaralızade Celâl namındaki iki refîki telgrafhanede makine odasına girerek Salih Paşa’ya yazılan mezkûr telgrafnamenin keşîdesini talep etmişlerdir. Müşarünileyhin henüz Amasya’ya gelmediğinden dolayı vürûdunda çekilmek üzere telgrafnameyi bırakmaları teklif olunmuş ise de ısrar ve tehditte bulunmuşlar ve nihayet telgrafın çekilmeyeceğini anlamaları üzerine kendilerine münasebeti olan bir muhabere memurunu iğfal ederek zât-ı şâhâneye ve İstanbul Muhabere Sermemuru’na hitaben orada tertip ettikleri ma’lûm telgrafları yazdırmışlardır.

4. Gece yarısı telgrafhanede geçen bu hadiseden ne telgraf memurları ve ne de diğer bir kimse tarafından hiçbir makama ma’lumât verilmemiştir.

5. Ancak ertesi sabah Telgraf Başmüdürü tarafından evvelâ telefon ba’dehu tezkere-i resmiye ile keyfiyetten vilâyetin haberdâr edilmesi üzerine hemen bu üç şahıs derdest ettirilerek Polis İdâresi’nce tahkikat-ı ibtidâiyesi bi’l-icrâ Adliye memurları da geceyarısına kadar dairede alıkonularak evrakı kendilerine tevdî ve kanunen icap eden tevkif müzekkereleri tastir ettirilmiş ve merkumlar da tevkifhaneye ilka olunmuştur.

6. Bu hadise yüzünden memlekette sükûn ve inzibatın muhtel olması esasen melhuz olmamakla beraber ihtiyaten takayyüdat icrâ ve devriye teksir olunmuştur. Memleket, bildikleri hâl-i tabiidedir.

7. Tafsilât-ı maruzadan müstebân buyurulacağı vechile alâkadar bazı memurların lâkaydîsi yüzünden tahaddüs eden şu vakanın hadd-i zâtînde ehemmiyeti yok ise de devam ve ehemmiyet ile tevessü eylemesi ihtimali vârid iken önüne geçilmiş ve gösterilen icrâât-ı seria ve şedîdeden dolayı buna mümâsil ahvâlin ba’demâ adem-i zuhûru derkâr bulunmuş olduğu ihtirâmât-ı mahsusama terdifen maruzdur.

20 Teşrinievvel 335

Sivas Valisi

Reşit

Vesika 162

Şifre mahlûlü

Pek acele

Adet

1367

İzmit, 20.10.35

Sivas’ta Üçüncü Kolordu Kumandanlığı’na

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi Riyâseti’ne:

Adapazarı kazasının Akyazı cihetlerinde Talustan Bey ve İstanbul’dan para ve talimatla gelerek süvari olacaklara otuz ve piyade yazılacaklara on beş lira vaad eden Bekir namında bir şahıs ve Geyve altıncı daire tahsildarı Sapanca’nın Avçay karyesinden Beslân nam adamların başlarına topladıkları atlı, yaya eşhâs ile Adapazarı kasabasını basıp yağma edecekleri mahallince haber alınarak Kaymakam-ı kaza ve İzmit’ten gönderilen bir binbaşı ve Çerkes ve Abaza’dan yirmi, yirmi beş kadar atlı ile iki yüz bin mikyasındaki haritada Lütfiye köyü civarındaki Çarka karyesinde buluştukları ve esbâb-ı hareketleri sual olundukta zât-ı pâdişâhînin hayatta ve makam-ı muallâ-yı hilâfetlerinde olup olmadığını öğrenmek için Adapazarı’na makine başına gelmek istedikleri ve Mustafa Kemal Paşa’yı pâdişâh makamına kabul edemeyeceklerini beyan eylediklerini Kaymakam-ı kaza makine başında Mutasarrıf-ı livaya bildirmiş ve merkumların maksadının bir taklib-i hükümet olup talimattan İstanbul’da mühimce zevâtla temasları olduğu ve hatta merkumların güya pâdişâhın da bu hareketlerinden haberdâr olduğunu beyan eyledikleri iş’âr kılınmıştır. Keyfiyet derhal Kolordu’ya bildirilerek kuvvet talep edilmekle beraber Kaymakam-ı kazanın Adapazarı’na gönderilmiş olduğu mukaddema arz edilmiş olan müfrezeyi arabalarla Hendek tarafına tahrik ettirdiği ve kendisinin de dağılmaya başlayan merkumları Hendek’e doğru takip eylediği ve merkum Bekir’in toplanan eşhâsa, İngilizler bu iş için bir hafta mühlet tayin eylediler, beş gün geçti iki günümüz kaldı, işi ta’cil edelim diye beyânâtta bulunduğunu Kaymakam-ı mûmâileyh ilâveten bildirmiştir. İşin tevessüüne meydan kalmamak ve silâh patlamadan merkumanı yekdiğerinden ayırıp Bekir denilen mel’ûnu yakalamak üzere Mutasarrıf-ı liva ile birlikte Jandarma Binbaşılığı’ndan mütekait Hafız ve kezalik binbaşılıktan mütekaid ve çiftlik ashâbından ve İzmit Heyet-i Merkeziyesi Reis-i Sanisi Çerkes Kâzım ve Sapanca’dan Safer Beyleri mahall-i mezkûra göndermeğe karar verdik. Mûmâileyhümün teşebbüsünden bir netice elde edileceği ümit ve maahaza kuvvet irâesiyle inkıyâd ettirmek de pek lâzım olup müfrezenin hareket-i neticesi ayrıca arz olunacaktır. Bu mesele hakkında Dersaadet’te Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin mümessili veya pek namuslu, vicdanlı bildiğimiz Muhafız ve Fırkamın mensup olduğu Yirmi Beşinci Kolordu’nun Kumandanı ve ahîren esaretten gelen Sâbık Yemen Kuvâsı Kumandanı Mirliva Çerkes Ali Said Paşa’dan bu meselenin nerelere ve kimlere kök saldığını istîzâh etmek münasip gibi mütâlaa olunmaktadır. Ali Fuat Paşa Hazretleri tarafından da Düzce taraflarına bir miktar kuvvet sevki pek mühimdir. Arz-ı keyfiyet olunur efendim.

Birinci Fırka Kumandanı

Mustafa Asım

Vesika 163

Adet

36

Tel

Gayet müstaceldir

Amasya, 23 10.35

Adapazarı Kaymakamlığı’na

Talustan, Bekir ve Beslân Beyler namında birtakım kesânın bazı harekât-ı mefsedetkârânede bulundukları istihbâr kılınmıştır. Bunlara karşı tedâbîr-i şedîde ve serianın tatbikinde kat’iyen tereddüt gösterilmeyerek izâle-i mazarratlarıyla neticesinin iş’ârı mercudur.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk

Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi namına

Mustafa Kemal

Vesika 164

Gayet müstaceldir.

Şifre

Amasya, 23.10.35

Harbiye Nâzırı Cemal Paşa Hazretlerine

Adapazarı kazasının Akyazı cihetlerinde İtilâf ve Hürriyet mensuplarından çeteci Bekir Bey ve rüfekası İstanbul’dan külliyetli para ve talimatla gelerek süvari olacaklara otuz ve piyade yazılacaklara on beş lira vaat ederek birtakım eşhâsı başına toplamağa kıyâm eylemiştir. Ve kendisine tesâdüf edenlere zât-ı pâdişâhînin hayatta ve makam-ı hilâfette olup olmadığını öğrenmek için Adapazarı’na makine başına gelmek istediklerini bildirdikleri ve maksatlarının bir taklib-i hükümet olduğu ve ellerindeki talimattan İstanbul’da mühimce zevâtla temasları bulunduğu ve hatta merkumların güya zât-ı şâhânenin de bu hareketlerinden haberdâr olduğunu beyan eyledikleri ve merkum Bekir’in toplanan bazı eşhâsa, İngilizler bu iş için bir hafta müddet tayin eylediler, gün geçti iki günümüz kaldı, işi ta’cil edelim, diye beyânâtta bulunduğunun işitildiği istihbâr kılınmıştır. Hükümet-i seniyece bu gibi ef’âl ve harekât-ı mefsedetkârâneye karşı vakt ü zamanında tedâbîr-i müessire alnmayıp mesele teşkilât-ı milliyeye temas eylediği takdirde en şedîd tedâbîre tevessülde kendimizi mazur göreceğimizi arz ederiz.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 165

Adet 13

Pek aceledir.

Tehiri câiz değildir

Adapazarı, 23.10.35

Üçüncü Kolordu Kumandanlığı’na

20.10.35 tarih ve 1/367 numaralı şifreye zeyldir:

Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliye Riyâset-i Celîlesi’ne:

İzmit’te mevcut ve otuz beş neferden mürekkep kuvve-i askeriye ve Adapazarı’nda ümerâ-yı cerâkese’nin inzimam-ı muâvenetiyle iltihak eden atlılar ve mevcut jandarmalar ile eşhâs-ı merkume üzerine sevk edilen Kaymakam-ı kaza ve ümerâdan biri bilûtfihi tealâ tüfek patlatmaksızın mühim miktarda toplanmış ve toplanmakta bulunmuş olan eşhâs-ı şerîreyi dağıtıp Tahsildar Beslân ve biraderi İhsan Çavuş derdestle Ada’ya getirilmiş ve zâbitlikten matrûd Balıkesirli ve Dersaadet’ten para ve talimat ile geldiği anlaşılan Bekir nam mel’ûn firâr eylemiş ise de takibine müfreze çıkarılmış ve Dersaadet’e savuşması ihtimaline mebni bazı mühimce istasyonlara da memurîn-i mahsusa i’zâm edilmiştir. Tafsilât-ı lâzimeyi ba’dehu arz ederim. Netice İstanbul’dan mühimce ve fakat henüz buraca hüviyetleri mechûl eşhâsın sevk ve tahrikiyle pek müsait bulunan bu havalide bir kıyâm ve şûriş çıkarmaya gönderilmiş olan Bekir nam yezidin teşebbüsât-ı mel’unânesi bu suretle ve inayet-i hakla inkişaf edememiştir.

Mutasarrıf Bey’le yarın İzmit’e avdet ediyoruz. Yalnız bu livanın asayişini temîn için seyyar kuvvete ihtiyaç olduğunu Mazhar ve Süreyya Beyefendiler yakînen bilir ve tasdik buyururlar. Kuvvetimi evvelce de arz etmiştim. Dersaadet’teki süvariden hiç olmazsa üç bölüğün tesrî’-i sevkine delâletlerini ehemmiyetle arz ve ricâ ederim.

Birinci Fırka Kumandanı

Kaymakam

Mustafa Asım

Vesika 166

Telgraf

Adapazarı, 27.10.335

Amasya’da yahut Sivas’ta Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

C: 23.10.35

Emr-i âlilerini bugün aldım. Hakikaten bir hafta evvel İstanbul ’dan suret-i mahsusada gelen Bekir Bey namındaki şahsın iğvaatı neticesi olarak İzmit’in Derbent nahiyesinden itibaren Düzce’ye kadar Çerkes köylerinden müsellah insanlar davet edilerek bir ictimâ akd ve harekât-ı mefsedetkârâneye teşebbüs ettikleri haber alınarak derhal livadan celp edilen askerî ve jandarma müfrezesiyle bizzat takiplerine çıkılmış, lutf-ı hakla vatanın hakikî evlâdları olan diğer ümerâ-yı Cerâkese’nin muâvenetiyle bu, neticesi fena olacağı anlaşılan ictimâ kâmilen dağıtılmış, harekât akîm kalmıştır. Müsebbiblerinden Beslân ve bir refîki derdestle merkeze getirilip tevkif ve pençe-i kanuna teslim edilmiştir. Bu gibilere kanunun şiddetle tatbikinde zerre kadar müsamaha edilmeyeceği şüphesizdir. Mesela livadan taraf-ı âlilerine arz edileceği zehâbına binâen arz-ı ma’lumât edilememişti. Maahaza tevâlisi ihtimaline binâen her türlü ihtimale karşı Hükümet’in kavî bulunması pek lâzımdır, icap eden tedâbîrin ittihâz buyurulmasını istirham eder ve tekerrür etmemesi için lâzım gelen mesâiden hiçbir vakit geri durulmayacağını arz eylerim.

Kaymakam

Tahir

Vesika 167

Tel

Sivas, 31.10.35

Adapazarı Kaymakamı Tahir Beyefendi’ye

C: 27. 10.35

Ecnebi parası ve vatan hainlerinin teşvikatıyla icra-yı mefsedete kıyâm edenlere karşı satvet-i hükümetin ibrâzı hususundaki himemât-ı aliyyeleri sezâvâr-ı tebcîldir. Tevkif olunanlar kimlerdir. Netice-i isticvâbattan ne anlaşılmıştır. O taraflara teşkilât-ı milliyenin teftişi maksadıyla Dersaadet’ten gönderilen Erkân-ı Harp Yüzbaşı Cemal Bey’le temas edilmiş midir. İş’ârı ricâ olunur.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk

Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi namına

Mustafa Kemal

Vesika 168

Adapazarı, 9.11.35

Sivas’ta Heyet-i Temsiliye namına Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

C: 1.11.35

1. Tahkikat ikmâl edilmiş. Tevkif edilenler Akçay karyeli Beslân ve İhsan Çavuş’tur. Müşevvik ve mürettibler meyânında olduğu tahakkuk ederek Divan-ı Harp’e sevk edilmişlerdir. Bunlardan başka İzmit’teki İngiliz İbrahim denmekle maruf olan şahsın nâzımı olduğu da tahakkuk ederek bu şahıs ile Talustan Bey’in yeğeni Kâmil ve Kaya’lardan Tahir hakkında muvakkat tevkif müzekkeresi sâdır olmuştur. İbrahim’in derdestini livaya yazdım. Diğerlerini de takip ediyoruz. İnşallah yakında ânları da tevkif edip pençe-i kanuna teslim edeceğiz.

2. Cemal Bey ile görüştük. Beraberce Karasu’ya Rüştü Bey ’in nezdine de gittik. Taaddiyat neticesini şifre ile Dersaadet ’e yazmıştır.

3. Emr-i âlilerini berâ-yı devir nevâhiden avdetimde bugün aldım. Cevâbının tehir-i arzı bundan tevellüd etmiştir. Aff-ı âlilerini istirham eder teveccüh-i âlilerine arz-ı şükran eylerim.

Tahir

Vesika 169

Şifre

Mahsustur

Amasya, 26.10.35

Harbiye Nâzırı Cemal Paşa Hazretlerine

İstanbul’dan para ve talimat ile Adapazarı havalisine gelip hempâlarıyla birlikte şûriş ikaına çalıştığını arz etmiş olduğum çeteci Bekir’in mahallince ittihâz olunan tedâbîr neticesinde teşebbüsünün akîm kaldığı ve kendisinin firâr eylediği malûm-ı devletleri olmuştur. Bekir’in tekrar İstanbul’a avdet ederek yeniden teşebbüsât-ı mel’unânede bulunması agleb-i ihtimal olduğundan hakkında takibat-ı mahsusada bulunulması münasip mütâlaa kılınmakla arz-ı keyfiyet olunur.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 170

27 Teşrinievvel 35

Heyet-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

Bandırma Çerkeslerinden Bekir Sıtkı namında bir şerîrin maiyetinde iki zâbit, kırk müsellah refîki olduğu halde Adapazarı civarındaki Abaza köylerine gelerek halkı hareket-i milliye ve hükümet-i hâzıra aleyhine teşvik ve bu uğurda birçok para sarf olunduğu ve meselede bazı ecnebi tahrikatı da mahsûs ve belki muhakkak bulunduğu ve tahrikat-ı mezkûreye Çerkes, Abaza ve Lazlardan pek çok kimselerin iltihaka devam eylediği haber alınmıştır. Düzce kazasında bulunan Çerkes, Abaza ve Laz kurâsının öteden beri bu gibi harekât-ı cinayetkârâneye cür’et edegeldikleri bi’t-tecrübe sâbittir. Bu gibi ahvâl-i elîmenin hudûsünü men’ ve mütecâsirlerini te’dîb için yegâne vasıta jandarma kuvvetinden ibaret ise de kuvve-i mezkûrenin mevcud-ı hazırı ve jandarma efrâdının ale’l-ekser eşirra ve eşkiyadan mürekkeb bulunması ve jandarma zâbitânının hükümet-i mülkiyeyi hiçe saymak yolunda ihtiyâr eyledikleri meslek-i serkeşâne her türlü tedâbîr imkânını selb etmekte ve sekiz aydan beri birçok vesilelerle Nezaret-i Celîle’ye vuku bulan iş’âr-ı meyusânem cây-i kabul bulamamaktadır. Vatanımızın ifnasına çalışan birçok yerli, ecnebi anâsırın mevcudiyeti derkâr ve işin mebdeinde tenkîl ve izâlesine ehemmiyet verilmezse âtiyen bir felâket-i azîme zuhûra gelmesi tabii bulunduğundan keyfiyeti nazargâh-ı devletlerine arz eylerim.

Bolu Mutasarrıfı

Ali Haydar

------------------------

(Vesika 170a)

Şifre

Müstacel

Sivas, 31.10.35

Bolu Mutasarrıfı Haydar Beyefendi’ye

C: 27.10.35 şifre.

Bekir Sıtkı ve maiyetinin takip ve tenkîlleri ve bu gibi ecnebi teşebbüsâtının suret-i kat’iyede def’-i mazarratı esbâbının istikmâli hususunda zât-ı devletleriyle bi’t-temas müştereken takarrür ettirilecek bir plân dahilinde icra-yı hareket ve fiilen muâvenet olunması lüzumu kemâl-i ehemmiyet ve müstaceliyetle İzmit Mutasarrıflığı’na ve İzmit’te ârâm-sâz Birinci Fırka Kumandanlığı’na bildirilmiştir. Netice-i icrââttan peyderpey ma’lumât ita buyurulması ricâ olunur.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

------------------------

(Vesika 170b)

Şifre

Müstacel

Sivas, 31.10.35

İzmit Mutasarrıflığı’na

İzmit’te Birinci Fırka Kumandanlığı’na

Bandırma Çerkeslerinden Bekir Sıtkı namında birinin maiyetinde iki zâbit ve kırk müsellah refîki olduğu halde Adapazarı civarındaki Abaza köylerine gelerek ahaliyi hareket-i milliye ve hükümet-i hâzıra aleyhinde teşvik ve bu uğurda birçok para sarf eylemekte olduğu ve meselede ecnebi parmağı bulunduğu tahakkuk eylediği ve Düzce kazasında bulunan Çerkes, Abaza ve Laz kurâsının bu teşvikata mütemayil oldukları Bolu Mutasarrıfı Haydar Bey tarafından ve mevcut jandarmanın kemmiyet ve keyfiyet itibarıyla maksadı temîne kâfi olmadığı bildirilmektedir. Mîr-i mûmâileyh ile derhal temas edilerek eşirrâ-yı merkumenin bir an evvel def’-i mazarratı ve vatan ve millet haini ecnebilerin bu gibi teşebbüsâtına suret-i kat’iyede mümânaat olunması esbâbının istikmâli hususunda müştereken icra-yı hareket ve muâvenet-i fiiliyede bulunulması ve netice-i icrââttan ma’lumât ita buyurulması ehemmiyet ve müstaceliyetle ricâ olunur.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk

Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi namına

Mustafa Kemal

Vesika 171

Pangaltı, 20.10.35

K. O. 3 Kumandanlığı’na

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine mahsustur.

1. Hürriyet ve İtilâf ile Nigehbâncılar ve İngiliz Muhipler Cemiyeti’nin teşkil ettikleri blok ve Ali Kemal ve Sait Molla gibi bazı eşhâs, anâsır-ı gayr-i Müslime’yi mütemâdiyen Kuvâ-yı Milliye aleyhine tahrik ediyorlar. Rum ve Ermeni Patrikleri bu hususta mümessillere mürâcaat etmişlerdir. Adapazarı’nda maslûb Kâzım’ın kardeşi Hikmet buradan aldığı talimat üzerine başına topladığı beş on müsellah şahısla Kuvâ-yı Milliye aleyhine harekete başlamıştır. Yine bu civarda Değirmendere’de para ile adam toplamağa başlamışlar ve Geyve Hükümeti’ni basmağa karar vermişlerdir. Karacabey’de de aynı vechile ufak tefek hareketleri görülmüştür. Bursa’da Gümülcineli İsmail’in tertip ettiği çeteler bütün vilâyetin asayişini ihlâle ve Kuvâ-yı Milliye aleyhine harekete başlamışlardır. Biz hâl-i hazırda cebren iş görmekten ziyade şerre alet olanları elde etmeye gayret ediyoruz. Bu kerre Adapazarı’na giden memura talimât-ı lâzime verdik. Hatta Adapazarı ve İzmit civarında dolaşan bazı çetelerin tehcir dolayısıyla dağlarda bulunduğunu anlayarak kendilerine temînat vereceğiz. Ancak bu meselenin Hükümet tarafından takip edilmemesi elzemdir. Aynı vechile Adapazarı’ndaki Hikmet ve sâireyi de elde etmeye çalışıyoruz. Bursa’nın ve Ankara’nın nazar-ı dikkatini celp ettik. Taraf-ı âlilerinden de tevessül buyurulmasını ve İzmit ve Adapazarı’nda teşkilâtın tevsiine giden memura emredildiğinde mahâll-i mezkûreye de Ankara’dan nizamnamelerden gönderilmesi mercûdur. Giden memurumuz Erkân-ı Harp Yüzbaşı Cemal Efendidir. Muslihâne bir surette buralarda takviyet bulamaz, eşhâs-ı muzırra maksada imâle edilemez ise derhal icra-yı satvet mecburî olacaktır.

2. Kuvâ-yı Milliye aleyhinde tertip olunan çetelerin faliyete başlaması buradaki muhâlif blokun alenî hareketi, Nigehbâncıların bir günde hapisten çıkarılması, Polis Müdüriyeti’nin Kuvâ-yı Milliye tarafdârlarına geçmemesi makamât-ı mühimmede henüz aleyhdârlar bulunması, Türkiye ajansındaki ihmal ve teseyyüb bizim partinin mağlûbiyetiyle neticelenecek fikrini veriyor. Hükümet pek ağır gidiyor. Henüz Kemal yerine iade edilmediği gibi Kastamonu Valisi olup harekât-ı milliyeden dolayı tevkif olunan İbrahim Bey bile yerine iade edilmedi. Arkadaşımız Erkân-ı Harp Edip pek âlâ polis müdüriyeti vazifesini yapabilir. Elhâsıl Hükümet bu batî hareketine devam ederse azasından bazılarının tebdili ve belki cümlesinin sukutu zarurî olacaktır, zannediyoruz. Zât-ı âlilerinin ve Rauf Bey’in Amerika gazetelerinde okunan (ehtvvsancç) İngiliz mahâfilinde su-i tesir etmiş ve (frzszdrsdlhy) şüphelerim arttırmıştır. Adam Block’un kat’î ve samimî ifadesine nazaran İngilizler Türkiye’nin işgali için hiçbir karar vermemiş yalnız malî ve idarî kontrol muhakkak imiş. İngilizler zâbitlerine Türklerle temas eylememeği emretmişlerdir. Sebebi güya kandırılmak korkusu imiş efendim.

Çanakkale Mevki-i Müstahkem

Kumandanı Miralay

Şevket

Vesika 172

Şifre

Sivas, 1.11.35

Bursa’da 56. Fırka Kumandanı Bekir Sami Beyefendi’ye

Bursa havalisinde Gümülcineli İsmail Bey’in tertip ettiği çetelerin hâl-i faaliyette olduğu Dersaadet’ten bildiriliyor. Bunlar tamamen tenkîl olundu mu? Vilâyet dahilinde harekât-ı milliye aleyhinde hiçbir tohm-ı fesâd bırakılmayacağı müsellem olan fatânet ve himmet-i âlilerinden muntazardır.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 173

Şifre

Müstaceldir

Amasya, 24.10.35

Ankara’da Yirminci Kolordu Kumandan Vekili Mahmut Beyefendi’ye

Harbiye Nâzırı’nın Vali hakkındaki son ısrarlarına da tarafımızdan âtideki cevap verilmiştir. Her halde zât-ı âlileri gibi muhterem ve kıymettar bir arkadaşımızın teessürünü mûcib olmak istemeyiz. Ve bunun için mümkün olan her türlü teşebbüsât dahi tabiidir. Hükümet-i hâzırayı en çok müşkil vaziyette bırakan ve her hükümeti bırakabilecek olan ve zaten bizim de vahdet-i milliyemize münâfi bulunan tarz, ahalinin hiçbir programa tâbi değilmiş gibi ayrı ayrı Hükümet’e karşı mutalebâtta bulunmasıdır. Çünkü Hükümet bir heyetle anlaşmanın kolayını bulabilir. Fakat her vilâyetle ayrı ayrı anlaşmak müstahildir. Bu takdirde istifa etmekten başka çare bulamaz. Hükümet-i hâzıra ufak bir tazyik karşısında çekilmeğe mütemayildir. Gelecek hükümetin kimlerden teşekkül edeceği ve ne hatt-ı hareket takip edeceği meşkûktur. Binâenaleyh maksada emniyetle vâsıl oluncaya kadar icap ederse biraz da fedakârlık yapmak zarurîdir. Her halde Ankara vaziyetinin Cemal Paşa’dan alınacak son cevâba ve arz ettiğim nikat-ı nazara göre hüsn-i idâre buyurulması müsellem olan dirayet ve vatanperverliğinizden muntazardır efendim.

Mustafa Kemal

Vesika 174

Zata mahsustur

Ankara’dan, 28.10.35

K. O. 3 K.

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine:

Miralay Şevket Bey’den nâm-ı âlilerine gelen telgraf ber-vech-i âtidir:

Adapazarı havalisindeki vaka hakkında şimdiye kadar istihsal kılınan ma’lumât ber-vech-i zîr arz olunur.

Bu vaka ile alâkadar Kuvâ-yı Milliye aleyhinde Adapazarı ve civarında mebde-i isyan ile bundan ne suretle istifade olunacağı hakkında “zât-ı şâhâne, Ferit Paşa, Âdil Bey ve Sait Molla ile Ali Kemal’den mürekkeb grubun tasavvurâtını hâvi mektup kurye ile Sivas’a yola çıkıyor.” Ayrıca yola çıkarıldığını arz edeceğiz. Ada tahkikatı devam ediyor.

1– Bundan iki mâh mukaddem Amasya’dan Adapazarı’na gelen Çerkes Hikmet namında bir zat İzmit ve civarında ve Adapazarı havalisinde öteden beri kendisine ve ailesine muhâlif Sait Bey ve sâirenin orada Kuvâ-yı Milliye teşkilâtını kabul ve tatbik ettiklerini ve umum bu havali halkının Kuvâ-yı Milliye’ye iltihak ettiklerine dair telgraf çektiklerini haber alır. Bu parti aynı zamanda Kuvâ-yı Milliye teşkilâtına istinâd ile muhâlif tarafa biraz nümayiş yaparlar. Hikmet Bey partisi kendisinin Amasya’dan geldiğini ve Mustafa Kemal Paşa’yı tanıdığını, ancak kendisinin böyle bir teşkilâta mezun olduğunu ileri sürerek muhalefet eder. Hikmet Sivas’la muhabere etmek ister. Muhâlif taraf ettirmez. Esasen Hikmet Mahmut Şevket Paşa vakasından dolayı idama mahkûm olduğundan ve karşısındakilerin de İttihat ve Terakki zamanında sahib-i mevki ve servet olduklarını bildiğinden bir hiss-i rekabet ve havf ile Kuvâ-yı Milliye tarafdârlarına muhâlif bir hareket takibine başlar ve muhâlif teşkilât yapar. Bunu hisseden Sait Molla derhal İngilizlere haber verir ve Hikmet’i elde ederler. Hıristiyanlar aleyhinde bir isyana teşvik ederler. Bu hususa müteallik evrak elde edildi. Derhal Fransa ve Amerika Mümessillerine verildi. Mümessiller bunu kemâl-i ehemmiyetle alıp Fransızlar derhal torpido ile Paris’e gönderdiler. Harbiye Nâzırı Cemal Paşa’ya da verildi. Hükümet’in azasına emniyet olmadığından yalnız Sadrazam’a hususî olarak söylendi. Hikmet de dün İstanbul’da idi. Kendisi ile görüşüldü. Hakikat şöyle olarak tespit edildi:

a) Hikmet Kuvâ-yı Milliye’yi kendisi teşkil edemediğinden müteessir.

b) Muhâliflerinin yaptığı bir teşkilâta dahil olmayı küçüklük addediyor.

c) Muhâlifleri bu teşkilâttan kuvvet alarak şahsî birtakım menâfi temîn ediyorlarmış ve tahakküme başlamışlar.

d) Hikmet’in muhâlifleri veya Kuvâ-yı Milliye’yi temsil edenler İttihatçı imiş.

Karar:

Eğer Sivas Adapazarı’na ve İzmit’e bir telgraf yazarak derse ki Kuvâ-yı Milliye teşkilâtından bazı eşhâsın menâfi-i şahsiyelerini temîne ve ahere tahakküme başladıklarını haber aldık. Bu gayr-i meşrû’ hareketi takbîh ve reddederiz. Hikmet de ba’demâ muhalefet etmeyecek para aldığını ve alet olduğunu ( ) reddetti. Bu İngiliz (a d d 11) tertibi şüyû’ bulduğu için mevki-i fiile artık konamayacağını zannediyoruz.

Bahr-i Sefid Mevki-i Müstahkem Kumandanı: Şevket

K. O. 20 K.

Mirliva

Ali Fuat

Vesika 175

TAMİM

Tel

Sivas, 31.10.35

İzmit, Adapazarı, Bursa, Konya, Balıkesir Heyet-i Merkeziyelerine

Kuvâ-yı Milliye’ye mensubiyetlerini iddia eden bazı eşhâsın menâfi-i zâtîyelerini temîn maksadıyla hareket ve tahakküm etmek teşebbüsâtında bulundukları işitildi. Gayr-i meşrû’ ve gayr-i kanunî harekâtın teşkilât-ı milliyede yeri yoktur. Bu gibiler hakkında Hükümet’in kanunu tatbik eyleyeceği muhakkaktır.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk

Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi namına

Mustafa Kemal

Vesika 176

Şifre

Gayet müstaceldir.

Sivas, 2.11.35

Harbiye Nazırı Cemal Paşa Hazretlerine

Dersaadet’ten aldığımız ma’lumât-ı mevsûkaya nazaran Kiraz Hamdi Paşa ile zât-ı şâhânenin bi’l-istişare Müşir Zeki Paşa riyâsetinde bir kabine hazırladıkları ve Sadrazam Paşa’ya istifa etmesini teklif edeceği bildirilmiştir. Buna asla ihtimal vermemekle beraber millet düşmanı eşhâsın mevki-i iktidara gelmesi yüzünden bütün Memâlik-i Osmaniye’nin İstanbul ile suret-i kat’iyede kat’-ı alâka eylemesi mecburiyetini mûcib olacaktır. Sadrazam Paşa Hazretlerinin hiçbir sebep ve behane ile mevkilerini terk etmemeleri lüzum-ı kat’isinin suret-i münasibede arz buyurulması istirham olunur.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 177

Şifre

Aceledir

Zata mahsustur

Sivas, 2.11.35

Ankara K. O. 20 Kumandanlığı’na

Erzurum’da K. O. 15 Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa Hazretlerine

Diyarbekir K. O. 13 Kumandanı Cevdet Beyefendi’ye

K. O. 3 Kumandanı Salâhattin Beyefendi’ye (Tezkere)

Konya’da K. O. 12 Kumandanı Fahrettin Beyefendi’ye

Amasya’da Fırka 5 Kafkas Kumandanı Cemil Cahit Beyefendi’ye

Torul’da Kaymakam Halit Beyefendi’ye

Fırka 61 Kumandanı Kâzım Beyefendi’ye

Bursa’da Fırka 56 Kumandanı Bekir Sami Beyefendi’ye

Edirne’de Birinci Kolordu Kumandanı Cafer Tayyar Bey’e

Mardin’de Beşinci Fırka Kumandanı Kaymakam Kenan Bey’e

1– Pek mevsûk bir menbaa atfen Dersaadet’ten bildirildiğine nazaran iki üç günden beri mütekaid ferîkandan Kiraz Hamdi Paşa mâbeyn-i hümâyûna giderek saatlerce huzur-ı şâhânede kaldığı ve ber-vech-i âti kararın ittihâz kılındığı:

a) Teşkilât-ı milliyeyi imhâ maksadıyla eski Dördüncü Ordu Müşiri Zeki Paşa riyâsetinde bir kabine teşkili, Kiraz Hamdi Paşa harbiye nâzırı, Prens Sabahattin hariciye, Tevfik Hamdi dahiliye nâzırı. Eşref ve Mahir Sait ve sâir zevâtın diğer nezaretlere tayini.

b) Zât-ı şâhânenin Sadr-ı hâzıra bugünlerde istifa etmesini teklif etmek niyetinde olduğu.

2– Heyet-i Temsiliye tarafından Harbiye Nâzırı Cemal Paşa vasıtasıyla Sadrazam’a hiçbir sebep ve behane ile istifa etmemesi tefhim kılınmıştır.

3– Dersaadet’te Â’yân’dan Müşir Fuat Paşa siyasî işlere müdahale etmemesi hakkında zât-ı şâhâneye ma’rûzâtta bulunacaktır.

4– Temasta bulunulan Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti heyet-i merkeziyelerine lüzumu vechile ve suret-i münasibede ma’lumât ita buyurulması muvâfık olur.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 178

Şifre

Zata mahsustur

Sivas, 13.10.35

Dersaadet’te Çanakkale Mevki-i Müstahkem Kumandanı Miralay Şevket Bey’e

Bir buçuk aya kadar meb’ûsan intihâbı hitam bulup inşallah meclis küşâd olunacaktır. Kuvve-i teşriiyenin gerek ecnebi ve gerekse dahilî düşmanlara karşı taht-ı emniyet ve muhafazada olarak ifa-yı hizmet eylemesi bugünün şâyân-ı teemmül ve pek mühim bir meselesidir. Dersaadet’te bu nokta-i nazardan dahilî vaziyeti nasıl görüyorsunuz? Mütelifîn tarafından bir tecavüz ihtimali mevcut olabilir mi? Her iki ihtimale karşı hafî ve celî ne gibi tertibât-ı tahaffuziye ve tedâfüiye ittihâzı düşünülmektedir? Zabıta, jandarma, millî ve hafî teşkilât ve askerî vaziyetimiz bugün ne haldedir ve ne yapılmak tasavvur buyurulmaktadır. Iş’ârını ricâ ederiz.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 179

Adet

108

Pangaltı 20.10.35

Sivas Üçüncü Kolordu K.

C: 13.10.1919 şifreye:

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine şifre suretidir.

1. Meb’ûsan’ın toplanmasında hiçbir mahzur ve tehlike yoktur. Efkâr-ı umumiye ve hatta dahilî düşmanlar da meb’ûsların toplanmasında Düvel-i Mütelife’ye gizlice umum meclise karşı herhangi bir hareketlerinin cihan-ı medeniyete karşı su-i tesir edeceğine nazaran yapmaları imkân dahilinde değildir. Ancak kuvve-i teşriiyenin hâl-i hazır salâhiyetinin tevsii sırasında zât-ı şâhânenin meclisi feshetmeye kalkışması ve muhâliflerin tehlikeli vaziyet almaları ve Düvel-i Mütelife’nin de bundan bi’l-istifade zât-ı devletleri gibi zevât-ı marufeye ve başlıca Kuvâ-yı Milliye-i âlilerine taarruz etmeye ictisarları muhtemeldir. Buna karşı da muâhede-i sulhiyeyi bile imza etmek üzere Meclis-i Meb’ûsan’ın toplanmasına karar vermesinin ve Kanun-ı Esasî ta’dîlâtının bunlara yaptırılmasının ve Kuvâ-yı Milliye’ye mensup zevât-ı mühimmenin akd-i sulhe kadar ikinci ve dördüncü maddede arz edilen tarzda hareket eylemesinin muvâfık olacağı düşünülmektedir.

2. Kuvve-i teşriiyenin her türlü ihtimale karşı dahilî ve haricî düşmanlara karşı muhafazasına ancak akd-i sulhe hatta Meclis-i Meb’usan’ın vazifesini bitirmesine kadar Kuvâ-yı Milliye’nin her kuvvetin fevkinde olarak kemâl-i mehabet ve hamiyetle vazifesine devamı kâfidir! mütâlaasındayız.

3. İstanbul’da üç şubemiz vardır. Bunların azası kesîrdir. Asker ve jandarma, sivillerin, memurînin kısm-ı küllîsi, kıtaatın hemen kâffesi elde edilmiş, fikr-i millî tezyîd ve Millî Ahrarımızı Kongrece Vahdet-i Milliye gibi tekmil millî gruplar ve namuslu zevât-ı meşhure ve münevvere maksada imâle edilmişti. Şimdiye kadar mühim mesâilde kendilerine hissettirmeden mütâlaaları alınmış velhâsıl ekseriya millî hususâtta buradaki heyet-i hafiyenin taşradaki millî cemiyetlerin alenî vasıta-i icraiye ve faaleleri haline getirilmiş ve hâl-i hamiyette de aynı usûl ile vazifelerine devam ettirilmekte bulunulmuştur. Hükümet-i sâbıka zamanında teşkilâtı bir dereceye kadar ilerletilen ve bilâ-tefrîk bütün İslâmlar dahil edilen ... ikmâl edilmesine ve teşkilâtımızın tevsiine ayrıca çalışılmakta ve Kuvâ-yı Milliye ilerledikçe alenî teşkilât yapılmakta ve düşünülmektedir. Fakat evvelce arz edilen mütâlaattan dolayı ber-vech-i bâlâ kuvâyı idâre edecek heyetin hafî kalması ve Anadolu’da sonuna kadar vazifesinde devam edecek olan Kuvâ-yı Milliye’ye istinâd ve ayrıca hafî teşkilât yapılmaya kalkışılmasının muvâfık olacağı fikrindeyiz. Muhâlifleri de peyderpey işbu daireye celp eylemek de ahass-ı âmâlimizdir. Velhâsıl her ihtimale karşı zât-ı devletleri, Ali Fuat, Rauf, Refet Paşa ve Beyler gibi Kuvâ-yı Milliye’yi alenen idâre edenlerin akd-i sulhe kadar İstanbul’a ayak basmaları ve gazetelerde görülen meb’ûs olmak ve hatta silk-i askeriye girmek arzularını derhal tekzîb ettirerek her kuvvetin fevkinde olarak Kuvâ-yı Milliye’nin büyük vazife-i vataniyesini idârede devam buyurmalarının elzem olduğu kanaatinde bulunduğumuzu arz eyleriz.

Çanakkale Mevki-i Müstahkem K.

Şevket

Vesika 180

230

Pangaltı, 30.10.35

Sivas’ta K. O. 3 K.

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine mahsustur.

1– Ahmet İzzet Paşa, Sadrazam, Harbiye Nâzırı, Erkân-ı Harbiye Reisi, Nafia Nâzırı ve programlara bi-hakkın sadık ve hâdim olan fakat maa’t-teessüf bazı kardeşlerimizin su-i zannına dûçâr olan ve sadakatiyle beraber mühim de bir kuvveti bulunan Göz Tâbibi Esat Paşa ile ayrıca Rauf Ahmet Bey ve sâir zevâtla gerek talepleri ve gerek münasebet itibariyle görüştüm. Bütün efkârın ittihat ettiği noktalar ber-vech-i âtidir:

a) Meclis-i Meb’ûsan’ın suret-i mutlakada İstanbul’da ictimaı zaruret-i mücbire-i siyasiye ve mukadderât-ı memleket icabıdır. Ben de buna inandım. Yalnız Paşa, Rauf, Bekir Sami Beyler İstanbul’a gelmemelidir. Çünkü sakıt hükümet de evvelce Paşa’nın İstanbul’a celbi halinde kendisine kat’iyen ilişilmemesini vaat etmesini İngiliz’den talep etmiş iken söz vermediler. Son vakayi ise garezlerini tezyîd etti. Sadrazam Paşa meclisin İstanbul’da huzur-i vicdan ile ve kavaid-i meşrûtiyete muvâfık ittihâz-ı karar etmelerini ecânibe karşı söz alarak vaad etti. Fakat üç zatın temîni mümkün olamayacağından meb’ûs olurlarsa mezun olarak hariçte kalmaları veyahut meb’ûs olmayarak daha âli mahbûb-ı kulûb kalmaları, vazifelerine devam eylemeleri.

b) Zaten hükümet akdedilecek muâhedede temsil-i nisbiyi ekalliyetlerin hukuku namına kabule mecburdur. Şu halde Meclis-i Millî’nin ekalliyetlerin de yeniden iştiraki için dağıtılıp tekrar toplanması mahâfilce kat’iyetle ümit edildiğinden (aytn) (hra.t) kalınması reyinize vâbestedir.

c) Hükümeti devirmek yeniden eski soydan getirmek için İngiliz yardakçıları çok çalışıyor. Hükümet hakikaten hüsn-i niyet sahibi ve müstağnidir; binâenaleyh istifası halinde muhâliflerin mevki-i iktidara geçmesi muhakkaktır. Şu halde umumen (.....)

2– İntihâbatta en güzide insanları çıkarmak, lekeli veya maruf İttihatçılar ihmal olunmak, mümkün mertebe sosyalist, birkaç temiz Hürriyet ve İtilâfçı ilh... çıkarmak ve intihâbatta bunların gürültülerini haklı gösterecek tazyik ve müdahaleler göstermemek,

3– Hükümeti müşkilâta düşürmemek,

4– Bize zararı dokunacakları her suretle temîn ederek elde etmek istiyorum. Her taraf da bunu bana tavsiye ediyor. Meselâ Refi Cevat ve sosyalistler gibi, hürmet. İmza: Vasıf

Çanakkale Mevki-i Müstahkem K

Miralay

Şevket

Vesika 181

Şifre

Sivas, 1.11.35

Dersaadet Çanakkale Mevki-i Müstahkem Kumandanı Miralay Şevket Beyefendi’ye

C: 20.10.35 tarih 108/812 numaraya.

1– Meb’ûsanın Dersaadet’te ictimâı tamamen tehlikeli ve mahzurludur. Çünkü mukadderât-ı millet ve memleket hakkında söz söyleyecek meb’ûsların emniyet-i mutlaka olan bir mahalde ictimâları şarttır. Halbuki ahalisine alelâde bir miting yapmaya bile müsaade olunmayan, camilerinde tazallüm-i hale mecbur olan bir şehirde bâ-husûs İngilizlerin her türlü tesiri altında olan İstanbul’da hür bir Meclis-i Meb’ûsan in’ikadı adîmü’l-imkân görülmektedir. Avrupalılar milletimizi meşrûtiyeti müdrik ve reşît bir millet olarak tanımış olsalardı o zaman Meclis-i Millî’ye karşı bir tecavüz ve taarruz belki me’mul bulunmazdı. Halbuki İtilâf Devletleri milletimizi insan yerine saymamakta, mütarekeden beri envâ-i hak-şikenlikleriyle, Türk’e karşı verilen ahd ve sözün tutulmamasını bir namussuzluk addetmediklerini fiilen isbât eylemektedirler. Vâkıâ hariçte ictimâın birtakım propagandalara yol açacağı bedîhîdir. Fakat bunu yapacaklar başta Venizelos olmak üzere heyet-i meb’ûsanın emin bir mahalde ittihâz-ı mukarrerâtından endişe-nâk olan İtilâfçılar olacaktır. Buna mukabil hariçte ictimâ ile millet, makarr-ı hilâfet ve taht-ı saltanatı taht-ı tehlikede addeylediğini ve oradaki işgal-i vâkii asla kabul eylemediğini ve tanımadığını bütün efkâr-ı umumiye-i cihana ve âlem-i İslâm’a fiilen göstermiş ve protesto eylemiş olacaktır. Bu bâbda vâki olan mürâcaat üzerine Harbiye Nâzırı Cemal Paşa Hazretlerine müdellelen ve mufassalan vâki olan cevâbî iş’âratımız hutût-ı mühimmesinin hulâsası ber-vech-i âtidir:

a) Düşman donanma topları tesirinde, kuvâ-yı işgaliyesi ayakları altında, polis ve jandarmasının müşterek müdahale ve tahakkümü içinde, matbûatı düşmanların kontrolü altında, kabine erkânına varıncaya kadar giren çıkanlar düşman murakabe ve teftiş ve mümânaatı karşısında bulunan pâyitaht-ı saltanat-ı seniye tam manasıyla bugün mahsûrdur. Hâkimiyet-i Osmaniye burada manen ve fiilen gayr-i câridir. Buna Rum, Ermenilerin vaziyet-i isyaniyelerini ilâve edersek İstanbul’da Millet Meclisi’nin emin olamayacağını, iş göremiyeceğini anlamakta tereddüt edilmez.

b) Birkaç kişinin şahıslarına vâki olacak ecnebi taarruzu, aynı ruh ve kanaatte bulunan diğer meb’ûsana da vâki olabileceği muhakkaktır. Hatta tekmil meclisin aynı akıbete uğramayacağına dair bizi temîn edecek elimizde hiçbir şey yoktur. Hüsn-i zan, tehlikenin bertaraf edilmesine kâfi gelmez.

c) Bazı nâzırların gidip gelmesi veya komiser bırakması mümkündür. Esasen mukadderâtı meşkûk olan İstanbul, mukadderâtı ma’lûm ve emin bir mahalden kurtarılabilir. Venizelos ’un Selânik’te kuvâ-yı icraiyeyi bile teşkil eylemesi Atina’yı tahlîs etmiş ve hiçbir vakit pâyitahtın nakli manasını tazammun eylememiştir.

d) Zât-ı pâdişâhînin makam-ı hilâfetleri İstanbul olmak itibarıyla sırf milleti temsil eden heyetin taşrada toplanmış bulunması iftirâk manasını tazammun edemez. Zât-ı hümâyûn küşâd için arzu ederlerse bir vekil de tayin buyurabilirler.

e) Fırak-ı sâire-i siyasiyemizden bir kısmının harici istememeleri Kuvâ-yı Milliye tesirinde kalmak endişesinden ibarettir. Halbuki asıl milletin mümessilleri olarak kısm-ı azîm-i meb’ûsan da ecnebi tesirinde kalmamak için taşrayı istemektedirler. Ekseriyet-i kahire nerede ise nisâb oradadır. Fazla zan ve tereddüde düşecek bu kabîl meb’ûsların menâfi-i mülk ve millet namına istifa eylemeleri de me’mul ve muntazardır.

2– Meclis-i Meb’ûsân var iken ayrıca bir kuvve-i milliyenin hâl-i faaliyette olması menâfi-i memlekete muzır olur. Meclis’in Dersaadet’te ictimâ ettiği faraziyesine göre taht-ı tesirde bulunacak meb’ûsların menâfi-i memlekete mugayir bir kararı tasdik eyledikleri halde, taşradaki Kuvâ-yı Milliye bunu tabii tanımayacak ve bu suretle milletin kendi vekillerine karşı isyan etmiş bulunması gibi garip ve mantıksız, bir şekil hâsıl olacaktır. Vatanımızın tahlîsi ancak meşrû’ ve meşrût bir tarzda mümkündür. Bu ise milletin istiklâlini, vatanın tamamisini gaye edinmiş zevâtın bilâ-istisna meb’ûs olması ve sarf-ı mesâi eylemesi ile kabildir. Bugün vatan ve millete yapılacak en son ve büyük iyilik memleketi kurtarmaya azmetmiş eşhâsın emin bir mahalde, meşrû’ bir vaziyette Meclis-i Millî’ye girmelerine sarf-ı mesâi etmektir. Bunu bilhassa Dersaadet’te sizler gibi hamiyetli, münevver rüfekamızdan bekleriz.

3– Teşkilâtınızın tevsi ve tarsîni hususundaki mesâi-i cemileleri şâyân-ı fahr ü şükrandır. Vaziyetin hâsıl eylediği fırsat pek büyüktür. Bundan bi’l-istifade sarsılmaz, yıkılmaz, kuvvetli temiz bir millî teşkilâtın Dersaadet’te kökleşmesi hayatî bir meseledir. Harekât-ı milliyeyi idâre edenler ve bizler gibi sevk-i tâli’ile bunun re’s-i kârında bulunmak mazhariyet-i ilâhiyesine nâil olanlar hakkındaki fikrinize bidayette cümleten iştirak edilmekte idi. Yalnız, vakayiin doğurduğu vaziyet-i ahîre Heyet-i Temsiliye’nin bu kanaatini muhik olarak tamamen değiştirmiştir. Akd-i sulhe kadar İstanbul’a ayak basmamak değil bizim için hatta yukarıda arz eylediğimiz vechile bütün millet vekilleri için nazar-ı dikkate alınacak bir meseledir. Fakat bir ferd-i millet olarak meb’ûs olmak ve mecliste aynı ruh ve kanaatin hâkim olmasına çalışmak hâkimiyet-i milliye ve istiklâl-i vatan için iktitaf-ı semerât olunacak bir zamanda azamî gayret ve fedakârlığı sarf eylemek bugün için Heyetimizce farz-ı ayn telâkki olunmaktadır. Bunda yegâne sâik endişe-i vatan ve istikbâl-i millettir. Çünkü Heyet-i Temsiliye yukarıda arzettiğimiz vechile Meclis-i Millî’nin fevkinde bir kuvvet tanımamakta ve buna vatan için tehlikeli addeylemektedir. Binâenaleyh hal böyle iken yine âcizleri ile Rauf Beyefendi ve Refet Bey’in ve daha kimler varsa bu zevâtın seyirci mevkiinde kalması behemehâl arzu buyuruluyor ve hassaten selâmet-i millet bu noktada görülüyorsa icabı teemmül olunmak üzere esbâb-ı mûcibesiyle iş’ârını hassaten ricâ ederiz.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 182

Şifre

Sivas 4.11.35

Dersaadet Çanakkale Mevki-i Müstahkem Kumandanı Miralay Şevket Beyefendi’ye

C: 30.10.35 tarih 230 numaralı şifre:

1– Vasıf Beyefendi’ye:

a) Görüşüldüğü iş’âr buyurulan zevâttan Rauf Ahmet ve Ferit Beylerin İstanbul’un ancak İstanbul’dan kurtulacağı fikrinde bulunduklarını zannederiz. Ahmet İzzet Paşa Hazretleri de esasen harekât-ı milliyenin de İstanbul’da katliâma sebep olabileceği zannında idi. Sözlerinin mesmû olması evvel emirde bu i’tikad tebeddül edip etmediğini bilmekle kaimdir. Harbiye Nâzırı Cemal Paşa Hazretlerine gelince, müşarünileyhin de mütereddid olduğu mechûlünüz değildir. Abuk Paşa da aynı evsâf ve hâlet-i ruhiyededir. Göz Tâbibi Esat Paşa hakkında ise kat’î bir fikrim yoktur. Yalnız kendisini yakından tanıyan bir kısım rüfekamız bu zâtı son derece mahdûdü’l-fikr, pek fazla haris-i şan ve şöhret gösteriyorlar. Velhâsıl azim ve fikirlerinde istikrar ve isabet mevcut olmayan ve İstanbul’da düşman tazyiki altında düşünen ricâl ve zevât-ı müşâr ve mûmâileyhümün nasâyihi şâyân-ı tetkiktir. Tekraren arz edelim ki, Meclis-i Meb’ûsan’ın her nokta-i nazardan şâyân-ı emniyet bir mahalde toplanması, şart-ı evvel ve esasîdir. İstanbul’da emniyet olmadığını ve olamayacağını gerek Harbiye Nâzırı Cemal Paşa Hazretlerine ve gerekse Ahmet İzzet Paşa Hazretlerine mufassalan ve hatta Şevket Bey biraderimize de telhisen izah ettik zannederiz. Vâkıâ birçok mehâzîr gayr-i kabil-i inkârdır. Fakat zaruret-i kat’iye karşısında bunların ne dereceye kadar nazar-ı dikkat ve hesaba alınması lâzım geleceğini efkâr-ı selîme ve muhakeme-i mantıkıyenize havale ederiz. Asıl şâyân-ı istiğrâb nokta malûmü’l-esâmi üç kişiyi temînde izhâr-ı acz eden hükümetin diğer meb’ûsları nasıl vikaye edebileceği meselesidir. Bizde yavaş yavaş hâsıl olmağa başlayan fikir ve kanaat maalesef ecnebiler değil belki onlardan ziyade hükümet ricâl-i hâzırası ile, zevât-ı sâireden bazılarının mârrü’l-arz üç kişiyi mahzurlu addeylemekte olmalarıdır. Hakkımızda sâlifen gayr-i kanunî, gayr-i meşrû’ ittihâz kılınmış mukarrerât ve evâmirin elân tashihi cihetine gidilmemiş olması da bu fikir ve kanaatimizi takviye eylemektedir. Maahaza meclisin mahall-i ictimâı hakkındaki mütâlaat Heyet-i Temsiliye’nin efkârı olup bu bâbda heyet-i merkeziye vasıtasıyla efkâr-ı umumiye-i millet istimzâc edilmekte bulunduğundan muhassala-i efkâra ve bundan tevellüd edecek karara göre hareket tabiidir. Siz de pek iyi biliyorsunuz ki bütün gayret ve mesâimiz hükûmet-i hâzırayı, mevkiinde tutmak, onu haricen ve dahilen kuvvetli kılmaktır. Aksi hatırımızdan geçmedi.

b) Temsil-i nisbinin kabulü zarureti karşısında meclisin dağıtılmasını şimdiden düşünen bir muhîtte ve avâmil taht-ı tesirinde Meclis-i Meb’ûsan’ın ictimâda beyan-ı mazeret edeceği de tabii görülmek iktiza eder zannındayız. Temsil-i nisbiyi bizim esâsâtımızın dördüncü maddesi kabul etmediğinden bizim prensiplerimizi müdafaa edecek meb’ûsların evleviyetle dağıtılacağı meydandadır.

c) Hükümetin hüsn-i niyetinden şüphe etmek istemeyiz. Ve dileriz ki icrââtı ile bizim bu arzumuzu tarsîn ve takviye eylesin. Fakat müstağni bulunduğu kaydından bir şey anlayamadık. Gaye müttehiden ve müttefikan bu vatana hakikî hizmet etmek midir, yoksa müşkil zamanlarda bizi yalnız bırakmak mıdır? Bunun şimdiden tavazzuh eylemesi lâzımdır. Muhâliflerin mevki-i iktidara geçmesinden korkmak faide vermez. Binâenaleyh bundan dolayı tebdil-i meslek ve meşrep edilemez.

2– İntihâbat hakkında tuttuğumuz meslek-i bî-tarafî birlikte çalıştığınız için sizce malûmdur. Arz-ı hürmet ederiz.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 183

Şifre mahlûlü

Müstacel 193/31

Harbiye, 6.11.35

Sivas’ta K. O. 3 K.

Heyet-i Temsiliye’ye: Meclis-i Millî’nin hariçte ictimâı mehâzîrini arz etmiştim. Tabii o mehâzîr meyânında imkân-ı ictimâ da nazar-ı dikkatinize arz edilmişti. Malûm-ı âlileri olan mehâzîr-i siyasiye var. Saniyen mehâzîr-i idariye var. Salisen de imkân-ı ictimâ yoktur. Çünkü meb’ûsların büyük bir kısmı bu fikre tarafdâr olsa da ehemmiyetli bir kısmı da muhâlif olacak ve kanuna ve mehâzîr-i siyasiye ve idariyeye istinâden İstanbul’da ictimâi musırran isteyecektir.

Hükümet ve â’yân da umumen bilâ-istisna bu fikirdedir. O halde hariçte kim ve ne şekilde ictimâ edebilir. Malûm-ı âlileridir ki meclisin serbestîsini temîn endişesi de benim en çok yüreğimi sızlatıyor. Fakat zaruret hisse hâkim oluyor. Pek istirham ederim, bu bâbda muvâfık cevâbınızı kabineye acilen iş’âr buyurunuz. Japon Rıza Bey ile pek yakında iyi haberler ile size mülâki olacağım. Rauf Bey isterse Haşim Bey’i de alayım. Sulh ve Selâmet’i tamamen kazandık demektir. Millî Türk keza bizim. Millî Ahrar’ı yıkıyoruz. Millî Kongre yola gelecek. Cümleye derin hürmet. Vasıf

6.11.35 tarih ve 73 numaralıdır.

Harbiye Nâzırı

Cemal

Vesika 184

Pangaltı, 19.11.35

Sivas’ta K. O. 3 Kumandanlığı’na

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine:

Meb’ûsanın İstanbul’da ictimâında meb’ûsların dermeyan edeceği efkâr dolayısıyla hiçbir tehlike mutasavver değildir. Meb’ûsandan en müfritini sulh meselesi mevzu-i bahis oldukta hükümeti Ermenistan teşkilinden, Arabistan’a istiklâl vermekten, Irak’tan feragat etmekten, Anadolu’da menâtık-ı nüfûz tefrîkinden tahzîr edecek diyelim, İngiltere, Fransa, İtalya’yı gücendirmek lâzım gelen bu mütâlaat İstanbul gazetelerinin dahi hükümetin salâhiyettar, me’sul ağızları tarafından yüzlerce defa söylenmiş ve söylenmekte bulunmuştur. Bilâ-muhaberât tasavvurât vadisinde kaldığıma düşmanlarımızın kimseyi düşünmediklerini söylemekten men’ etmeyecekleri münakaşaya bile değmez. Fakat yine bi’l-farz Arabistan’ın mutlaka bizden ayrılması konferansça takarrür ederse hükümetimize vâki olacak böyle bir teklifi hükümet ya kabul veya muhalefetin kuvve-i teyidiyesini hazırlayarak reddedecektir. Pâdişâh, Avrupa muhalefet tarafını iltizâm etmeyip uyuşmak cihetini ihtiyâr eder ve meclis buna karşı giderse meclis ister burada ister Anadolu’da olsun Pâdişâh ânı fesheyler, fikrine muvâfık bir kabineyi re’s-i kâra getirir ve Kuvâ-yı Milliye ile hem-fikir olan meclis pâdişâha karşı ilân-ı husûmet eylerse Anadolu kimin arkasından gider. Sulhu iltizâm eyliyen halife ile mi (myysyvrasdsbalynhavrnh) olsun hâlen kendisini fedakârlığa mecbur tutan Kuvâ-yı Milliye’ye mi tâbi olsun. Bunu iyice tartıp âna göre hareket zarurî olacağına ve takdirde çıkacağı muhik bulunduğuna nazaran meclisi Anadolu’da toplamak fikrinden feragat bir fariza-i vataniyedir fikrindeyiz. Arz-ı hürmet eyleriz. Kara Vasıf

Çanakkale Mevki-i Müstahkem Kumandanı

Miralay

Şevket

Vesika 185

Şifre

Zata mahsustur

Gayet müstaceldir

Sivas, 29.10.35

Erzurum’da On Beşinci Kolordu Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa Hazretlerine

Ankara’da Yirminci Kolordu Kumandanı Ali Fuat Paşa Hazretlerine

Diyarbekir’de On Üçüncü Kolordu Kumandanı Cevdet Beyefendi’ye

Konya’da On İkinci Kolordu Kumandanı Fahri Beyefendi’ye

Meclis-i Meb’ûsan’ın mahall-i ictimâı, ba’de’l-ictimâ Heyet-i Temsiliye ve teşkilât-ı miliyenin alacağı şekil ve tarz-ı faaliyeti, Paris Sulh Konferansı’nın hakkımızda müsbet veya menfî bir karar vermesi haline karşı tarz-ı hareket gibi mühim mukarrerât hakkında 15, 13, 12, 20 ve 3 üncü Kolordu Kumandanlarıyla müdâvele-i efkâr edilmesi İzmit’te görüşülmüştür. Sizce bir mahzur görülmediği takdirde mıntaka-i âlilerini teftiş bahanesiyle merkezden ayrılarak Teşrinisani’nin yedisi ile onuncu günü arasında Sivas’ta bulunmak üzere hareketinizin iş’ârını ricâ ederiz. (Yalnız Cevdet Bey’e; vaziyet-i ahîreden dolayı Diyarbekir’den ayrılmak imkânı mevcut olmadığı takdirde Erkân-ı Harbiye Reisinizin gönderilmesi rey-i âlilerine menûttur). Telgrafın vâsıl olduğunun iş’ârı müsterhamdır.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 186

Şifre

Sivas, 8.11.35

K. O. 15 Kumandanı Kâzım Paşa Hazretlerine

Fuat Paşa geldi. Gözlerinizden öper. Hasretle hareketiniz haberine muntazırız. Yeni ve pek mühim bir vaziyet karşısındayız. Cümleten takdim-i hürmet ederiz.

Mustafa Kemal

Şifre

Sivas, 8.11.35

Edirne’de Kolordu Kumandanı Cafer Tayyar Beyefendi’ye

Balıkesir’de Kumandan Yusuf İzzet Paşa Hazretlerine

Bandırma’da Fırka Kumandanı Kâzım Beyefendi’ye

Bursa’da Fırka Kumandanı Bekir Sami Beyefendi’ye

Diyarbekir’de K. O. 13 Kumandanı Cevdet Beyefendi’ye

Halit Beyefendi’ye

Berâ-yı müzakere Ali Fuat Paşa Sivas’a geldi. Kâzım Karabekir Paşa geliyor. Zât-ı âlilerini bu’diyet-i mesafeden ve mıntakanızın ehemmiyetinden nâşi davete cesaret edemedik, görüşeceğimiz hususâtı birer, birer zât-ı âlinize de arz ederek kıymettar mütâlaanızı istifsâr edeceğiz. Cümleten arz-ı hürmet ederiz. Kardeşim.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 187

Kara Hasan Oğlumuza

Selâm eder gözlerinden öperim. Millet ve devlet için en mühim vazife inzibat olduğu cümlece malûmdur.

Zira nerede asayiş berkemâl olursa adâlet-i İslâmiye oradadır. Senin ile Savaştepe’yi çevirdiğimiz zaman Cuma namazı kılmayan Çerkeslerden birçoklarını gördük, ne hal ile gezdiğimi bil. İşte Koca Süleyman mahsulü bugün kıyâm eden Müslümanlar fırka-i Muhammediye’den başka fırkaların umumuna lânet ederek sevgili pâdişâhımızın hilâfeti başına toplanarak İttihatçı ve Farmason mel’ûnların on seneden beri bu muazzam hükümet-i İslâmiye’yi çetecilik ve haydutlukla ne hallere getirdiklerini en âdil akıl sahibi anlar. Ve bunlara lânet eder. Cümlenizi eşkıya diyerek ne şiddetli hallere koydular. Hakkınızda istimâl ettikleri kuvveti unutma.

Şühedâ evlâdları, kadınları ot, toprak yedikleri vakit, açlıkla şehit ettikleri vakit ânların hanesinde hükümet memurları ve şube hainleri helvalar, kuzu ziyafetleri ve ahali üç yüz kuruşa bir arşın basma aldıkları vakit kendilerinin evinde Musevî Nesim ve sairenin rüşvet olarak aldıkları kumaşlar denklerini haneleri için idi oğlum. Bunları Cenâb-ı Hakk’a hesap verecek olan beş vakit namazı kılanları muhakemesiyle hüküm vermek isterim bunun için o koca ... rahmana secde etmeyen Suphi ve Kara İbrahim ve Con Mehmetlerin ve sâirenin fikr-i fasidelerine kapılmayarak bu katil, hain güruhundan hükümette ve sâir mahalde bulduklarına aman verme, malları size helâldir. Müftüye mürâcaat et, doğru fetvasını al. Bunlardan daha eşedd Müslümanlar için bir ferd yâr olmamıştır. ricâ ederim Müslümanların kıblegâhı olan Kâ’be-i muazzamadan ve huzur-ı hazret-i risâletpenâh efendimiz hazretlerinden, mukaddesât-ı diniyemizden bizi mahrum eden Çanakkale Boğazı’nda milletin İslâm evlâdlarını denize dökeni ve Kafkas dağlarında, Arabistan çöllerinde, Acemistan’da ve Yanya ve Romanya dağlarında helâk eden ve bugün İstanbul’da yüz bin İslâm kadınlarını ve kızlarını vesika verip fahişe eden bu conlar Farmason değildir de kimdir. Allah ve resulûllah aşkına Müslüman ve din-i Muhammedî kardeşlerimiz fırka-i naciye-i Muhammedî’den başka bir fırka bizim için kat’iyen câiz olamaz. Bu mel’ûnlardan bu belde-i İslâm halifemizin başına toplanarak bunları defedelim. Âdil olan şeriatımızın ahkâmına göre kavl ve hükümet sahibi olalım. İşte bunlar olmak için senin beş vakit namaz kılan silâhşor büyük Türklerin ve Müslümanların gayretlerine mütevakkıftır. Bu hainlerin kırk günden beri benim ve arkadaşların Müslümanların mahvına tam iki kolordunun topları ve mitralyözleri kırk dört saat şiddetli muharebe ettikleri iki şehit ve iki mecruhtur. Ziyade yapmayarak Cenâb-ı Hak lutf u keremini ruhaniyet-i hazret-i risâletpenâhî ve bayrağın duasıyla kendileri münhedim ve yedi yüzü mütecâviz asker de ellerinden alınıp memleketlerine gönderilmiştir. Oralarda da bu mel’ûnların cebren topladıkları masum askercikleri toplayarak memleketlerine gönderiniz. Hükümette bu mel’ûnlardan bırakmayın. Hele jandarma zâbitlerinden kuyruğu kesik namzetler denilen kazları hemen gebertiniz; bu yoldaki Müslümanların ittifak ettiklerine dair hilâfete telgraf yazdır. Gayretli Müslüman mahsulü Cenâb-ı Hak muînimiz olsun. Amin bihürmeti seyyidü’l-mürselîn.

30 Teşrinisani 335

Bunun aksini zinhar işleme oğlum sonra milletin huzurunda hesap vereceksin.

İzmit Mutasarrıf-ı Sâbıkı ve Muhammedî

Fırkası Kumandanı

Ahmet Anzavur

Diğer mektup

Orada bazı İttihatçı Çerkesler vardır. Zinhar bunların size söyleyeceği ifade-i kâzibelerine kat’iyen sem’-i itibar etme; diğer size yazdığım uzun mektuptaki hakikati anlatıp biri birinizden ayrılmayacağınıza ve bu din ü devlete ve pâdişâhımızın uğrunda feda-yı can edeceğimize birleşerek bunlara sen riyâset et veyahut ulemâdan birini reis yap. Her halde oradaki halkın huzur ve rahatına son derecede dikkat ediniz oğlum. icrâât ve muvaffakiyetinize dair telgraflarınızı Kirmasti ve Karacabey ve Bursa cihetlerinde intizâr ederim.

Ahmet Anzavur

Vesika 188

hafî, mühim

MÜDAFAA-İ HUKUK CEMİYETİ TEŞKİLÂT NİZAMNAMESİNE LÂHIKTIR (1)

Yalnız alâkadarana mahsus ve mahremdir

1– İstiklâllerini muhafaza uğrunda teşekkül ve taazzuv etmiş olan millî kuvvetler her türlü müdahale ve tecavüzden masûndur. Devlet ve milletin mukadderâtında irâde-i milliye âmil ve hâkimdir. Ordu makam-ı muallâ-yı hilâfetin masûniyetini dahi kâfil olan işbu irâde-i milliyenin tâbi ve hâdimidir.

2– Ordu bir tecavüz vukuunda plânına tevfîkan harekâtını idâre edeceğinden ayrıca ber-vech-i âti teşkilât yapılır.

3– Teşkilât-ı milliyemizle ordu arasındaki irtibatı Heyet-i Temsiliye muhafaza eder. Ancak bir tehlike anında her merkez mücâvirinde bulunan kıta kumandanlarıyla dahi irtibatta bulunur.

Millî müfrezeler

4– Millî müfrezeler Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Heyet-i İdare ve Heyet-i Merkeziyeleri tarafından teşkil olunur. Bu hususta icap eden muâveneti ahz-ı asker rüesâsı ve mıntaka kumandanları ifa ederler. Bu teşkilâtta âtideki hususât nazar-ı dikkate alınır:

a) Anâsır-ı gayr-i Müslime’nin kesreti;

b) Harekât-ı ihtilâliyede mahsûs kuvvetleri;

c) Sırf soygunculuk ve intikamcılık ve sâire gibi esbâb ile ika-ı cinâyât ve icra-yı şekavet eyleyen Müslim ve gayr-i Müslim çetelerin azlığı ve çokluğu.

5– Millî müfrezeler sâbit ve seyyar olmak üzere iki türlüdür. Umumiyetle mücadele ve emniyet ve asayişi temîn ve idâme icabında ordunun harekâtını teshîl maksadıyla seyyar müfrezeler teşkil olunur. Bundan başka eşkıyanın taaruzundan ve anâsır-ı gayr-i Müslime’nin ihtilâl ve tecavüzatından kasaba ve köyleri muhafaza ve müdafaa için mahalle, köy ve mıntakalarda sâbit müfrezeler vücuda getirilir.

6– Seyyar müfrezeler silâh altında ifa-yı vazife eden efrâddan mâadâ bütün milletin eli silâh tutan gençlerinden teşkil olunur. Bir tehlike anında vukubulacak davet üzerine orduyu seferber edecek olanlar orduya iltihak eder. Mütebaki kuvvet mahalli tehlikelere karşı olup bunlara lüzumunda makineli tüfek ve top dahi ilhak olunur. Efrâdın muharebe görmüş olması müreccahtır. Âmir zapt ü rapta kadir ve meharetli ve müfrezeler şekavetkâr bir kuvvet olmayıp selâmet-i mülk ü millete vakf-ı hizmet ve hayat etmiş kanaatkâr, hamiyetperver zevâttan mürekkeb olmalıdır. Müfrezelerin teşkili ve emr-i kumanda ve idâresi tıpkı askerî manga, takım ve bölük gibidir. Mükâfat, mücâzâtı dahi tıpkı askerlikteki gibi olur.

7– Müfrezeler yalnız kendi mıntakalarında değil lede’l-îcâb mücâvir mıntaka müfrezeleriyle tevhîd-i mesâi için diğer mıntakalara da geçerler. Bu vazaif mahallî heyet-i idâre ve merkeziyelerin emriyle olur. Ancak ahvâl-i mühimmede müfrezeler kendiliklerinden muâvenete koşmakla mükelleftirler. Yalnız bu halde mensup oldukları heyet-i idâre ve merkezleri, haberdâr ederler. Mühim görülen mevâkie icabında bir kıta-i askeriye dahi kuvvetü’z-zahr olarak gönderilir.

8– Vilâyet heyet-i merkeziyeleriyle Heyet-i Temsiliye, lüzum gördüğü mıntakaların müfrezelerini muhatarada bulunan herhangi bir mücâvir mıntakaya sevk ve cem’ ile ifa-yı vazifeye davet edebilir. Bu halde mıntakalar kendilerine mensup müfrezelerin noksanlarını ikmâl ve sevk etmekle mükelleftir.

9– Sâbit müfrezeler, seyyar müfrezeleri teşkil edenlerden mâadâsından teşekkül eder ve bunlar tarafından lüzum görülen köylerde, nahiyelerde; kasabalarda kasaba ve şehirlerin her mahallesinde müdafaa tertibâtı yapılarak Hıristiyanların katliâm yapmak ve asayişi ihlâl gibi mel’ûnca maksatlarına ve eşkıya çetelerinin taarruz ve cinayetlerine karşı tedâbîr alınır.

10– Sâbit ve seyyar millî müfrezelere muktezî esliha-i mütenevvianın temîn-i tedâriki mühimdir. Eşkıyadan alınan silâhlar, zenginler tarafından para, tedâriki mümkün olan tüfek, rovelver, bomba teslîhata medâr olabilir. Bu hususta ordunun dahi muâveneti talep olunur. Hayatlarını ve iaşelerini temîn dahi aynı tarzda olur.

11– Her nevi fazla esliha, mühimmât ve malzeme münasip mahallere depo edilir. Ecânib eline, düşman yed'ine geçmesi melhuz depolar muhataralı mıntıkalarda hafiyen nakil veya mecburiyet anında, yağma halinde kaldırılıp emin mahallere depo edilir veyahut muhataralı mıntakalarda ahaliye tevzi edilir.

12– Esliha daima milletin malı ve zıyâı hazine-i milletin zararı demek olduğundan esliha tevziatı kıtaat-ı askeriyedeki usûle tevfîkan icrâ olunacağı gibi seyyar ve sâbit müfrezeler tevziatta kefaletle ve muntazam numara tahtında kuyûd ile müfreze âmirlerinin mes’ûliyeti tahtında icrâ olunur.

13– Millî müfrezeleri teşkil edecek her ferd Kur’ân-ı azîmü’ş-şân üzerine el basarak tahlîf olunur.

14– Müfrezelerin sıhhiye umûru için evvelce askerlikte ders görmüş olanlardan istifade olunmalıdır. İcap eden ilaç ve sargı takımları ordudan talep olunur.

15– İşbu lâhika bir talimatname mahiyetinde olup mahallin icap ve şerâitine tevfîkan tatbik olunur.

Vesika 189

Şifre

Seryaver Salih Bey tarafından küşâd olunacaktır

Sivas, 5.11.35

Harbiye Nâzırı Cemal Paşa Hazretlerine

Âtideki hususât, mahzâ zât-ı devletleri kabinede Heyet-i Temsiliyemiz murahhası bulunmaları itibarıyla arz ve istifsâr kılınır. Ahmet Fevzi Paşa riyâsetinde Mahkeme-i Temyiz azasından Cafer İlhami ve Fetva Emini Hasan Efendilerden mürekkeb bir heyetin Ankara, Sivas, Erzurum vilâyetlerine i’zâm edilmiş olduklarına dair Heyet-i Temsiliye, taraf-ı devletlerinden haberdâr edilmemiştir. Bu heyetin maksad-ı i’zâmı ve bilhassa Fetva Emini ile Kâmil Paşa Kabinesi zamanında polis müdürü olan zevâtın böyle bir heyetteki hikmet-i vücûdları anlaşılamamıştır. Daha bu gibi heyetler i’zâm olunmuş veya olunacak mıdır? Tenvîr buyurulmaklığımızı istirham ederiz.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 190

Gayet aceledir

Adet

8084

Bâbıâli, 8.11.35

Sivas’ta Üçüncü Kolordu Kumandanlığı’na

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine:

“Dahiliye Nâzırı’nın şüphe celb edebilecek tarzdaki muamelelerine nazar-ı dikkatinizi celbe lüzum görürüz” fıkrasından maksat ne olduğu anlaşılamadı. Burasının acilen, muvazzahan iş’ârı.

Harbiye Nâzırı

Cemal

Vesika 191

Numara 325

Harbiye’den, 9.11.35

Sivas’ta K. O. 3 Kumandanlığı’na

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine:

1. İntihâbatın dâire-i selâmette cereyânı ve Meclis-i Meb’usan’ın İstanbul’da toplanması ve teşkilât-ı milliye nâmına umûr-ı hükümete müdahale edilmemesi hakkında hükümetin tarafınıza evvel ve âhir vâki olan tebligâtı kat’îdir. Nerelerde ne yolda müdâhalât vâki olduğu istifsâr olunmakta ise de müdâhalât-ı vâkıâ misâl irâdına ihtiyaç göstermeyecek derecede âşikâr ve müteaddid telgrafnamelerinizde dermeyan olunan metâlibin de aynı mâhiyette olduğu derkârdır. Hükümet beyannamesinde tespit ve ilân edilen bî-taraflıktan ayrılmayacağı cihetle teşkilât-ı milliyeye muhâlif ictihatta bulunanların tazyik ve tecziyesi cihetine gidemez. Fakat bunlar meyânında bir takım kimselerin muhâlif-i kanun ef’âle cür’et edecekleri sâbit olursa haklarında lâzım gelen muamele-i kanuniyeyi de bilâ-tereddüt tatbik eder. Maahâza teşkilât-ı milliyeye mensup olanların müdâhalâtına nihayet verilemediği halde yalnız muhâliflerle uğraşmak hükümetin taht-ı tesir ve nüfûzda olduğuna delâlet edeceğinden, evvel emirde teşkilât-ı milliyenin itilâf-ı vâki mûcibince kabineye tamamen itimâd ve icrâât-ı hükümete inkıyâd eylemesi zarurîdir. Zaten bu maksat temîn olunmadıkça ve memlekette yalnız bir hükümet mevcut olduğuna kanaat husûle gelmedikçe Sulh Konferansı’na davet olunmaklığımız mümkinâttan değildir. Düvel-i Mü'telife mümessillerinin beyânâtı da bunu müeyyiddir. Şimdiki hal bir müddetçik daha devam edecek olursa heyet-i vükelânın çekileceği muhakkaktır.

2. Kabinenin fikrini ber-vech-i bâlâ arz ederim efendim.

Harbiye Nâzırı

Cemal

Vesika 192

Şifre

Müstacel

Seryaver Salih Bey tarafından açılacaktır

Sivas, 12/13.11.35

Harbiye Nâzırı Cemal Paşa Hazretlerine

C: 9.11.35 tarih ve 325 numara.

Teşkilât-ı milliyenin memleket ve millet için hayat ve memât meselesi olduğu pek muhik olarak hükümet-i seniyece de tasdik ve kabul buyurulmuş ve hatta Meclis-i Millî’nin ictimâından sonra dahi beka ve devamı arzusu ile endişe-i vatana ma’tûf hissiyât-ı milliyetperverâne ve efkâr-ı sâibe ve dûrbînâne izhâr kılınmıştır.

İntihâbat mücadelesi o derece serbest cereyân etmektedir ki en müterakkî ve medenî memleketlerde bile bu suretle müdahalesiz bir intihap vâki olmamıştır zannındayım. Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin ve Heyet-i Temsiliyemizin gayr-i meşrû’ bir tesir ve müdahalesi olmamıştır ve olmayacaktır. Her şahıs namzetliğini kendisi vaz’ etmektedir.

Meclis-i Meb’ûsân hakkındaki mütâlaatımızı arz etmiştik. Bu mütâlaanın kabul ve adem-i kabulünde bi’t-tabi hükümet tamamen serbesttir. Heyet-i merkeziyeler vasıtasıyla efkâr-ı umumiye-i milletin istimzâc kılındığı ve neticesinin arz edileceği evvelce bildirilmiştir. Bundan sonra da hükümet-i seniyece kararında sebat etmek veya etmemek yine hükümete ait bir husustur.

Asayiş ve inzibatın temînine, vahdet-i milliyeyi ihlâl ve teşkilât-ı milliyeyi imhâya çalışan İngilizler ve muhipleri, Nigehbâncılar ve Hürriyet ve İtilâf gibi milletin mahvına teşebbüs edenlere dair kabine nezdinde murahhasımız olan zât-ı devletleri vasıtasıyla vukubulmakta olan ma’rûzâtımızın müdahale mahiyetinde telâkki buyurulması her halde hulûs-ı niyetimizle kabil-i telif görülmemektedir.

Teşkilât-ı milliyeye muhâlif ictihâdda bulunanlar ancak memleket ve millete düşman olanlardır. Hükümet-i seniyenin bunların menâfi-i memleketi ızrar eden ictihâdlarını hüsn-i telâkki etmemesi pek tabii ve lâzımdır. Şüphesizdir ki bu ictihâdât ef’ale geçmedikçe müdahale edilemez. Adapazarı, Karacabey, Bozkır hadiselerinin ef’âl-i cürmiyeden oldukları müstağni-i arzdır.

Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’ne ve teşkilâtına gelince: hükümet-i seniye ile yaptığı itilâfa sadık ve âmâl-i hükümete her hususta müzâhirdir. Hükümetin şâyân-ı itimat görmediği ef’âlinin önünü almaya teşebbüs etmesini inkıyâdsızlıkla ittiham pek haksızlık olur. Meselâ Niğde’den ahali tarafından tard olunmuş Mutasarrıf Cavit Bey’in Aydın Mutasarrıflığı’na tayin edilmiş olmasını doğru görmemek, binâenaleyh bu pek sakîm ve hatarnâk muamelenin tashihini istirham eylemek bu zatın gittiği yerde halk tarafından adem-i kabulü suretiyle tahassul edecek vaziyet-i elîmenin hudûsuna mümânaat kaygusundan başka bir şey değildir.

Beyânât-ı vâkıâlarından anladığımıza göre hükümet-i seniye teşkilât-ı milliyenin mevcudiyetini ihtimal ki zâid görüyor. Fi’l-hakika keyfiyet bu merkezde olup teşkilât-ı milliyeye ihtiyaç olmaksızın memleketi tahlîs edecek kuvvete mâlik bulunuyorsa ona nazaran esbâbına tevessül edilmek üzere vâzıhan emr ü iş’ârını arada her türlü su-i tefehhümün izâlesi için arz ve istirham eyleriz.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 193

Harbiye Nezareti

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine mahsustur

Maruz-ı âcizidir.

Bu âna kadar vukubulan muhaberât, serd edilen mütâlaat âtideki nikata münhasırdır:

1– Meclis-i Meb’ûsân İstanbul’dan başka bir mahalde tecemmu etmeli,

2– Kuvâ-yı Milliye ruhuyla mütehassis olmayan memurlar tebdil edilmeli,

3– Hürriyet ve İtilâf’a mensup sâbık kabine erkânından bazıları ile bazı zevât-ı sâire mücâzât edilmeli.

a) Bu birinci mesele kabinenin müteaddit müzâkerât günlerini tamamen işgal etti. Mahâfil-i ecnebiye Paris Konferansı’nın Rumeli ile İstanbul mıntakasının beynelmilel bir hale ifrâğı tasavvurlarını ihtar ederek tehlikeyi ihsâs ettiler. Muhâliflerin İstanbul’da bile meclise iştirak etmezlerken harice gitmeyecekleri gün gibi âşikâr ve bu hali nelere vesile ittihâzından çekinmiyecekleri ise derkâr görüldü.

Zât-ı şâhânenin bu meseleye rıza gösteremiyecekleri tamamen anlaşıldı.

Kuvâ-yı işgaliyenin Meclisi Meb’ûsan’a taarruzlarının belki devlet-i aliyye için hayırlı neticeler verebileceğini Amerikalılar ihsâs ve hatta izhâr ettiler. Ve bu taarruzu ihtimal dairesinde göremediler.

b) Kuvâ-yı Milliye ruhuyla mütehassis olmayan memurların kodamanları işgal ordularına adeta istinâd etmiş vaziyettedirler. Derhal bunlar hakkında yapılacak muamele mümânaata ma’rûz kalacak, hükümet fena bir vaziyete girecekti. Zaten intikam siyaseti bu vatanı senelerce ne hale koymuş idi. Şahsî ictihâdlara hürmetle beraber asayişe taallûk edecek derecedeki ef’âlin men’i, delâilin vücûduyla beraber kabil ve nâfi olacaktı ve kabine bu bâbda tedricî bir silsile takibini düşünmüş ve tatbikine teşebbüs etmiş idi.

Ne çare ki birinci maddede arz ettiğim gibi Kuvâ-yı Milliye itilâf esaslarını kabul ettiği halde Ankara valisini kabul etmemekle, Bozkır hadisesindeki muvaffakiyeti kendi vatandaşlarımıza karşı müntekim ve kahir bir muvaffakiyet halinde ilân etmesiyle, Antalya mutasarrıfı hakkında, merhum Kemal aleyhine şehadet etmek cürmünü esas tutarak tebdilinde ısrar göstermekle ve bilhassa ve en mühim hususiyetle Meclis-i Millî’nin İstanbul’da adem-i in’ikadı fikrinde devam etmekle kabineyi günlerce bu işlerin müzakeresine mecbur ve icrââtında teenniye sevk etti. Heyet-i Temsiliye hariçteki memurlar için resmî memurların şikâyetlerini usûl kabul ederse hükümet hâkim veyahut iki hükümet mevcut olduğu fikrini ta’dîl etmiş olur. Meclis-i Millî’nin mahall-i ictimaına çabuk karar vermekle müzaheret vaad eylediği kabineyi bütün müşkilâttan kurtarmış olur. Şimdi hükümet hiçbir kuvvete müstenid değildir ve bu hali umum hissetmiştir.

c) Sâbık kabine erkânının derhal tecziyesi değil, delâil-i kanuniye bularak usûl-i kanunî dairesinde muameleleri muvâfık olacağının zarurî bulunduğunu arz etmiştim. Çünkü ekseri müstenidtir. Meselâ polis müdürünün tebdilinde bu hal tamamıyla tezâhür etti. Aydın valisinin tebdili halinde yerine tayin olunacak zatın kabul ettirilmesi gibi bir mesele karşısında kalınacağı anlaşıldı. Nitekim Adana’da bu hal görüldü.

Zaten kabineyi müşkil vaziyete sokmak için ecânib ve muhâlifler şedîd çalışmaktalarken kabinenin Kuvâ-yı Milliye tarafından da müşkilâta uğratılması başka bir şekilde neticeler veremezdi. Çünkü Mü'telifîn mümessilleri de bunu böylece his ve kabul etmişlerdir ve hatta memleketi normal bir vaziyette görmedikçe sulh müzâkerâtına başlanamayacağını da ihsâs ve hatta ihtar ettiler. Kabine polis müdürü hakkındaki bu müşkilâtı meselâ yanına bir muâvin tayin etmek, İstanbul muhafızlığının şeklini tam bir idâre-i örfiye haline muvâfık bir şekle sokarak İstanbul’un asayişini tamamen muhafızlık uhdesine vermek suretiyle İstanbul zabıtasını eline almak çarelerini de düşündü. Fakat arz ettiğim gibi esaslı bir teşebbüs için dayandığı kuvvetin ciddiyetine hâlâ inanamadı.

Meselâ Dahiliye Nâzırı bu kuvvete ihtiyaç gösterenlerin başında desem mübâlâğa olmaz. Ancak bu zatta hükümetçilik hissi galiptir. Bu his okşanmak suretiyle bu zatın azminden, fikrinden pek mühim istifadeler temîn olunabileceğine ben kaniim.

d) Anadolu’ya gönderilen Fevzi ve Hurşit Paşalar heyetleri Bozkır hadisesi ve hatta intihâbat gürültüleri hakkındaki şikâyetleri bahane ile tahkikata kıyâm eden Mütelifîn’in hareketlerine mümânaat maksadından tevellüd etmiştir.

Zât-ı devletleriyle rüfeka-yı muhteremeye takdim-i ihlâs ve ihtirâmât eyler ve İstanbul muhîtindeki mesâinin ma’rûz bulunduğu müşkilât-ı adîde derpîş buyurularak âna nazaran azamî muâvenet ve müzaheret-i devletlerini ricâ eylerim efendim. 10 Teşrinisani 335

Harbiye Nâzırı

Cemal

Hulâsa: Kabine düşerse gelecek kabinenin şekil ve rengini tayin şimdiden mümkün değildir. Geçen kabine şekil ve renkte tezâhür ederse vatan muhakkak surette zarar ve felâkete sürüklenmiştir ve bu hali bekliyenler çoktur.

Vatan sulhun serî akdine cidden muhtaçtır. Temâdisi hiçbir şey olmasa iktisaden felâketi mûcibdir. Bizim için sulh ise Kuvâ-yı Milliye’nin hükümetle itilâf-ı tâmmıyla husûl bulabilecektir. İkinci derecede intihâbatın cereyânı ve meb’ûsların şahsı memlekette sükûnu temîn edecektir. Muhâlifler ve ecânib meclisin küşâdına mümânaata karar vermişlerdir. Heyet-i Temsiliye de bu mümânaata mahal münazaasıyla devam ederse işimiz Allaha kalıyor demektir.

Cümlenize karşı hürmetlerim kemâl-i hararetle bakidir efendim.

10 Teşrinisani 335

Harbiye Nâzırı

Cemal

Vesika 194

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

Harbiye, 24.11.35

1– Devletin umûr-ı dahiliye ve siyasiyesi kat’iyen iştirak kabul etmez. Evvel ve âhir mevrûd telgrafnamelerinden bu bâbda müdâhalâtta bulunulmadığı iş’âr kılınmakta ise de hükümetçe tayin olunan bazı memûrînin mahall-i memuriyetlerine gidememesi ve Menteşe mutasarrıfı gibi kanunen taht-ı muhakemeye alınması lâzım gelenlerin mahall-i memuriyetlerinde ibkasında ısrar olunmakla beraber murahhas sıfatıyla Sivas’a gönderilmesi ve Antalya mutasarrıfının Nazilli’ye azîmete icbâr kılınması Aydın vilâyetinden Hariciye, Dahiliye Nezaretlerine çekilecek şifre telgrafnamelerin telgrafhanece adem-i kabulüne dair Nazilli Kuvâ-yı Milliye kumandanı tarafından emrolunması gibi hâdisât umûr-ı hükümete müdahaleden gayri manayı tazammun edemez.

Şu ahvâl taahhüdât ve temînat-ı vâkıânın icap eden mahallere tebliğ olunmadığına veyahut tebligat-ı vâkıânın mahallerince ısga edilmiyerek istenildiği vechile hareket olunduğuna delâlet edeceğinden hakikat-i madde her neden ibaret ise sür’at-i mümkine ile iş’âr buyurulması.

2– Kabinenin nokta-i nazarı ber-vech-i bâlâdır. Su-i tefehhümâtı izâle edecek tatmînkâr cevâb-ı âlilerine muntazırım efendim.

Harbiye Nâzırı

Cemal

Vesika 195

Şifre

Sivas, 27.11.335

Harbiye Nâzırı Cemal Paşa Hazretlerine

Kabinenin nokta-i nazarını müş’ir 24.11.35 tarihli telgrafname heyetimizce mütâlaa olundu. Bugüne kadar arada cereyân etmiş olan muhaberâta nazaran vaziyetin heyet-i hâzıra-i hükümetçe tamamen anlaşılmış ve Heyet-i Temsiliye’nin yegâne emelinin hükümetin takviye-i nüfûzuna ve bu bâbdaki mesâi-i masrûfemizin hükümet-i sakıtadan mevrûs intizamsızlıkların düzeltilmesine ma’tûf bulunduğuna kanaat getirilmiş olduğu ümidinde idik.

Vatan ve milletin halâs ve necatı uğrunda hükümet-i seniyeye kemâl-i samimiyetle müzaheret ve muâvenet düstûrü’l-harekâtımız olduğundan her türlü su-i tefehhümâtın izâlesi maksadıyla ita kılınan ber-vech-i âti cevâbımızın heyet-i celîleye arzına tavassutu devletlerini istirham eyleriz:

1– Devletin umûr-ı dahiliye ve siyasiyesinin kat’iyen iştirak kabul etmediği bir hakikat olmakla beraber emsali nâ-mesbûk vaziyet-i hâzırada, vatan ve milletin mukadderâtını ancak temîn edecek olan ve hükümet-i seniyenin de lüzûm-ı mevcudiyetini takdir ve vücûb-ı temâdisini tasdik eylediği teşkilât-ı milliyeyi bilerek bilmiyerek zaafa dûçâr eyleyecek ve vahdet-i milliyeyi ihlâl edecek hiçbir muameleye milletin muvafakat edemiyeceği de pek meşrû’ ve tabiidir.

2– Evvel ve âhir arz olunduğu vechile umûr-ı hükümete müdahale olunmamaktadır. Mahall-i memuriyetine gidemeyen yalnız Ankara valisidir ki bunun da sebep ve illeti . . . . tarih . . . . numaralı şifre ile mufassalan arz edilmişti.

Milletin, esasen kendisi ile hem-efkâr olduğunu ve istinâdgâhını azm ve irâde-i milliye teşkil eylediğini ilân eden hükümet-i hâzıradan her şeyden evvel hükümet-i sakıta tarafından harekât-ı meşrû’a-i milliye aleyhinde tatbik edilmiş olan gayr-i kanunî muâmelâtın tashihini bekler iken aleyhdârı olduğundan dolayı ta’mîmen teşhir ve Niğde’den tard eylediği Mutasarrıf Cavit Bey’in . . . mahalle, Kayseri’de işten el çektirdiği Ali Ulvi Bey’in tayin edildiğini görmesi velhâsıl bazı ikinci tabaka memurînin şekl-i sâbıkını muhafaza ile Ferit Paşa zihniyetini elân yaşatmakta olduğunu hisseylemesi Heyet-i Temsiliye’nin aradaki vifak ve itilâf-ı tâmme dair tebligat-ı mükerreresine rağmen milleti müteessir etmekte ve Heyet-i Temsiliyemizi müşkil bir vaziyete sokmaktadır. Bu yüzden vâki olacak müdâhalâtla nüfûz-ı hükümetin kesredilmemesi için her fırsatta istirhamatta bulunulmuş, Dahiliye Nezareti’nin vaziyeti müdrik olarak bir hatt-ı hareket tayin eylemesini sırf selâmet-i millet ve vatan endişesi ile mükerreren arz eylemiştik.

Aynı sebebe mübteni olmak üzere Antalya mutasarrıfının da . . . tarih . . . numara ile kaldırılması lüzumunu istirham eylemiştik. Halbuki bu zat da elân makamında ibka ediliyor. Ahîren Antalya heyet-i milliyesinden mevrûd raporla mutasarrıf-ı mûmâileyhin mel’aneti yüzünden İtalyanların nihayet emellerine nâil olarak Antalya’da Banko di Roma şubesini küşâd eyledikleri, daire-i âidesinden tohumluk ihtiyacı defedilmediğinden ahalinin mey'usiyeti ve hükümet-i mahalliyenin lâkaydîsi yüzünden yirmi sene müddetle, faizle, bedel-i icarla ahali-i Müslime’nin arazisini kable’l-işgal Trablusgarp’ta olduğu gibi ellerinden almakta oldukları bildirilmektedir. Tabii bu hal böyle devam ederse Antalya mutasarrıfını, hayat ve memâtı için düşmanla pençeleşmekte bulunan Aydın Kuvâ-yı Milliyesi pek haklı olarak Nazilli’ye celp eder ve buna Heyet-i Temsiliyece de artık itiraz imkânı kalmaz.

3– Demirci Mehmet Efe tarafından Sivas’a gönderilmiş olup avdet eyleyen Hilmi Bey’in mahkûmiyeti ve memuriyet-i sâbıkası bizce mechûldür. Hükümet-i sakıtanın acz ve ihaneti yüzünden kendi ırz ve namuslarını bi’l-fiil ve bizzat müdafaaya mecbur olan Aydın cephesi Kuvâ-yı Milliyesi’nin makam-ı akdes-i hilâfete sadık ve vahdet-i milliyeye kaviyyen merbût olan fedakâr bir cüz’ü tarafından gönderilen murahhasın bizce gayr-i ma’lûm esbâbdan dolayı bir şey yapılamayacağı da âşikârdır. Mûmâileyhin kanunen taht-ı muhakemeye alınması icap ediyorsa hükümet icrâât ve harekâtında bi’t-tabi muhtardır.

4– Aydın vilâyetinin şifreli telgrafnamelerinin adem-i kabulüne dair ma’lumâtı yoktur. Tahkik ediyoruz. Neticeye göre hareket edeceğiz.

Hulasaten arz edelim ki heyetimiz imzası tahtındaki taahhüdâtına tamamıyla sadıktır. Ve bu taahhüdâtı aynen ifa etmektedir. Şu kadar ki taahhüdât mütekabil olmak gerektir. Halbuki hükümet-i celîleleri Salih Paşa Hazretlerinin imzası tahtındaki taahhüdât ve notların henüz hiçbirisini ifa eylememiş ve varsa esbâb-ı mânia dahi bildirilmemiştir. Arz-ı tazminat eyleriz.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 196

Sivas, 17.11.35

Çürüksulu Mahmut Paşa Hazretlerine

31 Teşrinievvel 35 tarihli Tasvir-i Efkâr gazetesinde Bosphore gazetesi muharrirlerinden birine vâki beyânât-ı devletlerinde “Ermenilerin fazla mutalebâtına hak vermeksizin hudutlarda bazı tashihatın icrasına razı oluruz” denildiğini okuduk. Şarkî Anadolu’da Ermenistan lehine tavizât-ı arziyede bulunulacağı vaadini mutazammın olan bu cümlenin sulh komisyonu azasından bir rical-i devlet tarafından sarf edilmiş bulunmasının Şarkî Anadolu ahalisinin pek muhik olarak son derece mûcib-i infial ve teessüfü olduğunu beyan eyleriz. Milletin Erzurum ve Sivas Kongreleri mukarrerâtı ile Ermenistan’a bir karış toprak bile terk etmeyeceğini ve hatta hükümet bu kabîl bir mecburiyet-i elîmeye ser-fürû eylemek ıztırında kalsa bile kendi hukuk-ı meşrû’asını bizzat müdafaaya azmeylemiş bulunduğu cihana ilân edilmiş olduğundan bu azim ve karar-ı millinin herkesten evvel ihzârat-ı sulhiye komisyonu aza-yı kirâmınca ma’lûm ve mutâ bulunması lüzumunu arz ederiz.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk

Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi namına

Mustafa Kemal

31 Teşrinievel 335 tarih ve 2887 numara

Çürüksulu Mahmut Paşa’nın Beyânâtı

Â’yân azasından Çürüksulu Mahmut Paşa Bosphore gazetesi muharrirlerinden birisine vaziyet-i siyasiyemiz hakkında ber-vech-i âti beyânâtta bulunmuştur:

Sulh hazırlıkları:

— Şimdilik konferansın davetine intizâr ediyoruz. Bu davetin yakında vukuunu ümit edelim. Memleketin o kadar halecânla beklediği bu zamana kadar aradaki vakitten istifade etmeye çalışıyoruz. Sulh komisyonu bütün mesâili tetkik etmektedir. Komisyonda en iyi mütehassıslar vardır ve mesâisini teshîl için tâlî encümenler de teşkil etmiştir.

Türkiye’ye bırakılacak arazi:

— Türkiye’ye bırakılacak arazinin nelerden ibaret olacağına ihtimal veriyorsunuz?

— Bunu söylemek öyle bir faraziye olur ki, her zaman doğru çıkmaz. Yalnız Arap vilâyetlerinin imparatorluktan fekkine dair ecnebi matbûatının başlıca bize verdiği umumî iş’ârâta vâkıfız. Erivan pâyitaht olmak üzere müstakil bir Ermenistan ise artık teşkil edilmiştir, Ermenilerin fazla mutalebâtına hak vermeksizin hudutlarda bazı tashihatın icrasına razı oluruz. Batum serbest liman oldukça, Ermenistan için denize iyi bir mahrec olur. Aynı suretle Azerbaycan ve Gürcü hükümetleri de istifade ederler. Mutedilâne idâre edilecek bir tarz-ı hal, bu memleketlerden bir cemâhîr-i müttefika meydana getirebilir.

Trakya ve İzmir meseleleri:

Trakya’ya gelince, Bulgarlardan alınan arazi üzerinde bir état tampon vücuda getirilmiş olması hoşumuza gider. Trakya Türk’tür. Wilson prensiplerine nazaran da bugünkü gibi Türk kalması lâzımdır.

İzmir ve Aydın vilâyeti için haklarımız gayr-i kabil-i münakaşadır. İzmir’e malikiyet, memleketimiz için bir ihtiyac-ı hayatidir. Kat’iyen ecnebilere karşı bir hareket-i hasmâne mahiyeti hâiz olmayan harekât-ı milliyenin Yunan işgalinin netice-i tabiiyesi olduğunu temîn ederim.

Türkiye’nin müstakbel idâresi:

— Türkiye’nin müstakbel İdare-i siyasiyesi hakkında kanaatiniz nasıldır?

— Emelimiz, düvel-i muazzama tarafından istenilen temînatı ita etmekle beraber onların müşaveret ve muâvenetlerinden istifadedir. Konferans, kendiliğinden bir manda meselesinin cihet-i tatbikiyesini düşündüğü için bunun derece-i imkânını tetkik ettik. Fransa veyahut İngiltere bu vazifenin icrasına muktedir olamadıklarından veya istemediklerinden konferans, geriye kalan Amerika’ya mürâcaat etmiştir. Bize göre Amerika mandası tayin edilecek bazı şerâit dahilinde kabil-i kabûldür. Fakat Washington Kongresi’nin bu bâbda bir karar itasından evel bir şey kestirmek kabil değildir. Beyne’l-müttefikîn bir kontrol meselesine gelince, gerek iktisaden, gerek hukukan bunun keyfiyet-i tatbiki müşkildir.

Vesika 197

Pangaltı, 20.11.35

Sivas’ta K. O. 3 K.

İzmit ve havalisine giden memurumuzun bakıye-i raporu: Gebze kaymakamı muhâlif olarak öteden beri tanınmıştır. Sakıt kabine zamanında Gebze’ye Kuvâ-yı Milliye gelince korkusundan kaçmış ve bi’l-âhire gelmiş ise de kaza kaymakam vekili ve müftü-i sâbıkın da bir mevki sahibi olması arzusu, hakkında şikâyet etmelerini mûcib olmuştu. Bi’l-âhire kaymakamın da şımarıklığından dolayı envâ-i fecâyie cür’et eden Yahya Kaptan’ın fenalıklarını örtmeye ve evvelce Gebze’ye gelen ve Nigehbâncılığı tevâtür derecesini bulan ahlâksız Mülâzım Hakkı Efendi ile teşrik-i mesâiye ve Üsküdar Mutasarrıflığı ile gizli muhaberâta başlayarak Kuvâ-yı Milliye’ye leke sürmeye sâi olduğu anlaşılmış olmakla becayişinin ezher-cihet müfîd olacağı kanaati dairesindedir efendim. (Kara Vasıf).

Çanakkale Mevki-i Müstahkem Kumandanı

Miralay

Şevket

Vesika 198

Şifre

Sivas, 24.11.335

Dersaadet Çanakkale Mevki-i Müstahkem Kumandanı Miralay Şevket Beyefendi’ye

C: 20.11.35

Gebze kaymakamı hakkındaki teklif bizce de pek muvâfık görülmektedir. Harbiye Nâzırı Cemal Paşa Hazretleri vasıtasıyla icap edenlere anlatınız ve yerine sahib-i namus ve şâyân-ı itimat bir zatın tayin ve i’zâmını temîn buyurunuz.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 199

Mühim ve gayet müstaceldir

Kuşcalı, 24.11.35

Sivas’ta Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

Bendeniz size iki gün evvel İzmit’ten tavsiye edilen Yahya’yım. Emriniz üzere telgraf başında emirlerinizi telâkki etmeğe geldim. Nihayet yarın akşama kadar Kuşcalı telgrafhanesindeyim.

Yahya

Vesika 200

24.11.35

İzmit merkezi vasıtasıyla Kuşcalı telgrafhanesinde Yahya Efendi’ye

Bulunduğunuz havalide kuvvetli bir teşkilât yapınız. Adapazarı Kaymakamı Tahir Bey vasıtasıyla bizim ile tesis ve temîn-i irtibat eyleyiniz. Şimdilik hazır bulununuz.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti

Reisi

Mustafa Kemal

Vesika 201

Gayet müstaceldir

Kartal, 24.11.35

Sivas’ta Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

Köy içinde bilâ-kabahat katl, nahiye müdürünü alâ melei’n-nâs darp, köylerde gasp meselesinden dolayı Yahya Kaptan’ı hükümete teslime mecburiyet el vermiştir. Dahiliye Nezareti ehemmiyetle bu meseleyi takip ediyor. Hükümetin müşkil vaziyette kalmaması Yahya Kaptan’ın teslimini iktiza ettiriyor. Emr-i devletlerinize makine başında muntazırım.

Kartal Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk

Heyet-i Temsiliyesi Reisi

Binbaşı

Ahmet Necati

Vesika 202

Şifre

Müstaceldir

Sivas, 8.12.35

Harbiye Nâzırı Cemal Paşa Hazretlerine

Kartal ve Gebze havalisinde öteden beri devam edegelmekte olan asayişsizlik son derece calib-i dikkat görülmüş ve keyfiyetin tahkik ve iş’ârı suret-i hususiyede Birinci Fırka Kumandanı Rüştü Bey’den ricâ edilmişti. Mîr-i mûmâileyhten alınan cevâbî şifrede; Maltepe Endaht Mektebi’nde muvazzaf bir memur olduğu halde Kartal Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Reisi sıfatını takınan Binbaşı Necati Bey’in Kuvâ-yı Milliye namıyla başına topladığı Arnavut Küçük Aslan çetesiyle halkı soydurmakta olduğu ve Gebze Jandarma Yüzbaşısı Nail Efendi’nin de mûmâileyhin şerik-i cürmü bulunduğuna şüphe kalmadığı; Darıca Rum bekçilerinin katli, İstilyanos isminde bir zenginin dağa kaldırılması vakayiinin tamamen Aslan çetesine ait olduğu halde hükümet-i seniyeye sadık ve teşkilât-ı milliyenin nezih bir uzvu olan Yahya Kaptan’a mûmâileyhüm tarafından bu vakayi-i câniyânenin atf ü isnâd edilmekte olmasının ve bu iki zâbitin hükümet için tehlikeli birer unsur olduğu ve Gebze Kaymakamlığı’nın bu bâbdaki iş’ârat-ı resmiyesinin de bu fikri müeyyit bulunduğu bildirilmektedir. Necati Efendi’nin bir yerden ara sıra para almakta olması Sait Molla tavassutu ve İngilizlerin tertibi ile alâkadar olduğu hissini vermektedir. Binâenaleyh bu iki zâbitin bir an evvel mahallerinden kaldırılarak mazarrat edemeyecek mahallere tayin olunması ehemmiyetle ma’rûzdur.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 203

Şifre

Zata mahsustur

Sivas, 8.12.35

Dersadet Çanakkale Mevki-i Müstahkem Kumandanı Miralay Şevket Beyefendi’ye

Kartal ve Gebze havalisindeki asayişsizliğin Maltepe Endaht Mektebi’nde memur iken kendisine Kartal Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Reisi sıfatını veren Binbaşı Necati Bey’le Gebze Jandarma Yüzbaşısı Nail Efendi’nin himaye ve idâresi altındaki Arnavut Küçük Aslan çetesi tarafından ika’ edilmekte olduğu ve Binbaşı Necati Bey’in İstanbul ile muhabere ettiği ve bir yerden para almakta bulunduğu mevsûkan istihbâr edilmiştir. Keyfiyet kemâl-i ehemmiyetle Harbiye Nâzırı Cemal Paşa’ya bildirildi. Ve bu zâbitlerin hemen mahallerinden kaldırılarak mazarrat ika’ edemiyecek bir mahalle tayinleri istirham olundu. Tarafınızdan da keyfiyetin mahrem olarak takip olunması ve bunların Kartal ve Gebze’den kaldırılmasını müteakib meşrû’ ve nezih bir tarzda teşkilât-ı milliyenin o havalide taazzuv ve teşmili için icabına şimdiden tevessül buyurulması ricâ olunur.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 204

Beşiktaş, 27.12.35

K. O. 20 Kumandanlığı’na

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine:

Kartal ve Gebze havalisindeki asayişsizliğin başlıca müsebbibi Gebze’deki Yahya Kaptan’la refîki Kara Aslan ve Alemdağı cihetinde dolaşan Sadık çeteleridir. Bizim şimdiye kadar yaptığımız tahkikat ve gönderdiğimiz en müstakim zevâtın raporları bunu müeyyittir. Esasen evvelce yaptığı cüz’î hizmete mukabil şimdiki halde Gebze heyet-i idâresini tanımayan ve hükümetin nüfûzunu su-i istimâl ile ahaliye zulüm yapmağa kalkan Yahya’nın son zamanlarda gönderilen muhtelif zevâtın nasâyihini dinlememesi öteden beri Kuvâ-yı Milliye aleyhinde bulunmakla şöhret kazanan Üsküdar mutasarrıfı ile pek sıkı münasebeti olan Gebze kaymakamının kucağına atılması, bizi artık bu şeririn ika-ı mazarrat edemiyecek bir hale getirilmesine teşebbüs ettirmişti. Son zamanlarda bunu işitmesi ve öteden beri araları iyi olmayan Küçük Aslan çetesinin teveccühte olması kendisini muhtelif vasıtalarla böyle setr-i kabâyihe sevketmiştir. Yüzbaşı Nail Yahya’nın aleyhindedir. Necati Bey’e gelince hükümet-i sakıta zamanında Kartal kazasınca reis intihap olunarak Kuvâ-yı Milliye namına merkezle kat’-ı alâka etmiş ve şimdiye kadar Kartal Gebze civarında ve Üsküdar’la müttehiden Ömerli ve Şile civarında teşkilât-ı milliyeyi esaslandırmış ve nizamnameyi takip etmiştir. Yeniköy Rumlarının etrafa sarkıntılıkları üzerine Küçük Aslan çetesini dolaştırmaya başlamış ve bunların da şimdiye kadar hiçbir fenalıkları duyulmamış ve hatta köylüye bâr olmamaları için de Necati Bey vasıtasıyla tarafınızdan para dahi verilmiştir. Değil bu memurları, her fırsattan bi’l-istifade Kuvâ-yı Milliye’yi lekelemeye ve fedakâr ve çalışkan olan Üsküdar Jandarma Tabur Kumandanı Binbaşı Remzi Bey’i bir bahane ile azletmeye çalışan Üsküdar mutasarrıfı şimdiye kadar fedakârlığı ve Rum eşkıyasına karşı fedakârlığı görülen ve son defa Üsküdar köylerinde teşkilâtta bulunan Endaht Mektebi’ndeki Yüzbaşı Hulûsi Efendi’yi de Sadık çetesinin dağa kaldırıp para aldığı bir Rum’u katletti. Para aldığı bahanesiyle lekelemeye dolayısıyla teşkilâtı büsbütün bozmaya ve bu vechile her teşebbüsü akîm bırakmak manevrasına mürâcaat etmektedirler.

Hulâsa:

1. Üsküdar livasınca teşkilât meşrû’ ve nezih bir tarzda yapılmıştır. Binbaşı Necati biraz idâresiz ise de cezaya müstahak değildir.

2. Teşkilât yapmağa çalışarak birer birer lekelenmemesi, teşkilâtımızın müsmir olması için Nail, Necati, Hulûsi Efendiler aleyhinde verilen raporların bilâ-tetkik nazar-ı dikkate alınmaması, hükümetçe yapılmaya başlanılan tebdil ve tevkif muamelesinden sarf-ı nazar olunmasının temîn buyurulması.

3. Gebze kaymakamının, Üsküdar mutasarrıfının bir an evvel memuriyetinden kaldırılarak tezvirata ve Rum, ecnebi entrikalarına nihayet verdirilmesi.

4. Yahya Kaptan ve refîki Büyük Aslan’ın evvelce verilen silâhları vermek ve cepheye gitmek şartıyla affı ve fenalık yapamayacak bir hale getirilmesi, aksi halde te’dîbi ve keza Sadık ’ın te’dîbi lâzım ve muvâfıktır fikrindeyiz efendim. Maruzdur. (Vasıf).

Çanakkale Mevki-i Müstahkem Kumandanı

Şevket

Vesika 205

Şifre

Zata mahsustur

Ankara, 2.1.36

İzmit, Birinci Fırka Kumandanı Rüştü Beyefendi’ye

Kartal Müdafaa-i Hukuk Reisi Binbaşı Necati Bey hakkında Dersaadet heyet-i merkeziyesinden verilen ma’lumâtta Üsküdar livasınca teşkilât-ı milliyenin meşrû’ ve nizamnameye muvâfık yapıldığı, Binbaşı Necati Bey’in biraz idâresizliği varsa da asla müstahakk-ı ceza olmadığı, Necati Bey’le Nail, Hulûsi Efendiler hakkındaki verilen raporların muhtac-ı tetkik olduğu, Gebze kaymakamı ve Üsküdar mutasarrıfının şahsen muzır oldukları, Yahya Kaptan ve Büyük Aslan’ın ve Sadık’ın müstahakk-ı te’dîb oldukları zikrolunmaktadır. Bu bâbda evvelce vâki olan istilâmâta cevâben Yahya Kaptan ve Necati Bey hakkında . . . tarihli şifreleriyle ita buyurulan izâhât ile mârrü’z-zikr iş’ârat arasında tezat görülmektedir. Keyfiyetin bir kere daha şâyân-ı emn ü itimat zevât vasıtasıyla tahkik ve tetkik ettirilerek heyet-i umumiyesi hakkındaki kanaat-i âlilerinin muvazzahan iş’ârını ehemmiyet ve müstaceliyetle ricâ ederiz.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 206

Şifre

Makine başında

Ankara, 7.1.36

İzmit’te Birinci Fırka Kumandanlığı’na

Yahya Kaptan’ın Tavşancıl’da taht-ı muhasaraya alındığı havadisinin derece-i sıhhati ne mertebededir. Keyfiyet fi’l-hakika bu merkezde ise oradaki İstanbul’dan geldiği bildirilen kıta kumandanına mûmâileyhin bizim adamımız olduğu ve eğer bir kusur ve kabahati varsa tarafımızdan icabının yapılması tabii bulunduğu, hiçbir suretle Yahya Kaptan’ın muhasara ve tevkif edilmesine razı olmadığımızın iş’ârını ve neticenin bize sür’at-i iblâğını ricâ ederiz.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 207

Şifre halli

Mühim ve müstaceldir.

Tehiri mûcib-i mes’ûliyettir

Düzce, 7.1.36

Ankara K. O. 20 Kumandanlığı’na

Heyet-i Temsiliye Riyâseti’ne:

Bu gece saat dokuzda iki bin kişilik bir kuvvetin Tavşancıl’a çıkarak Yahya Kaptan’ı muhasara ettikleri İzmit’ten Birinci Fırka Vekâleti’nden bildirilmektedir. Çıkan kuvvetin cinsi, İzmit’ten istifsâr edilmiş ise de cevap alınıp oraya iş’ârı vakte muhtaç idüğünden icap ederse yapılacak muamele için doğruca İzmit’le muhabere edilmesi mercûdur.

Birinci Fırka Bolu ve havalisi Kumandanı

Rüştü

Vesika 208

İzmit, 7/8.1.36

K. O. 20 K.

C: 7.1.36 şifreye

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine:

Müfreze Umum Jandarma Kumandan Muâvini Hilmi Bey’in kumandasındadır. Gerçi kuvvet iki bin olduğu bir köylüden istihbâr edilmiş ise de, Hereke Müfreze Kumandanlığı’ndan aldığım raporda tahminen üç yüz olduğu bildirilmiştir. Yahya Kaptan henüz ele geçmemiştir mevkii mechûl olduğu gibi Tavşancıl’ın taht-ı muhasaraya alındığı ve bu gece kendi maiyetindeki Kuvâ-yı Milliye ile müfreze arasında bir müsaademe olacağı muhtemel bulunduğu ve mîr-i mûmâileyhe ber-mûcib-i emr icap eden mürâcaatte bulunulacağı ma’rûzdur.

Fırka 1 Kumandan Vekili

Kaymakam

Fevzi

Vesika 209

Müstaceldir

İzmit, 9.1.36

Ankara’da K. O. 20 Kumandanlığı’na

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine:

Mesmûat-ı âcizâneme nazaran Tavşancıl’da dün Yahya Bey maiyetiyle jandarmalar arasında müsaademe vukua gelmiş ve iki maktul ve dört mecruh, beş de hayyen derdest edilmiş ve gerek bura hükümetinde gerek Dersaadet’te mühim tertibât alınmış ve Yahya Bey ve maiyeti efrâdının kâmilen derdestine sarf-ı gayret edilmekte bulunulduğu berâ-yı ma’lumât arz olunur.

Birinci Fırka Kumandan Vekili

Fevzi

--------------------------

(Vesika 209a)

İzmit, 10.1.36

K. O. 20 Kumandanlığı’na

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine:

Müfreze ile edilen iki müsaademeden sora Yahya Kaptan’ın meyyiten istisal edildiği arz olunur efendim.

Fırka 1 Kumandan Vekili

Fevzi

Vesika 210

Şifre

Ankara, 11.1.36

Ankara’da K. O. 20 Kumandanlığı’na

C: 9 ve 10.1.36

Yahya Kaptan’ın harekât-ı milliyeye hâdim olduğu evvelce Fırka Kumandanı Rüştü Bey’in tahkikatiyle tebeyyün etmiş idi. Bu defa meyyiten istisal olunduğu iş’âr edilmektedir. Sebeb-i takip ve muhasarası ne olduğunun ve tarafınızdan takip müfrezesi kumandanına tebligatta bulunulup bulunulmadığının sür’at-i iş’ârını ricâ ederiz.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 211

İzmit, 14.1.36

K. O. 20 Kumandanlığı’na

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine:

Yahya Kaptan’ın suret-i katli hakkında şimdiye kadar rapor ve haberler kâmilen yekdiğerini mütenâkızdır. Bizzat icrâ ettiğim tahkikattan Yahya Kaptan tarafından müfrezeye ve müfreze tarafından bunlara ateş edilmediği ve yalnız Yahya Kaptan’ın bi’l-mecburiye tesliminden sonra köy haricinde âlet-i câriha ile katledildiği ve kafatasının olmaması bunu müeyyit olduğu anlaşılmış ise de bu hususta ta’mîk-i tahkikat edilmekte bulunulduğundan istihsal kılınacak netâyic arz edilecektir efendim.

Fırka 1 Kumandan Vekili

Kaymakam

Fevzi

Vesika 212

Şifre halli

Düzce, 17/1 8.1.36

K. O. 20 Kumandanlığı’na

Heyet-i Temsiliye Riyâseti’ne:

C: 14/15.1.36 şifreye

Gebze ve Hereke İstanbul vilâyetine merbût olmakla beraber teşkilât-ı milliye itibarıyla de İstanbul heyet-i merkeziyesi tarafından idâre edilmekte meselâ oraya mürâcaat eden Doktor Enis Fahri imzası sahibi de İstanbul’ca oraya konmuş bir şahsiyet olması muhtemeldir. Yahya Kaptan’a elden gelen muâvenet yapılmış ve onu diğer telgrafla arz edildiği vechile İstanbul’a karşı himaye edilmek de istenilmiş ise de maa’t-teessüf müsmir olmamıştır. En son İstanbul’dan Yahya Kaptan’a yapılan tebligatta da ora Kuvâ-yı Milliyesinin İstanbul heyet-i merkeziyesine merbût olduğu bildirilmiş ve zannederim ki mûmâileyhin bu tebliğe cevâb-ı red vermesi mûcib-i te’dîbi olmuştur. Bu hususât şâyân-ı dikkat olduğu ve maamafih ihtiyaten Enis Fahri Bey’le temas edilerek dûçâr olduğu müşkilâtın mahiyetinin öğrenilmesi ve muâvenet-i mümkine ifası İzmit’teki vekilime bildirilmiş idüğü maruzdur.

Birinci Fırka Bolu ve havalisi Kumandanı

Rüştü

-----------------------

(Vesika 212a)

Şifre

Ankara, 18.1.36

Dersaadet’te Mevki-i Müstahkem Kumandanı Şevket Beyefendi’ye

Gebze ve Kartal heyet-i idâreleri evvelce hükümet-i merkeziye ile kat’-ı münasebet edildiği zamanlar doğrudan doğruya Heyet-i Temsiliye’ye raptedilmişti. Son günlerde zuhûr eden hâdisât sebebiyle nazar-ı dikkati celp eden havalinin İstanbul vilâyeti hudûdu dahilinde bulunması dolayısıyla Dersaadet heyet-i merkeziyesince idâre edilmeğe başlandığı istihbâr kılınmıştır. Mahallerine tebligat-ı lâzime icrası için bu bâbdaki mukarrerâtın ve bazı müşkilâta ma’rûz kaldığından bahis ile mürâcaatta bulunan Doktor Enis Fahri Bey namında bir zatın Dersadet heyet-i merkeziyesince bu civara memur edilip edilmediğinin iş’ârı ricâ olunur.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 213

17 Kânunuevvel 35

TAMİM

Meclis-i Meb’ûsan’ın İstanbul’da in’ikadından evvel, istik lâl-i millî ve tamamiyet-i mülkiyemizin temîni esâsâtı gibi mühim mesâili ehemmiyetle tezekkür ve bu bâbda icap eden esbâba tevessül Heyet-i Temsiliye için en mühim vazifedir.

Heyet-i Temsiliye bu hususâtın müzakeresini millet namına sahib-i salâhiyet olan meb’ûsîn-i kirâm ile takviye olunduktan sonra icrâ etmeği menâfi-i milliye ve vataniye iktizasından addeder. Buna binâen her liva meb’ûsları mahallî heyet-i merkeziye veya heyet-i idâreleriyle müştereken meb’ûs arkadaşlarından birini teşkilât nizamnamemizin dokuzuncu maddesine tevfîkan Heyet-i Temsiliye’ye aza olarak intihap ve ismini inbâ edecektir, işbu aza bir iki günlük kısa bir müzakere ve münakaşadan sonra Dersaadet’e Meclis-i Millî’ye hareket edeceklerdir. Zevât-ı mûmâileyhümün Heyet-i Temsiliye’nin bulunacağı mahalde zaman-ı ictimâı, isim ve adresleri ma’lûm olduktan sonra bi’l-muhabere kararlaştırılacaktır. Heyet-i Temsiliye karîben İstanbul’a yakın bir mahalle nakledilecektir.

Aza-yi mezkûrenin sür’at-i intihâbile isim ve adreslerinin hemen iş’âr buyurulması mercudur.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk

Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi namına

Mustafa Kemal

Vesika 214

Şifre

Gayet müstaceldir.

Ankara. 29.12.35

17.12.35 tarih ve bilâ-numara şifreye zeyldir:

1– Bir suretinin Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti heyet-i merkeziyelerine itası ricâ olunur.

Ankara-Eskişehir hattının işlemekte bulunması cihetiyle sühûlet nokta-i nazarından müzakere mahalli olarak Ankara intihap edilmiştir. Binâenaleyh Heyet-i Temsiliye azası olarak intihap kılınmış olan meb’ûsîn-i muhteremenin Kâ nunusani’nin beşinden itibaren Ankara’ya muvâsalatlarına intizâr olunur. Hareketleri hakkında Heyet-i Temsiliye’ye ita-yı ma’lumât buyurulması ricâ olunur.

2– Heyet-i Temsiliye’nin her livadan aza sıfatıyla gelecek meb’ûslarla icrâ edeceği müzakereye diğer meb’ûsîn-i kirâmdan mümkün olduğu kadar fazla miktarda diğer zevâtın da müzâkerâta iştiraki son derecede arzu edilmektedir. Bu hususta icap edenlere tebligat-ı lâzimede bulunulması ricâ olunur.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 215

Şifre

Müstaceldir

Ankara. 30.12.35

Dersadet Çanakkale Mevki-i Müstahkem Kumandanı Şevket Beyefendi’ye

Aydın Meb’ûsu Hüseyin Kâzım Bey’in taşra meb’ûslarına telgrafnameler keşîde ederek en serî vasıta ile Dersaadet’e vürûdlarını talep eylediği vâki olan mürâcaattan anlaşıldı. Mîr-i mûmâileyhin Bekir Sami Bey nezdinde bulunan Heyet-i Temsiliye tebligatından haberdâr edilmesini ve meb’ûsin-i kirâmla meclisin küşâdından evvel vukubulacak müzâkerâtta hazır bulunmak arzu buyuruyorlarsa lütfen ve serian Ankara’ya teşrifleri lüzumunun kendilerine ifhâmı istirham olunur.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 216

Harbiye Nezareti

Nezaret Şubesi

Kalem-i Mahsus

Dersaadet, 31.12.35

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

Maruzdur.

Teşkilât-ı milliyenin vatanı kurtarmağa hâdim bir tarzda idâme-i mevcudiyetine şahsen ne dereceye kadar sâi bulunduğum zannederim malûmdur. Bu meselede benim de Heyet-i Temsiliye kadar alâkadar olduğumu ve yapılan işlerde bu gayenin temîn-i tamamî-i masûniyetini hiçbir zaman pîş-i nazardan ayırmamağa vicdanen ve vazifeten mecbur bulunduğumu zikre lüzum görmem. Buraca yapılan her işin yanlış olduğu ve doğru karaların ancak Heyet-i Temsiliye’den sâdır olabileceği gibi bir manayı tazammun eden cevapnameleri şahsıma karşı nev’anma adem-i itimâdı tazammun diyor. Böyle bir vaziyet bu vazifeyi deruhde eylediğim günden beri sırada tahassul eden ihtilâfların halli için bin müşkilât ile masrûf olan mesâimi akamete mahkûm etmektedir.

Nurettin Paşa’nın On İkinci Kolordu’ya tayini için İstanbul’a gelen bi’l-umûm İzmir ve Aydınlılar mütevâliyen mürâcaatlarda bulundular. Aydın cephesinde pek karmakarışık bir halde bulunan Kuvâ-yı Milliye’nin tanzim ve tensîki ve âtiyen ma’rûz kalabileceğimiz ihtimâlâta göre esaslı ve ciddî istihzarat icrası elzemdir. Bunun için de bu işin başında Nurettin Paşa gibi bir zatın bulunmasını erkân-ı harbiye ve ben muvâfık gördük.

Ahmet Fevzi Paşa hakkında da şimdiye kadar muhtelif zamanlarda fikrimi söylemiştim. Ordunun mühim kumanda makamlarında son harekât-ı milliye ile ayân olanak meşgûl olmuş zevâtın bizzat ve resmen bulunmaları harice ve bilhassa ecânibe karşı orduda siyasetin hükümran olduğu manzarasını verir ve bu da herhalde su-i tesiri mûcib oluyor. Nezaret bi’l-fiil bu tesirâtın fiilî tesiri karşısındadır. Halbuki harekât-ı milliye ile bi’l-fiil alâkadar zevât gayr-i resmî olarak daha nâfi ve daha mahzurdan sâlim bir şekilde ifa-yı vazife edebilirler.

Gerek Nurettin Paşa ve gerekse Ahmet Fevzi Paşa menâfi-i milliyeyi müdrik ve ânı halelden vikayeye âzim kimselerdir ve teşkilât-ı milliye ile tevhîd-i mesâi eyleyeceklerdir.

Hal böyle iken ve bâ-husûs Fevzi Paşa’nın tayini irâde-i seniyeye iktirân etmiş iken böyle nezih zevâtın adem-i kabulünde ısrar edilmesi beni cidden müşkil vaziyete sokuyor. Hiç olmazsa Meclis-i Meb’ûsan’ın küşâdına kadar olsun kabinenin devamı için göstermekte kusur etmediğim mesâiye kelâl vermektedir. İzzet-i nefis meselesi halini alan bu vaziyet ıslah edilmediği ve bu zevâtın tayinine muvafakat buyurulmadığı takdirde meclisin küşâdını dahi beklemeden hemen istifaya mecbur olacağımı arz ve bu halde artık Meclis-i Meb’ûsan’ın in’ikadı bir hayal-i muhal olacağına ve bundan da vicdanımın mes’ûl olamayacağına nazar-ı dikkat-i devletlerini celp eder ve bu vesile ile de arz-ı hürmet eylerim efendim.

Harbiye Nâzırı

Cemal

Vesika 217

Tahrîrât

Gayet mahremdir

Ankara, 4 Kânunusani 36

Harbiye Nâzırı Cemal Paşa Hazretlerine

Seryaver Salih Bey vedâatile irsal buyurulan 31.12.35 tarihli iki kıta emirname-i devletleri vâsıl-ı dest-i ta’zîm oldu. Salih Bey’in de huzuruyla tezekkür edildi, mevâdd-ı esasiyeye dair nikat-ı nazarımız ber-vech-i âti arz olunur.

1. Heyetimizce Düvel-i Mütelife’nin vatanımızı menâtık-ı nüfûza taksim etmeleri keyfiyeti o derece kuvvetli bir ihtimal halinde görülmemektedir. Temaslarımızdan ve vaziyet-i umumiyeden anladığımıza göre bunlardan her birisi umum vatanda azamî menâfiini temîn etmek gayesini takip ediyor ve bunun için şâyân-ı itimat bir mürâcaat ve istinâd noktası arıyor. İngiliz siyasetinin tamamen aleyhimizde olduğu muhakkaktır. Fakat bunların açıktan açığa muârız görünmeleri esbâbını kabinenin vaz’-ı bî-tarafîsi ile ecânibe izhâr eylemekte olduğu istinâdsızlıkta aramalıdır.

2. Karîben neşri mukarrer olan beyanname hususuna gelince bu ancak hükümetin her nokta-i nazardan Kuvâ-yı Milliye’ye müstenid olduğu kanaatini verecek bir tarîk-i hareket kabulü ve bunu âleme ihsâs ve izhâr eylemesi suretiyle mevkiini siyaset-i hariciyede kuvetli kıldıktan sonra ve sulh murahhaslarının azîmetinden evvel ve fakat Meclis-i Millî ictimâ etmiş ve mecliste esâsât-ı milliyeyi kabul eylemiş ekseriyetin yani “Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Grubu’nun” muvafakat ve iştirak-i tâmmıyla yapması muvâfık ve müessir olabilecektir. Çünkü Meclis-i Millî’de ekseriyet fikrine istinâd etmedikçe bu beyanname düşmanlarımızca hâiz-i kıymet ve itibar addedilmiyecektir. Mütâlaat-ı âcizanemize nazaran bu hususta işe evvelâ kabul olunacak ıslâhâttan değil belki milletin istiklâl ve mülkün tamamîsinden başlamak, ancak bunun temînine muallâk ve meşrût olmak üzere umûr-ı idârenin hutût-ı esasiyesi takrir edilmek muvâfık olacaktır. Millete istinâd ettiğini iddia eden hükümet-i hâzıra için de bu beyannameye esas olacak Sivas Umumî Kongresi beyanname ve nizamnamesindeki hutût-ı mühimmedir ki bunlar da müstakbel hudutlar, devlet ve milletin istiklâli, ekalliyetlerin hukuku, müzaheretin milletçe tarz-ı telâkkisi gibi hususâttır. Bunun şimdiden ihzârı pek lâzım ve Meclis-i Millî’nin küşâdında da ekseriyet grubuyla bi’l-müzakere ilânı zarurî telâkki olunmaktadır.

3. Dahiliye Nâzırı’nın istifasıyla kabinede bir buhran husûlüne sebep görülememektedir. Bundan olsa olsa heyet-i umumiyenin makamı riyâset-i Sadrazam yerine Dahiliye Nâzırı’nın şahsında görmekte olmaları manası çıkarılabilir. Malûm-ı samileridir ki bir kabinede buhran ancak Sadrazam’ın istifasıyla hâsıl olur ki böyle bir halin arzu edilememesinden dolayı da Ali Rıza Paşa’nın istifa etmemesi evvelce bi’l-münâsebe istirham olunmuştu. Fakat izâhât-ı devletlerinden öyle anlıyoruz ki, kabine Dahiliye Nâzırı Şerif Paşa’ya tâbi kalmakta ve müşarünileyh de sakıt damat Ferit Paşa’ya merbût bulunmaktadır. Polis müdürünün elân makamında oturması, memurîn-i dahiliyenin tarz-ı tayini bu irtibatın en bâriz alâmetleridir. Halbuki gerek zât-ı devletleri ve gerekse Ahmet İzzet Paşa Hazretleri bu kabine re’s-i kâra geçtiği zaman eski kabineden müdevver zevât hakkındaki endişemize cevâben temînat-ı kat’iye ve kefalet-i vicdaniyede bulunmuşlardı, istitrâd olarak şunu da arz edelim ki polis müdürü yerinde kaldıkça şahsınız da taht-ı tehlikededir.

4. Meclisin küşâdıyla dahiliye ve hariciye nâzırlarının tebdilinin muhakkak olduğu hakkındaki işaret-i devletlerini iyice anlayamadık. Keyfiyetin tahakkuku için bu iki nâzırın meclis huzuruna çıkmadan evvel istifa edeceklerini şimdiden vaad eylemiş olmaları veyahut Sadrazam Paşa’nın zât-ı şâhâne ile bu bâbda anlaşmış bulunması lâzımdır. Meclisin kabineye itimat reyi vermesi haline göre de bunların tebdili meclisin pâdişâhla anlaşmasına mütevakkıftır.

5. Düşmanların meclisi küşâd ettirmemek isteyecekleri ve her türlü vesileye mürâcaat edecekleri tabiidir. Yalnız meclisin ictimâına irâde etmiş olan zât-ı şâhânenin, bu ictimâı gayr-i meşrû’ telâkki etmesi, irâdesini nakz eylemesi ihtimali vârid-i hâtır mıdır? Fi’l-hakika pâdişâhın Meclis-i Millî’nin gayr-i meşrû’ olduğuna dair bir kanaati varsa o halde meclis, İstanbul’da dağıtmak ve milleti meb’ûsansız bırakmak için mi toplanıyor. Binâenaleyh zât-ı şâhânenin bu bâbdaki nokta-i nazarlarının heyetimizce kat’î olarak şimdiden bilinmesi lâzımdır ki meb’ûsları hariçte, emin bir mahalde toplamak için teşebbüsâtta bulunalım. Aksi halde meclis İstanbul’da ictimâ yüzünden ber-vech-i bâlâ ahvâle dûçâr olursa bunun mes’ûliyeti Dersaadet’te ictimâı hususunda ısrar edenlere râci olacaktır.

6. Meb’ûsların Ankara’ya gelmeleri memleketin halâsı uğrunda aynı kanaatte olan eşhâsın mecliste müttefikan çalışmalarım temîn gayesine ma’tûftur. Mecliste kuvvetli milliyetperver bir grubun teşekkülü mecburiyeti vardır. Bu zaruret de meclisin Dersaadet’te ictimâı yüzünden hâsıl olmuştur. Esasen bunun için umumî bir ictimâ yapılacak değildi. Gelenlerle müdâvele-i efkâr sureti tercih olunmuş ve bu suretle zamanın ziyaına meydan verilmemesi takarrür etmiştir. Bu ekseriyet grubunun Kuvâ-yı Milliye ile yakından anlaşması ve ancak bu suretle mecliste milleti temsil eylemesi en mühim bir noktadır. Aksi halde Meclisi Meb’ûsan nazar-ı ecânibde milleti temsil edemez. Arada maazallah ihtilâf-ı efkâr husûlü ise vatanın pek büyük zararını mûcib olur. Binâenaleyh düşmanların tezviratı, memleketin hayat ve memâtına müteallik bu gibi mesâilde hâiz-i tesir ve kıymet olamaz.

7. Nurettin ve Ahmet Fevzi Paşalar hakkındaki mütâlaa-i devletlerine gelince, evvelki cevapnamemizde her doğru şeyin Heyet-i Temsiliye’den sudûr ettiğini iddia eylemiş değiliz. Tatbiki takrir buyurulan prensip hakkındaki mütâlaat-ı âcizânemizi sual etmiş olduğunuzdan bu bâbdaki mülâhazatımızı arz etmiştik. Mütâlaatımızda isabet olduğuna ait kanaatimizi tekrar ederiz.

Heyet-i Temsiliyemiz kabinenin mevki-i iktidara geldiği tarihte sakıt Damat Ferit Paşa’nın miras-ı seyyiâtı olan Aydın cephesi ve mıntakasının oralardaki Kuvâ-yı Milliye’nin hal ve âtisini son derece alâka ile nazar-ı dikkate almış, hükümetin siyaset-i hariciyesine münasip ve o mıntakanın vaziyet ve ihtiyâcât-ı dahiliyesine muvâfık âti için ümit-bahş bir vaziyetin temînini düşünmüş idi. Tasavvurâtını karara raptetmeden evvel nezaret-i celîleleri ve Erkân-ı Harbiye-i Umumiyesinin nikat-ı nazarını bilmeyi bir vazife addeyleyerek ... tarih ... numaralı ma’rûzâtı ile Ali Fuat Paşa’nın millî kumandan olmasını istîzân ve Konya’ya Cemal Bey’in ifsâdâtıyla husûl bulan vaziyeti ıslah ve mevcut fenalıkları itfâ edilebilecek ve cephe umûrunu tanzim eyleyecek bir kumandan tayinini istirhamla bu meyânda Refet Bey’in de tavzîfi münasip olacağını arz etmişti ... tarih ... numaralı emirname-i cevâbîlerinde “Fuat Paşa’yı Ankara’da Kolordusu başında görmek isterim. Refet Bey ismini zayi etmek şartıyla Aydın Cephesi Kuvâ-yı Milliye Kumandanlığı’na tayini muvâfıktır” buyurulmuştu. Miralay Fahrettin Bey’in behemehâl On İkinci Kolordu Kumandanlığı’na tayinini temîn için delâletimiz talep kılınmıştı ve ilâveten Fahrettin Bey’in nikat-ı nazarımıza göre Aydın cephesinin temîn-i ihtiyacı için her türlü tedâbîri icrâ etmeğe taraf-ı devletlerinden talimat ahzeylemiş bulunduğu da zikrolunmuş idi. Binâenaleyh iş’ârât-ı devletleri Aydın cephesinin esbâb-ı müdafaasını tanzim için heyetimizce tertip kılınan plânın esasını, kaidesini teşkil eylemişti. Buna istinâden cephe ile alâkadar olan resmî ve millî kumandanlar ve ashâb-ı ihtisâs ile muhabere ve kısmen de muhtelif cephelerden davet olunan zevât ile müzakere edilerek, Aydın cephesi hakkında bir plan tertip olundu. Bu plâna nazaran Refet Bey Aydın ve Salihli cephelerinin ve bu cephelerle alâkadar olan geri menâtıkın, Konya da dahil olduğu halde, millî kumandanlığını deruhde etmiş ve Fahrettin Bey de Konya’da Kolordusu başında olarak aynı nokta-i nazara tevfîkan nâfi ve müsmir muâvenet ve faaliyet izhâr etmekte bulunmuştur. Ali Fuat Paşa da emr-i devletlerine tevfîkan kolordusu başında bulunmak üzere Ankara’ya gelmişti. Tertibât-ı maruza neticesi olmak üzere bugünkü vaziyet şâyân-ı memnuniyet bir şekle girmiştir. Binâenaleyh başka bir kumandana lüzum olmadığı gibi Nurettin Paşa’nın tayini halinde de namus ve hayatlarını ortaya koymuş iki kıymetli arkadaşımızın kesr-i kalbine Heyet-i Temsiliye’ye tamamen münkad, makam-ı akdes-i hilâfete merbût Demirci Efe ve maiyetinin memleket için muzır bir şekle girmesine sebebiyet verilmiş olacaktır.

Ahmet Fevzi Paşa meselesine gelince: Yirminci Kolordu mıntakası dahilinde mevcut Kuvâ-yı Milliye’nin bir vaziyet-i hususiyesi vardır ki, umum teşkilât-ı milliye üzerine müessir bulunmaktadır. Bu vaziyetin hiçbir sebep ve suretle tebeddülüne hal ve vaziyet müsait değildir. Ma’rûz vaziyetin muhafaza ve idâmesini temîn için bütün bu mıntakada Ali Fuat Paşa’nın devlet nazarında, umûm nazarında, vaziyetinin her türlü tenkitten, mahzurdan muarrâ bulunduğu kanaatinin mahfuziyeti şart-ı esasidir. Binâenaleyh müşârünleyhin Yirminci Kolordu başından her ne şekil ve suretle olursa olsun infisâli harekât-ı milliye esnasında ileri atılmış, ibrâz-ı fedakârî etmiş bulunması sebebine atfolunacaktır ki, mahfuziyeti müemmen olması zarurî bulunan nikat-ı nazara göre asla kabil-i tecvîz değildir. Esasen hükümetçe vârid siyasî mehâzîri bertaraf kılmak için yapılacak her şey yapılmıştır. Binâenaleyh Ali Fuat Paşa’nın bu mıntakada ve bütün ordu nazarında Yirminci Kolordu kumandanı olarak bilinmesi ve kolordunun da fiilen bugün olduğu gibi kifayet ve iktidarı ve âmâl ve makasid-i hakikî ile tamamen mutabık olduğu, müsellem bulunan 24. Fırka Kumandanı Kaymakam Mahmut Bey’in uhde-i vekâletinde kalması hal ve vaziyetin icâbat-ı zaruriyesindendir. Ahmet Fevzi Paşa hakkında menfî bir mütalaada bulunmak arzu etmeyiz. Fakat şunu da ilâveye mecburuz ki, müşârünleyh tasavvur buyurduğunuz nikat-ı nazardan teşrik-i mesâi kabiliyetini hâiz değildir. Müşarünleyhin daha bidayette vazife-i mahsusa ile geşt ü güzar eylediği zamanlarda vâki mantıksız ifadâtını ...tarihli şifre ile arz eylemiştik. Bunun me’mul olamayacağına dair cevâb-ı samileri alındıktan sonra idi ki, müşarünleyhin bizzat Rauf ve Bekir Sami Beyefendilere yazdığı cevâbî şifrede ordu bugünkü anarşi halinde kaldıkça memleket için felâket muhakkak bulunduğu tarzındaki ifadesi ile teşkilât-ı milliyenin ve bunun zahîri olan ordu münasebetinin kendi ictihadına göre anarşi telâkki edildiği anlaşılmaktadır. Halbuki malûm-ı devletleridir ki ordu, teşkilât-ı milliye kadrosu haricinde değil, belki onun ruh ve esasını teşkil eylemektedir.

Son alınan raporlarda müşarünleyh Fevzi Paşa’nın Gönen’de ilk iş olarak Anzavur meselesinden dolayı bin müşkilâtla ele geçirilebilen canilerin tahliyesini talep eylediği bildirilmektedir. Binâenaleyh vatan ve milletin halâsı mevzu-i bahis olduğu şu hengâmede aynı maksat uğrunda fedakârâne çalışan zât-ı samilerinin vaziyet ve kabiliyet-i mahalliyeyi yakından bilen heyet-i âcizânemizle müdâvele-i efkâr eylemeden tayin buyurmuş oldukları iki zatın adem-i kabulüne ait serd kılınan zarurî ve muhik mütalaatı bir izzet-i nefis meselesi yapmak isteyeceklerini, vatana olan sadakat, millete olan merbutiyetleri itibarıyla gayr-i kabil-i telif gördüğümüzü ve mahzâ, vatan ve milletin menâfii nokta-i nazarına ma’tûf ma’rûzât-ı vâkıâmızın hüsn-i telâkki buyurulacağından emin olduğumuzu samimiyetle arz eyleriz.

İstifaları halinde Meclis-i Meb’ûsân in’ikadının bir hayal-i muhal olacağı kaydına nazaran Sadrazam da dahil olduğu halde kabinenin meşrûtiyet-i idârenin aleyhdârı bulunduğu anlaşılmaktadır. Pek mühim olan bu noktanın tamamıyla teşrih ve izahı heyetimizce zât-ı devletlerinden ricâ olunur.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 218

(Zarfın üstü)

Harbiye Nezareti

Devletlü Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

Mektup

Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Dairesi

Şube

Numara

24.12.35 tarihiyle mutâ müşterek takririn vusûlünü tasdik eder. Ve bu bâbda âtideki tafsilâtın İngiltere, Fransa, İtalya hükûmât-ı müfahhamesi fevkalâde komiserlerinin enzar-ı adline vaz’ına kemâl-i hürmetle müsaadeler ricâ ederim:

Malûm-ı asilâneleridir ki, İzmir’in mübtedâ-yı işgali, mahallinde Amiral Calthorpe’un notasıyla başlamış ve bu notada işgalin Düvel-i Mütelife kıtaatı tarafından vukubulacağı ve bunun da bizzat İzmir şehriyle tahkimat hattına maksur kalacağı bildirilmiş ve kısa bir fâsıladan sonra da emr-i işgal sadece Yunan kıtaatına havale ve emanet edilmişti. Yunan kıtaatı tarafından yapılan işgal ve avâkıbının bizi davet eylediği medîd tazallüm ve şikâyetlerimiz bi’n-netice muhtelit bir komisyonun İzmir havalisinde icrâ-yı tahkikat eylemesini icap ettirdi. Ancak şu icabın teslim ve husûlüne değin takdir edemeyeceğim esbâb ile hâsıl olmuş fâsıla-i teehhür içinde pek can-hıraş bir şekil ve seyir alan Yunan yırtıcılığı karşısında esasen dağlara, derelere çıplak ve sefil bir halde dağılarak sığınmış olan halkı artık hıfz-ı hayat ve sıyânet-i namus kaydına düşürmüştü. Hükümet ve ordu daima tahkik komisyonunun adl ü nasfetine nasb-ı itimat etmekle beraber “bir taraftan da hiç olmazsa bu boğuşmanın akıttığı kanları muvakkaten olsun dindirmek için Harbiye Nezaretimiz 23.8.35 tarih ve 5037 numaralı tezkere ile General Milne cenaplarına (A) işaretli merbût teklifte bulunmuştur.

Kuvâ-yı Milliye ile Yunan kıtaatı arasına Osmanlı kıtaatı vaz’ından ibaret olan işbu teklife redd-i cevap edilmesi üzerine yine Harbiye Nezaretince suretleri merbût 20 ve 27.8.35 tarih ve 4963, 5142 numaralı B, C teklifleri yapılmış, ve mıntaka-i işgalin Yunan kıtaatından gayrı İtilâf kıtaatı tarafından işgalini mütemenni işbu iki teklif de tamamen cevapsız bırakılmıştı.

Hüsn-i niyete makrun her gûnâ teşebbüslerinin neticesizliğiyle akan kan karşısında gerek hükümetin ve gerek ordunun uzun müddet seyirci kaldığı bir sırada idi ki General Milne cenapları Harbiye Nezareti’ne tahdîd-i hudûdu gösterir 3 Teşrinisani 919 tarih ve 23/4114 numaralı sureti merbût tezkereyi göndermiş ve halbuki böyle bir tebliğin ahkâmını tatbike Harbiye Nâzırı re’sen salâhiyettar bulunmadığı için usûlen hükümete sebk eden mürâcaati üzerine hükümetçe de zât-ı asilânelerinize sureti merbût . . . tarih ve . . . numaralı nota ile arz-ı hal olunmuştu. Her ne kadar işbu vukuâtı Harbiye Nâzırımız bir münakaşa-i âtiyeden ictinaben suretleri merbût F, G, 5 ve 15.11.335 tarih ve 6338, 6501 numaralı tezkerelerile General Milne cenaplarına hemen ve tamamen ilân eylemiş ise de; fakat işbu tezkereler üzerine müşarünleyh General cenaplarından gerek cevâben ve gerek re’sen yine suretleri merbût H, I işaretli ve fakat yekdiğerini mütenâkız tezakir vürûd etmiştir. Binâenaleyh gerek suretleri merbût evrak-ı muhaberenin lütfen mütâlaası ve gerek arz edilmiş bâlâdaki tafsilâtın nasfet ve mürüvvetleri pek müsellemimiz bulunan zât-ı asilânelerinizi Harbiye Nezaretimize karşı en küçük su-i tefehhümden tenzih edeceğine âcizlerince pek büyük bir kanaat vardır. Bununla beraber mücerred Harbiye Nezareti’nin hükümetçe meclis-i âli mukarrerâtını tatbikte re’sen âmir-i takrir ve icrâ bulunamaması kaide-i düveliyesinin tevlîd eylediği şu gayr-i kabil-i ictinab su-i tefehhümden dolayı ayrıca ve fevka’l-had arz-ı teessür’at eylemekte asla teehhür etmek istemem. Muvakkat hatt-ı hudûdun Yunanlılar tarafından tamamî-i işgaline mümânaat eden kuvvete gelince işbu kuvvetin gördüğü zulm ü taaddi karşısında himayesiz kalmış ve kanına susamış ahali kütlesinden ibaret bulunduğu zât-ı asilânelerinizce pek zâhirdir. Hükümetin ve ordunun işbu mazlum halka karşı himaye göstermemesi gibi mukavemet ibrâz edemeyeceğindeki aczinin de lütfen takdirini pek temenniler ederim ve işte işbu aczin sevk ve tesirleridir ki gerek hükümet ve gerek Harbiye Nezareti şimdiye kadar akmış ve akmakta bulunmuş olan işbu fuzulî kanın önünü almak için daima makamât-ı asilânelerinize istimdâdlar yağdırmış ve meselenin bir an evvel çare-i hal ve adlini niyazlar eylemiştir. Bilhassa ve bi’l-vesile işbu niyazları yine tekrar eder ve gerek hükümet ve gerek Harbiye Nezareti güya meclis-i âli mukarrerâtını tatbik etmiyor gibi bir töhmetten artık tahlîse mürüvveten delâlet buyurulması niyazlarıma da ihtirâmât-ı fâikamı ilâve eylerim.

Vesika 219

Harbiye Nezareti

Nezaret Şubesi

Kalem-i Mahsus

Arz-ı mahsustur.

Fevzi ve Nurettin Paşalar hakkında diğer arîza ile vâki olan izâhâtıma ilâveten vaziyet-i umumiye-i hariciye ve dahiliye hakkında ber-vech-i âti arz-ı ma’lumâta lüzum gördüm:

1– Düvel-i Mütelife hakkımızda henüz kat’î bir karar vermediler. Fakat en çok korkulan cihet memleketimizi mıntaka-i nüfûzlara taksim eylemeleri hususudur. İngilizler açıktan açığa bize muârız vaziyettedirler. Fransızlar zâhirî bir yaltaklık gösteriyorlarsa da Adana meselesi ortaya sürülünce derhal tebdil-i tavır ediyorlar. Hatta bir Fransız muhipler cemiyeti teşkili için Celâlettin Arif Bey’e mürâcaat ettiler. Adana’nın tahliyesi şartıyla böyle bir teşebbüse muvafakat olunacağı cevâbını aldılar. Ve bu mesele bu suretle muallâkta kaldı. Amerikalılar da bizim kendi memleketimiz için ne gibi metâlibimiz olduğunu soruyorlar.

Elhâsıl Düvel-i Mütelife’den herbiri bizim ortaya atılmamızı bekliyor. Herhangi birisine göstereceğimiz bir temâyüle karşı diğeri bütün kuvvetiyle vaz’-ı muhalefet almıya müheyyâ bir haldedir.

İstihzarat-ı Sulhiye Komisyonu vesâike müsteniden birçok istihzarat yapıyor. Bizim her şube-i idariye için arzu ettiğimiz ve kabul edebileceğimiz ıslâhâtı tespit ediyorlar. Vahdet-i Osmaniye ve Wilson prensipleri esası dahilinde kabul edebileceğimiz ıslâhâtı müş’ir karîben bir beyanname neşredeceğiz.

2– Vaziyet-i dahiliyeye gelince kabinede Dahiliye Nâzırı bir iki defa istifaya teşebbüs etti. Fakat Meclis-i Millî açılıncaya kadar bir buhrana sebebiyet vermemek için bütün kuvvetin sarfıyla önüne geçildi. Bu heyet-i hükümetin Meclis-i Meb’ûsan açılınca tasfiye olunacağı kanaati kabine heyetince tamamen ma’lûm bir keyfiyettir. Hele Dahiliye ve Hariciye Nâzırlarının değişeceği muhakkaktır. Fakat Hürriyet ve İtilâf Partisi ve İngilizler Meclis-i Meb’ûsan’ı açtırmamak için bütün kuvetleriyle çalışıyorlar. Hatta İngiliz Muhipler Cemiyeti’nin zât-ı şâhâneye mürâcaatla bu meclisin meşrû’ olmadığını beyan ve feshini istirham eyleyecekleri haber alındı. Hükümetin bütün mesâisi Kânunusani’nin onuna doğru açılacak olan Meclis-i Meb’ûsân toplanıncaya kadar bu gibi tesirâta mukavemet ve meclisin küşâdını temîn etmektir. Binâenaleyh bu on gün için hükümetin en kuvvetli bir şekilde mevcudiyeti elzemdir.

3– Meb’ûsanın intihâbında hiçbir suretle müdahale vâki olmadığı kanaati maa’ş-şükran her yerde hâsıl olmuştur. Ancak taşra meb’ûslarının İstanbul’a gelmezden evvel Ankara’da hususî bir ictimâ akdedecekleri haberi intihâbatın her türlü müdahaleden âzâde kaldığı hakkındaki hüsn-i kanaati tamamen zîr ü zeber edecek bir şekildedir. Her taraftan bu keyfiyet ileri sürülmekte ve tezvirat için âlet ittihâz edilmektedir. Meb’ûsların böyle toplu bir manzara göstermemelerinin temînini ve kendilerine vâki olacak izâhâtın nazar-ı dikkati celp etmeyecek surette temîn-i itasını hassaten ricâ eylerim. Zât-ı devletlerine ve rüfeka-yı muhteremeye ayrı ayrı, ihda-yı selâm ve takdim-i ihtiram eylerim efendim.

31 Kânunuevvel 335

Harbiye Nâzırı

Cemal

Vesika 220

Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin Ankara’yı ilk teşriflerinde memleket eşrâf ve mütehayyizânına îrâd buyurdukları nutkun suretidir.

Heyet-i Temsiliye zamanında

Muhterem Efendiler!

Heyet-i âcizânemizi Ankara’ya muvâsalatımız günü umum ahalinin erkek, kadın, çocuk tekmil halkın samimî ve vatanperverâne tezâhürât-ı fevkalâdesiyle taltif buyurdunuz. Bugün müctemian şeref-i ziyaretinizle de bahtiyar kıldınız. Bu münasebetle de heyet-i âcizânemizin derin hürmet ve teşekkürlerini takdim etmekle kesb-i mübahat eylerim.

Muhterem vatandaşlarımızı böyle müctemi bir halde selâmlamak bizim için kıymetli bir fırsattır. Müsaade buyurursanız, bu fırsattan istifade ederek kısa bir hasb-i halde bulunmak isterim.

Efendiler!

Cümlenizin malûmudur ki harbin son devresinde Amerika Reisicumhuru Wilson, on dört maddeden ibaret bir programla ortaya çıktı. Bu program milletlerin kendi mukadderâtına hâkimiyetini temîn ediyordu. Programın on ikinci maddesi ise münhasıran Türkiye’ye, devletimize ve milletimize aittir. Wilson bu madde ile Türkiye’nin, milletimizin, hâkimiyet-i tâmmeye mâlik olması lüzumunu dermeyan ettikten sonra buna bir iki kayıt da ilâve etmiştir. O kuyûd şunlardır: Aramızda yaşâyân anâsır-ı gayr-i Müslime’nin emniyetlerini ve serbestî-i inkişaflarını temîn etmek .... Bir de Boğazların küşâde bulundurulmağıdır. Umum İtilâf Devletleri Wilson’un prensiplerini kendi menfaatleri için muvâfık gördükleri gibi bizim devletimiz de bu on ikinci maddeyi kabulde hiçbir beis görmedi. Ve kabul etti. Hakikaten kabul edilebilecek bir prensiptir. Çünkü Mister Wilson’un istediği anâsır-ı gayr-i Müslime’nin emniyet-i can ve malları ve her türlü hukuk ve esbâb-ı inkişafları için icap eden her şeye zaten öteden beri devletimiz ve milletimiz tarafından riayet edilmiş idi. Fi’l-hakika anâsır-ı gayr-i Müslime’nin Osmanlı Devleti ve milleti âgûşunda mazhar oldukları imtiyâzat üç asrı mütecâviz bir zamandan beri ziyadesiyle mevcuttur. Binâenaleyh bu kayıt bizim için yeni bir şey değildir.

Boğazların serbestisi meselesine gelince:

Bu güzergâhta pâyitahtımız, kalpgâh-ı devletimiz vardır. Bunun emniyetini ba’de’l-istihsal umum ticarete âmâde olarak küşâd edilmesi de lâzimeden görülür. İşte devletimiz ancak bu esâsât dairesinde muharebeden çıkmak ve mütareke yapmak kararını verdi. Bunun neticesi olarak İtilâf Devletleriyle 30 Teşrinievvel 1334’te mütareke akdetti. (Mütarekenameyi göstererek) Malûmunuz olan mütarekename budur. Tabii cümleniz bunun muhteviyâtını bilirsiniz. Muhteviyâtı ile tatbikatı arasında nekadar azîm farklar olduğunu bir daha umumun nazar-ı dikkatine vaz’etmek isterim. Mütarekenamenin bazı mühim maddelerini hatırlatacağım:

Meselâ beşinci maddeye nazaran hudutların muhafazası ve asayiş-i dahiliyenin idâmesi için lüzum görülecek kuvâ-yı askeriyeden mâadâsı terhîs olunacak... İşbu kuvvetlerin miktar ve vaziyetleri tarafeynin müzakeresiyle takarrür ettirilecek idi.

Pek mühim olan yedinci madde “İtilâf Devletleri’nin herhangi sevkü’l-ceyş noktasını işgal hakkını hâiz olmalarını, Müttefiklerin emniyetlerini tehdit edecek vaziyet zuhûrunda” şart-ı sarîhiyle tayin etmiştir.

Onuncu madde yalnız “Toros tünellerinin Müttefikler tarafından işgali”ne ilh... münhasırdır.

On ikinci madde “hükümet muhhaberâtı müstesna olmak üzere telsiz telgraf ve kabloların murakabesini ilh...” tecvîz ediyor.

On beşinci maddede, “memâlik-i Osmaniye dahilindeki hutût-u hadidiyenin” yalnız ve ancak murakabesi mevzu-i bahistir. On altıncı maddede “Kilikya’daki ordularımızdan mahallinin inzibatı için iktiza eden kuvvetin orada terki ve mütebakisinin beşinci maddeye tevfîkan terhîsi” pek sarîh olarak mezkûrdur. Ve bundan başka hiçbir kayıt ve şart yoktur.

Yirmi dördüncü madde “vilâyât-ı sittenin herhangi bir kısmının işgali hakkını İtilâf Devletleri’ne muhafaza ettiren sebep, bu vilâyetlerde iğtişâş zuhûru hali olacağı” sarîhtir.

İşte efendiler; mütarekenamenin en çok nazar-ı dikkati câlib noktaları bunlardır.

Bu maddelerin mazmunlarıyla tatbikatı arasında tetabuk var mıdır?. Meselâ mütarekenamenin ilk akd olunduğu zamanlarda İngilizler Musul’u işgal etti. Mütarekenamenin akdinde bizim ordumuz Musul’da, İngilizler cenupta idi. Mütarekeden sonra oradaki kumandanla iğfalkârâne temas ederek askerlerini Musul’a soktular. İstanbul’u berrî ve bahrî kuvvetleriyle işgal ettiler. Bu hususta mütarekenamede müsaade var mıdır?

Adana havalisini, Urfa’yı, Ayıntap ve Maraş’ı evvelâ İngilizler ve ba’dehu Fransızlar işgal ettiler. Buna dair de mütarekede bir madde yoktur. Kilikya’da bizim kuvâ-yı askeriyemizden beşinci madde mûcibince mahallî inzibatını temîn edecek kadarı bırakıldıktan sonra fazlası terhîs edilecekti. O halde bu tatbik edilmiş olan şekil nedir?

İtalyanlar Antalya’yı işgal ettiler, muharip bulunmadığımız Yunanlılar da İzmir ve havalisini işgal ettiler, hulâsa mütarekenameyi baştan başa hurdahaş ettiler, bu tecavüzata, bu hakşikenâne muamelâta karşı İstanbul’daki hükümet-i merkeziyeler maa’t-teessüf âciz bir vaziyet aldı. Hatta yapılan haksızlıkları protesto bile etmemişlerdir.

Evet İstanbul’un, Antalya’nın, Kilikya’nın haksız işgallerini protesto dahi etmemişlerdir. Bunu yapmadıktan başka İstanbul ’da meselâ henüz sulh akd etmediğimiz bir milletten jandarmamıza kumandan tayin ettiler. Kömür tedârikindeki müşkilâtı iktihâm edememek aczi yüzünden İstanbul’un tramvaylarını, su kumpanyasını, bütün şimendifer hatlarımızı henüz hâl-i mütarekede bulunduğumuz İtilâf Devletleri’nin taht-ı idâresine verdiler. Halbuki biliyorsunuz, mütarekenamede yalnız şimendiferler için kontrol mevzu-ı bahistir. Yoksa idâresini sulh yapmadığımız Düvel-i Mütelife’ye tevdî etmek akıl ve vicdanın kabul edemiyeceği hususâttandır. Hatta efendiler! Büyük bir teessürle söylemeye mecburum ki, Bâbıâli’nin muhafazasını bile Ferit Paşa son zamanlarda ecnebilere terketmiştir. Memleketin dahilî asayişini, hudutlarını temîn ve muhafaza için lüzumu kadar asker silâh altında terk edilecekti. İlk zamanlarda seksen bini mütecâviz bir kuvvet kâfi görüldü. Bi’l-âhire İtilâf Devletleri kırk üç bine tenzil ettiler, bir müddet sonra da birçok vasıtalarla bu miktarın da dûnuna indirildi. Bütün eslihamızın sürgü kollarını çıkararak sandıklarla gönderdiler. Milletimizi, memleketimizi tamamen müdafaasız bırakmak maksadını takip ettiler.

Görülüyor ki efendiler! İtilâf Devletleri iki noktalarda hânis bulunuyorlar. Birincisi: Wilson prensiplerini Versailles Konferansı’nda kabul ve ilân ettiler. Buna nazaran on ikinci maddeyi ve bunun hükmünce bizim hukukumuzu kabul ettiler. Halbuki fiilî hareketlerde Wilson prensiplerini, Türkiye’nin hayat ve mukadderâtını zâmin ve kâfil olan on ikinci maddeyi nazar-ı dikkatten dûr tuttular. İkincisi: Şeref ve namusları üzerine imza etmiş oldukları mütarekenamenin hiçbir noktasına riayet etmedikten başka on ikinci maddenin ahkâmına muhâlif olmak üzere devletimizi manda altına almak ve hatta büsbütün inkısâma uğratmak kararlarına kadar ileri gittiler.

Bi’t-tabi Efendiler bu hal şâyân-ı dikkattir. İtilâf Devletleri’ nde büyük bir zihniyet tebeddülü görülüyor. Mütarekenamenin akdinde hür ve müstakil yaşamağa lâyık bir Osmanlı milleti kabul ettikleri halde aradan bir iki ay geçtikten sonra bu kanaatlerden tecerrüd ediyorlar. Başka renk ve manada kararlar veriyorlar. Bunun sebebi şu suretle izah olunabilir: Ecnebiler kendi menâfi-i iktisadiye ve siyasiyelerini tatmîn edebilmek için aleyhimizde icat ettikleri iki mütâlaayı yürütmeğe başladılar, bu mütâlaalardan birincisi güya milletimizin anâsır-ı gayr-i Müslime’yi müsavat ve adâlet düstûruna tevfîkan idâreye gayr-i muktedir olduğu.

İkincisi de güya milletimiz heyet-i umumiyesiyle kabiliyetten mahrum bulunduğundan bahçe halinde bulunan yerlere girmiş ve oralarını harabezara çevirmiş... Birincisi ile millete zalimlik atf ü isnâd ediyorlar. İkincisi ile kabiliyetsizlik... Eğer bu iki mütâlaa cidden vârid olsa idi, milletimizin müstakil yaşamağa hakkı iddia olunamazdı. Hakikaten zulüm medeniyetle kabil-i telif değildir. İstidatsızlık da şâyân-ı af bir şey olamaz. Çünkü milletler işgal ettikleri arazinin sahib-i hakikisi olmakla beraber beşeriyetin vekilleri olarak da o arazide bulunurlar. O arazinin menâbi-i servetinden hem kendileri istifade eder ve dolayısıyla bütün beşeriyeti istifade ettirmekle mükelleftirler. Bu düstûra göre bundan âciz olan milletler hakk-ı beka ve istiklâle lâyık olamamak lâzım gelir.

Halbuki bu mütâlaat bizim hakkımızda kat’iyen gayr-i vâriddir. Her ikisi de mahz-ı iftiradır. Milletimizin kabiliyetsiz olmadığı tarihen ve mantıkan sâbittir. Bunun delilini yine ecânibin kendi muamelelerinde bulabiliriz. Avrupa devletleri mütarekeden evvel ve mütareke anında mütarekename ile “kendi hudûd-ı millisi dahilinde yaşamaya lâyık Türkiye kabul etmişlerdir” aradan bir sene geçmeden nasıl oluyor da bir millet zalim ve kabiliyetsiz oluyor. Ve bundan dolayı hakk-ı hayattan mahrum edilmek isteniliyor. Avrupa devletleri milletimizi evvelce bilmiyorlar mıydı? Wilson prensiplerini kabul ve mütarekenameyi imza ettikleri zaman altı asırlık bir milletin mahiyeti, kabiliyeti hakkındaki ma’lumâtları noksandı da bir iki ay zarfında mı ikmâl ettiler?. Hakkımızda tatbik edecekleri kararları bilmiyorlardı da sonra mı hatırlarına geldi?

Halbuki düşününüz efendiler! Milletimiz ufak bir aşiretten; anavatanda müstakil bir devlet tesis ettikten başka garp âlemine, düşman içine girdi ve orada azîm müşkilât içinde bir imparatorluk vücuda getirdi. Ve bunu, bu imparatorluğu altı yüz seneden beri kemâl-i şevket ve azametle idâme eyledi. Buna muvaffak olan bir millet elbette âli hasais-i siyasiye ve idâreye maliktir. Böyle bir vaziyet yalnız kılıç kuvvetiyle vücuda gelemezdi. Cihanın malûmudur ki Devlet-i Osmaniye pek vâsi olan ülkesinde bir hudûdundan diğer hudûduna ordusunu sür’at-i fevkalâde ile ve tamamen mücehhez olarak naklederdi. Ve bu orduyu aylarca ve belki de senelerce hüsn-i iaşe ve idâre ederdi. Böyle bir hareket yalnız ordu teşkilâtının değil, bütün şuabât-ı idariyenin fevkalâde mükemmeliyetine ve kendilerinin kabiliyeti olduğuna delâlet eder.

Milletimizin zalim olması meselesine gelince, bu da sırf iftiradan, mahz-ı kizbden ibarettir.

Efendiler, hiçbir millet, milletimizden ziyade ecnebi unsurların iti’kadat ve âdâtına riayet etmemiştir. Hatta denilebilir ki edyân-ı sâire erbâbının dinine ve milletine riayetkâr olan yegâne millet bizim milletimizdir.

Fatih İstanbul’da bulduğu dinî ve millî teşkilâtı olduğu gibi bıraktı. Rum patriki, Bulgar eksarhı ve Ermeni kategigosu gibi Hıristiyan rüesâ-yı diniye hâiz-i imtiyâz oldu. Kendilerine her türlü serbestî bahşedildi.

İstanbul’un fethinden beri, gayr-i Müslimlerin mazhar bulundukları bu imtiyâzât-ı vâsia milletimizin dinen ve siyaseten dünyanın en müsaadekâr ve civanmert bir milleti olduğunu isbât eder en bâriz delildir.

Milletimize bu isnâdatta bulunan muârızlar insaf etsinler de dünyanın en büyük ve medenî milleti olduğunu iddia edenlerden, din-i İslâm’ı suret-i resmiyede tanımayan, İslâmları Pazar gününü yevm-i tatil ve mübarek suretinde tanımaya icbâr eden ve İslâmların yevm-i mahsusu olan Cuma gününü resmen tanımayan milletler olduğunu unutmasınlar.

Memleketimizde yaşâyân anâsır-ı gayr-i Müslime’nin başına ne gelmiş ise, kendilerinin ecnebi entrikalarına kapılarak ve imtiyâzlarını su-i istimâl ederek suret-i vahşiyânede takip ettikleri iftirâk siyaseti neticesidir.

Her halde Türkiye’de zuhûra gelmiş şâyân-ı arzu olmayan bazı ahvâl birçok esbâb ve mazerete istinâd etmektedir. Bunu da kat’î olarak arz edebilirim ki bu ahvâl, Avrupa devletlerinde mazeretsiz irtikâb edilmiş bunca i’tisafattan pek dûn bir mertebededir.

Rusya’nın Polonya’ya karşı bir buçuk asır müddet takip ettiği hunrîzâne siyaset, Kafkasya’da Çerkeslere, ve Pogrom namıyla Musevilere tatbik ettiği mezâlim bu meyânda sayılacak misâllerdendir.

Tekrar ediyorum, aleyhimizde serd edilen mütâlaat yanlıştır. Bu hakikat tarihen ve mantıkan sâbittir. Bu hususu yalnız garba değil, hatta vatandaşlarımıza da ehemmiyetli bir surette ihtar etmek lüzumunu hissediyorum. Çünkü nadirattan olmakla beraber teessüfle işitiyoruz ki milletin tarihini okumamış veya hiss-i milliden mahrum kalmış olması lâzımgelen bazı şahıslar, ecnebilerin aleyhimizde serd ettikleri ithâmâtı reddetmedikten başka vatanlarını, milletlerini kabahatli göstermekten çekinmiyorlar. Hâlâ bugün, Sultani Mektebi’nin salonlarını aleyhimizde konferans verdirmek için ecnebilere küşâde bulunduranlar var, bu gibilere lânet...

Efendiler! Düşmanlarımız hakkımızda icat ettikleri iftiralarını bir aralık Paris Konferansı’na da kabul ettirir gibi oldular. İhtimal bunun neticesi olarak daha muharebe esnasında biribiriyle yaptıkları hafî ahidnamelerin ve teati ettikleri sözlerin tatbikatına başlanmış idi. İzmir, Antalya, Adana, Ayıntap, Urfa ve Maraş’ın işgalleri hep bir mütekabil taahhüdât neticesi olsa gerek... Halbuki haktan, adâletten bahseden İtilâf Devletleri’nin bu gibi muamelelerde bulunmamaları lâzım gelirdi, medeniyet ve insaniyetten bahsedenlerden buna intizâr edilmezdi.

Fakat Efendiler!.. Her halde âlemde bir hak vardır. Ve hak kuvvetin fevkindedir. Şu kadar ki milletin hukukunu müdrik olup müdafaa ve muhafazası emrinde her türlü fedâkârlığa müheyyâ olduğuna dair âleme bir kanaat vermek lâzım gelir. İşte düşmanlarımızın bu hareketi, milletimizi bu idrâkten ve bu hiss-i fedakârîden mahrum zannettiklerinden neş’et eylemiştir.

Fakat doğrusunu söylemek lâzım gelirse mütarekeden beri biribirini vely eden hükümetlerimizin memleketin ma’rûz kaldığı haksızlıklara karşı kusurlu ve akılsızca hareketleri aleyhimizdeki yanlış fikirleri teyide medâr olmuştur. Meselâ Tevfîk Paşa vatanımızın bir kısmını Ermenistan’a ilâvede bir beis görmemekte idi. Ferit Paşa beyânât-ı resmiyesinde vilâyât-ı şarkıyede vâsi bir Ermenistan muhtariyetinden bahsettiği gibi Paris’te de cenup hudûdumuzun Toros olabileceğini söylemişti. Toros’un cenubunda Arapça tekellüm edildiğini zannediyor. Ve Toros’tan ta Antakya’ya kadar olan mıntıkanın Türklerle meskûn ve bin senedenberi Türk kanıyla yoğrulmuş olduğunu bilmiyordu. İşte bu gibi hükümetlerin tavr u hareketleridir ki, milletimizi mazisini unutmuş milletin ve hususî medeniyetlerin bahşettiği hukuktan, bihaber, kansız, miskin bir millet olarak tanınmasına yol açılmıştı. Milletimizin kendini bu suretle telâkkiye meydan vermesinde pek büyük bir kabahati vardı. Milletimizin o kabahati efendiler, hükümet-i merkeziyenin icrââtıyla Avrupa’nın namusuna fart-ı itimat göstermiş olmasıdır. İşte bu kabahatten nâşi kendi kıymetini, mahiyetini, fezailini unutturmak derecesine düşmüştür.

İzmir hâilesinden sonra idi ki, milletimiz hakikaten mütehassis ve mütenebbih oldu. Ve derin bir uçuruma sürüklendiğini idrâk etti. Ve onu müteakib hukukunu bizzat müdafaaya karar verdi, tabii bunu yapabilmek için bir şekil almak, taazzuv etmek lâzım gelirdi. Zaten her taraftan teşkilât ve taazzuvat daha evvel başlamış idi. Fakat evvelâ Erzurum ve ba’dehu Sivas Kongrelerinde vahdet-i umumiyemiz vücuda geldi. Erzurum ve Sivas Kongrelerinin bütün cihana karşı olan beyannamesi ve nizamnamesi muhteviyâtı hâiz-i ehemmiyettir. Esasen muhteviyâtı cümlenizce malûmdur. Fakat müsaade ederseniz her ikisinden bazı noktaları burada tekrar hatırlatmak isterim: Nizamnamenin teşkilâta ait sahifesinde görülüyor ki maksat “Osmanlı vatanının tamamiyetini ve makam-ı muallâ-yı hilâfet ve saltanatın ve istiklâl-i millinin masûniyetini temîn zımnında Kuvâ-yı Milliye’yi hâkim kılmaktır.”

Efendiler! Bir millet mevcudiyeti ve hukuku için bütün kuvvetiyle, bütün kuvâ-yı fikriye ve maddiyesiyle alâkadar olmazsa, bir millet kendi kuvvetine istinâden mevcudiyet ve istiklâlini temîn etmezse şunun, bunun bâziçesi olmaktan kurtulamaz. Hayat-ı milliyemiz, tarihimiz ve son devirde tarz-ı idâremiz buna pek güzel delildir. Bu sebeple teşkilâtımızda Kuvâ-yı Milliye’nin âmil ve irâde-i milliyenin hâkim olması esası kabul edilmiştir. Bugün, bütün cihanın milletleri yalnız bir hâkimiyet tanırlar: hâkimiyet-i milliye. Teşkilâtın diğer teferruatına bakacak olursak işe köyden ve mahalleden, köy ve mahalle halkından yani ferdten başlıyoruz.

Ferdler mütefekkir olmadıkça, hukukunu müdrik bulunmadıkça kütleler istenilen istikamete, herkes tarafından iyi veya fena istikametlere sevk olunabilirler. Kendini tahlîs edebilmek için her ferdin mukadderâtıyla bizzat alâkadar olması lâzımdır. Aşağıdan yukarıya, temelden çatıya doğru yükselen böyle bir müessese elbette rasîn olur. Şüphe yok, her işin başlangıcında aşağıdan yukarıya doğru olmaktan ziyade yukarıdan aşağı olması zarureti vardır.

Birincisinin tecellisinde bütün beşeriyet için gayeye vusûl müyesser olmuş olurdu. Böyle olmanın imkân-ı amelî ve maddisi henüz bulunamadığından bazı müteşebbisler, milletlere verilmesi lâzım gelen istikametin itasında delâlette bulunuyorlar. Bu suretle yukarıdan aşağıya taazzuv ettirilebilir. Biz memleketimiz dahilindeki seyahatlerimizde bi’t-tabi birinci tarzda başlamış olan teşkilât-ı milliyemizin mebde-i hakikiye, ferde kadar indiğini ve oradan tekrar yukarıya doğru hakikî taazzuvatın başladığını kemâl-i şükranla gördük. Bununla beraber derece-i tekemmüle vâsıl olduğunu iddia edemeyiz. Bunun için suret-i mahsusada aşağıdan yukarıya tekrar bir taazzuvun husûlü gayesine suret-i mahsusada sarf-ı mesâi etmemiz bir vazife-i milliye ve vataniye telâkki edilmelidir.

Beyannememizin de bazı noktalarından tekrar bahsetmek isterim. Osmanlı İmparatorluğu’nun muharebeden evvelki hududu malûmunuzdur. Harb-i Umumî’nin neticesi birtakım fedakârlık ihtiyârına devletimizi mecbur kılıyor, buna nazaran devlet için millî yeni bir hudut kabul ettik. Bu hudut beyannamemizin birinci maddesinde musarrahtır. Teferruat itibarıyla bilmeyenler olabilir. Ve bi’t-tabi mazurdurlar. Bu hudut tahassul ederken işin içinde bulunduğumdan bunu da arz edeceğim:

Mütareke akdolunduğu gün ordularımız fiilen bu hatta hâkim bulunuyordu. Bu hudut İskenderun körfezi cenubundan Antakya’dan Halep ile Katma istasyonu arasında Cerablus köprüsü cenubunda Fırat nehrine mülâki olur. Oradan Deyr-i zor’a iner; ba’dehu şarka temdîd edilerek, Musul, Kerkük, Süleymaniye’yi ihtivâ eder. Bu hudut ordumuz tarafından silâhla müdafaa olunduğu gibi aynı zamanda Türk ve Kürt anâsırıyla meskûn aksâm-ı vatanımızı tahdîd eder. Bunun cenup aksâmında Arapça mütekellim dindaşlarımız vardır. Bu hudut dahilinde kalan aksâm-ı memâlikimiz camia-i Osmaniye’den lâyenfek bir kül olarak kabul edilmiştir. Beyannamenin dördüncü maddesine bakalım!. Bu madde ile biz, bizimle beraber yaşâyân anâsır-ı gayr-i Müslime’yi aynı hukuk ve aynı salâhiyette kabul ediyoruz. Hepimiz bu devletin Müslüman ve anâsır-ı gayr-i Müslime dahil olarak aynı suretle tebaasıyız. Ve bu itibarla cümlemizin hukuku birdir, içimizde yaşıyan gayr-i Müslim vatandaşlarımıza bizim hâkimiyet-i siyasiye ve muvazene-i ictimâiyemizi ihlâl edecek fazla birtakım imtiyâzat veremeyiz. Bu madde, dahilî siyasetimizdeki kanaat-i umumiyemizi izah etmektedir. Yedinci madde; siyaset-i hariciye hakkındaki nokta-i nazarımızı bildirir. Her halde devlet ve milletimiz dahilen ve haricen bütün manasıyla müstakil kalacaktır. Bize başka bir tarz-ı idâre tatbik edilemez. Bu bâbda birçok muhtelif esbâbın başında en büyük ve mühim sebep şudur. Dinen dahi müstakil olmak mecburiyetindeyiz. Yalnız vâsi olan memleketimizi serî bir surette imar edebilmek için ve milletimizin az zamanda ilim ve marifetini icâbat-ı asriyeye göre yükseltmek için müftekir olduğumuz hususâtı takdir ederiz. Ancak bu hususta bize muâvenet edebilecek devletin nasıl olabileceği yedinci maddede musarrahtır. Böyle bir devletin muâvenetini hüsn-i telâkki ederiz.

İşte Efendiler! Erzurum ve Sivas Kongrelerinde tespit edilen esâsât ve nikat-ı nazar başlıca bunlardan ibarettir. Bu esâsât sayesinde bütün milletimiz müttehid bir hale gelmiştir. Bu maksad-ı mukaddesin temîni ile iştigal edildiği bir sırada pek âlâ hatırlarınızdadır ki, Ferit Paşa buna mâni olmağa kalkıştı. Bu teşebbüsâtı memleket dahilinde su-i tefsire uğraştı, İttihatçılıktır dedi. Bu isnâd efkâr-ı dahiliye ve hariciyede muvaffak olamadı. Bunu gördükten sonra yeni bir silâh aradı. Bolşeviklik dedi. Resmî telgraflarında Bolşeviklerin Karadeniz’den takım takım Samsun, Trabzon ve dahile doğru yürüdüğünü, memleketi alt üst ettiğini resmen işâa eyledi. Bunlar da müessir olamadı. Ferit Paşa ve kabinesi daha ileriye gittiler. Bazı yerlerde ahali-i İslâmiye’yi iğfal ederek üzerimize sevk etmek, millet için, vatan için çalışanları imhâ etmek kasdında bulundular. Tabii bunlarda da muvaffak olamadılar. Fakat nihayet millet Ferit Paşa’ya adem-i itimat göstermeye mecbur oldu. Kabine iskat edildi. Vahdet-i milliye kesb-i resanet etti.

Teşkilât-ı milliyenin husûle getirmiş olduğu dahilî ve haricî vaziyet ile eski vaziyet arasında fevkalâde farklar mevcuttur. Dahilen emniyet ve asayiş nokta-i nazarından gayr-i kabil- i mukayese tebeddülat vardır. Haricen ecnebilerin hakkımızda verdikleri ve verebilecekleri imhâ ve idam kararının pek yanlış olduğu artık bütün İtilâf Devletlerince takdir olunmuş ve teşkilât-ı milliyenin kıymet ve ehemmiyeti gayr-i kabil-i inkâr görülmüştür. İtilâf Devletleri’nden ihtimal bazısı henüz menâfi-i hususiyesini temîn etmek için milletten başka bir yerde nokta-i istinâd arıyor. Millet vahdet ve azminde sebat ettikçe bu gibilerin de hakikati kabul edeceklerinde şüphe yoktur. Şimdi lâzım olan milletimizin sebatkârâne bir surette azminde devam etmesi ve İstanbul’da karîben toplanacak meb’ûslarımızın vazife-i teşriiyelerini bi-hakkın ifa edebilmesidir. Her halde millet hükümetin nigehbânı olmak lâzım gelir. Çünkü hükümetlerin icrââtı menfî olup da millet itiraz etmez ve ıskat etmezse bütün kusur ve kabahatlere iştirak etmiş demektir. Ferit Paşa Paris’e gittiği zaman aldığı cevâbî nota tamamen arz ettiğim mealdedir. Fi’l-hakika şunun bunun bâziçesi olabilen milletler hukukunu gayr-i müdriktirler demektir. Ve böyle bir millet murakabe altında bulundurulmaya müstehak olur.

Millet Ferit Paşa’yı ıskat ettikten sonra yerine gelen Ali Rıza Paşa âmâl-i milliye dairesinde milletle müştereken çalışmayı kabul etti. Ferit Paşa’nın sukutuyla Ali Rıza Paşa’nın geçmesi meselesinde milletin alâkası bi’t-tabi birinciyi ıskattadır. Bundan başka bir şey yapamazdı. Reis-i vükelâyı bi’t-tabi zât-ı şâhâne intihap eder. Ve müşarünleyh de arkadaşlarını... Bu yeni kabineye eski kabineden bazı zevât dahil olmuştu. Bu sebeple Heyet-i Temsiliyemiz mütereddid kaldı. Birtakım şartlar dermeyan etmek mecburiyeti görüldü. Nihayet itilâf edildi. Hükümetle yapılan itilâfnamede üç noktaya istinâd ediliyordu. Kuvâ-yı Milliye’nin meşrû’iyetinin tasdiki.

Meclis-i Millî’nin ictimâına kadar mukadderât-ı millet hakkında kat’î ve son taahhüdâtta bulunulmaması, sulh konferansında milletin mukadderâtını müdafaa edecek murahhasların eskisi gibi menâfi-i millet ve memleketi gayr-i müdrik olanlardan intihap edilmemesi. Hükümet bu üç noktayı kabul etti. Ve teferruat üzerinde daha ziyade anlaşabilmek için Bahriye Nâzırı Salih Paşa’yı gönderdi, Bahriye Nâzırı Amasya’da Heyet-i Temsiliye ile mülâkat etti. Müşarünleyh ile vukubulan müzakerede ben de bulundum. (Göstererek) Bu beyanname ve nizamnamemizin her satırı beraber okundu. Tamamen mutabakat-i efkâr hâsıl oldu. Bu müzâkerât esnasında diğer bir mesele-i mühimmenin mevzu-i bahis edilmesine lüzum görüldü. Meclis-i Millî’nin mahall-i ictimâı!. İstanbul’un bugün içinde bulunduğu elîm şerâit içinde Meclis-i Meb’ûsan’ın, millet vekilerinin vazifelerini kemâl-i serbestî ile ifa edip edemiyeceği cây-i teemmül görüldü. Bunun için meclisin hariçte toplanması düşünüldü. Salih Paşa’nın İstanbul’a avdetinden sonra hükümet-i merkeziye bu fikre iştirak etmedi. bi’t-tabi bütün mehâzîrine rağmen İstanbul’da ictimâı lâzım geldi. Maamafih Heyet-i Temsiliyece mehâzîre karşı icap eden tedâbîr ittihâz edilmiştir.

Efendiler! Teşkilât-ı milliyemizin bugün takip ettiği gaye vatanın inkısâmdan ve milletin esaretten tahlîsine ma’tûftur. İnşaallah zaman-ı karîbde teşkilât-ı milliye bu gayenin istihsaliyle deruhde ettiği vazife-i vataniyesini ifa edecektir.

Fakat vazifesini ikmal etmiş sayılacak mıdır? Bence bundan sonra da pek mühim vazife-i vataniye ve milliyemiz vardır. Ez-cümle ahvâl-i dahiliyemizi ıslah ile milel-i mütemeddine meyânında faal bir uzuv olabileceğimizi fiilen isbât etmek lâzımdır. Bu gayede muvaffak olmak için siyasî mesâiden ziyade ictimâî mesâiye ihtiyaç vardır. Teşkilât-ı milliyemizin böyle bir gaye için nasıl bir şekil almak lâzım geleceğini şüphesiz milletimizin âmâl-i umumiyesi tayin ve tesbit edecektir. Şimdilik Heyet-i Temsiliye, meb’ûsların kemâl-i emniyetle ifa-yı vazife eyledikleri tahakkuk edeceği güne kadar kemâ fi’s-sâbık vazifesine devam edecektir.

Efendiler! Ümit ederim ki, müsait bir sulh akdinden sonra vaziyetimiz hüsn-i idâre edilirse evvelki hudut dahilindeki vaziyetimizden daha iyi olur. Bu noktada bir fikir izah etmek istiyorum: Cemiyetimiz nokta-i nazarından çizdiğimiz hudut haricinde kalan dindaşlarımızla, bu muhterem kardeşlerimizle aynı hudut dahilinde asırlardan beri vatandaşlık ettik, bu kardeşlerimiz her tarafta, Suriye’de, Irak’ta, Yemen’de, Şark’ta kendi dahillerinde muhafaza-i mevcudiyet ve temîn-i istiklâl için sarf-ı mesâi ediyorlar. Bütün bu İslâm parçalarının mazhar-ı istiklâl olmaları âlem-i İslâm için ne büyük bahtiyarlık olur. Bunun husûlünde âlem-i İslâm’ın vaziyetinin ne kadar rasîn olacağını şimdiden tasavvur etmekle pek büyük saadet hissediyorum. Mazhar-ı intibâh olduğuna şüphe kalmayan âlem-i İslâm’ın muvaffakiyetini o kadar kâvi görüyorum ki bu imanla izah-ı hissiyât eylediğimden dolayı duyduğum vicdanî zevk pek büyüktür. Fazla rahatsız etmek istemem, beni dinlemek lutfunda bulunduğunuzdan dolayı hassaten teşekkürâtımı arz ederim.

Vesika 221

Müstaceldir

Kadıköy, 23/24.1.36

K. O. 20 K.

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine.

C: 22.1.36. Dün arz ettiğim uzunca şifrede tafsilât-ı lâzime verdim. Benim için nezarette kalmak, kabinenin her türlü mehâzîr-i şahsiye ve siyasiye (mkcvmtasysd1) kabul etmesiyle olurdu. Kabinenin istifası ise Meclis-i Umumî içinde bir panik halinde tecelli edecekti. Şimdi Meclis-i Millî’nin bu hale karşı tarz-ı hareketine intizâr etmek zaruridir zannederim. Heyet-i Temsiliye ile temasımızı Seryaver Salih Bey idâme edecektir efendim. (Cemal).

Harbiye Seryaveri

Salih

Vesika 222

22.1.336

Erzurum, Sivas, Diyarbekir, Bandırma, Balıkesir, Konya’da Kolordu Kumandanlıklarına, Edirne Mevki-i Müstahkem Kumandanı’na, Refet Bey’e, Kenan Bey’e, Bursa’da Fırka 56 Kumandanı Bekir Sami Bey’e

İngilizler hükümete verdikleri bir notada Harbiye Nâzırı Cemal Paşa ile Cevat Paşa’nın vazifeden çekilmesini talep etmişlerdir, İstanbul’a verdiğimiz cevapta çekilmek için acele etmemelerini ve İngilizlerin notasını aynen bize yazmalarını bildirdik, İngilizlerin bu talebi ya Meclis-i Millî’ye tahakküm ederek memleketi eskisi gibi kendilerine mutî vesâit ile idâre etmek mümkün olup olmadığını keşif mahiyetindedir yahut memleket idâresini ellerine almak için milletin muhtemel olan mukavemetini kırmağı da göze aldırmanın yani kat’î bir hareketin mukaddemesidir. Her iki halde de İngilizlerin talebine mutavaat etmek onların işini teshîlden başka netice vermez. Harbiye Nâzırı’nın çekilmemesini ve İngilizlerin cebren kaldırmalarını dahi göze aldırmasını teklif etmek mütâlaasındayız. Daha karar-ı kat’î verecek kadar ma’lumât alınamadı. Hemen nokta-i nazarınızı bildirmenizi ricâ ederim.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 223

Şifre

Gayet müstaceldir.

Zata mahsustur

22.1.336

Onuncu Kafkas Fırkası Kumandanlığı’na

Hemen Rauf Bey’i bularak vaziyeti beraber ve emniyet dahilinde takip etmenizi ricâ ederiz, İngilizlerin talebini is’âf etmek kat’iyen gayr-i câizdir. Buraca o nokta-i nazardan tedâbîr-i seriaya tevessül edildi. İstanbul’daki telgraf muhhaberâtını taht-ı temîne almanız lâzımdır.

Mustafa Kemal

Vesika 224

Şifre

Zata mahsus ve gayet müstaceldir

Ankara. 23 Kânunusani 336

Onuncu Kafkas Fırkası Kumandanlığı’na

Rauf Bey’e verilecektir:

Sadrazam Paşa Hazretlerinden bugün iki telgraf aldık. Birincisinde ba’de’l-müzakere bildirilecektir. İkincisinde Vasıf Bey celp olunarak nota irâe olunmuştur. O da size izâhât verecek mealindedir. Hadiseden yalnız bir devletin teşebbüs-i hususisi gibi ansızın haberdâr olunca muvâsalatın inkıtaı ihtimaline karşı dün doğrudan doğruya Bâbıâli ile temasa gelmiştik. Bizim mürâcaatımızın bir müdahale şeklinde telâkki edilmesine karşı daha dün izâhât-ı kâfiye verdik. Fakat Meclis-i Meb’ûsan’ın çalışmasına bir mâni bulunmadığı anlaşılmakta olduğundan makam-ı sadarete tekrar cevap vermek suretiyle muhabereyi idâme etmiyerek nikat-ı nazarımızı yalnız meb’ûsan grubuna iblâğ ediyoruz. Harbiye Nâzırı’nın infisâli bir emr-i vâki olmakla beraber vakanın ehemmiyeti bakidir. Birinci nokta; üç devlet mümessilleri bir nota ile hükümetimizi istedikleri gibi terkib etmek yolunu tutmuş oluyorlar. Yarın meclisin itimat edeceği diğer bir hükümete de aynı suretle muamele etmelerine misâl hazırlanmıştır. İkinci nokta; Harbiye Nâzırı Kuvâ-yı Milliye’ye yardım hususunda birtakım taahhüdât deruhde etmiş idi. Bu taahhüdâtın elyevm ne şekle girmiş olduğu ma’lûm değildir. Bu ikinci noktanın müsâraaten halli lâzımdır. Bununla beraber birinci noktanın tamiri daha ziyade mühim bir meseledir. Bu hadise bu şeklinde diğer mağlûp devletlere vâki olmamıştır. Binâenaleyh hükümet hadiseyi diğer mağlûp devletlere yapıldığı şekle ircâ’ edinceye kadar uğraşmak vazifesinde idi ki bu vazifeyi ifa etmemiştir. Paris Konferansı’nı haberdâr ederek bütün dünyanın ma’lumâtı tahtında bir teşebbüs karşısında bulunmak lâzım idi. Devletlerin bir nota vererek ve bir mukavemete uğramayarak belki de gizlice bir teşebbüse girişmeleri ve hükümetin de milleti ve matbûatı haberdâr etmeyerek ve bütün bir kabine meselesi yapmayarak hareket etmesi istiklâl-i milleti muhil olduğu kanaatindeyiz. Emr-i vâki tebeddül etmese dahi hadiseyi kapatmayarak bir daha tekerrürüne mâni olacak derecede dağdağa yapmak elzemdir. Meclis-i Meb’ûsan’da kabineyi çağırıp istiklâl-i milleti muhafaza edemediğinden dolayı alenen ıskat kâfi olup olmadığını düşünmenizi ve bildirmenizi ricâ ederiz. Hadiseyi gerek buradaki arkadaşlar gerek hariçteki kolordu kumandanları asabiyet ve ehemmiyet ile telâkki etmekte olduklarını bildirmektedirler.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 225

Şifre

23.1.1920

Onuncu Kafkas Fırkası Kumandanı Kemalettin Sami Bey’e

Rauf Bey’e:

Harbiye Nâzırı ve Erkân-ı Harbiye Reisi’nin çekilmesi üzerine cereyân eden muhhaberâtı görmüşsünüzdür.

Cemal Paşa verdiği ma’lumâtta yalnız İngilizlerin talebini zikretmiş iken Sadrazam hazretleri mükerrer ve üç devlet tarafından müşterek ültimatom verildiğini bildirmişlerdir. Bu halde dahi kabinenin talebe ser-fürû ederek arkadaşlarını feda etmesi haysiyet-i milliyeye tecavüz mahiyetinde bulunduğu âşikârdır. Gerçi İtilâfçıların meselâ Macaristan’da hükümet ıskatına, daha evvel Almanya’da aza-yı hükümet tebdiline müteallik teşebbüsleri olmuştur. Bizim aleyhimize olan teşebbüsün de bu vadiye dökülmesi icap eder idi. Yani hükümet mukavemet ederek sulh konferansını bütün cihana karşı harekât-ı milliyeden dolayı Türk hükümetinin ıskatına karar verdiğini ilâna mecbur etmeli idi. Mümessillerin veya devletlerinin münferiden veya müctemian fakat gizli olarak aleyhimizde yapmıyacakları yoktur. Bizim mesleğimiz ise bize yapacakları en ufak bir ilişmenin bütün dünyada en büyük dağdağaları davet edeceğine ânları ikna etmektir. Kabinenin bu vâzıh cihetleri asla düşünmeyerek eslâfı gibi istiklâl-i milliden sükûnetle fedakârlık etmesi salâbet-i şahsiye itibarıyla zaafını idrâk ve ihata itibarile asla şâyân-ı istinâd olmadığını bir daha vâzıhan isbât etmiştir. Bu kadar muğlâk mesâili seciyeten ve fikren bu mertebe zayıf zevât ile idâre etmeye çalışmak artık gayr-i mümkündür. Binâenaleyh kabinenin kâmilen ve Meclis-i Millî’de son hadise bir mesele yapılarak adem-i itimat ile ıskatı lâzımdır. Yeni hükümet-i milletin itimâd-ı âmmesine istinâd ederek İzzet Paşa deruhde edebilirler. Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin sulh esâsâtı müşarünleyhin efkârıyla tetabuk edebileceği İsmet Bey’le muhaveratımızdan müstebân olmaktadır. bi’t-tabi Müdafaa-i Hukuk Heyeti için Harbiye, Dahiliye ve Hariciye Nâzırları pek mühimdirler. Harbiyede Cemal Paşa’nın ibkası artık mevzu-i bahis olamaz. Diğer bir zatın her halde tamamen emniyet-bahş ve şimdiye kadar olduğundan daha açık ve metin olması lâzımdır. Daha rütbelilerden bir münasibi bulunamazsa İsmet Bey’in nezaretini de memnuniyetle telâkki ederiz. İzzet Paşa Hazretlerinin hükümeti yolunda ciddiyetle, kemâl-i kat’iyetle çalışılmasını ricâ ederiz. Bütün kolordu kumandanları vaziyeti heyecan ile takip ediyorlar ve Harbiye Nâzırı’nın çekilmesini istiklâl-i milleti muhil ve şiddetle mukabeleyi müstelzim bir mahiyette telâkki etmişlerdir. Cevâbınıza muntazırız.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 226

Şifre

Gayet acele ve zata mahsustur

Ankara, 22 Kânunusani 336

Konya’da On İkinci Kolordu Kumandanlığı’na

Sivas’ta Üçüncü Kolordu Kumandanlığı’na

İngilizler Dersaadet’te tecavüzatı arttırarak nâzır veya meb’ûslardan bazılarını ve bilhassa Rauf Bey’i tevkif ederlerse bi’l-mukabele Anadolu’da bulunan İngiliz zâbitânı tevkif edilecektir. Buna nazaran icabında mıntakanızdaki İngiliz zabitanını tevkif edebilmek için şimdiden ittihâz-ı tedâbîr edilmesini ricâ eylerim.

Mustafa Kemal

------------------------

(Vesika 226a)

Şifre

Gayet acele ve zata mahsustur

Ankara, 22 Kânunusani 336

15. Kolordu Kumandanlığı’na

İngilizler Dersaadet’te tecavüzü arttırarak nâzır veya meb ’uslardan bazı zevâtı ve bilhassa Rauf Bey’i tevkif ederlerse bi’l-mukabele Anadolu’da bulunan İngiliz zabitanı tevkif edilecektir. Binâenaleyh Erzurum’da bulunan Rawlinson’u kaçırmamak için şimdiden ittihâz-ı tedâbîr edilmesini ricâ ederim.

Mustafa Kemal

Vesika 227

Aceledir

Hariciye, 24.1.36

Ankara K. O. 20 K.

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine:

Mecliste grup: Karar vechile olacaktır. Resmen müzâkerâta ancak dört beş güne kadar başlanacaktır. O zaman mesele-i hâzıra sebebiyle kabine çekilecektir. O müddet zarfında vaziyetin emniyeti için kabinenin ibkası lâzımdır. Henüz vâkıf olduğumuz muhhaberâtınız muvâfık olmakla beraber buradan son vaziyet arz edilmedikçe kat’-ı rabıta ile harekâta ibtidâr edilmemesi lüzumu zât-ı devletlerince de takdir buyurulacağı kanaatindeyiz. Bugün sizden adem-i müdahaleye dair cevap alırsak, siyaset faide vereceğini söyleyen Sadrazam ile görüşeceğiz. Bir lisan-ı kat’î ile kendisine mes’ûliyetin derecesini ve tehlikeyi izah edeceğiz. Bu suretle sizin iş’ârınızı tasvip etmekle beraber birkaç gün için kendisini oyalamağa çalışacağız. Ancak meclis resmen küşâd edilmiş ve Heyet-i Temsiliye namına telgrafla umûrun kendilerine tevdî edilmiş olduğu meb’ûsana bildirilmiş olmasına nazaran âtiyen evâmirinizin âcizlerinize tebliğini ve tarafınızdan nikat-ı nazarınızın her makam nezdinde hakkıyla müdafaa edileceğine itimat buyurulmasını ricâ ve arz-ı ta’zîmat eyleriz. (Vasıf, Rauf, Bekir Sami).

Çanakkale Mevki-i Müstahkem Kumandanı

Şevket

Vesika 228

Şifre

25.1.36

Rauf Bey’e

Harbiye Nâzırı meselesinde hükümete mürâcaat yine Harbiye Nâzırı tarafından nâkıs verilen ma’lumât üzerine meb ’usların dahi ne vaziyete girecekleri ma’lûm olmadan vukubulmuş idi. Meb’ûslar için emniyet bulunduğu anlaşılır anlaşılmaz Bâbıali’ye mürâcaattan sarf-ı nazar olunmuş ve keyfiyet size de bildirilmiştir. Bütün nokta-i nazarlarımızın tatbik ve icrasına sizin delâletiniz tabiidir.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

---------------------------------

(Vesika 228a)

25.1.36

Kolordulara

Ma’lûm olan adreslere

Harbiye Nâzırı’nın ve Erkân-ı Harbiye-i Umumiye Reisi’nin çekilmesi meselesini Meb’ûsan takibe başlamış olduklarından heyetimiz tarafından artık teşebbüsât yapılmamaktadır. Ma’lumât aldıkça bildireceğiz.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 229

Beşiktaş, 24.1.36

Ankara’da K. O, 20 K.

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine:

Buradaki İtalya mümessil-i siyasisi çok namuslu ve doğru sözlü bir Türk muhipbidir. Bu zat gayet samimî ve müteessir bir suretle âtideki sözleri söyledi: “Hükümete müşterek bir nota verdik. Bu nota Asya-yı Sugrâ Müttefikîn Orduları Başkumandanı General Milne’in ültimatomu üzerindedir. Eğer Harbiye Nâzırı ile Cevat Paşa istifa etmemiş olsalardı İngilizler Harbiye Nezareti’ni işgal edeceklerdi. Fransızlar ile biz garip bir vaziyet karşısında kaldık. İngilizler sulh konferansı ile bir iş göremediklerini görünce İstanbul’da bir iş görmek ve bir emr-i vâki ihdâs etmek istiyorlar. Kuvâ-yı Milliye’nin gösterdiği sükûnet ve metânet İngilizleri çıldırtıyor. Siz hazırlık görebilirseniz belki büyük işler de görebilirsiniz. Fakat siz bu neticeye kadar ezilirsiniz. Bana itimat edin. Sabır ve metânetinizi muhafaza edin. On, on beş gün zarfında İtalya ve Fransa hükümetleri gayet sarîh bir vaziyet alacaklardır, İngilizlere şu sırada hiçbir fırsat vermemek, bu garezkâr millete karşı yapacağımız en büyük darbedir. Hakaret varsa, ondan siz değil tahkîr edenler utansın. Yaşamak azmini ruhlarında taşıyanlar hakaret altında taşarak intiharı değil zaman-ı münasibinde hasmına vereceği darbenin şiddetini teşdit için fırsat beklerler. Bunlar son bocalamalardır. Onlar sizin sabır ve metânetinizi yıkmak için belki daha delilik yapacaklardır. Eğer onlar daha fazla bir şey yapmazlar ise sizler de on, on beş gün daha intizâr ile bir ziyan etmezsiniz. Siz yine hazır olmaya çalışın. Fakat zinhar delilik yapmayın. Şu sırada İngilizlerin aksine gitmeyin.” Bu ifadâtın samimiyetine şüphe etmiyoruz. Zira; ellerinde kat’î bir talimat yok. Sür’at ve şiddetle talimat talep ettiler. Bekliyorlar. Selânik’ten beri yekdiğerine büyük bir samimiyetle merbût bulunan İtalya mümessil-i siyasisi ile Kaymakam Edip Bey arasındaki bu mülâkatın hulâsası ehemmiyetine binâen ber-vech-i bâlâ maruzdur.

Çanakkale Mevki-i Müstahkem Kumandanı

Şevket

Vesika 230

Beşiktaş, 28.1.36

K. O. 20 Kumandanlığı’na

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine:

Bugüne kadar meb’ûslarla icrâ eylediğimiz temaslardan çıkan netice zât-ı devletlerinin her ihtimale karşı hariçte Kuvâ-yı Milliye’nin re’s-i kârında kalmaları noktasında temerküz ediyor. Meclis-i Meb’ûsân riyâseti hususunda vâki olan propagandalarımızdan da anladığımıza göre İstanbul’a gelmek câiz görülmediğinden reis olursanız gayr-i tabii bir vaziyet hâsıl olacağı Meclis-i Millî’nin hakikatte hariçte imiş gibi bir tesir yapacağı Heyet-i Temsiliye’nin müessir-i hakikî bulunduğu fikrinin tahassülü mehâzîrini ileri sürüyorlar. Öyle anlıyoruz ki bize tarafdâr bulunanlar da sırf bu nokta-i nazardan düşünerek ita-yı reyden istinkâf edeceklerdir. Böyle meş’ûm bir neticenin vahdet-i millî üzerine yapacağı tesir müstağni-i arzdır. Bu sebeple biz pek azîm mahzur tevlîd edecek olan bu ciheti ileri sürmekten sarf-ı nazar ediyoruz. Bu bâbdaki irâdelerini istirham eyleriz, istihbârât-ı mevsûkaya nazaran Sadr-ı Esbak Tevfîk Paşa’ya İngilizler Meclis-i Millî’yi toplamamalı idiniz demişlermiş. Aralarında Kanun-ı Esasî mûcibince buna mecburiyet olduğunu bildirmiş. Fakat meclis İtilâf Devletleri aleyhine galeyân ederse ne yaparsınız demişler. O dahi fesih ve ta’dîl, hukuk-ı pâdişâhîdendir demiştir. (Rauf).

Çanakkale Mevki-i Müstahkem Kumandanı

Şevket

-------------------------

(Vesika 230a)

Şifre halli

Deraliyye, 1.2.36

Ankara K, O. 20 K.

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine:

Divan-ı riyâset meselesi hususî mahrem bir ictimâda tekrar mevzu-i bahis oldu. O vakit Şeref Bey zât-ı âlilerinin intihâbı fevâidinden bahsetti. Netice-i müzâkerâtta heyet-i umumiye fikrinin zât-ı devletlerine son derece hürmetkâr olduğu ve riyâsetin bile mevki-i bülendinize nazaran küçük kalacağına hükmeyledikleri görüldü. İntihap hususunda teşettüt-i ârâ tekrar kat’iyetle mahsus olduğundan milletin re’s-i kârında Meclis-i Millî’ye nigehbân olarak kalmayı zaten tercih buyurdukları tarafımızdan söylenerek alkışlarla hakk-ı samilerinde tezâhürât-ı samimâneye şahit olundu, ictimâ-ı umumide Reşat Hikmet Bey reisi evvel ve Hüseyin Kâzım Bey birinci ve Hoca Abdülaziz Mecdi Efendi ikinci reis vekili intihap edildi. (Rauf).

Çanakkale Mevki-i Müstahkem

Kumandanı Miralay

Şevket

Vesika 231

29/30.1.36

Ankara K, O. 20 K.

Rauf Bey’e:

Riyâset meselesinde meb’ûsların beğendiklerini yapmaya hakları tabiidir. Kezalik benim riyâsetimi mevzu-i bahis ederek muvaffak olamamak Kuvâ-yı Milliye’nin zaafını ima edebileceğinden muvaffakiyet temîn edilmedikçe hiç teşebbüs etmemek evlâdır. Serd buyurulan mehâzîr evvelce etrafı ile düşünülen şeylerdir. Reisin mutlaka İstanbul’da bulunması lüzumlu görülürse ba’de’l-intihâb benim riyâsetten istifa etmekliğim kabildi. Benim riyâsetimi mevzu-i bahis eden esbâb, Kuvâ-yı Milliye’nin millet tarafından kabul edildiğini teyid etmek, meclis fesholunduğu halde riyâsete ait vezâif-i emniyetle ifa eylemek, hayatımızla gayr-i kabil-i telif bir sulh teklifi karşısında kıyâm-ı millî yapılırsa riyâset vaziyetiyle milletin maddî ve manevî bütün kuvvetlerini müdafaaya tevcîh etmek mülâhazaları idi. Mütâlaanızdan müdafaa-i milliyeye taalluk eden bu esbâbın bugün İstanbul muhîtinde şâyân-ı ihmal addolunduğu anlaşılıyor. Halbuki nâzırların cebren ıskatı, meb’ûsların tevkifi ve sâire gibi ahvâlden Kuvâ-yı Milliye aleyhdârlığı, meclisin feshi ihtimali ve müdafaa-i milliyeye teşebbüs zamanı karîb olduğunu zannediyoruz. Eğer nokta-i nazarda isabet etmemekten müdafaa-i milliyede hâlen ve âtiyen noksan hâsıl olursa mes’ûliyet hata edenlere ait olur. Şahsen benim bu hususta müstağni olduğumu temîne hacet yoktur zannındayım.

Mustafa Kemal

Vesika 232

Beşiktaş, 27.1.36

K. O. 20 Kumandanlığı’na

C; 27.1.36 iki şifreye;

Heyet-i Temsiliye’ye: Hadise hakkındaki nikat-ı nazarınızda tamamen müşterekiz. Kabine bidayette kâmilen istifayı düşünmüş fakat mecliste bir ekseriyet grubu taayyün edip de bunun itimâdına müstenid bir vaziyet husûlünden evvel çekilmeyi memlekette anarşi olur korkusuyla yapmamıştır. Meclisin bugünkü vaziyeti ise değil bu kadar nazik bir meseleyi, hatta bir grup için fevka’l-beşer müşkilât ve mesâi ile çalışıyoruz. Geldiğimiz günden beri bir Ahd-i Millî ictimâı karşısında bulunduk. Buradaki meb’ûslar bütün milletin müştereken Maraş havalisine dair meclise gelen telgrafları bile heyet-i umumiyede okumaya müsait değildir. Çünkü henüz grup yoktur. Divan-ı riyâset intihâbı yapılmamıştır. Olduğu gibi bizim esâsâta sülûke akall-i kalîl olsun bir kısmın muhâlif çıkacaklarını hissettikleri için Meclis-i Milli’nin heyeti umumiyesinin kabul edebileceği esâsâtı kaleme almışlar ve bunu imza altına alarak bir mukavele “pakt” şekline sokmuşlardır, ictimâ hususunun heyet-i umumiyesinde bizim formülü teklif ederek işi yeniden encümene havale suretiyle ve bizim de iştirakimizle arzumuz dahilinde bir formül yaptık. Bir taraftan da grup için uğraşıyoruz. Harbiye Nâzırı meselesinin meclisçe nazar-ı dikkate alınmasını hükümet de münasip görüyor. (...) 1er on Şubatta açılacak (...) meb’ûsan in’ikadına kadar (...) lere bir emr-i vâki yaptırmamak için (...) lere mümâşâtkâr davranmadığımızı tavsiye ediyorlar. Aksi takdirde (...) hükümeti için emr-i vâkiin bir şeref ve haysiyet meselesi olacağına binâen Meclis-i Meb’ûsanlarının onu kabulde zaruret görebileceği tehlikesinin mevcut olduğunu söylüyorlar. Harbiye Nezareti’ne Kavaklı Fevzi Paşa’nın tayini hükümetçe mukarrerdir. Taahhüdât meselesini bu zatla halledeceğiz. Toplanacak yer şöyle dursun henüz başımızı sokacak bir dam altı bulamadığımızın ve İstanbul’un vaziyet ve vesâitsizliğinin ve en buhranlı bir zaman içinde çalışmak mecburiyetinde bulunduğumuzun rüfeka-yı muhteremece nazar-ı dikkate alınmasını hasseten istirham eyler ve mesâi-i müşterekemizde Cenâb-ı Hakk’ın inayet ve tevfîkat-ı sübhaniyesini tazarru eyleriz. (Rauf).

Çanakkale Mevki-i Müstahkem Kumandanı

Şevket

Vesika 233

Şifre halli

Gayet müstaceldir

Beşiktaş, 6.2.36

Ankara K. O. 20 Kumandan Vekili Mahmut Beyefendi’ye

1– Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine: Dün akşam Salih Paşa ile görüştüm. Kabine hakkında makam-ı riyâsette mahremâne icrâ edilen müdâvele-i efkârdan kabinenin haberdâr olduğunu anladım. Yalnız zât-ı devletlerine bildirdiğimiz esâmiden de ma’lumâtları var. İçimizden birisinin söylediği anlaşılıyor. Salih Paşa’nın bildirdiğine göre Sadrazam kabinesinde hiçbir ta’dîlât yapmadan meclis huzuruna gelecek ve bilâ-kayd ü şart itimat taleb eyleyecektir. Mükerrer istirhamatımıza rağmen Fevzi Paşa’nın Harbiye Nâzırı yapılmaması bu fikri müeyyitdir. Dün öğleden sonra Harbiye Nâzır-ı Sâbıkı Cemal Paşa da Sadrazam’ın arkadaşlarına söz vermiş olması cihetiyle itimat reyi almadan tasfiye yapamayacağını ve fakat itimat aldıktan üç gün sonra istifa ederek yeni kabinesini teşkil edeceğini söylemiş. Kendisine Reşat Hikmet Bey’e söylemesini ihbar ve fakat bu şekilde itimat alacağını ihsâs eyledik. Halbuki Salih Paşa böyle bir tasfiyeye de tarafdâr olmadığını yalnız Evkaf ve Nafia Nezaretlerinde bir tebeddül yapabileceğini Dahiliye Nâzırı’nın muhakkak kabinede kalacağını söyledi. Bugün hususî ictimâ ile kabine hakkında müdâvele-i efkâr olunacağından hem bunun neticesini hem de reisin fikir ve kanaatini ayrıca arz edeceğiz.

2– Zât-ı devletleri hakkında vâki gayr-i kanunî muâmelâtın tashihine dair teşebbüsât neticelenmiştir. İstifanızın kabulü suretiyle tard muamelesinin gayr-i kanunî olması cihetiyle tashihi hakkında irâde çıkmıştır. Yalnız kabine bunu Takvim-i Vekayi ile neşretmeği İngilizlere karşı mugayir-i siyaset görüyormuş. Sadrazam Paşa şifre ile zât-ı devletlerine bu bâbda tebligatta bulunacaktır. Bunun şimdilik alenen neşrinden sarf-ı nazar edilmesi için sizden istirhamatta bulunuyorlar.

3– Akbaş’tan alınan cephane de Denikin ordusu için İngilizler tarafından iddihar ve ihzâr olunan cephane imiş.

Tarafımızdan müsaaderesi Bolşeviklerle müttehiden hareket etmekte olduğumuz fikrini İngilizlere vermiş. Bandırma tarîkiyle sevk olunacağını haber aldıklarından Bandırma’ya bir müfreze-i askeriye göndermişlerdir. Bu bâbdaki emrinizi Salih Paşa’ya söyledim. İleride vâki olacak muameleye karşı bu işgalin şiddetle protesto edilmesine kabine nezdinde tavassut edecektir.

4– Yunanlılar İzmir’deki kuvvetlerini üç kolorduya iblağ etmekte oldukları müstahberdir efendim. (Rauf).

Çanakkale Mevki-i Müstahkem Kumandanı

Şevket

Vesika 234

7 Şubat 336

C: 6.2.36 şifreye:

Rauf Bey’e:

Kabine meselesinde müşâhedâtımız şöyledir. Düvel-i İtilâfiye ile mahâfil-i malûme hükümet-i hâzıranın tutulmasını iltizâm ediyorlar. Böyle mütereddid, vehhâm ve efkâr-ı milleti havf ve endişe içinde tutarak istihzarat-ı milliyeye mütemâdiyen ve muanniden mukavemet eden bir hükümet İtilâf Devletleri’nin muhtaç oldukları zamanı en iyi temîn eder. Mahâfil-i malûmeye gelince onlar mukavemet-i milliyeyi derunundan yıkacak bir kabiliyeti bi’t-tecrübe bu hükümette bulmuşlardır. Meb’ûsan İstanbul’un dahilî ve haricî tesirâtıyla sulha ma’tûf olan gayeyi ihmal ederek ubûdiyet, ikbal, haset, vehim ve ilh., gibi avâmil ile iftirâka düşmüşlerdir. Bizim grubumuz bu müşkilât arasında mümkün olduğu kadar çok meb’ûstan mürekkeb bir ekseriyet temîn edebilmek için kendi tasavvurât ve mutekadâtından mütemâdiyen fedakârlık yapmış ve uysal olmak sevdasıyla hükümet ve mahâfil-i malûme nezdindeki tesirâtını kâmilen zayi eylemiştir. Cemal Paşa Dahiliye Nâzırı’nın istifasını Sadrazam tarafından defaatle temîn etmiş iken bugün dürüşt bir red vaziyeti almaya cesaret bulmuşlardır. Binâenaleyh şirazeyi bozmamak kaygusuyla devam edilirse bizim meb’ûsan grubumuzun âmâl-i gayr-i milliyeye ve ihtirâsât-ı gûn-â-gûna vasıta olmaktan başka bir tesir yapamıyacağı ve mesâil-i milliye mevzu-i bahis olduğu zaman dahi mesâil-i mezkûre aleyhine mukarrerât ittihâzına mâni olamayacağı tahakkuk etmiştir. Bu hale karşı tedbir budur. Mümkün olduğu kadar çok aza toplamak hevesini tamamen reddetmek ve prensiplerimize tamamen sadık arkadaşlardan mürekkeb bir heyetle iktifâ eylemek lâzımdır. Bu heyet eğer ekalliyet halinde kalırsa bunu da göze aldırmalıyız. Çünkü mahzuru uysallıktan azdır. Böyle bir ekalliyete istinâden hiçbir tasfiyeye razı olmayarak hükümeti bilâ-kayd ü şart düşürmek lâzımdır. Kat’î mücadele vaziyeti şimdi alınırsa karşı tarafın ser-fürû edeceği muhakkaktır. Uysallığa devam edilirse bi’l-âhire itiraz edilse de hiçbir tesiri olamıyacağı şüphesizdir. Kararınızı acilen bildiriniz. Teferruat olarak şunu da söyleyelim ki Harbiye Nezareti için Fevzi Paşa elbette Çürüksulu’ya müreccahtır. Bizce Cemal Paşa’nın infisâli bir mesele değildir. En ziyade Fevzi Paşa ile çalışabiliriz kanaatindeyiz.

Hükümet Bandırma’nın işgaline karşı protestodan daha fazla şeyleri şimdiye kadar yapmış bulunmalı idi. Bu meselenin şiddetle takip edilmesini ricâ ederiz.

Mustafa Kemal

Vesika 235

9 Şubat 36

Muaddel Ali Rıza Paşa Kabinesi’nin Beyannamesi

Rüfeka-yi mesâimle beraber mes’ûliyeti hükümeti deruhde ettiğim zaman memleketin ne halde bulunduğu cümlemizin malûmudur. O esnada hükümet intihâbata hemen mübaşeretle Meclis-i Meb’ûsan’ın müsâraaten temîn-i ictimâı ve hükümet-i merkeziye ile Anadolu arasında peyda olup inkıta-ı muhhaberât derecesine varan beynûnetin izâlesi gibi vezâif-i mühimme karşısında bulunuyordu. Bu vezâifin ifasına sarf-ı ikdamat olunarak merkezle Anadolu’nun mürâselât ve muhhaberâtı iade edildiği gibi lehü’l-hamd velmennihi Meclis-i Âlinizin burada ictimâı dahi müyesser olmuştur. Bundan böyle irâde-i milliyenin Meclis-i Âlinizde tecellisi hasebiyle artık kavaid-i meşrûtiyete tamamen tevfîk-i harekete hiçbir mâni tasavvur olunamaz. Taraf-ı hükümetten evvelce neşrolunan beyannamede teşrih edilen makasid ki, siyasî zümrelere karşı bî-taraflıktan ayrılmamak, kavânîn-i mevcude ahkâmına tamamıyla riayetkâr olarak bilâ-tefrîk-i cins ü mezhep herkesin kanunen mahfûz olan hukukunu masûn tutmak, sükûn ve asayişi halelden vikayeye ve intizam-ı idâreyi mehmâemken temîne sarf-ı mâhasal-ı istitâât eylemek, vatan-ı azizimizin saadet ve selâmeti etrafında bütün hissiyât ve temâyülât-ı milliyeyi cem’ edebilmek in’ikadına muntazır olduğumuz musalâhanın şerâitini tanzim edecek olan mecliste saltanat ve millet ve hükümet yekdil ve yekcihet olarak temsil edilmektir. İşte efendiler düstûr-ı a’mâl ittihâz olunan şu makaside daima sadık kalınmıştır. Bunca müşkilât içinde mesâi-i vâkıâdan tahassul eden muvaffakıyâtın derecesini takdir-i âlilerine havale ederim.

İdare-i devletin muhtac-ı ıslâh olduğu müttefakunaleyh bir hakikattir. Bir asra karîb bir müddetten beri zaman zaman devletçe tasavvur olunan ıslâhâtın tamamen tatbiki ve semerâtının hakkıyla iktitafı müyesser olamamıştır, bunun dahilî ve haricî ilel ve esbâb-ı adîdesi vardır. Bu cihetle hükümetçe tarz-ı tatbik ve tevessülü değiştirmek ve bu bâbda kavaid ve esâsât-ı cedîd e vaz’ olunmak mecburî görülmüştür. İdare-i vilâyâtta vâsi mikyasta tevsi-i mezuniyet usûlü ihtiyâr olunmak ve bu usûl icabınca mecâlis-i umumiyenin salâhiyetini tevsi ve hidemât-ı mahalliyeyi uhdesine ihale ve tevdî eylemek, nevâhi teşkilâtını bir an akdem mevki-i icraya vaz’ ile idârenin en küçük kısmı olan nahiyeyi memâlik-i mütemeddinede mer’î usûllere tevfîkan bir cüz’-i tâm şekline koyarak ona göre icâbat-ı hukukiye ve idariyesini tayin etmek, ekalliyetlerin hukukunu temînen mecâlis-i umumiye ve belediyede temsil-i nisbî kaidesine tevessül olunmak, kavânîn ve nizamat ne kadar mükemmel olursa olsun tamamıyla ve hakkıyla tatbik olunmadıkça semerât-ı me’mule ve muntazaraya dest-res olunamayacağı tahakkuk etmiş bir keyfiyet olmakla, umûr-ı adliye ve maliye ve nafia ve inzıbatiyede ve hatta idâre-i mülkiyede kavânînin tamamen tatbikini teftiş ve temîn eylemek üzere ecnebi erbâb-ı vukûfuna mürâcaatla ânlara emr-i teftişte salâhiyet-i kâfiye vermek; işte kasd ettiğimiz ıslâhâtın esasları bunlardır. Bu esâsâtın tatbik ve icrası takarrür ettiği takdirde lâzım gelen levayih-i kanuniyenin Meclis-i Âlinize takdimi tabiidir.

Umûr-ı hariciyeye gelince: Tarafınızdan ve Düvel-i Mütelife tarafından imza olunan mütareke mukavelenamesi ahkâmı her tarafça lâzımü’r-riâye bir vesika-i beynelmilel olduğundan ahkâm-ı mündericesinden inhirâf edilmemek hükümet-i seniyece mütehattim görülmekte ve fakat eyyâm-ı mütarekenin temâdisinden mütevellid kararsızlık dahil-i memlekette tereddüdatı tezyîd ile sükûn-ı kalbin ve hal-i tabiinin avdetine mâni olmaktadır. İzmir’in ve havalisinin Yunanlılar tarafından işgal-i nâgehânîsi misillû hâdisât-ı elîmenin aksü’l-amelleri memleketi serâpâ tehyîc ve uruk-ı hamiyeti tahrik etmekte gecikmemiştir. Bu hâl-i galeyân ve tezebzübe hitam verecek ancak sulh-i kat’îdir. Davet olunacağımız konferans huzurunda Wilson prensipleri dairesinde hukuk-ı sarîha ve meşrû’amızın muhafazasına bezl-i makderet-i tâmme kılınacaktır. Ümit ederiz ki. kavaid-i madelet hakkımızda pâymal edilmeyerek âmâl-i milliyemiz husûl bulur.

Senelerdenberi mevcut olan muzayaka-i maliye esbâb-ı muhtelifeden nâşi mütarekenin bidayetinden itibaren her vakitkinden müşkil bir devreye girmiş ve maahaza sulhün akdiyle mesâil-i maliyenin suret-i halli tayin ve devamlı bir hal teessüs edinceye kadar her türlü müşkilâta rağmen masârif-i zaruriye-i devletin devam-ı tesviyesi ahkâmının istihsali elzem bulunmuştur.

Binâenaleyh bir taraftan tasarrufa ve gayr-i müsmir masârifin mümkün mertebe tahfifine itina olunmakla beraber diğer taraftan vaktin tahammül ve müsaadesi derecesinde tezyîd-i vâridat çaresine de tevessül edilmek zarurîdir.

Vaziyetimizin vahameti, ma’rûz olduğumuz müşkilâtın kesreti ve sizlerin ve bizim vezâifimizin sıkleti muhtac-ı tarif değildir. Ancak azim ve basiretin usru yüsre tahvil edeceğine kanaat-i tâmmemiz vardır. Adâletin lâ-yetegayyer kavânînine istinâd ettikçe tevfîkat-ı ilâhiyenin bizimle beraber olacağına şüphemiz yoktur.

Vesika 236

Harbiye, 19.2.36

Ankara’da K. O. 20 K.

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine:

Bugün Sadrazam, Dahiliye Nâzırı, Bahriye Nâzırı Felâh-ı Vatan İttifakı ictimâına geldiler. Sadrazam Kuvâ-yı Milliye’nin ikinci bir hükümet şeklinde görünmemesi, icrâât-ı hükümete karışmaması ve Maraş taraflarındaki harekâtın daha ilerlere temdîd ettirilmeyerek tevkifi ile intizam ve asayişin temîni lüzumunu siyaseten mûcib-i muhassenat olacağını söyledi. Vali ve kumandanın Ankara’ya tekrar gönderileceğini ilâveten bildirdi. Kuvâ-yı Milliye’nin vaziyeti hükümetten beklenilen tarz-ı hareket ve Dahiliye Nezareti’nin takip etmesi lâzım olan tarz hakkında kendilerine tafsilât verildi. Maa’t-teessüf Sadrazam vaziyeti idrâk edecek bir mahiyette görülmediği gibi Dahiliye Nâzırı da ruhan teşkilât-ı milliye ile beraber olduğunu ve bu gayede çalışacağını fakat serbestî-i icrââtına müdahale olunmamasını söylemekle beraber polis müdürü ve jandarma kumandanlarının tebdiline dair hiçbir kudretleri olmadığı anlaşıldı. Dahiliye Nâzırı eskiden beri dostu olan Keşfi Bey’i namuskârlığından bahisle müdafaa ettikten sonra Bursa’ya vali yaptığını da ilâveten söyledi. Faik Ali Bey de Dahiliye Müsteşarı tayin edilmiş. Hulâsa netice itibarıyla bu gayr-i müdrik âciz heyetin âmâl-i milliyeye muvâfık hareket edecekleri hiç de me’mul değildir. Maraş ve havalisinde tahliye olunan mahallere hükümetçe vaz’-ı yed edilmeyi Salih Paşa siyaseten mümkün görmüyor, idâre-i kelâm eden Fransız matbûatını aleyhimize koyar diyor. Maahaza hükümet buraların tekrar işgaline mâni olmak üzere temasta bulunuyormuş. Salih Paşa’nın söylediğine nazaran sulh murahhaslarımızın bir an evvel davet edilmesi son derece matlûb olduğundan bunun istihsali için bir vahdet-i tâmme gösterilmesi lüzumunu ileri sürüyor. Pek uzun ve asabî bir şekilde devam eden münakaşat-ı umumiyeden istidlâl olunduğuna nazaran İttifak Heyetince memur tayin ve tebdili hakkında hükümete hiçbir tesir yapılamıyacağı anlaşılmaktadır. Yani zât-ı şâhâne hükümete meclisten ziyade hâkimdir. Binâenaleyh hükümet dürüst hareket ederek harekât-ı milliyeyi mürevvic memur gönderir ve aksini istilzam etmezse taşraca bir uygunsuzluk olmaz. Fakat maa’t-teessüf İstanbul vaziyet-i zabıtası gayr-i mütebeddil kalacak ve belki de Dahiliye Nâzırı kendi nezaret teşkilâtını faydalı bir hale sokmayacaktır. Kanaat-i âcizânemce vaziyet-i umumiye-i siyasiyeyi nazar-ı dikkate alarak Kuvâ-yı Milliye serbestî-i harekâtını muhafazada bu şerâitle muztar ve mecbur bulunmaktadır. Ve meclisin şu günlerdeki hâlet-i ruhiyesine göre de bu hükümeti ıskatla şerâit-i lâzimeyi hâiz millî bir kabinenin mevki-i iktidara getirilmesi mümkün değildir. Arz-ı ta’zîmat eylerim efendim. (Rauf)

Harbiye Nâzırı Seryaveri

Salih

Vesika 237

20.2.36

K. O. 15. K 3 Kumandanlıklarına

K. O. 12 Hayri ve Şemsettin Beylere

K. O. 13 Erkân-ı Harbiye Reisi Halit Bey’e

Fırka 5. Kumandanı Kenan Bey’e

Fırka 9 K. Halit Bey’e

Fırka 61 Kumandanı Kâzım Bey’e

K. O. 1 Kumandanı Cafer Tayyar Bey’e

Fırka 56 Kumandanı Bekir Sami Bey’e

Ankara Vali Vekili Galip Bey’e

İstanbul’dan Rauf Bey ve sâir rüfekanın verdiği ma’lumâtı ber-vech-i âti arz ediyorum:

“19.2.36’da Sadrazam, Dahiliye Nâzırı, Bahriye Nâzırı, Felâh-ı Vatan Grubu ictimâına geldiler. Sadrazam Kuvâ-yı Milliye’nin aleyhinde idâre-i kelâm etti. Harekât-ı Milli’ye esnasında tayin edilip Ankara’ca kabul edilmeyen kolordu kumandanı ile valinin tekrar Ankara’ya gönderileceğini ilâveten bildirdi. Kuvâ-yı Milliye’nin vaziyeti, hükümetten beklenilen tarz-ı hareket ve Dahiliye Nezareti’nin takip etmesi lâzım olan meslek-i idâre hakkında kendilerine tafsilât verildi. Maateessüf Sadrazam vaziyeti idrâk edecek bir mahiyette görülmediği gibi Dahiliye Nâzırı’nın da İstanbul polis müdürü ile jandarma kumandanının tebdillerine ve ecnebi hükümetlerinin âlet-i icrââtı olan bu makamâtın emin ellere tevdîine dair hiçbir kudretleri olmadığı anlaşıldı. Âciz ve meskeneti ma’lûm olan Müsteşar Keşfi Bey’i Bursa’ya vali yaptığını ve harekât-ı milliyeye muhalefetinden dolayı Diyarbekir’den kaldırılan Faik Ali Bey’i de Dahiliye Müsteşarı tayin ettiğini ilâveten söyledi. Hulâsa netice itibarıyla bu gayr-i müdrik âciz heyetin âmâl-i milliyeye muvâfık hareket edecekleri heyetçe me’mul değildir. Maraş ve havalisinde Kuvâ-yı Milliye’nin fedakârlığı ile Fransızlara tahliye ettirilen mevâkii Fransız matbûatının aleyhimize imâle-i kalem edeceği havfıyla hükümetçe vaz-ı yed edilemeyeceğini ifade ettiler. Pek uzun ve asabî bir şekilde devam eden münakaşat-ı umumiyeden istidlâl olunduğuna nazaran Felâh-ı Vatan İttifakı Heyetince namuslu memurların tayini ve namussuzların tebdili hakkında hükümete hiçbir tesir yapılamayacağı anlaşılmaktadır. Zât-ı şâhâne Hükümet’e Meclis’ten ziyade hâkimdir. Vaziyet-i umumiye-i siyasiyeyi nazar-ı dikkate alarak Kuvâ-yı Milliye serbestî-i harekâtını muhafazada bu şerâitle muztar ve mecbur bulunmaktadır. Meclisin şu günlerdeki hâlet-i ruhiyesine göre bu hükümeti ıskat ile şerâit-i lâzimeyi hâiz millî bir kabinenin mevki-i iktidara getirilmesi de mümkün değildir.”

İşte Meclis ve Hükümet’in vaziyetine dair alınan ma’lumât bâlâya nakledilmiştir. Heyet-i Temsiliye taht-ı işgalde ve muhtelif tesirât-ı ecnebiye tazyikinde bulunan İstanbul’da daha millî ve fedakâr bir hükümetin re’s-i kâra getirilmesindeki müşkilâtı takdir ettiğinden Sadrazam Paşa’nın ma’lûm olan beyannamesine mukabil 17.2.36 tarihindeki ta’mîm ile nokta-i nazarını bütün teşkilâtına ilân etmişti. Vahdet-i milliyenin ihlâli fikriyle yapılacak her teşebbüs ve taarruzu makulât dahilinde akîm bırakmak taht-ı vücûbdadır.. Âmâl-i milliyeye mutabık bir sulh istihsal edilmedikçe Kuvâ-yı Milliye’nin terk-i faaliyet etmesi imkânının mevcut olamayacağı hakkında alâkadârânın tekrar nazar-ı dikkati celp edilmekle beraber vahdet ve tesanüd-i millînin takviye ve idâmesi hususunda herzamandan ziyade mütebassır ve müteyakkız bulunulmasını hassaten ricâ ve temenni eyleriz efendim.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 238

Zata mahsustur

Pek aceledir

Erzurum 23.2.36

K. O. 20 K.

C: 22 Şubat 336

Heyet-i Temsiliye’ye: Hükümet-i merkeziyenin hal ve vaziyetini ve buna karşı Heyet-i Temsiliye’nin alması lâzımgelen tavır ve hareket hakkındaki kanaat-i âcizânemi vuzûh ve sarahatle 23 Şubat 336 tarihinde arz etmiştim. Binâenaleyh İstanbul’da Meclis-i Millî’de mütehassıl cereyâna karşı Heyet-i Temsiliye’nin ve Kuvâ-yı Milliye’nin ma’kûs ve mütehakkim bir vaziyet almasını hiç muvâfık bulmuyorum. Yalnız Heyet-i Temsiliye bu işin içinden vakarlı çıkmak ve işin mes’ûliyetini ve takdir-i keyfiyeti Meclisi Millî’nin uhde-i namus ve hamiyetine bırakmayı mütâlaa ediyorum. Şöyle ki: Eğer evvelce arz ettiğim eşkâl tahtında Kuvâ-yı Milliye’nin ve Heyet-i Temsiliye’nin muhafaza-i mevcudiyet etmesi için nihayet Meclis-i Millî tarafdâr olmazsa o takdirde kongrelerin mukarrerâtı vechile Meclis-i Millî’nin emniyet-i tâmme ile murakabe-i teşriiyesine sahip ve hâkim olduğu cihetle Heyet-i Temsiliye’nin de artık Meclis-i Millî’ye tevdî-i mukadderât ederek dağılması ve mevki-i faaliyetten çekilmesi için yazar ve şimdiye kadar olan mesâi-i vatanperverâneden nâşi bir de teşekkür eder. Fakat hakikaten Meclis-i Millî böyle bir mesuliyeti deruhde ederek kendilerinin mevki ve âtilerinden emin olduklarına dair bir karar verip tebliğ edecekleri pek meşkûktür. Bununla beraber Rauf Beyefendi bu teklifi yapar. Ve artık hiçbir vechile kongre toplanmasına ihtimal olmadığı ve milletin müntehabı olan mebusların heyet-i umumiyesinin vereceği kararın Kongre kararı gibi telâkki olunmasının en amelî ve mantıkî olacağını nazar-ı dikkate alınarak bu mukarrerâtı istihsal eder de Heyet-i Temsiliyenin mevki-i faaliyetten çekilmesini tebliğ ederler. O zaman Heyet-i Temsili’ye bunu maa’l-memnuniye kabul ve matbûata ve dahile karşı resmen neşr ü ta’mîm eyler. Ve artık faaliyetten uzaklaşır. Mevki-i şeref ve vakarını da meşrû’ bir şekilde, yani kongrelerimizin esası vechile Meclis-i Millî’nin davet talebi üzerine mahfûz tutar. Şüphesiz ki, bir seneden beri ibram-ı millî ile husûle gelmiş Aydın cephesi ne dağılıp Yunanlılara teslim-i mukadderât eyler ve ne de bunları dağıtmak için hükümet kuvve-i “teyidiyesini” izhâr edebilir. O cahiller kendiliğinden ve sâbıkı misillû devam eder. Fakat mevziî olur. Ve kolordu kumandanları kendi mıntakalarında bunu ahvâl ve maksada göre hüsn-i suretle idâre eyler. Ondan sonra da vaziyet ve harekât-ı müstakbelemiz için zuhûrâta tâbi kalınır. İşte nokta-i nazar-ı âcizânem bundan ibaret olduğu ma’rûzdur.

K O. 15 K.

Kâzım Karabekir

Vesika 239

Balıkesir, 28.1.36

Ankara’da K. O. 20 Kumandanlığı’na

Âtideki şifrenin Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine arzını ricâ ederim.

Rumeli sahilinde Gelibolu civarında Akbaş mevkiinde Fransızların taht-ı muhafazasındaki depolarda bulunan esliha ve mühimmât Düvel-i İtilâfiye tarafından Denikin ordusuna verilmiş, Rusya’ya nakline teşebbüs edilmiş ve bu iş için dört gün mukaddem bir Rus vapuru Gelibolu’ya gelmişti. Balıkesir heyet-i merkeziye azasından ve fedakâr arkadaşlarımızdan Köprülülü Hamdi Bey Kuvâ-yı Milliye’den bir müfreze ile Lapseki ve oradan 26/27.1.36 gecesi sallarla Rumeli sahiline bi’l-mürûr Akbaş depolarına vaz’-ı yed etmiş ve depo muhafızları olan Fransızları tevkif ve hutût-ı muhabereyi kat’ettikten sonra eslihayı kâmilen ve cephaneyi kısmen ve muhafız Fransız efrâdını da mahfuzen Lapseki’ye naklettirmiş, esliha ve mühimmâtı dahile sevk ettikten sonra Fransız efrâdını iade etmiştir. Akbaş’ta âcizlerince sekiz bin Rus tüfeği, kırk Rus mitralyözü, yirmi bin sandık cephane mukayyed idi. Eğer bir aydan beri Akbaş deposundan bir tarafa silâh verilmemişse sekiz bin Rus tüfeği kâmilen yedimize geçmiş demektir. Bu vaka üzerine Düvel-i İtilâfiye’nin ne gibi bir teşebbüste bulunacakları henüz mechûl olup şimdiye kadar İstanbul’un ve Kolordunun da bu meseleden ma’lumâtları olmadığı maruzdur.

Fırka 61 Kumandanı

Kâzım

-----------------------------------------

(Vesika 239a)

Şifre

Ankara, 29.1.36

Balıkesir’de Fırka 61 Kumandanı Kâzım Beyefendi’ye

C: 28.1.1920

Köprülülü Hamdi Bey’in fedakârâne ve cesurâne hareketle elde eylediği şâyân-ı gıpta muvaffakiyetten mütehassıl teşekkürâtımızın mûmâileyhe tebliğine delâlet buyurulmasını ricâ eder, böyle azîm bir muvaffakiyete sâik olan zât-ı biraderlerini tebrike şitâb eyleriz.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

-----------------------------------------

(Vesika 239b)

Şifre

Ankara, 29.1.36

TAMİM

Bir suretinin Heyet-i merkeziyelere itası ricâ olunur.

Gelibolu civarında Akbaş mevkiinde Fransızların taht-ı muhafazasındaki depolarımızda bulunan esliha ve mühimmâtın Düvel-i İtilâfiye tarafından Denikin ordusuna itası kararlaştırılması ve bunların nakli için dört gün mukaddem bir Rus vapuru Gelibolu’ya gelmesi üzerine Balıkesir heyet-i merkeziyesi azasından ve fedakâr arkadaşlarımızdan Köprülülü Hamdi Bey Kuvâ-yı Milliye’den bir müfreze ile Lapseki’ye ve oradan 26/27.1.36 gecesi sallarla Rumeli sahiline bi’l-mürûr Akbaş depolarına vaz’-ı yed ettiği ve depo muhafızı olan Fransız efrâdını tevkif ve hutût-ı muhabereyi kat’ ettikten sonra eslihayı kâmilen ve cephaneyi kısmen ve muhafız Fransız efrâdını da mahfuzen Lapseki’ye naklettirdiği ve esliha ve mühimmâtı dahile sevkten sonra mevkûf Fransızları iade eylediği ve bir ay evvel Akbaş deposunda sekiz bin Rus tüfeği, kırk Rus mitralyözü, yirmi bin sandık cephane olduğu mukayyed ise de istirdâd olunan miktarın henüz tespit edilmediği bildirilmiştir.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 240

Mahrem ve zevâta mahsustur

3.2.36

On İkinci Kolordu Kumandanlığı’na

Berâ-yı ma’lumât Yirminci Kolordu Kumandanlığı’na

Elli Altıncı Fırka Kumandanlığı’na

Birinci Fırka Kumandanlığı’na

Berâ-yı ma’lumât Refet Beyefendi’ye

Berâ-yı ma’lumât Üçüncü Kolordu Kumandanlığı’na

Berâ-yı ma’lumât On Beşinci Kolordu Kumandanlığı’na

Berâ-yı ma’lumât On Üçüncü Kolordu Kumandanlığı’na

Berâ-yı ma’lumât On Dördüncü Kolordu Kumandanlığı’na

Berâ-yı ma’lumât Fırka 61 Kumandanlığı’na

1. Çanakkale’de Akbaş’ta sırf Düvel-i İtilâfiye askerleri taht- ı muhafazasında bulunan esliha ve cephane deposundan güya bir miktar esliha ve cephane kaçırıldığını bahane ederek İngilizler Bandırma’ya iki yüz kişi çıkarmıştır. Afyonkarahisar, Eskişehir gibi Düvel-i İtilâfiye askerinin de bulunduğu mahallerdeki cephaneliklerimize su-i kast veyahut bunların muhteviyâtını istifade edilemeyecek bir mahalle nakledecekleri haber verilmektedir.

2. Harekât-ı Milliye mıntakaları gerisindeki esliha ve cephanelerimiz birer bahane ile alınacak ve mühim nakliyat noktaları yeniden işgal edilecek olursa bu gibi teşebbüsât-ı hainâne cephelerde elyevm kavga eden millî kuvvetlerimizi ne derece dûçâr-ı zaaf edeceği müstağni-i arz ve izahtır. Mukavemet meselesi mevzu-i bahis olunca en başta bulunan kumandanlarımızın rehber olacağı nazar-ı itibara alınarak ber-vech-i âti bazı mütâlaatın arzı lâzimeden görülmüştür:

Bazı arkadaşlarımızın işgalin tevsii, resmî bir muhasamanın ihdâsı gibi ihtimâlâtı nazar-ı dikkate alarak mukavemet hususunda tereddüde düşmek suretiyle zaman kaybettikleri anlaşılmaktadır. Bu gibi ahvâlde kendi mıntakalarında mevcut bi’l-cümle millî kuvvetlerden istifade edecekleri tabii bulunan kumandanlarımızın birkaç misli fâik kuvvet temîn edecekleri, milliyet namı altında icrâ edecekleri harekâtın da resmî bir muhasamayı intâc edemeyeceği şüphesizdir. Düşmanın yabancı bir mıntıkada ekseriya müstemleke askeriyle münferit bir vaziyette bulunması da icrââtta cür’etini tenkis eden esbâbdır. Bunun için cephedeki millî kuvvetlerimizin mukavemetini tenkis edebilecek ve lüzumu halinde istiklâlimizi müdafaa esnasında bizi zayıf düşürmek maksadıyla ecânibin yeniden vukubulacak işgal ve tecavüzlerine karşı bi’l-cümle kumandanlarımızın kemâl-i azim ve kat’iyetle hareket eylemelerini bilhassa ricâ eylerim.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 241

Müstaceldir

Zata mahsustur

Harbiye, 3.3.36

K. O. 20 Kumandan Vekili Mahmut Beyefendi’ye

Mustafa Kemal Faşa Hazretlerine:

Ali Rıza Paşa Kabinesi’nin istifanamesi sureti ber-vech-i âtidir: (Rauf)

Suret: Malûm-ı âli-i cenâb-ı şehriyarîleri buyurulduğu üzere heyet-i vükelâca âmâl-i milliye-i meşrû’amızı istihsal ve sulhün teehhür-ı in’ikadından mütevellid galeyân ve tezebzübü teskin ve izâle gayesini takiben ale’d-devam sarf-ı mesâi ve gayret ve Avrupa’da lehimize bazı temâyülât tezâhür edince bir takım katliâm şâyiaları tekevvün etmesi ve bu türlü ekâzibin tashihi için yazılan ajans telgrafnameleri ile gazete makalelerinin sansüre uğraması gibi teşvîşâta ilâveten hergün bir suretle tesâdüf olunan müşkilât-ı mütenevvianın iktihâmına bezl-i makderet edilmekte bulunulduğu halde Yunanlıların karşısında bulunan Kuvâ-yı Milliye’nin üç kilometre daha geriye çekilmesi hakkında Düvel-i Müttefika Fevkalâde Komiserleri cânibinden bâ-takrir vâki olan teklifin kabil-i icrâ olmadığına dair delâil-i muknia serdiyle yazılan takrir cevâbının tebliği üzerine Yunanlılar bugünkü Salı günü Kuvâ-yı Milliye’ye taarruz ederek Gölcük yaylası ile Bozdağı’nı işgal etmişlerdir. İka ettikleri fecâyi bütün âlem nazarında sâbit olan Yunanlıların hadd-i zâtinde –bigayri hakkın– işgal ettikleri İzmir’i artık tahliye etmelerine millet-i Osmaniye tarafından intizâr olunmakta iken bilakis şu suretle bir tecavüz daha ika’ etmeleri ezhân-ı ahaliyi fevkalâde tahdiş ederek envâ-i netâyic-i elîmeyi istilzam edebileceğinden hakk u adle ve akl u hikmete külliyyen mugayir olan şu tecavüz karşısında heyetçe istifada muztar kaldığımızı atebe-i ulyâ-yı şevket-penâhîlerine arza müsaraat ederim. Ol bâbda ve katıbe-i ahvâlde emr ü ferman. 12 Cemaziyelevvel 338, 3 Mart 336.

Harbiye Nezareti Seryaveri

Salih

Vesika 242

Beşiktaş, 3.3.36

K. O. 20 K.

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine:

Kuvâ-yı Milliye’nin Yunanlılar karşısındaki cephesinin üç kilometre geriye alınması hakkında on beş gün evvel İtilâf mümessilleri tarafından verilen notaya hükümet cevâb-ı red vermişti. Dün şedîdü’l-meâl ikinci bir nota daha verilmiş olmasından hükümet bugün Meclis-i Meb’ûsân huzurunda istifa etmiştir. Hükümetle beraber Meclis-i Meb’ûsân reisi de mâbeyndedirler. Meb’ûslarımız [hhddh] mütelâşi fakat [vrta] arzuya muvâfık bir kabinenin mevki-i iktidara getirileceğinden emindirler. İngilizler Hürriyet ve İtilâf ve Nigehbâncılarla tertip ettikleri harekât-ı irticaiyede muvaffak olabilmeleri için Ferit Paşa ve yârânından birinin taht-ı riyâsetinde bir kabinenin mevki-i iktidara gelmesi muhtemeldir. Meclisi bi’t-tabi feshedeceklerdir. Nezd-i şâhânede oradan tedâbîr-i müessirede bulunulması ve her halde vakit kazanmak için İstanbul’da Meclis-i Meb’ûsân vasıtasıyla Kuvâ-yı Milliye’nin temîn-i hâkimiyet-i kanuniyesi esbâbının istikmali maruzdur. (Kara Vasıf)

Çanakkale Mevki-i Müstahkem Kumandanı

Şevket

------------------------

(Vesika 242a)

Harbiye, 3.3.36

K. O. 20 K.

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine:

Rahatsızım ve yataktayım. Meb’ûsan’da bulunan Vasıf Bey’den aldığım haberde kabinenin istifa ettiği ve sebeb-i istifanın da İtilâf mümessillerinin İzmir cephesinde Milne hattına çekilmek için verdikleri notayı hükümetin reddetmesi üzerine Bozdağ cephesinde Yunanlıların kuvvetle taarruza geçmeleri olduğu bildiriliyor. Gruptan Celâlettin Bey refakatinde bir heyetin saraya azîmet ettikleri de anlaşıldı. Maksatları İtilâf hükümetlerinin teşebbüslerinden evvel Ferit Paşa’dan gayrı ve Kuvâ-yı Milliye’ce makbul olabilecek bir hükümetin mevki-i iktidara getirilmesini temîn imiş. Netice ma’lûm olunca arz ederim. (Rauf)

Harbiye Seryaveri

Salih

------------------------

(Vesika 242b)

Gayet aceledir

Zata mahsustur

Harbiye, 3.3.36

K. O. 20 Kumandan Vekili Mahmut Beyefendi’ye

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine:

Gayet mahrem şahsa ait rapordur: Evvelki telgrafa zeyldir. Grup Reisi ile Meclis Reis Vekilleri saraya gönderildi.

Pâdişâh müstafi Sadrazam’la ve anı müteakiben Danimarka sefirini kabul ile meşgûl olduğundan başkâtip ve başmâbeynci ile müzakerelerini emretmiş. Grup reisi teşkilât-ı milliyenin pâdişâha sadakatini ve makasid-i vataniyesini, pakt esaslarını ve teşkilât-ı milliyeye müstenid grupun nizamnamesini evvel ve âhir bade’t-tafsil sabah arz edilen istifa hadisesini söyler ve netice olarak pâdişâh reisini ve şeyhülislâmı bizzat intihap etmek hakkına maliktir. Bi’l-mukabele Meclis de kabineye itimat veya adem-i itimat salâhiyetini hâizdir. Memleketin buhran-ı vükelâ ve sâireye tahammülü yoktur. Böyle bir hal vâki olmamak için pâdişâh iyi düşünür, meclis ve ekseriyetin fikrini düşünmeli. Ferit Paşa ve yârânını ve hatta Tevfîk Paşa’yı sakın intihap etmemeli. Neticesi buhrandır. Zaten tecrübe edilmiştir. Başkâtip huzura arz ve ber-vech-i âti cevâbı tebliğ etmiştir:

Bütün meb’ûslara selâm; ahvâl ve vaziyetin vahametini ben de onlar kadar müdrikim. İcab-ı hal ve vaziyete göre birisini intihap edeceğim. Onun salâhiyetine tecavüzle rüfekasının intihâbına müdahale edemem. Ancak ona ekseriyet grubu ile anlaşmasını tavsiye edeceğim demiştir. Heyet bi’t-teşekkür ayrılmışlardır. Şimdi Cengiz, İsa beraberiz. Arz-ı ta’zîmat eyleriz. (Rauf)

Seryaver Binbaşı

Salih

Vesika 243

Şifre

4.3.1920

TAMİM

İstanbul’da teşekkül eden bir cemiyet-i fesadiye İngilizlerle müttehiden;

1. Hükümetin ıskatı ile Ferit Paşa veya emsalinden bir hükümet tesisi.

2. Meclisin feshi.

3. Kuvâ-yı Milliye’nin ilgası.

4. İstanbul’da bir şûrâ-yı hilâfet teşkili.

5. Bolşeviklik aleyhinde fetva ısdârı.

Hususâtının takarrür ettirildiği tahakkuk etmiş ve Anzavur harekâtı ile beraber İngilizlerin hükümeti tazyik etmeleri mezkûr mukarrerât cümlesinden olduğu İstanbul’dan bildirilmiştir. Arz-ı ma’lumât eyleriz.

İşbu ma’lumâtın heyet-i merkeziyelere de iblâğı ricâ olunur.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 244

Şifre

Müstacel

Ankara, 4.3.36

TAMİM

İstanbul’daki heyetimizden üç Mart tarihli olarak vürûd eden ma’lumâtı ber-vech-i âti aynen arz ederiz:

Yunanlılar karşısındaki cephenin geriye alınması hakkında on beş gün evvel İtilâf mümessilleri tarafından verilen notaya hükümet cevâb-ı red vermişti. Dün şedîdü’l-meal ikinci bir nota da verilmiş olmasından hükümet bugün Meclis-i Meb ’usan huzurunda istifa etmiştir. Hükümetle beraber Meclis- i Meb’ûsân Reisi de mâbeyndedirler. Meb’ûslarımız mütelâşidirler. İngilizler Hürriyet ve İtilâf ve Nigehbâncılarla tertip ettikleri harekât-ı irticaiyede muvaffak olabilmek için Ferit Paşa ve yârânından birinin taht-ı riyâsetinde bir kabinenin mevki-i iktidara gelmesi muhtemeldir. Meclisi bi’t-tabi feshedeceklerdir. Nezd-i şâhânede oradan tedâbîr-i müessirede bulunulması ve Meclis-i Meb’ûsân’ın takviyesi esbâbının istikmali maruzdur.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 245

Gayet mühimdir ve

Zata mahsustur

Harbiye, 8.3.36

Ankara K. O. 20 Kumandanlığı’na

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine:

Suret. Hâkpây-i şâhânelerine şifahen arz ettiğim üzere daima en-necâtü fi’s-sıdk düstûruna istinâden ber-vech-i âti ma’rûzâtımı südde-i seniyelerine arz ve takdime cür’etyâb oluyorum.

Milletin mümessilleri bulunan Meclis-i Meb’ûsân Heyeti, bilâ-istisna makam-ı hilâfet ve saltanata ve bilhassa nefs-i nefîs-i hümâyûnlarına bilâ-kayd ü şart ve lâ-yezâl bir surette sadakat-i kâmile ile merbuttur. Keza Kuvâ-yı Milliye aynı hissiyât ile mütehassis ve yegâne gayesi tac u taht-ı mülûkâneleri etrafında toplanarak hukuk-ı mukaddese-i hilâfetpenâhîlerini ve menâfi-i mülk ü milleti her türlü halelden masûn bulundurmak uğruna ifnâ-yı hayât eylemektir. Bu hususta zât-ı akdes-i tâc-dârîlerini her ne suretle arzu buyurulursa tatmîn ve temîne hazırlar ve bunu Meclis-i Meb’usân dahi zâmin ve mütekeffildir. Gerek Meclis ve gerek Kuvâ-yı Milliye makam-ı hilâfet ve saltanat-ı seniye ve devlet ve millet için imkân-ı hayat bulunmadığına bütün imanıyla kaniler. Buhranı vükelânın devamının Anadolu’da pek büyük galeyân ve heyecan-ı efkâra sebebiyet verdiği nahiyelere varıncaya kadar her taraftan gelen yüzlerce telgrafnameler münderecâtından müstebân olmaktadır. Keza Meclisi Meb’ûsan’ın hâlet-i ruhiyesi de bu merkezdedir. Meb’ûsan umumiyetle şu buhran-ı azîm zamanında kabine buhranının devamını devlet için pek tehlikeli bulmaktadırlar. Buhrana sür’atle bir hâtime verilerek efkâr-ı hariciyeye takdimen hâsıl olan efkâr-ı umumiye-i dahiliyenin tatmîn-i derece-i vücûbda görülmektedir.

Âmâl-i milliyeyi tatmîn eyliyemiyecek bir kabinenin mevki-i iktidara gelmesi memâlik-i Osmaniye’de hayat-ı milliyeyi tehlikeye ilka edebilecek vakayi-i müessife tevlîdine sebebiyet verebilir. Âmâl-i milliyeye muhâlif bir kabinenin tesirâtile şarktan gelebilmesi muhtemel olan seyl-i beliyeye mukavemet kuvveti münkesir ve bunun bu cereyâna karşı mevcut azim ve kuvveti dûçâr-ı zaaf olabilir. Maazallah vahdet-i milliyede teşettüt ve nifak ve tefrîka hâsıl olarak makam-ı hilâfet ve saltanata ve devlet ve milletin haricî ve dahilî düşmanlarına bir fırsat verilmiş olur. Bir mecburiyet-i elîme taht-ı tesirinde Anadolu Heyet-i Meb’ûsan’ı serbest addedemiyerek yeniden icra-yı intihâbat ile Meclis-i Millî’yi toplayarak müdafaa-i hukuk-ı devlet ve millet vazifesini ifaya teşebbüs etmesi dahi vârid-i hâtırdır. Her suretle calib-i dikkat ve itibar olan hususât-ı ânifenin hâkpây-i meali-cây-ı hilâfet-penâhilerine arzını kendime mukaddes bir vazife addederim. Ferman pâdişâh-ı celîlü’l-unvan efendimiz hazretlerinindir. İmza: Meclis-i Meb’ûsân Reisi kulları Celâlettin Arif. 6 Mart 1336 (Rauf)

Harbiye Nezareti Seryaveri Binbaşı

Salih

Vesika 246

Edirne, 31.12.35

K. O. 20 K.

Heyet-i Temsiliye’ye:

Trakya’nın ahvâl-i hâzırasına dair ber-vech-i âti mevâddın ehemmiyetle nazargâh-ı samilerine arzını vecibe addeder ve Türklerin Avrupa’da son parçasını teşkil eden Trakya ve Garbî Trakya’da siyaseten ve idâreten daha esaslı tedâbîr ittihâzı lüzumunu arz eylerim.

1. Garbî Trakya hâl-i hazırıyla Fransızların himayesi altında bir Yunan kolonisidir. Ve günden güne Yunan boyasına girmektedir.

2. Dedeağaç ile Karaağaç arasındaki Meriç’in sağ sahil mıntıkası bahren ve berren gönderilen Yunan muhâcirleriyle dolmaktadır.

3. Üç aylık zahâiri ile gönderilen bu muhâcirlerin Atina Bankası’ndan kendilerine tevdî edilmiş birçok paraları da vardır ve bunlara yardım etmek vesilesiyle Rum heyet-i milliyelerine de Atina Bankası’ndan küllî meblâğ tevzi edilmiştir.

4. Garbî Trakya’da yapılmakta olan jandarma teşkilâtına Rumlar kaydedilmekte ve zâbitleri de Yunan zâbitlerinden tayin ve noksanları da aynı menbadan ikmâl olunmaktadır.

5. Garbî Trakya idâre memurları hep Rumlardan tayin ve kahir İslâm ekseriyetini hâiz olan İskeçe’de bile bu esasa riayet olunmaktadır.

6. Şarkî Trakya’yı da Garbî Trakya’ya ilhak ve Fransa himayesi altında bir Yunan idâresi tesis etmek Fransız ve Yunanlıların gaye-i emelleridir. Franchet d’Esperey’nin Atina’ya gitmesi de nokta-i nazarıma göre bu husus ile pek alâkadardır.

7. Şarkî Trakya’da hat boyunda bulunan Yunan taburuna efrâd terhîsi vesilesiyle müsellah olarak mütemâdiyen efrâd gönderilmekte ve silâhsız olarak terhîs edilen efrâdın silâhları bu taburda kalmaktadır. Belki de Rumlara gizliden tevzi olunmakta ve terhîs olunan bu efrâd da ekseriyetle memâlik-i Osmaniye dahiline dağılmaktadır.

8. Çok zamanlarda, Yunan taburu merkezi olan Lüleburgaz’a küllî miktarda gelen bombaların; Çorlu, Çatalca, Babaeski, Alpullu, Çerkezköyü’ndeki müfrezelerine tevzii muhtemeldir.

9. Rumların merkezi İstanbul’da bulunan esaslı iki komitesi vardır. Birisi muâvenet komitesi, diğeri Trakya komitesidir. Muâvenet komitesinin Rumların kesafet hâsıl ettiği mahallerde birer müfettişi ve o mahallin ileri gelenlerinden müteşekkil birer komitesi vardır. Vazifeleri muhâcirîne her hususta yardım etmek ve harap binaları tamir ve çift hayvanatı ve âlâtını tedârik ve zer’iyata mübaşeret ettirmektir. Muâvenet komitesinin teşkilâtındaki intizam inzibat ve muâvenet husûlündeki icrâât ve sahaveti ehemmiyetle kayda şâyândır.

10. Yegâne gayesi Trakya Rumlarının istiklal-i siyasilerine ma’tûf olan Trakya komitelerinin teşkilâtı esaslı ve müstakardır. Merkezleri ile irtibatları gayet emindir. Gelibolu ve Tekirdağı sancaklarında en mühim teşkilât merkezleri Gelibolu, Keşan ve Çorlu’dur. İşbu mevkilerin metropolitleri ile Gelibolu’da Fransız konsolos vekili yerli Rumlardan Niko en mühim reisleridir. Her kazada metropolit riyâseti altında ve ahalinin faal ve mütefekkir kısmından ve ekser mektep daskallarının inzimamıyla birer kaza komitesi mevcut bulunmaktadır. Teşkilâtları vâsidir.

11. Bu komitelerin propagandaları ve faaliyeti sayesinde Rum ahalinin maneviyatı ihzâr ve esliha, cephane ve bomba iddihar edilerek kabiliyet-i tedâfüiyye ve taarruziyelerini günden güne ikmâl etmektedirler. Hat boyundaki tabur işbu teşkilât ve ihzârat veteslîhatın en metin istinâdgâhıdır.

12. Her Müslüman’a ika-ı mazarrat, tehdit, tahvif ve ellerindeki hayvanat ve emvâli gasp ve sirkat, komitenin yegâne emelidir. Ve bu maksat için müteşekkil siyasî ve alenî çetelerin bu günlerde tezyîd-i faaliyet etmeleri ve icrâât göstermeleri merkezlerinden emrolunmuştur. İslâmlarla sıkı münasebet ve hususiyet memnudur.

13. Bu çetelerin takip ve tenkîli için yapılan tazyikat aksü’l-ameller tevlîd ve teşkilâtlarını takviye eylemektedir.

14. Harb-i ahîrden beri Yunanistan’a gidip avdet eden ashâb-ı emlâk Yunan idâresinden limenfaatin gayr-i memnun oldukları cihetle Türkiye idâresinde kalmayı tercih etmektedirler. Ve komitelerine kısmen muhalefet göstermemektedirler.

15. Kolordunun işbu vaziyet ve âtiyen tahaddüsü muhtemel ahvâl karşısında vazifesini ifa edebilecek bir vazü’l-ceyş almasına General Milne’in muvafakat etmediği bi’l-muhabere anlaşılmıştır.

K. O. 1 Kumandanı

Miralay

Cafer Tayyar

Vesika 247

Şifre

Ankara, 3.1.36

Edirne’de K. O. 1 Kumandanı Cafer Tayyar Beyefendi’ye

C: 31.12.35

Garbî Trakya Müslüman komitesine teşvikat-ı lâzimede bulunulmak ve Şarkî Trakya tarafından da Yunanlıların ve yerli Rumların teşkilât ve teşebbüsâtına karşı teşkilât ve teşebbüsat-ı mütekabileye azamî gayretle girişilmesi, Sivas Kongresi teşkilât nizamnamesinin lâhikasına tevfîkan müsellah millî müfrezeler teşkili ve bu hususta Kolordu’nun azamî muâvenet-i hafiyyede bulunması ve vazü’l-ceyş tebdili ile istihsal olunamayan fevâidin bu suretle telâfisi lâzımdır. Hükümetçe bu bâbda teşebbüsât-ı siyasiyede bulunulması için mürâcaat olunmuştur.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 248

Şifre

Ankara, 3.1.36

Harbiye Nâzırı Cemal Paşa Hazretlerine

Şarkî Trakya’daki hat boyunda bulunan Yunan taburuna efrâd terhîs bahanesiyle müsellah efrâd gelmekte ve giden efrâdın da silahları alıkonarak taburun Rum eşkiyasının bir silâh deposu haline ifrâğ kılınmakta olduğu, terhîs olunan efrâdın memâlik-i Osmaniye dahiline dağıtıldığı ve taburun merkezi olan Lüleburgaz’a külliyetli miktarda gelen bombaların Çorlu, Çatalca, Babaeski, Alpullu, Çerkezköyü müfrezelerine tevzi kılındığı Paşaeli heyet-i merkeziyesinden bildirilmektedir. Hükümetçe teşebbüsât-ı kat’iye ve şedîdede bulunularak Yunanlıların Şarkî Trakya’da olsun tahrikâtlarına mümânaat olunması ehemmiyetle arz olunur.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 249

rakya Paşaeli

Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti

Heyet-i Merkeziyesi Riyâseti

687

Edirne, 5 Kânunusani 336

Ankara’da Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Heyet-i Temsiliyesi’ne

Saadetlü Efendim Hazretleri

1. General Franchet d’Esperey Edirne’ye geldi. Yevm-i muvâsalatını birkaç gün evvel makam-ı vilâyete resmen tebliğ ettirdiği cihetle hakkında merasim-i istikbâliye yapıldı. Edirne’de üç saat kadar kalarak bu müddet zarfında makam-ı vilâyeti ziyaret ve belediyede bir çay içtikten sonra doğruca Darülmuallimat’ı ve ba’dehu Cemaat-i İslâmiye’yi ve Trakya İdare-i Merkeziyesi’ni ve ondan sonra da Rum klubünü ziyaret ederek avdet eyledi. Kendisinin Yunan muhipbi olduğu ve İslâmlara karşı nasıl bir his beslediği herkesçe ma’lûm bulunduğundan maksad-ı ziyareti bir an evvel anlamak merakı memleketi istilâ eylemişti. Sırf bir seyahat maksadıyla geldiğini söyledi. Hükümette jandarma kumandan vekiline jandarmaların hırsızlık edip etmediğini sordu. Cemaat-i İslâmiye’de müftüye hitaben her ne olursa olsun İslâmların din ve mukaddesâtının dûçâr-ı tecavüz olmayacağını temîn etti. Bu sözü ile buraların başka bir şekl-i idâreye geçeceğini ima eyledi. Trakya’da henüz Trakya hakkında konferansça bir karar verilmediğini, verilecek karara itaat lâzım gelip aksi takdirde itaate icbâr etmek vazifesi kendilerine ait olduğunu söyledi. Rum klübünde metropolidin Osmanlıları rencide eden nutkuna mukabil sulh konferansının vereceği kararı der-akab mevki-i icraya koyacağını ve o vakte kadar hâkimiyetinde bulundukları hükümetin evâmirine itaate mecbur olduklarını söyledi.

2. Yevm-i mezkûrde Rumların Yunan bayrakları ile merasim- i istikbâliyeye iştirakini Trakya Cemiyeti’nin müdahale- i musırrânesi üzerine hükümet meneyledi.

3. Edirne Kuvâ-yı Milliye teşkilâtı maa’t-teessüf henüz arzu edilen neticeye vâsıl olamadı. Her mahalde memurînden, eşrâftan bazı bed-tıynet ve hain-i vatan kimselerin mefsedetleri teşkilâtın sür’atle yapılmasını akamete dûçâr etmektedir. Makam-ı vilâyet lâzım gelen icrâât ve faaliyette pek ziyade müteenni bulunuyor. Maamafih cemiyetimiz bu hususta sarf-ı makderet eylemekten bir an hâli kalmıyor.

4. Gümülcine’ye doğru daire-i işgallerini hergün bir parça daha tevsi eden Yunanlılar ahali-i İslâmiyeyi fakirlere yardım etmek, zenginlere birçok mevâîdde bulunmak, aleyhlerinde çalışanlara da külliyetli paralar teklif etmek suretiyle kendilerine cezb ve bend eylemek siyasetini takip ediyorlar. Hatta bizim İskeçe’deki murahhaslarımıza on milyon drahmi gibi azîm bir meblâğ teklif eylediler.

5. Kuvâ-yı Milliye’ye ait telgraf ve postalar şimdiye kadar bilâ-ücret kabul edildiği halde Meclis-i Vükelâ kararına atfen Dersaadet Posta ve Telgraf Müdüriyet-i Umumiyesi’nden Edirne Başmüdiriyeti’ne mevrut 23 Kânunuevvel 335 tarih ve 32 numaralı iş’âr mûcibince ücrete tâbi tutulmaktadır.

6.İstihbâr eylediğimize nazaran Fransızlar bugünlerde icap eden makamâta mürâcaatla şayet bir işgal vukuunda Kuvâ-yı Milliye’nin ne dereceye kadar müdafaâtta bulunacağını istîzâh eylemektedirler ki bu da Franchet d’Esperey’nin Cemaat-i İslâmiye’de her ne olursa olsun İslâmların taarruzdan masûniyeti hakkında serd eylediği temînattan da müstebân olduğu vechile artık buraların işgal-i askerî altına alınmasına karar verildiğine şüphe bırakmıyor.

7. Merkez sancağı meb’ûslarından Faik Bey’in İstanbul’da kalıp Şeref ve Galip Bahtiyar Beylerin hemen Ankara’ya azîmetleri kararlaştırıldı. Ve kendilerine tebliğ edildi. Murahhaslık vazifesini ifa için bir diğerinin tayininde Faik Bey’in de i’zâm olunacağı maruzdur efendim.

Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye

Cemiyeti Heyet-i Merkeziyesi Reisi

Şükrü

Vesika 250

Şifre

Ankara, 15.1.36

Edirne’de Birinci Kolordu Kumandanı Cafer Tayyar Beyefendi’ye

Vilâyetin, teşkilât-ı milliyenin taazzuv ve teşmili hususundaki mesâilde müteenni bir tarz-ı hareket takip eylediği bildirilmektedir. Mukadderâtımızın mevzu-i bahis olduğu şu devr-i kat’î ve tarihîde vahdet ve teşkilât-ı milliyenin en kuvvetli bir hale gelmesi lüzumu müstağni-i arzdır. Zât-ı âlileri gibi hamiyet ve fedakârlığı ile tanınmış muktedir bir arkadaşımızın Edirne’de bulunuşu ve bilhassa teşkilât-ı müsellahanın temîni emrinde makam ve memuriyetinizin en müsait bir şekilde oluşu Heyet-i Temsiliyemiz için büyük bir teselli, milletimiz için azîm bir ümid-i halâstır. Rum teşkilât-ı müsellahasına karşı lâhikaya nazaran müsellah millî müfrezeler teşkili, fedakâr zâbit arkadaşlarımızın tebdil-i nam ederek, sivil olarak en mühim mahallere tayini ve sâire gibi tedâbîr-i acileye tevessül buyurularak Trakya Paşaeli Heyet-i Merkeziyesi’nin de teşkilât hususunda her vakitten ziyade müteyakkız bulunmalarını ricâ ve takdimi ihtirâmât eyleriz.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

-----------------------------

(Vesika 250a)

Şifre

Ankara, 15.1.36

Edirne’de Trakya Paşaeli Heyet-i Merkeziyesi’ne

5.1.36 tarihli rapor alındı. Teşkilât-ı müsellahanın tanzim ve tensîki için Kolordu Kumandanı Cafer Tayyar Bey’e ricâ edildi. Galip Bahtiyar Bey teşrif ettiler. Müdâvele-i efkâr eyledik. Hükümet, Meclis-i Millî bu bâbda bir karar verinceye kadar teşkilât-ı milliye makamâtı arasında cereyân eden telgraf muhhaberâtını servis olarak kabule mecburdur. Muharrerât bi’t-tabi ücrete tâbidir. Arz-ı hürmet eyleriz.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

-----------------------------

(Vesika 250b)

Şifre

Ankara, 1.3.36

Tekfurdağı Mutasarrıfı Füruzan Bey’e

Livanız dahilinde muhîtin adem-i müsaadesinden bahisle teşkilât-ı milliye icrasının kabil olamayacağını Tekfurdağı Heyet-i İdâresi’nin iş’ârına atfen Edirne Heyet-i Merkeziyesi bildiriyor. Bu mütâlaayı hamiyet ve muhabbet-i milliye ile kabil-i telif göremiyoruz. Hâdisât ve vakayi-i azîme taht-ı tesirinde kalan ferdler, cemiyet haline gelerek muhîtin hayat ve zindegîsinden ahz-i kuvvet etmedikçe mevcudiyetlerinin müheyyâ-yı inhidam bulunduğu kanaatini şuursuz bir halde zan ve tevehhüm ederler. Tekfurdağı muhîtinin vahdet-i umumiye-i milliyemizden hariç kalması tecvîz edilemeyeceğinden her halde fikr-i hareket ve müdafaadan mahrum kaldığını hisseden muhîte ifaza-i hayat edilerek hem kendilerinin ve hem de vatan-ı müşterekin halâs ve saadetini kâfil teşkilâtta kendilerine rehberlik ve mürşidlik edeceğinizi müsellem olan gayret ve hamiyet-i mefturelerinden ümit eder ve cevâb-ı muvaffakiyetinize intizâr eyleriz efendim.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

-----------------------------

(Vesika 250c)

Tekirdağ Mutasarrıfı Füruzan Bey’den alınan 5.3.36 tarihli şifrenin mahlûlüdür:

C: İstîzâh-ı vâkie çoktan muntazırdım. Bu suretle bendenize de hakk-ı kelâm bahş buyurulmasına teşekkür ve itiraf ederim ki Meclis-i Meb’ûsan’ın ........ ve hükümetin âmâl-i milliye dairesinde teşekkülüne rağmen henüz ............... da İstanbul’da başlıyan bir ahenksizlik mahsûs ve bu halin in’ikâsâtından müteessir olan muhîtimizde bir boşluk mevcuttur. Yoksa .........da hiçbir ihtilâf yoktur. Hâdisât ve vakayii takip ve icâb-ı hamiyeti tatbik hususunda geri kalan .......... olmadığıma başlıca şahit zât-ı samileridir. Maahaza Trakya ...... değildir. Bu havalideki ıttıradsızlık ve tedbirsizlik .......... atılacak bir yanlış hatve neticesinde Ermeni ve Rumların muhâliflere iştirakleriyle Biga hadisesinden daha şedîd ve umumî vakayie sebebiyet verilmiş olur. Sadaret-i uzmânın ta’mîmi malûm. Buna bütün vilâyetin bî-tarafane ...... tebliği de munzam olunca benim gibi mülhak ........ mutasarrıfa vali vekâletinden müstakil livadan maiyyete tenzil edilen ............ mutasarrıftan bu şerâit dahilinde nasıl bir tecellüd beklenilir. Hulâsa dertler çok. Mezûnen Dersaadet’e gidiyorum. Orada fırsat bulursam bizzat gelerek olmazsa avdette bâ-posta tafsilât-ı lâzimeyi arz eylerim.

Tekirdağ Mutasarrıfı

Ali Füruzan

Vesika 251

Kurye ile

Ankara, 3.2.36

Rauf Bey’e

İskeçeli Arif Bey’den Trakya-Paşaeli Cemiyeti’nin tarz-ı faaliyetine dair bir mektup aldık. Cafer Tayyar Bey’in icap eden faaliyetten mahrum olduğu dermeyan ediliyor. Şarkî ve Garbî Trakya’nın bir vahdet-i mülkiye dahilinde ifade ve ilân edilmesi siyaset-i Osmaniye için de doğru bir hareket değildir. Şarkî Trakya gayr-i kabil-i münakaşa bir surette eczâ-yı Osmaniye’dendir. Garbî Trakya’nın istihlâsı için de şark ancak bir üssü’l-hareke olabilir. Şark ve garbın vahdet-i mülkiyesi esasen Balkan Muâhede-i Sulhiyesi ile garbın terkedilmiş olmasıyla ahden ihlâl kılınmış bulunmasına nazaran mülkî vahdet iddiası Şarkî Trakya’da dahi düşmanlarımızın bazı müddeayâtına meydan verebilir. Bulgarların Adalar Denizi’nde bir mahrec-i iktisadî talep etmeleri keyfiyeti de ayrıca muhtac-ı teemmüldür. Bulgar nokta-i nazarı Kavala’yı tercih edeceğinden Bulgaristan dahilinde de bu yolda sarf-ı mesâi etmek icap eder.

Arif Bey’in ifadesine göre Trakya-Paşaeli Cemiyeti’nin azası meyânında ciddî bir tensîk icrâ edilmesi takarrür etmiş. Cafer Tayyar Bey’le müştereken ve bâlâdaki esâsât-ı malûme dahilinde, Trakya-Paşaeli Cemiyeti’nin bir an evvel ıslâhıyla vazife-i milliyesine sevk edilmesi icap eder. Cafer Tayyar Bey’e talimat-ı lâzime verilmiştir. Arif Bey’in Bulgaristan harekâtı hakkındaki istıtlââtının peyderpey iş’ârı matlûb olduğunun mûmâileyhe iblâğ buyurulması ricâ olunur.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

------------------------------

(Vesika 251a)

Kurye ile

Ankara, 3.2.36

Edirne’de Birinci Kolordu Kumandanı Cafer Tayyar Bey’e

Trakya’nın Şarkî ve Garbî namıyla bir vahdet-i mülkiye altında ifade edilmesi siyaset-i Osmaniye için doğru değildir. Şarkî Trakya gayr-i kabil-i itiraz ve münakaşa bir surette eczâ-yı memâlik-i Osmaniye’dendir. Garbî Trakya bir muâhede-i sulhiye ile vaktiyle terk edilmiş bir kıta-i vatandır. Şarkî Trakya, garbın iltihakını temîn etmek için bir üssü’l-hareke olabilir. Yoksa Şarkî ve Garbî Trakya’nın vahdetini musırran iddia etmek Şarkî Trakya’da da bazı müddeayât serdine müntic olabilir. Bu itibarla Şarkî Trakya hakkında hiçbir münakaşa mevzu-i bahis edilmemelidir. Bulgarların Adalar Denizi’nde bir mahrec-i iktisadî tedâriki hakkındaki iddialarını da derpîş etmek icap eder. Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin bütün teşkilât-ı milliyesini bu esasa göre tevsi veteslîh etmek icap eder. Gümülcine havalisinde hedef, Yunan kuvve-i işgaliyesi olmalıdır. Garbî Trakya’daki Fransız siyasetinin Venezilos siyasetine pişdarlık ettiği mahsûstür. Binâenaleyh Trakya-Paşaeli heyet-i idâresi arasında ciddî bir tebdil ve tensîk yapılacağı haber alındığından cemiyetimizin nokta-i nazar-ı siyasisine göre alâkadarlarla tevhîd ve teşrik-i mesâi edilmesi ve şarkta hâkimiyet-i Osmaniye kat’iyen mevzu-ı münakaşa olmamak şartıyla garbın istihlâsı için icap eden tertibât ve teşkilâtın ikmalile Kuvâ-yı Milliye’nin Yunanlılara karşı bilhassa pek müsait olan İskeçe havalisinde faaliyete geçirilmesi ve bu hususta taraf-ı âlilerinden azamî muâvenetin ibzali lâzımdır. Bulgaristan dahilinde cereyân eden harekât-ı inkılâbiyenin de vesâit-i mahsusa ile takibi. Bulgaristan metâlibinin Kavala cihetlerine tevcîhine her suretle çalışılması faydalıdır. Bu husustaki mütâlaa-i âliyeleriyle derece-i mesâi hakkındaki iş’ârâtınıza muntazırız.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 252

Edirne, 7/8.3.36

K. O. 20 K.

Heyet-i Temsiliye’ye: Edirne heyet-i merkeziyesinin iş’ârât-ı evveliyesinden Tekfurdağı’nın vaziyeti malûm-ı âlileridir. Dersaadet ’ten avdetimde bu defa da Füruzan Bey’le görüştüm. Vali Bey’in teşkilât-ı milliyeye müzaharet ve muâvenet hakkında resmî ve gayr-i resmî bir tebliğ ve iş’ârı vuku bulmadığı cihetle kendisinin bu hususla iştigal edemeyeceğini ve buna tarafdâr bir valinin vücudu halinde keyfiyeti ol zaman teemmül ederek ya bu bâbda sarf-ı mesâi edeceğini veyahut muvaffakiyetini tahmin edemezse istifa edip çekileceğini beyan etti. Mîr-i mûmâileyh bu kanaatinde bir dereceye kadar haklıdır. Vali Bey’in kanun dairesindeki muamelede ifratı ve zaman-ı hâzırın nezaket ve ehemmiyeti icabı Kuvâ-yı Milliye’nin lüzum-ı takviyesi hakkındaki lâkaydîsi vilâyetin bir iki mahal müstesna olmak üzere her tarafında rüesâ ve memûrîn-i hükümeti mütereddid ve lâkayt bırakmaktadır. Evvelce de bi’l-münâsebe arz edildiği ve malûm-ı devletleri olduğu vechile bizde ahali her işi hükümetten beklemekte ve mârrü’l-arz rüesâ-yı mülkiyenin vaz’-ı bî-tarafîsi yüzünden teşkilât-ı milliye matlûb-ı âli üzere taazzuv edememektedir. Vilâyet dahilinde sık sık icrâ etmekte olduğum teftişlerde bilhassa köylülerle pek sıkı temas ediyorum. Ekseriyet itibarıyla bu tabaka her türlü fedakârlığa âmâdedir. Yalnız ashâb-ı emlâk ile Balkan Harbi fecâyiinden felâket görenlerden ihtiyârlar zümresinin bir kısm-ı mühimmi faaliyetten mütehaşidirler. Bilhassa kasabalardaki eşrâf ve mütehayyizân Bolşeviklik kendilerinin kanaatince yanlış telâkkiye uğramıştır. Ondaki ....... zenginlerin emlâk ve emvâlini taksim etmekten ibaret ad ve teşkilât-ı milliyeyi bu hususla alâkadar zannediyorlar. Gezdiğim yerlerde bu fikr-i sakîmin tashihine çalışıyorsam da bi’t-tabi her köye gitmek kabil olamıyor. Edirne vilâyetinin bu vaziyet ve ahvâl-i ruhiyesini İstanbul’daki rüfekaya da arz ve izah ettim. Bununla beraber icabında âmâl-i milliyenin müdafaası için az çok bir mevcudiyet ve kuvvet temîn edeceğime ümitvarım. Ancak keyfiyetin esaslı ve şümûllü olması cümlemizce şâyân-ı arzu olup bu da mehâzir-i mesrûdenin ref’ine çalışılmakla kabil olacağı maruzdur.

K. O. 1 K.

Cafer Tayyar

Vesika 253

Zata mahsustur

Müstaceldir

Harbiye 11.3.36

Ankara K. O. 20 K. ve Mahmut Beyefendi’ye

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine:

1. Dün akşam mevsûk İtalyan menâbiinden şâyân-ı itimat bir zata vâki olan mahremâne ihbârâtta mümessillerin dün ba’de’z-zevâl ictimâ ederek Londra’dan gelen ve Dersaadet’teki Kuvâ-yı Milliye rüesâsının tevkifi emrini hâvi olan meseleyi tezekkür ile kabul eyledikleri binâenaleyh bu gibi zevâtın bir an evvel Dersaadet’ten uzaklaşmaları icap eylediği iş’âr kılınmıştır. Biz bunu ya Mütelifîn’in bir blöfü veyahut Meclis-i Millî’nin feshini müntic olacak Ferit Paşa’nın mevki-i iktidara getirilmesi gibi iki şıkka hamlediyoruz. Birinci şıkla bu gibi zevâtın firârı neticesinde bir iskandal yaparak nâil-i emel olmak ikinci şıkla da adem-i itimat vererek meclisi fesh ve vâsi bir tevkifat yaparak İtilâf Devletleri’nin de müzahereti ile saltanat ve hükümet ile birlikte milliyetperverlerin aleyhine hareket etmektir. Tabii her iki ihtimale karşı da buradan hiçbir yere gidilmeyecek, işin sonuna kadar vazife-i namus ifa kılınacaktır. Salih Paşa bu vaziyeti bilerek ve bu hale bilerek sebep olmaktadır. Binâenaleyh evvelce de arz eylediğimiz vechile bu renksiz yeni kabinenin ıskatı için son derece çalışacağız ve muvaffak olacağımıza da eminiz.

2. Mevsûkan istihbâr olunduğuna göre Allenby mütareke zeyli Yaver ve Reşit Paşalar tarafından hükümet namına Tevfik Paşa Kabinesi zamanında imza edilmiştir. Ele geçince sureti takdim kılınacaktır. (Rauf)

Seryaver

Salih

-------------------------------

(Vesika 253a)

Şifre

Ankara, 11.3.36

Kâzım Karabekir Paşa’ya, Eskişehir’de Fahrettin ve Refet Beylere, K. O. 3 Kumandanı Salâhattin Bey’e

İstanbul’dan şimdi vürûd eden telgraf sureti berâ-yı ma’lumât aynen arz olunur. (Bir suretinin On Dördüncü Kolordu’ya verilmesi Fahrettin Beyefendi’den ricâ olunur.)

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

SURET

Dün akşam mevsûk İtalyan menâbiinden şâyân-ı itimat bir zata vâki olan mahremane ihbârâtta mümessillerin dün ba’de’z-zevâl ictimâ ederek Londra’dan gelen ve Dersaadet’teki Kuvâ-yı Milliye rüesâsının tevkifi emrini hâvi olan meseleyi tezekkür ile kabul eyledikleri binâenaleyh bu gibi zevâtın bir an evvel Dersaadet’ten uzaklaşmaları icap eylediği iş’âr kılınmıştır. Biz bunu ya Mütelifîn’in bir blöfü veyahut Meclis-i Millî’nin feshini müntic olacak Ferit Paşa’nın mevki-i iktidara getirilmesi gibi iki şıkka hamlediyoruz. Birinci şıkla bu gibi zevâtın firârı neticesinde bir iskandal yaparak nâil-i emel olmak ikinci şıkla da adem-i itimat vererek meclisi fesh ve vâsi bir tevkifat yaparak İtilâf Devletleri’nin de müzahereti ile saltanat ve hükümet ile birlikte milliyetperverlerin aleyhine hareket etmektir. Tabii her iki ihtimale karşı da buradan hiçbir yere gidilmeyecek işin sonuna kadar vazife-i namus ifa kılınacaktır. Salih Paşa bu vaziyeti bilerek ve bu hale bilerek sebep olmaktadır. Binâenaleyh evvelce de arz eylediğimiz vechile bu renksiz yeni kabinenin ıskatı için son derece çalışacağız ve muvaffak olacağımıza da eminiz.

-------------------------------

(Vesika 253b)

Şifre

Müstaceldir

14.3.36

Seryaver Salih Bey’e

Rauf Beyefendi’ye: Mütarekenin hafî mevâdd-ı müzeyyelesinden Erkân-ı Harbiye Reis-i Sanisi Kâzım Paşa’nın ma’lumâtı olması muhtemel bulunduğunu On Beşinci Kolordu Kumandanı Kâzım Paşa bildiriyor. Nazar-ı dikkat-i âlinizi celp ederim.

Mustafa Kemal

--------------------------------

(Vesika 253c)

Şifre

Müstaceldir

14.3.36

İsmet Beyefendi’ye

Reşit ve Yaver Paşalar tarafından imza edildiği Rauf Beyefendi tarafından istihbâr ve bize de iş’âr kılınan mütarekename mevâdd-ı hafiyesi hakkında Erkân-ı Harbiye Reis-i Sanisi Kâzım Paşa’nın ma’lumâttar oldukları maznundur. Fevzi Paşa’nın nazar-ı dikkatinin celp buyurulması mercûdur.

Mustafa Kemal

Vesika 254

Harbiye. 11.3.36

K. O. 20 Kumandan Vekili Mahmut Beyefendi’ye

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine:

1. Son ma’rûzâtımıza ve kabine vaziyetleri hakkında bir gûnâ mütâlaatınıza dest-res olamadığımızdan adem-i vusûlünden ve sıhhatinizden bi-hakkın endişedeyim. Cevâ bınıza muntazırız.

2. Maraş müsaadematının ne suretle başlayıp ne tarzda cereyân ettiği hakkında mufassal ve sizin mevsûk ma’lumâtınızın iş’ârını da ricâ eyleriz efendim. (Rauf)

Harbiye Nezareti Seryaveri

Salih

Vesika 255

Şifre

Gayet müstaceldir

12.3.36

Seryaver Salih Bey’e

C: 11.3.36

1. Rauf Beyefendi’ye; Kabineye adem-i itimat reyi vermek suretiyle taarruzun tarafımızdan yapılması o kadar kuvvetli bir sebebe istinâd ettirilemeyecektir. Kâzım Karabekir, Fuat Paşalarla Ankara’ya gelmiş olan Refet ve Fahrettin Beyler de aynı fikirdedirler. Ancak grubun derece-i tesanüd ve tecellüdüne ve vahdet-i hareketteki azm-i kat’îsine dair sarîh bir fikir ve kanaat hâsıl etmek için Salih Paşa’nın grup heyet-i idâresiyle müzakere etmeksizin hareket etmesini bir meşrûtiyet meselesi yapmak hususundaki karar hakkında hiçbir mütâlaa dermeyan etmemiştim.

2. İngilizlerin tevkif kararına, muhâliflerin yaygaralarına karşı meclisin cesurâne nihayete kadar vazifesine devamı pek nâfi ve parlaktır. Ancak zât-ı âlinizle beraber vücûdları teşebbüsât ve harekât-ı âtiyemiz için elzem olan arkadaşların neticede bize iltihakları esbâbı behemehâl müemmen olmak şarttır. Aksi takdirde grubun vahdet ve azim dairesinde hareketini tanzim edebilecek zevâtın şimdiden tavzîfiyle sizlerin hemen buraya gelmeleri elzemdir. Buraya gelecek zevât meyânında memleketi temsil evsâfını hâiz olanlarla icabında hükümet teşkil ve idâre liyakatindekilerin bulunması mühimdir. İtilâf Devletleri’nin muamele-i zecriye tatbik edeceklerine şüphe yoktur.

3. Maraş meselesi hakkında vesâik-i hakikiyeye müstenid ayrıca bir rapor takdim ederim.

4. Büyük iştiyak ve hürmetle gözlerinizden öperim.

Mustafa Kemal

----------------------------------------

(Vesika 255a)

Başmemur Efendi’ye

Şimdi size bir telgraf yazacağız. Bunun mahallerine makine başında bizzat yazmanızı Mustafa Kemal Paşa Hazretleri arzu ediyorlar. İstanbul’u bi’l-âhire tekrar bize veriniz.

Hayati

Hamdi Bey’e

Bu telgrafı hemen bizzat keşîde etmenizi ve bildirmenizi ricâ ederim.

Heyet-i Temsiliye Kâtibi

Hayati

Ankara, 16.3.336

Diyarbekir’de K. O. 13 K. Cevdet Beyefendi’ye

Erzurum’da K. O. 15 Kumandanı Kâzım Karabekir Paşa Hazretlerine

Sivas’ta K. O. 3 K. Salâhattin Beyefendi’ye

Konya’da K. O. 12 K. Fahrettin Beyefendi’ye

Bursa’da Fırka 56, Bandırma K. O. 14, Balıkesir’de Fırka 61 Kumandanlıklarına

Nazilli Mevki Kumandanı Servet Beyefendi’ye

Edirne’de. K. O. 1 K. Cafer Tayyar Beyefendi’ye

İzmit’te Fırka 1 K. Rüştü Beyefendi’ye

Bu sabah 16.3.36 İngilizler Şehzadebaşı’ndaki karakolu askerimiz uykuda iken basarak altı kişiyi şehit ve on beş kadarını mecruh ettikten sora karakolu ve bir taraftan da Harbiye Nezareti’ni ve Tophane’yi ve Harbiye telgrafhanesini işgal ettikleri bildirildi. Bu harekâtı yapan rıhtıma yanaşan İngiliz zırhlıları bahriye efrâdıdır. İstanbul’da fevkalâde bir halin cereyân etmekte olduğu anlaşılıyor. Vaziyet heyetimizce takip edilmektedir. İstanbul’la muhabere ve münasebette müteyakkız bulunulması arz olunur.

Mustafa Kemal

Zeyl: Beyoğlu telgrafhanesini işgal ve memûrîni oradan tard etmişlerdir. Dersaadet telgrafhanesini de bir saate kadar işgal edecekleri haber alınmıştır.

Vesika 256

İzmit, 16 Mart 336

Heyet-i Temsiliye tarafından bu sabah yazılan ta’mîmi aldım. Esasen memlekette asayiş temîni başlıca vazifemizdir. Binâenaleyh bu sabah İzmit’teki İngiliz harp sefinesi kumandanı tarafından şifahî tebligatta da memlekette ittihâz edilecek mukarrerât her halde iyi olacağı bildirilmesi üzerine bir kat’ daha asayişe çalışılmakta olduğunu arz ve müsterih olunması gibi birşeydir.

Mutasarrıf

Suat

Vesika 257

İzmit, 16 Mart 336

Konya Başmüdürü Bey’e

1. Kolordu Kumandanı Fahrettin Beyefendi’nin yaverini makine başına çağırttırınız.

2. Şimdi İstanbul merkezinden bir İngiliz tebliğ-i resmisi yazılıyor. Bunun kat’iyen intişarına meydan verilmemesi ve doğrudan doğruya işgal altında bulunan İstanbul merkezine yol verilmemesi ve mebhûs tebliğin alınan merakizde imhâsının derhal emir buyurulması arzu ve ricâ olunuyor, arz ederim.

Heyet-i Temsiliye Kâtibi

Hayati

Şemsettin Beyefendi’ye

İstanbul merkezi İngiliz tebliğ-i resmîsine Konya Valisi Beyefendi’nin cevap verdiğini yazıyor. Paşa Hazretleri bunun sıhhatini anlamak istiyorlar. İstanbul merkezi İngilizlerin tamamıyla taht-ı işgalindedir efendim.

Hayati

-------------------------

(Vesika 257a)

Hayati Bey’e

Konya, 16.3.336

İstanbul merkezindeki memurların cevap almadıkları takdirde telgrafhaneden çıkarılmayacaklarını bildirmeleri ve ısrarları üzerine âtideki cevap verilmiştir.

SURET

İmza yerine Düvel-i İtilâfiye tebligatıdır ibaresiyle çekilen telgrafnameyi saat bir buçukta aldım. Asayişin muhafazasına çalışmak vazifemdir. Bu vazifeyi ifaya çalışacağım tabiidir. Bu telgrafı çeken makam ve zatın bildirilmesi ricâ olunur.

Vesika 258

Numara 384

Erzurum, 22.9.36

Ankara’da Büyük Millet Meclisi Riyâseti’ne

Esliha ve mühimmât ve erzak ve emvâl-i metrukede vukubulan su-i istimâlât ve gayr-i kanunî ve nâ-mahdûd tekâlif ahzı, kanunsuz tahakküm ve tecebbür halkın hissiyatını büsbütün rencide etmiş. Erzurum’un emniyetsiz ve ümitsiz bir vaziyete düşerek artık kendi elleriyle idâre edilmeleri lüzumu yegâne çare-i necât ve halâs addettiği bir zamanda buraya geldik. Paşa’nın da hareketi menâfi-i memlekete tevafuk etmediği cihetle alenen yapılan fenalıklara hemen nihayet verilmesi ve tahkikat hitamında tahakkuk edecek hale göre müsebbiblerinin tecziyesi lüzumunda ahali müttefikan ısrar ve emniyet-bahş tedâbîrin acilen ittihâzı talebi ve vilâyet vekâletini bizzat muvakkaten kabul etmekliğim Paşa dahil olduğu halde ahali tarafından ricâ ve istirham olundu. Ahvâl mufassalan yazılarak bi’z-zarure birkaç (kvlkaycbnzvsy) vechile vekâletin Hüseyin Avni Bey’e tevdîi lüzumunu yazmıştım. Bizzat idârede bulunmayarak haricen tanzim-i umûr ve gönderilen heyetin muvâsalatında Meclis’e izâhât vermek üzere Ankara’ya gelmekliğim lâzımdır. Böyle nazik bir zamanda Avni Bey’in tahkikatın ikmâline kadar vekâlette bulunması meb’ûslukla gayr-i kabil-i telif görülmemelidir. Meseleyi daha vahim bir safhaya ( . . . . ) ve Erzurum mukavemet ve mevcudiyeti zayi ettirmeden teklifatın kabulü pek açık olarak irtikâp edilmiş olan su-i istimâlât hakkındaki takibatın hitamına kadar memleketin kendilerinden addederek emniyet gösterdikleri Meb’ûs Hüseyin Bey’in tebliğ-i memuriyeti ve yirmi dört saate kadar cevap verilmesi ve keyfiyetten Paşa’nın haberdâr edilmesi müsterhamdır efendim.

Büyük Millet Meclisi Reis-i Sanisi

Celâlettin Arif

Vesika 259

Gayet mühim ve müstaceldir

Hemen keşîde edilecektir

Erzurum, 24.9.36

Ankara’da Büyük Millet Meclisi Riyâseti’ne

Heyet-i Vekile’de ve Büyük Millet Meclisi’nde kıraat olunacaktır.

Heyet-i Vekilenin. Vekâlet-i âlilerinin gayr-i musîb ve gayr-i kanunî bulduğunuz tekliflerinin hangileri olduğunu bildirmenizi ricâ ederim. Acaba Erzurum Meb’ûsu Hüseyin Avni Bey’in Erzurum vali vekâletine tayini talebi mi, eğer bu ise hatır-ı âlilerinde olmak gerektir ki, Ankara’dan çıkmazdan mukaddem Erzurum ahalisi kendisine vali bulup bize inha etsinler emrini sizden telâkki eylemiş idim. Ben de ahaliye emrinizi tebliğ ettim. Acaba hata mı ettim. Ahali de bu teklifi hüsn-i telâkki ederek bu zatın asîl gelinceye kadar vekil olmasını talep etti. Bu talebi Ankara’ya bildirdim. Silâh, cephane temîn eylemek üzere birçok fedakârlığa katlandığımız bir zamanda kırk ellibin silâhla milyonlarca mühimmâtın dolayısıyla Rumlara satılması, tahniyede vukua gelen su-i istimalât yüzünden ahalide bir galeyân uyanmasından dolayı hırsızların bir an evvel tecziyelerini talep etmekliğim acaba gayr-i musîb ve gayr-i kanunî bir teklif miydi. İcra eylediğim takibat üzerine Tahniye Müdürü Avni Efendi’nin hesâbâtı tetkike başlandı. Ve beş bin kilo un sattığı meydana çıkar çıkmaz mûmâileyhin intiharından ne mâna çıkarılır. Emvâl-i metruke satışlarından vukua getirilen su-i istimalât bütün halkın ağzında iken müsebbiblerinin zâhire ihracını talep etmek acaba gayr-i münasip ve gayr-i kanunî bir talep mi? İleri cepheden ordu namına mevcut su-i istimalâtın bir an evvel önü alınması için murahhas olmak üzere gelen alay kumandanlarının şikâyâtını dinleyip ânları Büyük Millet Meclisi Riyâseti’ne bildirmek de acaba gayr-i münasip bir teklif gibi mi telâkki olundu. Müdafaa-i Hukuk halkın mutalebâtını dermeyan etmiş olduğunu işittim. Erzurum muhîtini zannedersem kâfi derecede tanımıyorsunuz. Buranın halkı bir kere feverân etti mi, ânın önünde durmak gayet güç olduğunu bildiğimden bunun hudûsundan evvel lâzım gelen tedâbîr-i hakîmâneyi tavsiye etmek acaba gayr-i kanunî ve gayr-i münasip bir teklif miydi. Ben zannediyorum ki vazife-i vataniyemi ifa edebilmek için muhtaç olduğum istirahati bir tarafa bırakarak bu işlerle uğraşmayı Heyet-i Vekile takdir edecek ve gayr-i kanunî, gayr-i musîb teklifin benden sudûr eylemeyeceğine Heyet-i Vekile’nin kail olmasını beklerdim. Aranızda müddeayâtımı takdir edecek arkadaşlarım mevcut olacağına kaniim. Daire-i intihâbiyemi teftiş etmeksizin hemen Ankara’ya muâvedet imkân dahilinde değildir. Buraya geldim geleli bu gibi meşagil ile uğraştığımdan kazaları dolaşmaya vakit bulamadım efendim.

Büyük Millet Meclisi Reis-i Sanisi

Celâlettin Arif

Vesika 260

Dersaadet 17.10.38

Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

Tevfik Paşa oğlunu bendenize göndererek âtideki telgrafnameyi verdi:

Meselenin gayet mahrem tutulması ricâsıyla beraber vukubulan tahkikatına nazaran İngilizler, konferansta Anadolu ile İstanbul’un ayrı ayrı cephe arz etmesinden istifade ile hilâfet hâmisi sıfatını iktisâb etmeye çalışacağından meseleye lâzımgeldiği gibi ehemmiyet verilmesini arz etmemi tebliğ ettirdi. Ferman. (Hâmit)

Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine: Bi-avnihi teâlâ ihrâz olunan muzafferiyet, ba’d-ezîn İstanbul ve Ankara arasında tahaddüs etmiş olan ihtilâf ve ikiliği kaldırmış ve vahdet-i milliyemizi temîn etmiş olup ancak Düvel-i Müttefika ile aramızda müsaleha henüz akd edilmemiş olmasından dolayı Avrupa şehirlerinden birinde karîben in’ikadı derkâr bulunan sulh konferansına sâbıkı vechile her iki tarafın davet edileceği ma’lûm bulunduğuna mebni selâmet-i milliyemize müteallik mevâdd-ı mühimmenin evvelce beynimizde müzakere ve tesbiti zımnında istihzaratta bulunularak mezkûr konferansta müttehiden hukuk-ı milletin müdafaasına sarf-ı mesâi edilmesi nezd-i âlilerinde dahi rehin-i tasvip olacağına kanaat-i kâmilem bulunduğundan ol bâbda taraf-ı senâverîylerile görüşüp anlaşmak üzere ahvâle vâkıf ve emniyetinizi hâiz bir zatın buraya gayet mahremâne talimatı hâmilen ve sür’at-i mümkine ile i’zâmı mütemennadır efendim.

17.10.38 İmza: Sadrazam Tevfik.”

Vesika 261

Şifre

Bursa, 18 Teşrinievvel 338

İstanbul’da Hâmit Beyefendi’ye

Türkiye Devleti’nin aleyhinde her türlü teşebbüsü daima nazar-ı dikkatte tutan Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti mukabil tedbirlerini düşünmüştür. Teşkilât-ı Esasiye Kanunu ile şekil ve mahiyeti taayyün eden Türkiye Devleti’nin tarih-i teessüsünden beri Türkiye mukadderâtına vâzıü’l-yed ve bundan mes’ûl yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti olduğu cihanca ma’lûm ve hâdisât-ı fiiliye ve muâmelât-ı siyasiye ile müeyyed bulunmaktadır.

Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularının ihrâz eylediği muzafferiyet-i kat’iyenin netice-i tabiiyesi olmak üzere vukuu karîb olan sulh konferansında Türkiye Devleti yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti tarafından temsil olunur. Bu hakayık karşısında gayr-i meşrû’ ve gayr-i hukukî olduğu Meclis-i Âli’ce mükerreren ifade ve ilân edilmiş olan heyetlerin veya bu gibi heyet mensubîninin şimdiye kadar bi’d-defaat vâki olduğu gibi bundan sonra da siyaset-i devleti teşvîşten mücânebet eylememeleri hususunun ne derece azîm mes’ûliyeti bâdi olacağı derkârdır efendim.

Mustafa Kemal

Vesika 262

1/1010

Mahrem ve aceledir

P.R. 8.11.38

Başkumandan Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

C: 7.11.38, şifreye;

Zât-ı samilerinden telgrafa telâkki ettiğim emrin başında Tevfik Paşa’ya cevap olduğu mezkûr bulunmadığı gibi nihayetinde de telgrafnameyi kendisine tebliğim emir buyurulmadığından bunu bendeniz için bir veçhe telâkki etmiş ve binâenaleyh Tevfik Paşa’ya üç gün zarfında beş kere o veçhe dahilinde bi’l-vasıta tebligatta bulunduğum gibi hatta bir defasında konferansa murahhas gönderilmemek için gazetelere, ajanslara tebliği icap eden beyânâtının esaslarını hâvi bir müsvedde bile göndermiştim. Her defasında işin derdest-i müzakere olduğuna ve yakında neticeyi bildireceğine dair cevaplar aldım. Keyfiyetin bundan ibaret olduğu maruzdur ferman.

Hâmit

Vesika 263

Ankara’da;

Dersaadet, 29.10.1922

Büyük Millet Meclisi Riyâset-i Celîlesine

Gayet müstaceldir

Konferansa, Bâbıâli de, Büyük Millet Meclisi de davet olundu. Bâbıâli’nin adem-i icâbeti, devletin altı asrı mütecâviz zamandan beri müesses ve mahfûz olan, bütün âlem-i İslâm’ın alâkadar olduğu hüviyet-i tarihiyesini mahkûm-ı indirâs etmek, Büyük Millet Meclisi’nin adem-i icâbeti ise cihanın müştak ve muntazır olduğu sulhü âkım bırakmaktır. Bu mühim mes’ûliyetleri bi’t-tabi ne Bâbıâli ne Büyük Millet Meclisi kabul ve tahammül eder. Zaten Bâbıâli ile Büyük Millet Meclisi arasında hakikî bir ikilik mutasavver olmadığı ve her türlü ısrar ve tazyike karşı Sevres Muâhedesi’nin adem-i tasdikinde mukavemet ve tesâdüf olunan müşkilât-ı azîmenin iktihâmı ile umûr-ı idârenin tedvîrini ve işgalin taklil-i tesiri hususunda bezl-i makderet ve bu meyânda muvaffakıyât-ı vâkıânın husûlüne bikadri’l-imkân hizmet eden heyetimiz hâkimiyet-i milliyeyi tahkim ve tevsîk suretiyle vahdet-i idâreyi temîn için müzakereye de hazır olduğu halde mesâi-i hayriyenin bir sulh-i nâfi ile semerât-ı siyasiyesini iktitaf hengâmında mücahede-i milletten ayrı kalmayı ve bu sebeple bi’l-ittihâd istihsali mümkün olan menâfi-i âliye-i vatandan cüz’-i lâyetecezzasını bile ifâteyi asla tecvîz etmez. Ayrılık şöyle dursun, en ufak bir muhalefeti dahi revâ görmez. Hatta pay-i âdâyı kat’ ve levs-i istilâyı izâle yolunda seyfen mesâi-i cânsipârâne ve hudâpesendânede bulunanları nefislerine tercih eyler. Binâenaleyh adem-i itilâf sebebiyle devlet ve milletin başına maazallahü tealâ bir musîbet-i uzmâ getirmek ve muâvenet-i maddiye ve müzaheret-i maneviyelerine nâil olduğumuz âlem-i İslâm’ı müteellim etmekten ise menâfi-i âliye-i vatan uğrunda temîn-i vahdet, evvelce vâcib ise bugün farz olmuştur. Şu halde hem istikbâl-i memleket, hem müdafaa-i hukuk-ı vatan hakkında müzakerede bulunulmak üzere Büyük Millet Meclisi’nce tayin olunacak bir zatın talimat-ı mahsusa ile hemen gönderilmesini hassaten temenni ve bu şık tensîb buyurulmadığı halde heyetimizden Ziya Paşa Hazretlerinin oraya gönderileceği beyan ve cevâbının telgrafla bildirilmesi niyaz olunur.

Sadrazam

Tevfik

Vesika 264

Saltanat-ı milliyenin tahakkukuna dair Büyük Millet Meclisi’nde cereyân eden tarihî celselerden:

1 Teşrinisani 38’de saltanat-ı milliyenin tahakkukuna dair Büyük Millet Meclisi’nde cereyân eden tarihî celsede Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin îrâd buyurdukları mühim nutuk:

Arkadaşlar! İstanbul’da gayr-i meşrû’ bir sıfatı şahsına atfeden Tevfik Paşa evvelâ hususî ve mahrem olarak ordularınızın Başkumandanına, müteakiben onu jurnal eder tarzda açık bir telgrafname ile Meclis-i Âli’ye mürâcaatta bulundu. Dikkat buyurulursa gelen telgrafname ile efkâr-ı umumiye-i İslâmiye teşvîş edilmek isteniyor. Bu telgrafnamedeki zihniyet, istiklâlimizi imhâya çalışan düşmanlarımıza karşı dava-yı mukaddesemizi müdafaada fiilen ve hukukan muvaffakiyetlere mazhar olan Hükümet-i Milliyemizi dûçâr-ı zaaf etmeğe ma’tûftur. mâna ve mantıktan âri olan bu telgrafnamenin muhteviyâtı; Meclis-i Âlinizin mevcudiyetile tahakkuk eden bir şekli, bir hakikati tekrar mevzu-i bahis etmemizi istilzam eyledi. Şekl-i idâremizde mündemic bulunan hakikat, Türkiye halkının, mukadderâtına bi’l-fiil ve bizzat vâzıü’l-yed olması, hâkimiyet-i milliyesini, saltanat-ı milliyesini üç seneden beri kendi elinde bulundurarak dava-yı mukaddesesini müdafaa etmekte bulunmasıdır.

Bu hakikatin tecellisi, bir bâtılın zevâlini müeddi oldu. Bu bâtıl, gayr-i meşrû’, gayr-i makul olan şey bir milletin hukuk-ı hâkimiyet ve saltanatının bir şahıs uhdesinde temsil edilmesine müsaade edilmesiydi.

Bu nokta üzerinde bütün milletin ve arzu-yı millete tebaan millet vekillerinden terekküb eden heyet-i celîlenizin tabii surette vermiş olduğu kararı, birçok defalar birçok arkadaşlarımızın muhtelif vesilelerle ifade etmiş olmalarına rağmen ben de bir arkadaşınız sıfatıyla bu kürsüden aynı şeyi tekrar edeceğim. Beni beş on dakika daha dinlemek lutfunda bulunmanızı ricâ ediyorum. (Hay hay sesleri)

Arkadaşlar; tavzîh-i hakikat için hep beraber Türk tarihi ve İslâm tarihi üzerinde kısa ve serî bir nazar geçirmeye muvafakat buyurur musunuz? Efendiler, bu dünya-yı beşeriyette asgarî yüz milyonu mütecâviz nüfustan mürekkeb bir Türk millet-i azîmesi vardır. Ve bu milletin saha-i arzdaki vüs’ati nisbetinde saha-i tarihte de bir derinliği vardır.

Efendiler, bu umku isterseniz iki mikyasla ölçelim: Birinci vâhid-i kıyasî, edvar-ı kable’t-tarihiyeye ait mikyastır. Bu mikyasa göre Türk milletinin cedd-i âlâsı olan Türk namındaki insan, İkinci Ebü’l-beşer Nuh Aleyhisselâmın oğlu Yafes’in oğlu olan zattır.

Tarih devrinin tedârik-i vesâikte pek müsamahakâr olan ilk safhalarına biz de müsamaha edelim. Fakat en bâriz ve en maddî ve en kat’î delâil-i tarihiyeye istinâden beyan edebiliriz ki, Türkler on beş asır evvel Asya’nın göbeğinde muazzam devletler teşkil etmiş ve insanlığın her türlü kabiliyâtına tecelligâh olmuş bir unsurdur. Sefirlerini Çin’e gönderen ve Bizans’ın sefirlerini kabul eden bu Türk Devleti ecdadımız olan Türk milletinin teşkil eylediği bir devlet idi.

Efendiler! Yine malûmdur ki, dünya yüzünde yüz milyonluk bir Arap kütlesi vardır. Ve bunların Asyaî kısmı Ceziretü’l-arab’da mütekâsif olarak arz-ı mevcudiyet eder.

Mazhar-ı nübüvvet ve risâlet olan Fahr-i âlem Efendimiz bu kütle-i Arap içinde Mekke’de dünyaya gelmiş bir vücud-ı mübarekti.

Ey arkadaşlar! Tanrı birdir, büyüktür; âdât-ı ilâhiyenin tecelliyâtına bakarak diyebiliriz ki; insanlar iki sınıfta, iki devirde mütâlaa olunabilir. İlk devir beşeriyetin sabavet ve şebabet devridir. İkinci devir, beşeriyetin rüşd ü kemâl devridir.

Beşeriyet birinci devirde tıpkı bir çocuk gibi, tıpkı bir genç gibi yakından ve maddî vasıtalarla kendisiyle iştigal edilmeyi istilzam eder. Allah, kullarının lâzım olan nokta-i tekemmüle vusûlüne kadar içlerinden vasıtalarla dahi kullarıyla iştigali lâzime-i ulûhiyetten addeylemiştir. Onlara Hazret-i Âdem Aleyhisselâmdan itibaren mazbût ve gayr-i mazbût ve namütenahi denecek kadar çok nebiler, peygamberler ve resuller göndermiştir. Fakat peygamberimiz vasıtasıyla en son hakayık-ı diniye ve medeniyeyi verdikten sonra artık beşeriyetle bi’l-vasıta temasta bulunmaya lüzum görmemiştir. Beşeriyetin derece-i idrâk, tenevvür ve tekemmülü her kulun doğrudan doğruya, ilhamat-ı ilâhiye ile temas kabiliyetine vâsıl olduğunu kabul buyurmuştur ve bu sebepledir ki Cenâb-ı Peygamber, hatemü’l-enbiyâ olmuştur ve kitabı, kitab-ı ekmeldir. Son peygamber olan Muhammed Mustafa Sallâllahüaleyhivesellem 1394 sene evvel Rumî Nisan içinde ve Rebiülevvel ayının on ikinci Pazartesi gecesi sabaha doğru tan yeri ağarırken doğdu. Gün doğmadan! Bugün o gündür.

Fi’l-hakika Arabî tarihlerinde bu akşam yevm-i velâdetin tamam sene-i devriyesine tesâdüf ediyor. İnşallah bu hayırlı tesâdüftür. (İnşallah sadaları) Hazret-i Muhammed eyyâm-ı sabavet ve şebabetini geçirdi. Fakat henüz peygamber olmadı. Yüzü nuranî, sözü ruhanî, rüşd ü rü’yette bîbedel, sözünde sadık ve hilm ve mürüvvetçe sâire fâik olan Muhammed Mustafa evvelâ bu evsâf-ı mahsusa ve mütemâyizesiyle kabilesi içinde “Muhammedülemin” oldu. Muhammed Mustafa peygamber olmadan evvel, kavminin muhabbetine, hürmetine, itimâdına mazhar oldu. Ondan sonra ancak kırk yaşında nübüvvet ve 43 yaşında risâlet geldi.

Fahr-i âlem efendimiz, namütenahi tehlikeler içinde bîpâyân mihnetler ve meşakkatler karşısında yirmi sene çalıştı. Ve din-i İslâm’ı tesise ait vazife-i peyamberîsini ifaya muvaffak olduktan sonra vâsıl-ı âlâ-yı illiyyin oldu. Kendisinin mazhar-ı irşâdâtı olan bütün Müslimîn bilhassa Ashâb-ı Güzîn birçok gözyaşı döktüler. Fakat mukteza-yı beşeriyet olan bu hâl-i teessürün bî-fâide olduğunu derhal idrâk eden erbâb-ı fetanet Peygamberin arkasından ağlamak değil, mesalih-i ümmeti bir an evvel hüsn-i temşiyete mazhar edecek tedbir almak kanaatiyle toplandılar. Resul-i Ekreme halife olacak bir emîr intihâbı mevzu-i bahis edildi. Ebubekir’den şahsen çok hoşlanırdı ve enfâs-ı vâpesînini yaşarken Ebubekir’in kendisine halef olması muvâfık olacağını muhtelif tarzlarda işaret dahi buyurmuşlardı. Buna nazaran toplanıp resmen bir intihap yapmaktan başka bir iş kalmamış olduğuna hükmolunabilirdi. Halbuki bu intihap keyfiyeti o kadar basit olmadı. Bilakis mesele çok müzakerelere, münakaşalara ve çok esaslı ihtilâflara ma’rûz kaldı. Emr-i intihâbda mühim olarak üç muhtelif nokta-i nazar tebârüz etti. Bu nokta-i nazarlardan birisi makam-ı hilâfete istihkak, mesalih-i ümmeti rü’yet edebilmek için lâzım olan kudret ve kifayetin kaide ittihâzı idi. Buna nazaran makam-ı hilâfet en kuvvetli ve en nüfûzlu ve en reşîd kavmin olacaktı. Bu nokta-i nazar cumhûr-ı sahabenin idi.

İkinci nokta-i nazar, o güne kadar nusret-i İslâm’a hizmet eden kavmin hilâfete müstahak addedilmesiydi. Bu, ensârın nokta-i nazarı idi. Üçüncü fikir ise kuvvet-i karabeti iltizâm idi. Bu da Haşimîlerin nokta-i nazarı idi. Bu üç nokta-i nazardan ittifak-ı ârâ ile birini tercih etmek ve emr-i intihâbı intâc eylemek mümkün olamadı. En nihayet teşettüt ve fetretin derhal önüne geçmek lüzumuna kani olan Hazret-i Ömer’in tesiriyle Hazret-i Ebubekir’e bi’at olundu. Görülüyor ki, ilk halifenin intihâbında temâyülât-ı umumiyenin tabii temerküzünden ziyade şahsî tesir tesbit-i şekl etmiştir. Efendiler, bu muhalefet ve münakaşatın nabemahâll olduğunu zannetmeyelim. Hakikaten emr-i hilâfet milel-i İslâmiye’ce en büyük bir maslahattır. Çünkü Efendiler, Hilâfet-i Nebeviye, ehl-i İslâm arasında rabıta olan bir emârettir. Ve ehl-i İslâm’ın kelime-i vahdet üzere ictimâlarını temîn eden bir emârettir.

Emâret işte Cenâb-ı Hakk’ın bir sır ve hikmetidir ki, teessüsü daima satvet ve kuvvetle meşrûttur. Ândan maksad-ı aslî de def’-i fesâd ve hıfz-ı asayiş-i bilâd ve tanzim-i umûr-ı cihât ile mesalih-i âmmeyi hüsn-i tanzim ve tesviyeden ibarettir. Bu dahi ancak satvet ve kuvvete menûttur; âdetullah bu vechile câri olagelmiştir. Buna nazaran yukarıda izah ettiğim üç muhtelif nokta-i nazardan birincinin — ki kuvveti ve nüfûzu olan kavmin, milletin vâris-i hilâfet olması noktası idi — diğer nikat-ı nazara müreccah ve galip olması tabiidir ve Hazret-i Ebubekir’in bi’t-tesir makam-ı hilâfeti işgal etmesi isabet oldu. İşte bu suretle, zaman-ı saadetten sonra hilâfet unvanıyla bir emâret-i İslâmiye teşekkül etti.

Fakat Efendiler, peygamberin vefatıyla derhal her tarafta irtidâd başladı, irtica başladı, isyan başladı. Hazret-i Ebubekir bunları bertaraf etti; vaziyete hâkim oldu. Bir taraftan da tevsi-i hudûd-ı emâret-i İslâmiye’ye tevessül eyledi. Ebubekir, son demlerine yaklaşınca kendi intihâbındaki müşkilâtı tahattur etti ve Hazret-i Ömer’i vasiyetname ile bizzat intihap etti.

Hazret-i Ömer’in zaman-ı hilâfetinde memâlik-i İslâmiye fevkalâde denecek derecede sür’atle tevessü eyledi, servet çoğaldı. Halbuki bir milletin içinde servet ve gına husûlü beyne’n-nâs ağrâz-ı dünyeviyenin hudûsünü ve bu da ihtilâl ve fitnenin zuhûrunu bâis olmak bu âlem-i kevn ü fesadın mukteza-yı ahvâlindendir. İşte bu nokta; Hazret-i Ömer’in zihnini tahdiş ediyordu. Bir de Hazret-i Ömer tahattur ediyordu ki Resul-i Ekrem, mahrem-i esrarı olan havâss-ı ashâbına şunu demişti: “Ümmetim düşmanlarına galebe edecek. Mekke, Yemen, Kudüs ve Şam’ı fethedecek, Kisra ve Kayser’in hazinelerini taksim eyleyecektir ve fakat ondan sonra aralarında fitne ve ihtilâl ve nefsaniyetler hâdis olarak mülûk-i sâlifîn mesleğine gideceklerdir...” Hazret-i Ömer bir gün Huzeyfetülyemani Radiyallahüanh Hazretlerine, deniz gibi temevvüc edecek fitneyi sorduğu zaman aldığı cevapta; “Senin için ândan beis yok; senin zamanınla onun arasında kapalı bir kapı vardır.” dedi.

Hazret-i Ömer sordu:

Bu kapı kırılacak mı, yoksa açılacak mı?

Huzeyfe: Kırılacak!.. dedi.

Hazret-i Ömer: Öyleyse artık kapanmaz dedi ve izhâr-ı teessüf etti. Hakikaten kapı kırılmak mukadderdi. Çünkü memâlik- i İslâmiye vüs’at bulmuştu, iş çoğalmıştı. Bu şekl-i emâret ve bu tarz-ı idâre ile her yerde adâlet-i kâmile icrası müşkil olmuştu. Hazret-i Ömer bunu idrâk ediyor, sıkılıyor ve Allah’ına yalvararak diyordu ki: Yarab! Ruhumu kabzet.

Ömer bir gün ağlarken sebebi soruldu:

“Nasıl ağlamayayım ki, Fırat kenarında bir oğlak zayi olsa korkarım ki Ömer’den sorulur!” diye cevap verdi.

Evet, Hazret-i Ömer (Radiyallahüanh) artık hilâfet unvanı altındaki tarz-ı emâretin bir devlet idâresine nâkâfi olduğunu, bir zatın kendi faziletinde, kendi kudretinde ve hatta kendi mehabetinde olsa dahi bir devletin idâresine nâkâfi olduğunu bütün mana-yı şâmiliyle idrâk eylemişti. Hatta bu endişe ile idi ki, Ömer kendinden sonra artık bir halife düşünemez oldu. Kendisine oğlunu tavsiye ettikleri zaman “Bir haneden bir kurban yetişir” dedi. Abdurahman bin Avf’ı çağırdı:

“Ben seni veliaht eylemek istiyorum” dedi. O da; “Bana kabul et diye rey ve nasihat eyler misin” dedikte Ömer:

“Edemem” dedi. Abdurrahman: “Vallahi ben de ebediyyen bu işe giremem” dedi. En nihayet Ömer, en makul noktaya temas etti; emâret, devlet ve millet işini meşverete havale etti. Ömer’den sonra ashâb-ı şûrâ ve bütün halk mescidi lebaleb doldurdu ve orada bazı şâyân-ı dikkat vaziyetlerle yine idâre-i ümmeti, intihap ettikleri bir halifeye tevdî ettiler.

Hazret-i Osman halife oldu. Fakat kırılmaya mahkûm olan kapı, artık kırılmıştı. Memâlik-i İslâmiye’nin her tarafında bin türlü kîl ü kal ve adem-i hoşnûdî başladı. Zavallı Osman âciz ve nâçîz bir vaziyete düştü. O kadar ki, Şam Valisi Muaviye onun hayatını muhafaza etmek için nezd-i himayetkârîsine davet etti. Buna muvafakat edemeyen Hazret-i Osman’a taraf-ı vilâyetpenâhiden muhafaza-i nefs için asker göndermeyi teklif etti. Bunların hiçbirisine, meydan kalmadı. Her tarafta isyan eden muhtelif mıntakalar halkı Medine’de, evinin içinde Hazret-i Osman’ı taht-ı muhasaraya aldı. Ve zevce-i muhteremesinin yanında şehit etti. Birçok gürültülü ve kanlı vakayiden sonra Hazreti Ali (Kerremallahüveche) makam-ı hilâfete getirildi.

Tekrar edelim ki, kapı kırılmıştı. Aynı ırktan olmakla beraber Irak başka bir şey, Yemen başka bir şey, Suriye başka bir şey, ve hıtta-i Hicaziye de bambaşka bir şeydi.

Hicaz’da bir halife; Suriye’de kuvvete istinâd eden bir vali ile Sıffin’de karşı karşıya gelmeğe mecbur oldu. Muaviye Hazret-i Ali (Kerremallahüveche)nin hilâfetini tanımıyor ve bilakis onu hûn-ı Osman ile itham eyliyordu. Vazifesi âlem-i İslâm’da ahkâm-ı Kur’âniye’nin temîn-i tatbikatından ibaret olan halife, mızraklarına mesahif-i şerife geçirilmiş Emeviye ordusunun karşısında muharebeyi kat’a mecbur oldu. Bi’z-zarure tarafeyn hakemlerinin vereceği karara tebaiyete söz verdi. Muaviye’nin murahhası Amr İbnülas ile Hazret-i Ali’nin murahhası Ebumuse’l-eş’ari tahkimnameyi tanzim için karşı karşıya geldikleri zaman Hazret-i Ali hâzır bulunuyordu. “Emirü’l-müminîn Ali ile Muaviye arasında tahkimnamedir” diye yazılan cümleye derhal Muaviye’nin murahhası itiraz etti ve dedi ki: “O, Emirü’l-müminîn kelimesini oradan kaldır. Sen yalnız emrinde bulunanların emîri olabilirsin. Şam ahalisinin emîri değilsin.”

Hazret-i Ali, isminin başındaki sıfatın kaldırılmasına muvafakat etti. Bundan sonra iki taraf murahhasının yekdiğerine karşı kullandığı âdi hile cümlece malûmdur. Bunda muvaffak olan Amr İbnülas Muaviye’ye hilâfetini tebşîr etti.

Diğer taraftan Hazret-i Ali de hükkâmın hükmüne sadık kalacağına söz verdiği halde biraz tereddüdü müteakib icra-yı hilâfete devam etti. Görülüyor ki Resulûllahın vefatından yirmi beş sene kadar kalîl bir zaman sonra âlem-i İslâmiyet içinde, İslâm’ın en büyük zevâtından ikisi karşı karşıya iddia-yı hilâfet ile arkalarından sürükledikleri aynı din ve aynı ırktaki insanları kanlar içinde bırakmakta beis görmediler. En nihayet hilesinde muvaffak olan, saf ve nezih olanı mağlûp ve evlâd u ayâlini mahv ü perişan eyledi ve bu suretle hilâfet unvanı altındaki emâret-i İslâmiye’yi yine hilâfet unvanı altında saltanat-ı İslâmiye’ye tahvil etti. Saltanat-ı Emeviye, büyük istilâlar yapmakla beraber baştan nihayete kadar hûnin ve elîm vakayi ile ancak doksan seneyi doldurabilmiş ve Hicret’in 132. senesinde Arap milleti, selâtin-i Emeviye’yi başlarından atmış ve yerine başka namda bir devlet tesis etmiştir. Bu devlete, Devlet-i Abbasiye ve devletin re’s-i kârında bulunan insanlara da halife derlerdi.

Merkez-i faaliyeti Irak’ta bulunan Hilâfet-i Abbasiye’nin mevcudiyetine rağmen Endülüs’te dahi “Halife-i resulûllah” ve “Emirülmüminîn” unvanlarıyla asırlarca saltanat sürmüş hükümdarlar mevcuttu. Beyânâtıma mukaddeme olarak izah etmiştim ki, bundan 1500 sene evel, yani hicret-i nebeviyeden iki buçuk asır evvel Orta Asya’da muazzam bir Türkiye Devleti mevcuttu. Kable’l-islâm mevcut olan bu devletlerin sahibi Türkler, bundan 1000 sene evvel İslâm’ı kabul ettiler.

Evvelâ şarka doğru tevsi-i memâlik ederek Çin hudûduna kadar icra-yı nüfûz eylediler. Hulefâ-yı Abbasiye zamanında bu civanmert, asalet ve şecaatle benâm olan Türkler, asker olarak Suriye’ye, Irak’a kadar geldiler. Hulefâ-yı Abbasiye’nin taht-ı idâresinde bulunan bu yerlerde iktisâb-ı nüfûz ettiler. En yüksek idâre ve emr ü kumanda makamına irtika eylediler.

Dördüncü asr-ı hicride idi ki, Selçuk hükümeti namı altında muazzam bir Türk Devleti teşekkül etti. Bu devletin namı altında icra-yı faaliyet eden Türkler, bir taraftan Kafkasya’ya, diğer taraftan cenuba, İran ve Irak’a ve Suriye’ye, garbe, Anadolu’ya nüfûz eyledi.

Bağdat’ta oturan Hulefâ-yı Abbasiye bu Türk Devlet-i muazzamasının daire-i nüfûzuna girmişti. Fi’l-hakika bu Türk Devleti beşinci asır evâsıtında Maveraünnehir ve Harezm’i, Şam ve Mısır’ı ve Anadolu kıtasının çoğunu ve birçok memâliki zaptla hudûdunu Kâşgar’dan ve Seyhun mecrasından Akdeniz’e ve Bahr-i Ahmer ve Bahr-i Umman’a kadar tevsi etti ve Bağdat’ta bulunan Hulefâ-yı Abbasiye’yi yed-i ihtiyâr ve idâresine aldı.

Bağdat’ta aynı merkezde Melikşah namında Türk hâkimiyetini temsil eden bir zat ile halife namını taşıyan Muktedibillâh yanyana oturdular ve akraba oldular. Bu vaziyeti biraz tahlil etmek isterim.

Türk hakanı ki, muazzam bir Türk Devleti’nin hâkimiyet ve saltanatını temsil ediyor, temasında bir hilâfet makamının ayrıca mahfuziyetinde bir beis görmüyor. Eğer böyle bir mahzur görseydi zaten yed-i idâresine aldığı makamı ortadan kaldırmak ve o makama ait sıfat ve salâhiyâtı kendi makamında memzûc bulundurmak mümkün idi. Hazret-i Selim’in takrîben beş asır sonra yaptığını eğer isteseydi Melikşah daha o zaman Bağdat’ta yapmış olurdu. Müşarünileyhin belki yalnız düşündüğü bir şey var idiyse o da, Türkiye Selçuk Devleti’ne daha sadık ve makam-ı hilâfete elyak diğer birinin Halife Muktedibillâh’a halef olmasını temîn etti.

Fi’l-hakika Muktedibillâh’ın veliaht olan oğlunu azl ve onun yerine kendi torununu ikame için halifeyi tazyik etti.

Melikşah ölmeseydi bu böyle olacaktı.

Şimdi Efendiler, makam-ı hilâfet mahfûz olarak onun yanında hâkimiyet ve saltanat-ı milliye makamı — ki Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir — elbette yan yana durur ve elbette Melikşah’ın makamı karşısında âciz ve nâçîz bir makam sahibi olmaktan daha âli bir tarzda bulunur; çünkü bugünkü Türkiye Devleti’ni temsil eden Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir. Çünkü bütün Türkiye halkı, bütün kuvâsıyla o makam-ı hilâfetin istinâdgâhı olmayı doğrudan doğruya yalnız vicdanî ve dinî bir vazife olarak taahhüd ve tekeffül ediyor.

Mütâlaat-ı tarihiye silsilesi üzerinde birkaç adım daha beraber atalım:

Bu adımlarımız bizi bugünkü şekl-i idâremizin ne kadar tabii, ne kadar zarurî ve Türkiye için ve bütün âlem-i İslâm için ne kadar nâfi ve musîb olduğu neticesine îsâl edecektir.

Efendiler; Orta Asya’da devlet üstüne devlet teşkil etmiş olan Türkler, daha garpta İran Selçukîleri ve Anadolu’da da Rum Selçukîleri namı altında pek muazzam ve pek mütemeddin devletler teşkil etmişlerdir. Konya’da merkez-i hükümetlerini tesis etmiş olan Rum Selçukîleri, malûm-ı âlileri olduğu üzere 699 senesine kadar muhafaza-i mevcudiyet eyliyorlar. Ma’rûz İslâm Türk Devletleri icra-yı faaliyet ederken Cengiz Han namındaki cihângîr Karakurum’dan çıkarak 559 senesinde hudutlarını Çin Denizi’ne, Bahr-i Baltık’a, Bahr-i Siyah’a kadar tevsi eyliyor. Cengiz’in torunu Hülâgû idi ki, 656 sene-i hicrisinde Bağdat’ı zapt ederek Halife-i Abbasî Mutasım’ı idam ediyor ve bu suretle dünya yüzünde fiilen hilâfete hâtime veriyor. İrtihâl-i Fahr-i âlemden sonra birinci Halife-i resul Ebubekir ne dünyayı istemiş, ne dünya ona teveccüh eylemişti.

İkinci halife Hazret-i Ömer, hayat-ı ictimâiyedeki temevvüc âtın gayr-i kabil-i tevkif olduğu kanaatini hayatında yakînen idrâk ederek muztaribü’r-ruh olarak vefat etti.

Hazret-i Osman’a gelince, mukadder olan tehacümât içinde kanını kitabullaha akıtarak terk-i dünya eyledi.

Hazret-i Ali, hilâfeti uhdesinde takarrür ettirememek ve ehl-i beyt-i resûlün hukukunu muhafaza edememek bedbahtîsiyle giryan oldu.

Emevîler doksan seneden fazla hilâfeti muhafaza edemediler. En nihayet nüfûz-ı hilâfeti Bağdat surlarına kasra mecbur olan Abbasî Halifelerinin sonuncusu Mutasım’ı, evlâd u ayâliyle ve sekiz yüz bin kişi Bağdat ahalisiyle beraber Hülâgû’ya kurban verdiler.

Hulefâ-yı Abbasiye’nin zaafını görmekle “Halife-i Resul-ûllah” ve “Emirü’l-müminîn” unvanlarını almış olan ve nüfûz-ı hilâfetleri Elhamra sarayının kapısından çıkamamaya mahkûm kalan Endülüs’teki halifelerin de beşinci asr-ı hicrî ibtidâsındaki akıbet-i feciası malûmdur. Bağdat’ta Hülâgû’nun ihdâs eylediği vaka-i mühimme neticesinde küre-i zemin üzerinde halife ve makam-ı hilâfet ma’dûm bir hale getiriliyor. Bundan üç sene sonra, yani 659 tarih-i hicrisinde idi ki, Hulefâ-yı Abbasiye neslinden Elmüstansır billâh isminde bir zat Hülâgû’dan kurtulup Mısır Hükümeti’ne iltica etti ve bu zat Mısır Meliki tarafından halife tanındı.

Bundan sonra on yedi zat halife unvanını hâiz olarak ve fakat hiçbir salâhiyeti, hiçbir tesir ve nüfûzu olmayarak doğrudan doğruya Mısır Hükümeti’nin himayesinde yekdiğerini istihlâf ile imrâr-ı hayat eylemiştir. Selçukî Devleti’nin idâresinde teşettüt-i umumî hâsıl olması üzerine Türkler 699 tarih-i hicrisinde Selçuk Devleti yerine Osmanlı Devleti’ni ihyâen tesis eylediler. Bu devletin ulularından Yavuz Hazretleri 924 tarih-i hicrisinde Mısır’ı zapteylediği zaman orada idam eylediği Mısır hükümdarlarından başka unvanı halife olan bir zat buldu.

Halife sıfatının böyle bir şahs-ı âciz tarafından kullanılması âlem-i İslâm için şeyn olduğuna şüphe etmediğinden o sıfatı Türkiye Devleti’nin kuvâsına istinâd ettirerek ihyâ ve i’lâ eylemek üzere aldı.

Efendiler! Osmanlı Devleti ki 699’da teessüs etmişti hilâfeti aldığı 924 tarihinden ancak elli sene sonrasına kadar tarih-i cihanda devr-i itilâ denilen ve muvaffakıyât-ı mütevâliye ve azîme ile malî olan takrîben üç asırlık bir devir yaşadı. Ondan sonra... Ondan sonra efendiler, inhitat, inhitat başlıyor.

Efendiler, devr-i inhitatın her safhası Türkiye Devleti’nin hudutlarını biraz daha darlaştırıyor. Türk milletinin maddî ve manevî kuvvetlerini biraz daha fazla taksir ediyor.

Devletin istiklâlini darbeliyor, arazi, servet, nüfus ve haysiyet- i millet azamî bir sür’atle mahv u tebah oluyor.

Nihayet âl-i Osman’ın otuz altıncı ve sonuncu pâdişâhı Vahideddin’in devr-i saltanatında Türk milleti en derin hufre-i esaretin önüne getiriliyor. Binlerce senelerden beri istiklâl mefhûmunun timsal-i asili olan Türk milleti bir tekme ile bu hufrenin içine yuvarlanmak isteniyor... Fakat bu tekmeyi vurdurmak için bir hain, bîşuur, bîidrâk bir hain lâzımdı. Nasıl ki, kanunen idamı lâzım gelenlerin bile ipini çekmek için kalb ve vicdanı ulviyet-i insaniyeden mücerred bir mahlûk aranır. İdam hükmünü verenlerin böyle âdi bir vasıtaya ihtiyaçları vardır; o, kim olabilirdi?! Türkiye Devleti’nin istiklâline hâtime veren, Türkiye halkının hayatını, namusunu, şerefini imhâ eden, Türkiye’nin idam kararını ayağa kalkarak bütün endamıyla kabul etmek istidadında kim olabilirdi?.

(Vahideddin, Vahideddin sadaları, gürültüler...)

Paşa Hazretleri (devamla) — Maa’t-teessüf bu milletin hükümdar diye, sultan diye, pâdişâh diye, halife diye başında bulundurduğu Vahideddin.. (Allah kahretsin sadaları)

Vahideddin bu hareket-i denâetkârânesiyle yalnız kendinin lâyık olduğu bir muameleyi kabul etmiş olmaktan başka hiçbir şey yapmış olmadı.

Vahideddin bu hareketle kendini öldürdü ve temsil eylediği şekl-i idârenin indirâsını zarurî kıldı. Fakat efendiler; millet, hiçbir vakit bu hareket-i hıyanetkârânenin kurbanı olmağa razı olamazdı. Çünkü millet, icâb-ı teâmül olarak başında bulunanların mahiyet-i hareketini sühûletle idrâk edecek rüşd ü kabiliyette idi.

Millet, tarihin vuzûhundan asırlardan beri dûçâr olduğu felâketlerin esbâbını bir anda hulâsa edebilecek hassasiyet ve intıbâhta idi.

Millet, şahısların hırs-ı saltanat, hırs-ı tahakküm, hırs-ı istilâdan başlıyarak temîn-i menfaat ve rahat ve tevsi-i sefahat ve rezalet, ibzal-i israfat gibi hasîs maksatları için vasıta ve kuvvet olmak yüzünden kendi benliğini unutacak mertebede geçirdiği gafletlerin netâyic-i elîmesini derhal hulâsa edebilecek rüşd ü kemâlde idi. Artık milletin en makul ve en meşrû’ ve en insanî salâhiyetini istimâl etmek zamanı geldiğinde tereddüdü kalmamıştı.

Tarih-i cihanda bir Cengiz, bir Selçuk, bir Osman Devleti tesis eden ve bunların hepsini hâdisât ile tecrübe eyleyen Türk milleti bu defa doğrudan doğruya kendi nam ve sıfatında bir devlet tesis ederek bütün felâketlerin karşısında meftûr olduğu kabiliyet ve kudretle ahz-ı mevki etti. (Şiddetli alkışlar) Millet, mukadderâtını doğrudan doğruya eline aldı ve millî saltanat ve hâkimiyetini bir şahısta değil, bütün efrâdı tarafından müntehap vekillerden terekküb eden bir meclis-i âlide temsil etti. İşte o meclis, meclis-i âlinizdir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’dir ve bu makam-ı hâkimiyetin hükümetine Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti derler.

Bundan başka bir makam-ı saltanat, bundan başka bir heyet-i hükümet yoktur ve olamaz.

Kendine sıfat-ı hilâfeti izafe eden bu mevki-i şahsî münhedim olunca makam-ı hilâfet ne olacaktır suali vârid-i hâtır olur!

Efendiler, Hulefâ-yi Abbasiye devrinde Bağdat’ta ve ondan sonra Mısır’da hilâfet makamının asırlarca müddet saltanat makamıyla yanyana ve fakat ayrı ayrı bulunduğunu gördük. Bugün dahi saltanat ve hâkimiyet makamıyla makam-ı hilâfetin yanyana bulunabilmesi en tabii hâlâttandır. Şu farkla ki, Bağdat’ta ve Mısır’ın saltanat makamında bir şahıs oturuyordu. Türkiye’de o makamda asıl olan milletin kendisi oturuyor.

Makam-ı hilâfette dahi Bağdat ve Mısır’da olduğu gibi bîkudret veya mülteci bir şahs-ı âciz değil, istinâdgâhı Türkiye Devleti olan bir şahs-ı âli oturacaktır. Bu suretle bir taraftan Türkiye halkı asrî bir devlet-i mütemeddine halinde her gün daha rasîn olacak, her gün daha mes’ûd ve müreffeh olacak, her gün daha çok insanlığını ve benliğini anlıyacak; eşhâsın hıyaneti tehlikesine kendisini ma’rûz bulundurmayacak, diğer taraftan makam-ı hilâfet de bütün âlem-i İslâm’ın ruh ve vicdanının ve imanının nokta-i rabıtası, kulûb-ı İslâmiyân’ın bâdi-i inşirahı olabilecek bir izzet ve ulûhiyette tecelli edecektir.

Efendiler, Türkiye Devleti’nin, Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun hükümeti mefhûmlarının millet ve memleket için ne kadar kuvvet ve feyz ve halâs ve saadet vaat ettiğini izaha lüzum görmem. Üç senelik tecârib-i fiiliye ve bunun semerât-ı mes’ûdesi kâfi fikir ve kanaat verebilir itikadındayım. Bundan sonra makam-ı hilâfetin dahi Türkiye Devleti için ve bütün âlem-i İslâm için ne kadar feyzbâr olacağını da istikbâl bütün vuzûhuyla gösterecektir. (İnşallah sadaları)

Türk ve İslâm Türkiye Devleti, iki saadetin tecelli ve tezâ hürüne menba ve menşe olmakla dünyanın en bahtiyar bir devleti olacaktır. (İnşallah sadaları)

Bu ma’rûzât ve izâhâta nihayet vermek için heyet-i aliyyenize şunu arz edeyim ki, bütün rüfekamın mevzu-i bahis olan meselenin esasında tamamen müttehid ve müttefik olduğunu büyük bir kanaat-i vicdaniye ve muhakeme-i fikriye ile beraber olduğunu görüyorum. Bu hal milletimizin cidden teşekkürünü mûcib bir haldir. Heyet-i celîlenizin nâmütenahi takdirat ve tebrikâtı istilzam eden bir hakkıdır.

Deminden mufassal bir takrir okunmuştu. Şimdi okunan bir iki takrir daha var. Her üçünün muhteviyâtı arz ettiğim gibi, nikat-ı esasiyede birdir. Binâenaleyh yapılacak şey, bu üçünü daha sarîh ve daha güzel bir tarzda tesbit etmek ve heyet- i celîlenizin rey-i kat’îsine iktirân ettirerek bir an evvel ilân etmek ve bu sayede bütün düşmanlarımızın aleyhimizde aldığı tedbirlere karşı mâni olmaktır. (Şiddetli alkışlar).

Vesika 265

Hanedan-ı Âl-i Osman’dan Halife-i Müslimîn Abdülmecid Hazretlerine

Tel 2 /688

Amme-i Müslimîn için mûcib-i mahv olan düşman tekâlif-i şedîdesini kabul ve Müslimîn’in müdafaa-i mücâhidânelerinde düşmana muvafakatle beyne’l-Müslimîn ika-ı şerr ü fesâd ve sefk-i dimâya fiilen teşebbüs ve bu harekâtında devam ve ısrar ve bi’n-nihâye ecnebi himayesine tevdî-i nefs ederek bir İngiliz gemisiyle makar ve makam-ı hilâfetten firâr eden Vahideddin Efendi’nin Türkiye Büyük Millet Meclisi Şer’iye Vekâleti’nden verilen fetâvâ-yı şerife mûcibince hal’ine Meclis heyet-i umumiyesinin 18 Teşrinisani 338 tarihinde mün’akid 140. ictimâının beşinci celsesinde müttefikan karar verilmiştir.

Türkiye Devleti’nin hâkimiyetini bilâ-kayd ü şart milletin uhdesinde muhfûz tutan Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’na tevfîkan icrâ kudreti ve teşri salâhiyeti kendisinde mütecelli ve mütemerkiz bulunan milletin yegâne ve hakikî mümessillerinden mürekkeb Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 1 Teşrinisani 38 tarihinde müttefikan kabul ettiği esbâb-ı mûcibe ve esâsât dairesinde Meclis-i Âli’ce 18 Teşrinisani 38 tarihinde mün’akid celsede makam-ı muallâ-yı hilâfete intihap buyurulmuş olduklarını hürmet-i mahsusa ile zât-ı hazret-i hilâfetpenâhîlerine arz ederim.

Keyfiyet Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce âlem-i İslâm’a ve Türkiye halkına iblâğ olunmuştur. İntihâb-ı vâkiin âlem-i İslâm için müteyemmen ve füyûzât-bahş olmasını eltâf-ı ilâhiyeden tazarru ve niyaz eylerim.

19 Teşrinisani 38

Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi

Gazi Mustafa Kemal

Vesika 266

Zâta mahsus

Gayet aceledir

P. R, 19.11.338

Büyük Millet Meclisi Reisi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

1. Makam-ı Hilâfete intihap olundukları hakkında Büyük Millet Meclisi Riyâseti’nden keşîde buyurulan telgrafnameyi bizzat Halife-i Müslimîn Abdülmecid Hazretlerine arz ve takdim eyledim. Cevapname-i hilâfetpenâhî yarın sabah arz edilecektir.

2. Zât-ı hazret-i hilâfetpenâhi Dolmabahçe sarayında ikamet buyuracaklardır ve tebrik merasimi 21.11.38’de mezkûr sarayda icrâ edilecektir.

3. Zât-ı hazreti hilâfetpenâhî imza bâlâsında “Halife-i Müslimîn ve Hâdimü’l-haremeyn” unvanının bulunmasını ve Cuma selâmlığında iksâ buyuracakları elbise hakkındaki mütâlaanın istifsârını irâde buyurdular. Cuma selâmlığında hil’at ve Hazret-i Fatih’e ait şekilde bir sarık takınması mümkün ve muvâfık olacağı mütâlaasında bulunuyorlar. Bu husustaki mütâlaanın bildirilmesini ricâ ederim.

4. Âlem-i İslâm’a yazılacak beyannameyi verilen esâsât dairesinde ihzâr ettirerek zât-ı hazret-i hilâfetpenâhiye okudum. Vahideddin Efendi’nin âlem-i İslâm’a karşı vaziyeti fetva-yı şerife ile taayyün etmiş olduğundan şimdiye kadar kendileri hakkında hüsn-i muamelede bulunmaktan uzak kalan bu adam hakkında kendisine şimdi bir şey söylememesinin daha asilâne bir hareket olacağını, binâenaleyh Vahideddin Efendi’ye ait aksâmın meskût geçilmesini maamafih selâmet-i memleket aksi tarz-ı hareketi icap ettiriyorsa bunun dahi yapılabileceğini irâde buyurdular. Kendileri de sureti mahsusada bir beyanname hazırlamış olduklarından bu gece her ikisini tevhîd ve telif edecekler ve yarın öğleden evvel bana göndereceklerdir Beyanname-i hilâfetpenâhînin İstanbul gazetelerinde hîn-i neşrinde Türkçesiyle beraber bir de Arapça suretinin neşrettirilmesindeki mütâlaanın da istifsârını irâde buyurdular. Bu husustaki mütâlaanın iş’ârını ricâ ederim.

5. Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine, Rauf Beyefendi’ye 19.11.38 sa. 11.45 sonrada 103 numara ile arz edilmiştir.

Refet

Vesika 267

Telgraf

Edirne, 6 Teşrinievvel 35

Sivas’ta Müdafaa-i Milliye Cemiyeti Mümessili Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

Kongre mukarrerâtının bi’n-nihaye kabul edilerek Ali Rıza Paşa Kabinesi’nin Kongre’ye istinâden mevki-i iktidara geldiğine dair Edirne’ye keşîde buyurulan telgrafname ancak bugün heyetimize tebliğ edildi. Trakya’nın müdafaası maksadıyla teşekkül edip birçok müşkilâta rağmen vilâyetin en ufak nahiyelerine varıncaya kadar teşkilâtını tevsi eden ve dahilde ve hariçte mevcudiyetini tanıttıran ve bu ana kadar sizinle hem-fikir bulunan cemiyetimizin maksat ve mesleği Kongrece deruhde edilen esâsâtı ihtivâ ettiği cihetle mukarrerâtınıza tamamıyla iştirak ettiğimizi kemâl-i fahr ile arz eylerim.

Trakya-Paşaeli Müdafaa Cemiyeti namına

Şükrü

Vesika 268

Telgraf

Edirne. 7.10.335

Sivas Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Heyeti Mümessili Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

Ulemâ, eşrâf, ahaliden mürekkeb bugünkü muazzam ictimâda Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye’nin Trakya’da idâresini Trakya-Paşaeli Cemiyeti’ne havale eylemesi ile bir kat’ daha kesb-i kuvvet ve vüs’at eylemiş olan cemiyetimizin her türlü mukarrerâtınıza mutavaata müheyyâ ve tebligatınıza muntazır bulunduğu,

Vali Salim Paşa ile Polis Müdürü Fuat Bey’in bu gece bir ecnebi otomobiline râkiben Bulgar işgali altında bulunan Karaağaç’a firâr ettikleri maruzdur.

Vali vekâleti de Mektubî İhsan Adli Bey’e tevdî kılınmıştır.

Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti namına

Edirne Belediye Reisi

Şevket

Vesika 269

Sivas, 7.10.35

Edirne’de Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Trakya-Paşaeli Heyet-i Merkeziyesi Riyâseti’ne

C: 6 ve 7.10.35 telgrafnamelere:

Rumeli ve Anadolu aynı ruh ve vicdanla mevcudiyet ve istiklâl-i millimizi kurtarmak azmiyle mücahede-i mukaddeseye atılmış olduğundan makasid ve esâsâtta ittihâd-ı tâm bulunacağı esasen bî-iştibâh idi. Tebşîrât-ı âlileri kemâl-i şükran ve meserretle karşılandı. Âmâl-i meşrû’a-i milliyemizde muvaffak bi’l-hayr olmaklığımızı Cenâb-ı Hakk’tan temenni eder, hissiyât-ı samimâne ve ihtiramkârânemizi takdim eyleriz.

Yeni kabine ile tamamen temîn-i itilâf edilebilecektir. Muhaberedeyiz. Neticesi arz olunacaktır.

Muntazaman muhafaza-i irtibatı hassaten ricâ ederiz efendim.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti

Heyet-i Temsiliyesi namına

Mustafa Kemal

Vesika 270

Edirne, 7.10.335

Sivas’ta Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

Bugün bütün Edirne vilâyetinin vali vekili ve ordu-yı hüm âyûn kumandan vekili, ulemâ, eşrâf, ahali belediye dairesinde bi ’l-ictimâ Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Heyeti’ni idâre etmek vazifesini müttefikan Trakya-Paşaeli heyet-i merkeziyesine tevdî eylediklerini taht-ı temîne almışlardır. Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye namına bugün ikinci defa olarak ictimâ eden heyet-i muhtereme-i milliyenin netice-i mukarrerâtını bâlâya naklen arz ederim.

Edirne Vali Vekili

İhsan Adli

Vesika 271

Telgraf

Sivas, 9.10.35

Edirne Vali Vekili İhsan Adli Beyefendi’ye

C: Millî birliğin mes’ûd netâyicinden olmak üzere Trakya ve Paşaeli Cemiyeti’nin, Rumeli ve Anadolu topraklarında yaşâyân dindaşlarımızın ve muazzez ülkelerimizin müdafaa-i hukuku emrindeki tevessüle dair tebşîrât-ı âlilerine arz-ı şükran olunur.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti

Heyet-i Temsiliyesi namına

Mustafa Kemal

Vesika 272

Telgraf

Edirne, 10.10.35

Sivas’ta Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi Reisi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

C: [9] Teşrinievvel 35

Mukabil-i teveccühkârileriyle pek mütehassis oldum. Samimiyetle arz-ı şükran eder ve Edirne ve mülhakatında hükümet ve milletin celâdetkârâne ve cânsipârâne müzaheretinden her dakika emin olabilirsiniz.

Edirne Vali Vekili

İhsan Adli

Vesika 273

Edirne 701 / 250

Sivas’ta Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi Reisi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

Bir anda yükselen hurşid-i celâdet gibi Trakya etrafına harekât- ı milliyenin muvacehesinde inkişafta ale’l-husus İstanbul ’a azîmet eden vali Salim Paşa’nın gaybûbet-i nâgehânîsinden mütevellid heyecan-ı umumî arasında heyet-i müctemia-i milliyenin itimâdı ve ordu-yı hümâyûn kumandanlığının muzaheretiyle tevfîkat-ı sübhaniyeye istinâden vali vekâletini deruhde ettim ve bir gün sonra da nezaret-i celîlenin bu bâbdaki tensîbini aldım. Edirne’nin her an tezâuf eden nezaketi vaz’ u mevki itibarıyla ecânibin nazar-ı dikkatinden dûr kalmayan bu tahavvüllerin mahiyet-i sulhcûyânesine irâde-i milliyenin itirazdan, ihtirâstan müberra tecelliyât-ı hürriyetperverânesine İngiliz mümessil-i askerisini ikna ve tatmîne muvaffak olarak ihlâl-i asayiş edilmek üzere Osmanlıların hakk-ı hükümetine (Bu tâbir şâyân-ı dikkattir) tamamen riayetkâr bulunduğuna dair müşarünileyhten resmen ve tahriren cevap aldım. Binâenaleyh vilâyetin her köşesinde ve hassaten merkez-i vilâyette sükûn ve asayişin her vakitten daha mükemmel olduğunu ve elyevm her nev’î mehâlik ve mehâzîrin mürtefi bulunduğunu arz ve tebşîr ederim. Edirne’de hükümet, ordu ve bütün millet size meşrû’ olan gayelerinizde manen ve maddeten müzaherete ahd ü misak eylemiştir. Dört gün devam eden hâd bir devre-i teheyyücün tevlîd ettiği envâ-i müşkilât içinde mühim bir vazife-i vataniye ifa ettiğine kaniim. Hükümet-i Hamidiye’de dokuz sene menfa ve hükümet-i İttihadiye zamanında altı sene vatandan cüda kalmak hissî ve insanî işkencelerin envâ... uğramışlardan bir mazlumum. Metânetimi imhâ veya celâdetimi bana iade edecek, beni fırka ihtirâsâtı haricinde bu vatanın en müfîd anâsırı meyânına koyacak sizin teveccüh ve itimâdınızdır.

10.10.35

Mekteb-i Harbiye arkadaşlarınızdan

Edirne Vali Vekili

İhsan Adli

Vesika 274

Sivas, 12.10.35

Edirne Vali Vekili İhsan Adli Beyefendi’ye

Bugün Anadolu’nun, vatanın halâsı ve saadeti, milletin necât ve istiklâli uğrunda yekvücûd ve yekdil olan Trakyalı kardeşleriyle el ele vermiş olması, halâs-ı karîbin beraat-i istihlâlidir. Böyle mes’ûd ve tarihî bir anda Edirne vilâyetinde zât-ı âlileri gibi hamiyetkâr bir refîkimizin re’s-i kârda bulunması ayrıca bir beşarettir. Cenâb-ı Hakk milleti âmâl-i meşrû’asını istihsal emrinde muvaffak bi’l-hayr eylesin amin.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti

Heyet-i Temsiliyesi namına

Mustafa Kemal

Vesika 275

Edirne 942 / 25

Sivas’ta Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi namına Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

C: İtimat ve teveccüh-i âlinize en samimî teşekkürâtımı arz ederim efendim. 13.10.35

Edirne Vali Vekili

İhsan

Vesika 276

Sivas, 11.10.35

TAMİM

1. Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti vilâyet heyet ve müstakil liva heyet-i merkeziyeleri kendilerine merbût bi’l-cümle heyet-i idârelere ve keza heyet-i idâreler nevâhiye kadar olan heyet-i idârelere Heyet-i Temsiliye’nin tebligatını sür’at-i mümkine ile ifa etmeye ehemmiyet vermelidir.

2. Hiçbir heyet-i merkeziye veya idâre ve alelumum teşkilât- ı milliyemize dahil heyet ve eşhâs cemiyetimiz namına doğrudan doğruya hükümet-i merkeziyeden bir gûna mutalebâtta bulunmayacaktır. Teşkilât-ı milliyemize ait her türlü münasebatı ale’d-derecat heyet-i idâreler, heyet-i merkeziyelerle ve heyet-i merkeziyeler de Heyet-i Temsiliye ile icrâ edecektir. Mâfevk heyetlerin tekâsülü halinde ona tâbi olan diğer heyetlerin derhal Heyet-i Temsiliye’ye mürâcaatı câizdir.

3. Şimdilik bi’l-cümle vilâyet ve müstakil liva heyet-i merkeziyeleri lâakal haftada iki defa Heyet-i Temsiliye’ye teşkilât ve teşebbüsât-ı milliyesi hakkında mühim ma’lumâtı hâvi olmak üzere kısa bir rapor verecektir.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti

Heyet-i Temsiliyesi namına

Mustafa Kemal

Vesika 277

Sivas, 11.10.35

1. Edirne’de Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Trakya-Paşaeli heyet-i merkeziyesine

Teşkilât nizamnamesi posta ile irsal edilmiştir. Teşkilât- ı mevcudenizle mühim farklar yoktur. Vürûduna kadar teşkilât-ı hâzıranızı aynen muhafaza ve takviye buyurmanız muvâfıktır.

2. Kırkkilise, Tekfurdağ, Gelibolu ve Çatalca livaları heyet- i merkeziyenize merbût kalarak teşkilâtlarını taazzuv ettirmelidirler.

3. Takviye-i münasebat ve tamamî-i tenevvür için şimdilik her gün gayet muhtasar bir raporun Sivas’ta Heyet-i Temsiliye namına irsalini ricâ ve hürmetlerimi takdim ederim.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti

Heyet-i Temsiliyesi namına

Mustafa Kemal

Vesika 278

Edirne, 12.10.35

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Temsiliyesi’ne

C: 11.10.35 şifreye

Muhabbet ve teveccüh-i âlilerine arz-ı teşekkürât-ı mahsusa ve takdim-i ihtirâmât eylerim.

An-ı teşekkülünden pek az sonra Trakya-Paşaeli Cemiyeti ile tevhîd-i âmâl ve teşrik-i mesâi eyleyerek cemiyetimizin her harekâtı müşkil zamanlarda bile temîn-i beka ve tevsi-i teşkilâtına sarf-ı gayret olunmuştur.

Vilâyetin en küçük mevâkiine kadar münteşir ve mevcut olan teşkilâtın teyid ve takviyesine çalışılmaktadır. Kolorduya merbût olup Kırkkilise, Keşan ve Tekirdağı’nda bulunan fırkalarınızın kumandanları şâyân-ı itimat ve hamiyetli arkadaşlarımızdan bulundukları ...... mevâkiin merkezle olan irtibatları gayet esaslı ve rasîndir. Bi’l-umûm Trakyalıların bütün mevcudiyetleriyle vatanperverâne vezâif-i mübeccelenin ifasına hazır ve âmâdedirler.

İntihâbatta Trakya-Paşaeli Cemiyeti ile tevhîd-i mesâi edilerek Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin esâsâtını kabul eden ve bu esâsâta sadık kalacak zevâtın meb’ûs intihâb olunmalarının temînine sarf-ı gayret olunmaktadır. Trakya’nın her tarafında intihâbatın arzu-yı umumî dairesinde neticelenmesi me’mul-i kavidir. Birinci Kolordu: kırk dokuz, elli beş ve altmışıncı fırkalardan mürekeptir. Yakın zamana kadar Çatalca mevki-i müstahkemi dahi kolordu emrinde bulunmakta iken Süleyman Şefik Paşa’nın nezareti zamanında İstanbul’da Yirmi Beşinci Kolordu’ya raptedilmiştir. Şimendifer hattı muhafazası vazifesiyle Şubat’tan beri Trakya’da bulunan kuvvetli bir Yunan taburu yerli Rumlar arasında teşkilât yaparak asayişi tehdit ve İslâmları tecavüzatlarıyla bî-huzur eylemişlerse de son bir iki ay zarfında cür’etleri kırılmış ve vakayi azalmıştır. Ancak Şarkî Trakya’nın ahîren kesb-i ehemmiyet ve nezaket eden vaziyeti Trakya’nın mukadderâtı hakkında bazı ma’rûzâtı icap ettirmektedir. Venizelos’un, şeytanetkârâne eser-i siyaset ve tekâlifi neticesi olarak hiçbir Bulgar mevcut olmayıp dört yüz bin kadar Müslümanın vatanı olan Paşmaklı, Darıdere, Kırcaali orta kısmı Bulgaristan’a ve keza kahir bir İslâm ekseriyetini hâiz olan İskeçe havalisinin de Gümülcine yakınına kadar Yunanistan’a terk edilmesi suretiyle mukadderâtının tayini âtiye ta’lîk edilen mütebaki Garbî Trakya yani Gümülcine, Dedeağaç, Dimetoka kısmında Rumlar ekseriyeti ihrâz edecek halde kalmıştır. Yunanlıların beynelmilel şekl-i idâreden istifade ile getirecekleri Rum muhâcirleri bu nisbeti az zamanda daha mühim bir faikiyete is’âd edebileceklerdir. Trakya’nın şekl-i idâresi mevzu olacağı zaman vücûda getirecekleri Rum ekseriyetini ileri sürerek bu kısmın da Yunanistan’a ilhakına çalışacaklardır. Yunan âmâlinin tahakkuku halinde Şarkî Trakya’da dahi hem-hudut olmak fırsatından bi’l-istifade Yunan propagandası tevessü edip asayişin derhal muhtel olacağı ve artık İslâmların sükûn ve huzura veda edecekleri bedîhîdir. Garbî Trakya’da ve bilhassa Müslümanların ekseriyetle bulunduğu menâtıkta teşkilât-ı milliye mevcut olup âmâl-i milliyelerinin istihsaline her suretle çalışmaktalar ve kendilerine mümkün olan her türlü muâvenet ve müzaheret yapılmakta ise de Yunan âmâlinin husûlüne mümânaat ve Şarkî Trakya’nın Yunan tesirâtından uzak bulundurulması için Bulgaristan ve Yunanistan’a terk edilen kısımları da dahil olmak üzere Garbî Trakya’nın müstakil ve muhtar bir hükümet olarak ibrâz-ı mevcudiyet eylemesi ve bu suretle saltanat-ı Osmaniye ile hem-hudut olarak yaşanması imkânı olmayan ve icrâ edeceği propagandalarla yerli Rumları ifsâdtan hiçbir zaman fâriğ olamayacak yegâne düşmanımız Yunanistan ile hudûd-ı Osmaniye arasında kuvvetli bir hükümet-i İslâmiye’nin teşekkülü menâfi-i âliye-i vataniye iktizasından görülmekle Müdafaa-i Hukuk Cemiyet-i âliyesinin de bu nokta-i nazarı tasvibi halinde teşebbüsât-ı lâzime-i müessire icrasıyla imkân husûlüne lütfen müzaheretleri istirham olunur efendim.

Birinci Kolordu Kumandanı

Cafer Tayyar

Vesika 279

Tekirdağ, 12.10.35

Sivas’ta Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Mümessilliği’ne

C: 11.10.35 telgrafname-i âlileri gelmiş icap edenlere tebliğ edilmiş olduğu maruzdur.

Belediye Reisi

Halis

Vesika 280

Sivas, 13.10.35

TAMİM

Milletin ruh ve vicdanından nebean eden vahdet ve azm ü irâde sayesinde vaziyet-i siyasiyenin vatanımızın tayin-i mukadderâtı ile milletimizin hukuk ve istiklâli mevzu-i bahis olduğu bu hengâme-i tarihîde lehülhamd lehimize döndüğünü kemâl-i şükranla idrâk eyliyoruz. Cenâb-ı Allahın inayet ve adâletine sığınan millet-i necibemiz böyle yekvücûd bir halde ve sarsılmaz bir azim ve imanla kaldıkça hiç şüphesiz amel-i meşrû’asına nâiliyetle mes’ûd olacaktır. Binâenaleyh mevcudiyet-i milliyemizi yar u ağyâr nazarında izhâr ve isbât eden teşkilâtın nizamname mûcibince taazzuv ettirilmesi ve bilhassa küçük, büyük bi’l-cümle merkezlerin birbirleriyle ve heyet-i merkeziye ile sıkı bir rabıta tesis eylemeleri bugünün en mühim ve hayatî bir vazife-i milliye ve vataniyesidir.

Bu sebeple hususât-ı mezkûreye son derece ehemmiyet verilmesini te’kid eyler ve teşkilâtın tevsi ve teşmil derecesi hakkında peyderpey heyetimize ita-yı ma’lumât olunmasını ricâ eyleriz.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti

Heyet-i Temsiliyesi namına

Mustafa Kemal

Vesika 281

Edirne, 13 Teşrinievvel 335

Sivas Anadolu-Rumeli Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Cemiyeti Mümessili Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

C: 9 Teşrinievvel 335

Trakya müdafaa heyetinin teşkilâtı muhterem Müdafaa- i Hukuk Cemiyeti nizamnamesine kısmen muvâfık olduğu ve Kongrece müntehap on dört kişiden ibaret bir heyet-i merkeziyesi ve İstanbul’da beş murahhası ve livalarda ve kazalarda mahallî müftülerinin taht-ı riyâsetinde ve nevâhide maruf zevâttan ibarettir. Heyet-i idâre ve merkezden memur birer mümessil ve bazı kurâda birer ikişer muhabiri mevcuttur. Hükümet-i sâbıkanın mümânaatı sebebiyle nevâhi ve kurâ teşkilâtı henüz tamamıyla ikmâl edilememiş ve her şeyin evveliyatta olduğu gibi teşkilât da merkezden başlayarak aşağı doğru gitmiştir. Maamafih mahalle ve karye teşkilât nizamname dairesinde şimdiden ibtidâr olunmuş ve Teşrinievvel’in on altısında Edirne’de in’ikadı musammem ve mukarrer olan kongrede cihât-ı sâiresinin müzakeresi tabii bulunmuştur. Bu bâbda bir emir ve mütâlaa-i âlileri olduğu halde emir ve iş’ârı.

Trakya meselesinin dahil olduğu son evrak-ı havadis münderecâtından ma’lûm olacağı vechile Paris Konferansı Bulgaristan hudûdunun tahdîdi esnasında İslâm ekseriyetini hâiz olan Kırcaali ve Koşukavak ve Eğridere ve Darıdere gibi kazalar Bulgar ve İskeçe ve Drama, Serez gibi Ustruma’ya kadar mahalleri Yunan hudûdu dahilinde bırakmıştır. Meriç’e mümted olan hudut dahilindeki Gümülcine ve Dedeağaç’ta şimdilik İtilâf Devletleri lehine olarak Bulgarların hâkimiyeti kat’ edilmiş ve bunun Türk sulhünün müzakeresi esnasında Şarkî Trakya mukadderâtının tayini zamanına kadar bırakıldığı esas olmuştur. Ve esasen yalnız nefs-i Gümülcine’de ekseriyet-i Müslime mevcut olup Dedeağaç, Sofulu, Dimetoka, Ortaköy, Seymenli kazalarında bugün tek bir Müslüman bırakılmamıştır. Venizelos’un Trakya’yı şu vechile inkısâma uğrattırmaktan maksadı buralarda Müslüman nüfusu bulunmayınca Yunan lehine kazanmaya ma’tûftur. Şu halde bu kıtanın bu haliyle bırakılması bizim için bir faide olamayacağını ve Yunan ve Bulgarlara verilen mahallerdeki halkın umumen İslâm bulunduğu cihetle Trakya’nın hudûd-ı kadîm-i tarihiyesiyle Trakya hakkında düvel-i müşarünleyhüm mümessilleriyle konferans nezdinde protesto edilmiş ve buraları elyevm Fransızların taht-ı işgalinde bulunduğu Yunan, Bulgarlara karşı durmak için Gümülcine’de teşkilât ve tertibât yapılmakta ise de levâzım-ı tedâfüiye ve para tedârikinde müşkilât-ı azîmeye tesâdüf edilmekte olduğu ve bu hususâtın hayyiz-i husûle îsâli çaresinin ber-vech-i ma’rûz kongrenin in’ikadında tezekkür edileceği arz olunur.

Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye

Cemiyeti namına

Şevket

Vesika 282

Zata mahsustur

Edirne’den, 13.10.35

Sivas’ta Kolordu Kumandanı Miralay Salâhattin Beyefendi’ye

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Heyet-i Temsiliyesi’ne:

12 Teşrinievvel 335 tarih ve 2 numaralı şifreye lâhikadır.

Trakya-Paşaeli Cemiyeti’nin İstanbul’da bulunan Garbî Trakya murahhaslarına Fransızlar mürâcaat ederek Gümülcine, Dedeağaç, Sofulu, Dimetoka ve İskeçe için mutasarrıfların isimlerini istedikleri ve İskeçe’nin müddet-i muvakkate için Yunan askerleri tarafından işgal edileceğini beyan ve bu ma’lumâtı hafî tutmalarını tenbîh eyledikleri mezkûr murahhaslıktan cemiyet riyâsetine mektupla bildirilmekte ve mutasarrıfların isimleri verildiği münderic bulunmakta olduğu berâ-yı ma’lumât arz ve takdim-i ihtirâmât olunur.

Birinci Kolordu Kumandanı

Miralay Cafer Tayyar

Vesika 283

Tel

Mahreci

Antalya

Alındığı mahal İstanbul

Sivas’ta Anadolu ve Rumeli Heyet-i Temsiliye Reisi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

Balıkesir Heyet-i Milliye Reisi Hâcim imzasıyla bazı tebligat icrâ olunmakta ve 8 ve 10 Teşrinievvel 35 tarihli iki kıta telgrafnamenin birinde in’ikad edecek Umum Anadolu Kongresi’ne iki murahhas i’zâmı diğerinde de heyete de iki rapor gönderilmesi bildirilmektedir. tenvîr ve takdirlerine intizâr eyleriz.

15 Teşrinievvel 35

Heyet-i Milliye Reisi

Yusuf Talât

Vesika 284

Tel

Sivas, 16.10.35

Antalya Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Reisi Yusuf Talât Beyefendi’ye

C: 15.10.35

Âmâl-i meşrû’a ve mukaddesemizin istihsali uğrunda millet ile hükümetin müştereken çalıştığı bu hengâmede ayrıca bir kongre ictimâına lüzum yoktur. Bugünün en birinci işi nizamname-i mahsusuna tevfîkan teşkilât-ı meşrû’a-i milliyemizin taazzuv ve teşmilini kemâl-i sükûn ve intizamla ilerletmek, asayiş-i memleketin hüsn-i muhafazasına gayret eylemekten ibarettir.

Sivas Umumî Kongresi aynı gaye ve emelden nebean etmiş olan bi’l-umûm millî cemiyetleri Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti nâm-ı umumisi altında toplamış ve vicdan-ı milliden doğan birliği lehülhamd bir şekl-i vahdete ircâ’ eylemiş olduğundan münferit hiçbir mürâcaatın mu’tâ olamayacağı bedîhîdir. Keyfiyet icap edenlere ayrıca iş’âr edilmiştir efendim.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti

Heyet-i Temsiliyesi

Vesika 285

TAMİM

Tel

Sivas, 15.10.35

Makamât-ı askeriye ve mülkiyeye

Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyet-i Merkeziye ve İdârelerine

Dersaadet ve taşra matbûatına

Bazı mahallerde çete ismini taşıyan birtakım eşhâsın kendilerini, milletin meşrû’ ve mukaddes âmâlini istihsal maksadıyla taazzuv etmiş olan teşkilât-ı kanuniyesi ile alâkadar göstermekte oldukları ve arzu-yı milliye mugayir harekâta tasaddi eyledikleri istihbâr olundu. Hükümetin, asayiş-i memleketi ihlâle ve halkımızı ızrara cür’et eden bu gibiler hakkında kanunun icâbatını ifa eyliyeceği ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin de bu bâbdaki icrââtta hükümete bütün mevcudiyetiyle muâveneti bir vazife-i milliye addeyliyeceği tabiidir.

Vatanın halâsı, milletin necât ve saadeti gayesi ile teşekkül etmiş olan Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti nizamnamesinde “Çete tâbiri” mevcut değildir. Yalnız milletin hukuk-ı mukaddesesini silâhla müdafaaya mecbur kaldığı hâlâtta nizamnameye tevfîkan “Kuvâ-yı Milliye” sevk ve idâreleri zapt u rapt altında olmak üzere hâl-i faaliyette bulunur. İşte bugün haksız yere vatanımıza ayak bastırılmış ve her türlü zulüm ve vahşeti irtikâb eylemekte bulunmuş olan Yunanlıları muazzez topraklarımızdan tard eylemek üzere Aydın cephesinde kan döken muhterem mücâhidînimiz bu millî müfrezelerimizdendir. Lehülhamd asayiş-i tâm hüküm-ferma bulunan ve beyne’l-anâsır vifak ve hüsn-i muaşeret mevcut olan vatanımızın başka hiçbir tarafında elân bu yolda bir faaliyetimiz olmadığı ilâve olunur.

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti

Heyet-i Temsiliyesi namına

Mustafa Kemal

Vesika 286

Amasya, 18.10.35

Edirne’de Birinci Kolordu Kumandanı Cafer Tayyar Beyefendi’ye

Edirne heyet-i merkeziyesinin ve zât-ı âlilerinizin Garbî Trakya hakkındaki mütâlaaları büyük ehemmiyetle nazar-ı dikkate alındı. Heyet-i Temsiliyemizle mülâkat etmek üzere Amasya’ya gelen Bahriye Nâzırı Salih Paşa ile iki gün sonra bu mesele mevzu-i bahis edilecek ve neticesi arz olunacaktır. Trakya-Paşaeli heyet-i merkeziyesinin bugünlerdeki müzâkerâtı netâyicinden sık sık ma’lumât verilmesini ricâ ederiz. Trakya’daki teşkilât-ı umumiyenin tevsi ve teşmilinden mümkün olduğu kadar Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin nizamnamesini esas tutmak ve bu suretle zâhiren dahi vahdet-i umumiyemizde bir fark olmadığını göstermek mühimdir. Nizamname henüz gelmemiş ise Dersaadet’te Galatalı Şevket Bey’den talep buyurunuz. İşbu telgrafnameden heyet-i merkeziyenin haberdâr edilmesi ricâsıyla takdim-i ihtirâmât olunur efendim.

Mustafa Kemal

Vesika 287

Edirne, 21.10.35

Sivas’ta Heyet-i Temsiliye’ye

Evvelce arz olunan kongre bütün vilâyet, liva ve kaza ve ekser nevâhi murahhasları hazır olduğu halde ictimâ ve cumartesi günü müzakere ve ikmâl ve on altı kişiden ibaret bir heyet-i merkeziye intihâb etmiştir. Garbî Trakya’nın Bulgar ve Yunanlıların mezâlimi altında ezilmesine Şarkî Trakyalılar tahammül edemeyeceğinden Garbî Trakya’da arzu-yı millî o surette takviye ve âna müzaheret etmeyi Şarkî Trakyalılar taahhüd eylemişlerdir ve Bulgar muâhedenamesi ile Bulgaristan ve Yunan lehine ayrılan Trakya parçaları için de yazılan protestoname ait olduğu mahallere keşîde edilmiştir.

Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye

Cemiyeti namına

Şükrü

Vesika 288

Amasya, 23.10.35

Edirne’de Birinci Kolordu Kumandanı Cafer Tayyar Beyefendi’ye

Şifre, müstaceldir

1. Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Trakya-Paşaeli Heyet-i Merkeziyesi’ne: Meriç şarkındaki kırk bin muhâcirin sür’at-i mümkine ile Meriç’in garbine naklettirilmesi için hükümet-i merkeziye mümkün olan her türlü muâveneti ifa edecektir. Şimdiye kadar on bin lira vermiş olduklarını bildirdiler. Daha da vereceklerini vaad ettiler. Cemiyet tarafından suret-i münasibede ve işbu iş’ârdan bahsetmeyerek beş altı gün sonra hükümete mürâcaat olunması münasip olur.

2. Garbî Trakya’nın mukadderât-ı siyasiyesi hakkında ecânible vukuu muhtemel temaslarda müteyakkız davranılması lâzımdır. Esas olarak Devlet-i Osmaniye’nin 1914’teki hudûdunu gayr-i kabil-i tashih kabul etmek ve Garbî Trakya’nın kısmen veya kâmilen Devlet-i Osmaniye’ye ilhakı mevzu-i bahis edilmemek lâzımdır. Garbî Trakya’da bir İslâm hükümet-i müstakillesi teşkili vaatiyle Meriç şarkında bir kısmın meselâ Midye-Enez hattına kadar olan kısmın dahi buna ilhakı tekâlifine aldanmak câiz değildir. Böyle bir hükümet-i İslâmiye teşkili mutasavver olsa dahi bunun Bulgarlarla aramızda bir eta tampon olarak fakat her halde Fransız veya İngiliz müstameresi halinde teşekkül edebileceği nazar-ı dikkatte tutulmalıdır. Bu zemine ait şimdiye kadar istişmâm olunmuş ecnebi efkârının ve uhdemize tevdî edilmiş olan Garbî Trakya kısmının son vaziyetinin iş’ârını ricâ ederim.

Mustafa Kemal

Vesika 289

Şifre

24/25.10.35

Edirne’de Birinci Kolordu Kumandanı Cafer Tayyar Beyefendi’ye

Arif Bey’e mahsustur: Bizim takip ettiğimiz maksad-ı aslî memleketimizi inkısâmdan kurtarmak ve devlet ve milletimizin istiklâlini temîn etmektir. Bu maksadın husûlüne mümânaat edebilecek düşmanlarımız İngilizlerdir. İngilizlerle tevhîd-i menâfie çalışan Fransızlar da addolunabilir. Düşmanlarla uğraşmak için sonuna kadar ve her türlü vesâite mürâcaat ederek çalışmaya azmettik. Bulgarlar da aynı düşmanlardan müşte’kidir zannederim. Bu sebeple şahsî Bulgar dostlarımızın da aynı düşmanlar ve bu düşmanların mahmisi olan Rumlar aleyhinde başladıkları teşebbüste temîn-i muvaffakiyetleri bizce mültezemdir. Bu itibarla tesis ve idâme-i münasebet muvâfık olur. Bunun için şimdilik bir heyetin buraya kadar gelmesine hacet yoktur sanırım. Zât-ı âliniz ve Cafer Tayyar Bey biraderimiz vasıtasıyla idâme-i münasebet mümkündür. Âtiyen icap ederse heyet de gönderebilirler. Takibi muhtemel Bulgar rüesâsı Türkiye’de maa’l-memnuniye cây-i kabul görebilir. Yalnız bir noktayı hatıra olarak kaydedeyim: Bulgarların Kolçak Rusya’sıyla birleşmek nokta-i nazarı bizim menâfi-i âtiyemize tetabuk etmeyebilir. Tarafımızdan bu cihetin gözetilmesi münasip olur. Osman Reis’le ne gönderilmiştir. Kimden istiyelim. Meb’ûs olmanız muvâfıktır. Bulgar dostlara selâm. Gözlerinizden öperim.

Mustafa Kemal

Vesika 290

Trakya-Paşaeli Heyet-i Merkeziyesi Riyâset-i Muhteremesi’ne

1 Teşrinievvel 335 tarihinde Franchet d’Esperey’nin yaveri Trakya Cemiyeti’nin İstanbul şubesine mürâcaatla Trakya’ya gidecek idâre memurlarının esâmisinin General tarafından istenildiğini söyledi. Liste kendisine verildi. İki gün sonra beş kişiden ibaret bulunan komite azasına hususî “lesepase’’ verilerek Gümülcine ’ye i’zâm olundu. Zevât-ı mezkûre Gümülcine ’ye muvâsalatlarında Franchet d’Esperey’nin vekili General Charpy ile görüşmüşler. Kendilerinin memleketin aksâm-ı muhtelifesinde idâre memurluğu etmeye gönderildiğini söylemişlerdir. Charpy, esâminin kendisine bildirildiğini ve fakat sıfat-ı memuriyetleri hakkında bir tebligat almadığını, ve iki gün sonra Franchet geleceği cihetle ânınla görüşüleceğini cevâben beyan etti. Üç dört gün sonra Franchet d’Esperey Gümülcine’ye geldi. Komite azasını kabul etti. Orasının idâresi hakkında serd ettiği esaslar şunlardır:

1. Kongre, İskeçe, Gümülcine, Dedeağaç, Sofulu, Dimetoka, Karaağaç, Mustafapaşa kazalarının karar-ı ahîre değin Düvel-i Mütelife kuvâ-yı askeriyesi tarafından işgal olunmasına karar vermiş ve Düvel-i Mütelife namına idâresini de Franchet d’Esperey’e tevdî etmiştir.

2. Burada Franchet’nin nezaret-i aliyyesinde bir idâre-i mahalliye tesis olunacaktır. Muâmelât Trakyalı memurlar tarafından tedvîr olunacak, şu kadar ki her kaza başında kontrol için Fransız erkân-ı askeriyesinden biri bulunacaktır.

3. Meclis-i Meb’ûsân teşkil olunacaktır. Şu kadar ki, elyevm muhâceret devresi olduğu cihetle birkaç vakit için bir Meclis-i Meb’ûsân intihâbına imkân yoktur. Fakat yapılacaktır.

4. Fransa bu hıtta üzerinde hiçbir emel beslemez. Kongrenin Fransız olan Franchet d’Esperey’e tevdî ettiği vazifeyi Fransa teshîl edecektir ve birçok senelerden beri türlü felâket ve mesâibe dûçâr olan şu havalide bir hayat-ı sükûn ve refah tesisine gayret edecektir.

5. Trakya’nın iktisâb edeceği şekl-i kat’î hakkında daha müttehaz bir karar yoktur. Agleb-i ihtimal konferans Türkiye sulhü ile halledilecektir. Franchet bu beyânâtta bulunduktan sonra memûrîn listelerini yapıp muâvini General Charpy’ye vermemizi söyledi. Franchet ifadâtında Müslümanlara teveccühkâr göründü. Hatta Trakya aksâm-ı şimaliyesinin Bulgaristan’a terk olunması keyfiyetinde Amerika’nın tesiri olduğunu sarahaten izah etti.

Ba’dehu idâre-i memlekete nakl-i kelâm ile her unsurdan memur alacağını ve ez-an-cümle Trakyalı olup da hizmet-i devlette bulunmuş memûrînden istifade edeceğini, hatta jandarma için mümkün mertebe askerlik etmiş zevât intihap olunması lâzım geldiğini ve evkaf tanzim olunarak mazbût bir surette idâre olunacağını velhâsıl karîben şu harap memlekette refah ve asayişin temîn olunacağını beyan ile beraber her unsur gibi İslâm unsurunun da kendisine muâvenet etmesini ve zinhar asayişi ihlâle bâdi olacak ef’al ve harekâtta bulunulmamasını mükerreren tavsiye etti ve tekrar memûrîne nakl-i kelâm ile Dedeağaç’ı, Rum ekseriyeti bulunması itibarıyla oraya bir Rum valinin tayini nasıl olacağını sordu.

Franchet’nin muâvini Charpy bu ruhta beyânâtta bulundu. İdare-i mahalliye hakkında Trakya Müslümanlarının beyan-ı rey etmelerini söyledi. Komite de bu bâbdaki fikrini bildirmekle beraber memûrîn listesini verdi ve Dedeağaç’a bir Müslim mutasarrıf fakat Sofulu’ya bir Rum tayininin münasip olacağını anlattı. İşgal meselesini izahen bunun konferans kararı olduğunu ve Yunan askerinin de işgale iştirak ile Gümülcine’nin 12 kilometre garbine kadar uzanan sahayı işgal edeceklerini söyledi. Şu kadar ki, gerek Franchet, gerek Charpy’nin ifadâtında Trakya aksâmından birinin Yunanistan’a verileceğine dair söz ve telmih geçmedi ve hatta İskeçe’de ayrı bir Fransız müfrezesi ve bir de miralay bulunup vukuu melhuz şikâyâta merci olacağını da ilâve eylediler.

Trakya’da vaziyet şudur: Teşrinievvel evâsıtında Fransız kuvâ-yı askeriyesi Gümülcine ve havalisini işgale başladılar. 18’de Bulgar kuvâ-yı askeriyesi altı kaza sahasını tahliyeye başladılar. 20’de bu ameliye hitam buldu. Yalnız Bulgar jandarmalarından kaçmayanlar kaldı. 16’da Yunan kuvvetlerinden ufak kısımlar İskeçe’ye gelmeye başladı. Fakat asker daha girmezden evvel ahali-i İslâmiye kâmilen evlerine, dükkânlarına Fransız bayraklarının yanına siyah matem bayrakları astılar. Çarşıyı tamamıyla kapadılar. Fransız kumandanı komiteye mürâcaatla bayrakların indirilmesini ricâ ile beraber dellâl ile de ilân ettirdi. Ahalinin indirmemesini görerek Fransız askeriyle bayrakları toplattı. Dükkânlar üç gün kapalı kaldı. Yunan askeri perişan bir halde idi. Bilahare yavaş yavaş kuvvetler çoğaldı. Şimdi on bin tahmin olunuyor. Komite gerek Gümülcine’de, gerek Edirne’de Yunan işgalini protesto etti. Yunanlılar girmezden akdem İskeçe’de komite belediye intihâbını yapmış ve belediyeyi Müslümanlara geçirmişti. Bulgar jandarması kıyafetiyle fesli Müslüman jandarmalar yapmış ve köylere göndermişti. Bulgar memûrîn-i mülkiyesi daha kalkmadığından kaymakam onlardandır. Fakat son derece muhteriz. Müslümanların hareketi herkesi intibâha davet etti.

Gümülcine’de: Charpy orada oturuyor ve bütün Trakya idâresine vaz’-ı yed etti. Bulgar memurları duruyorlar ve şimdilik Charpy namına idâre ediyorlar. Gümülcine’de mahallî belediye teşkilâtı yapılmadı. Ayın nihayetinde memurların çekileceği söyleniyor. Bulgar memurlarının Sofya ile münasebetlerinin kesildiği dün Edirne’de işitildi; Yunan ajanı Vamvakas Yunan Hükümeti’nin General Charpy nezdinde mümessili sıfatında Gümülcine’de bulunuyor. Entrika yapıyor.

Dedeağaç sevahiline Rum muhâcirîni nakline başlanmıştır. Bizim muhâcirîn daha duruyor. Birkaçı geçti. Bu bâbda Charpy ile vuku bulan mülâkatımızda Müslüman muhâcirlerinin yerlerine avdet ettirileceklerini ve fakat birden bire büyük kütle ile gelmelerinin gerek asayiş ve gerek iaşe nokta-i nazarından mehâzîri dâi olacağını ve bu iş için ve istirdâd-ı emvâl için komisyon teşkil olunacağını ve komitenin de ayrıca listeler yapmasını tenbîh etti. Elyevm Trakya komitesi tarafından verilecek vesikalar Fransız pasaportu idâresinden tasdik olunuyor. Muhacirîn ve ahali böyle Trakya’ya gidiyorlar.

Numara 500

Sivas’ta Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk-ı Milliye Mümessilliği’ne

İtilâf Şark Orduları Kumandanı General d’Esperey tarafından vâki olan davet üzerine Garbî Trakya’ya giden murahhaslarımızdan Galip Bahtiyar, Şakir ve Faik Beyler avdette merkeze uğrayarak verdikleri rapor sureti aynen bâlâya nakil ile takdim kılınmış ve Trakya mesâiliyle meşgûl olmak üzere mûmâileyhüm Dersaadet’e azîmet etmişlerdir.

Trakya-Paşaeli Müdafaa Heyet-i Osmaniyesi

Şükrü

30 Teşrinievvel 335

Vesika 291

Şifre

Sivas, 31.10.35

Edirne’de Birinci Kolordu Kumandanı Miralay Cafer Tayyar Beyefendi’ye

Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Trakya-Paşaeli Heyet-i Merkeziyesi’ne:

Garbî Trakya ahvâli ne şekil kesbeyledi? Muhâcirlerin nakli meselesi ne haldedir? Hükümet-i seniye yeniden paraca muâvenet eyledi mi? Iş’ârı istirham olunur.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 292

Edirne’de Cafer Tayyar Bey ile telgraf başında muhabere

5.11.35

Cafer Tayyar Beyefendi’ye

Muhabbet ve tahassürle gözlerinizden öperim. Arif Bey’e ve Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Heyet-i Merkeziyesi’ne ve zât-ı âlinize son takdim olunan iş’ârat alındı mı?

Mustafa Kemal

Cümlesi alınmıştır. Arz-ı ta’zîmat ederiz efendim.

Cafer Tayyar

— İstanbul’da Kara Vasıf Bey’le muhabere ediyor musunuz? İstanbul’da bedhâhân çok muzır cereyânlar yapmaya çalışıyorlar. Bilhassa İtilâf ve Hürriyet ve Nigehbâncılar İngilizlerle beraber pek hainâne teşebbüsâtta bulunuyorlar. Bunlara karşı Anadolu ’da her türlü imhâ edici tedâbîr alındı. Şüphesiz oraca da böyledir değil mi? Garbî Trakya’nın bildiğimiz vaziyetinde bir tebeddül var mıdır? Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Heyet-i Merkeziyesi hükümetten arzu olunan muâvenete mazhar oldu mu?.

— Buranın vaziyet-i umumiyesi dünkü gün şifre ile arz edilmiştir. Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Milliye Cemiyeti vazifesini hüsn-i ifaya çalışıyor, İstanbul ile ara sıra muhabere ediyoruz. Ve vaziyeti takip ediyoruz. Tedbir bizden muvaffakiyet Allahtan. Garbî Trakya için henüz arzu olunan muâvenet husûl bulmamıştır efendim.

1. Meb’ûsanın İstanbul’da ictimâı hakkındaki mehâlike dair mufassal mütâlaatımızı şifre olarak takdim edeceğiz. Bunun mütâlaasından sonra gerek zât-ı âlilerinizin ve gerek heyet-i merkeziyenin nokta-i nazarının sür’at-i iş’ârını ricâ ederiz.

2. Mebus intihâbı ne dereceye vâsıl oldu. Meb’ûs intihâbı hitam bulduktan sonra Trakya namına asgarî iki mümessilin Heyet-i Temsiliye’ye aza olmak üzere Edirne Heyet-i Merkeziyesi’nce intihâbı ve Heyet-i Temsiliye’ye i’zâmı lâzım gelecektir. Şimdiden bu cihetin nazar-ı teemmüle alınmasını arz ederim.

3. Matlûb muâvenet için söz vermiş olan hükümet-i merkeziyeye ma’rûzâtta bulunulacaktır.

4. Teşkilât nizamnamesi ve lâhikası Vasıf Bey tarafından gönderilecekti. Henüz alınmamış ise talep buyurulmasını ricâ ederiz.

5. Çatalca livası Trakya’ya tamamen raptolundu mu; Tekfurdağı ve Gelibolu livalarında teşkilât muhkem midir?

6. Arif Bey cevâbımızı aldıktan sonra bir mütâlaa ve harekette bulunmadı mı? Ve kendisi orada mıdır?

7. Bursa’da Bekir Sami, Bandırma’da Kâzım Beylerle muhabere ediyor musunuz?

C.

1. Şifre alındıktan sora bu bâbdaki mütâlaalar arz edilecektir.

2. Meb’usan intihâbı günden güne ilerliyor. Merkez Edirne ’de Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hukuk heyetinden Şeref, Faik, Galip Bahtiyar Beyler meb’ûs olmuşlardır. Mülhakattan da Trakya-Paşaeli heyetine merbût olan zevâtın kazanması ihtimali ziyade olduğu merkeze göre hükmediliyor. Talep edilen mümessillerin gönderilmesi Trakya-Paşaeli Müdafaa heyetine söylenecektir.

3. Garbî Trakya muhâcirleri Fransızlar tarafından müşkilât görüyorlar. Bunun için murahhaslar İstanbul’a gitmişlerdir.

4. Teşkilât nizamnamesi vardır. Lâhikası gönderilmemiştir.

5. Çatalca livası merkeze raptedilmiştir. Intihâbat mesâili, şimdiye kadar teşkilât lüzumu kadar tevsi edilememiş olduğunu ve bu hususta Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Milliye Cemiyeti’nin nazar-ı dikkati celp edildiğini arz eylerim.

6. Arif Bey’e cevâbınız elden gönderildi. Çünkü kendisi burada değildir.

7. Yusuf İzzet Paşa ve Bekir Sami Beylerle icap ettikçe muhabere icrâ ediliyor efendim.

— Fazla rahatsız etmeyeyim. Yalnız bizi sık sık tenvîr buyurmanızı hassaten ricâ ederiz kardeşim.

Mustafa Kemal

5.11.335

Vesika 293

Edirne’den, 8.11.1335

Kuvâ-yı Milliye Heyet-i Temsiliyesi’ne

Garbî Trakya ahvâli hakkında Edirne merkezinden şifre ile verilen tafsilât cevâbına şiddetle muntazırım. Garbî Trakya’nın şimal aksâmında yapılması lâbüd olan teşkilât, parasızlık sebebiyle henüz başlayamamış olduğu gibi elyevm Fransız işgal sahasındaki milis teşkilâtı da aynı sebepten müşkilâta maruzdur. Parasız hiçbir şey olamıyor. Bugün için kurtulmuş addolunabilen bu Trakya parçasının yalnız parasızlık yüzünden tekrar Yunan işgaline ma’rûz bırakılması pâyitaht için azîm tehlikeyi müeddi olacağı takdir buyuruluyorsa muâvenet-i nakdiye için vakit zayi etmeksizin tedâbîr ittihâzını ehemmiyetle tekrar istirham eylerim. Vilâyet vasıtasıyla bu bâbda Bâbıâli’ye vuku bulan mürâcaatım da henüz is’âf olunmadı. Parasız Gümülcine’deki hareket müstelzim-i hacâlet ve akamettir. Gerek bu bâbda ve gerek şimal aksâmının hal ve âtisi hakkında rey ve mütâlaaları muntazardır efendim. (Sobranya azasından: Celâl)

Birinci Kolordu Kumandanı

Cafer Tayyar

Vesika 294

Şifre

Sivas, 11.11.35

Edirne’de Birinci Kolordu Kumandanı Cafer Tayyar Beyefendi’ye

C: 8.11.35 Sobranya azasından Celâl Beyefendi’ye; Garbî Trakya’nın tamamen İslâmların elinde yekpare olarak kalması ve münasip zaman ve fırsatta anavatana iltihak eylemesi cümlemizin yegâne gayesidir. Bu sebeple bu muazzez parçanın hiçbir sebep ve bahane ile ecnebi müstemlekesi olmaya razı olmaması esastır. Hükümet-i Osmaniye’nin siyaseten buralara muâvenette bulunması müşkildir. Vahdet-i milliyeyi temsil eden Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, mütareke zamanındaki hudûdu esas kabul etmiş olduğundan Meriç’in garbını resmî bir lisanla söyleyemez. Bu sebeple maksadın istihsali için en birinci çare Garbî Trakya’da ekseriyet-i kahireyi teşkil eden dindaş ve ırkdaşlarımızın teşkilât-ı milliyelerini taazzuv ve takviye ederek Wilson prensiplerine istinâden hukuklarını talep ve istihsale çalışmalarıdır. Gerek Fransız ve gerek Yunan âmâline asla muvafakat olunmaması, ecnebi işgaline kat’iyen rıza gösterilmemesi şart-ı esasîdir. Hükümetin kuvve-i maliyesi malûmdur. Bi’l-fiil harp devam eden İzmir cephesi için bile bir muâvenet-i nakdiyede bulunacak halde değildir. Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin ise parası yoktur. Binâenaleyh Garbî Trakya teşkilâtı için menâbi-i vâridatın yine aynı topraklardan tedâriki zaruridir. Buna zât-ı âlileri gibi doğrudan doğruya alâkadar olan ashâb-ı hamiyetin çare-sâz olabileceği me’mul-i kavidir. Maahaza muhâcirînin Gümilcine havalisine gönderilmesi için hükümet-i seniyeden muâvenet-i nakdiye talep edilmiş ve bu kere de te’kiden istirhamatta bulunulmuştur. Vaziyeti olduğu gibi görerek, mevcut müşkilâta galebe etmeye ve maksad-ı mukaddesin istihsaline çalışmağa mecburuz. Cenâb-ı Hak millet-i masumemizin yüzünü elbette zât-ı âlileri gibi hamiyetkâr vatanperver mürşid ve mücahitlerin gayreti ile güldürecektir. Muntazaman tenvîr buyurulmaklığımızı ricâ ederiz kardeşim.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 295

Edirne’den, 8.11.35

Mustafa Kemal Paşa Hazretlerine

2.11.335 tarihli şifreli telgrafname-i âlileri cevâbıdır:

Garbî Trakya ahvâli: Yunanlılar İskeçe’yi Kuruçay’a kadar işgal eylemişlerdir. Kuvvetleri; beş bin yedi yüz nefer, on dört cebel topu, yirmi bir mitralyözdür. Yunanlıların vürûdundan evvel, Müslümanlar cemaat-i İslâmiye ve belediye teşkilâtı yapmışlar ve jandarmaları Müslümanlardan tayin eylemişlerdir. Müslümanların kuvve-i maneviyesi sarsılmamış ve Yunan işgali askerî bir mahiyette kalmıştır. Franchet d’Esperey ile Trakya Valisi General Charpy Yunan işgalinin muvakkat olduğunu mükerreren temîn eylemişlerdir. Gümülcine’de cemaat-i İslâmiye teşkilâtı yapılmış ve jandarma teşkilâtı da ihzâr edilmek üzeredir. Yunanlılar Yunan âmâlini tervîc ettirmek üzere İskeçe ve Gümülcine’de propagandaya ehemmiyetle devam eylemekte ve bu hususta halka mühim meblâğlar dağıtmağa çalışmaktadırlar. Cemiyetimizin gayreti bugün bunları akîm bıraktırmaktadır. Dedeağaç, Sofulu, Dimetoka, Karaağaç’ta nefs-i İslâm bulunmadığından muhâcirler nakledilmedikçe oralarda bir icrâât yapmak mümkün olamıyor. Fransızlar Müslümanlara pek müsait görünmekteler ise de asıl maksatları bu havalide yerleşmek olduğu bütün hareketlerinden anlaşılmaktadır. Bazı mütehassıs memurlar getirmişlerdir. Bulgarlar, sulh muâhedesini henüz imza etmedikleri için Bulgar idâre-i mülkiyesi Fransız kontrolü altında olarak ifa-yı vazife ediyor. Bulgarlarda kalan cebel kısmındaki dokuz kazada Bulgarlara karşı ahali-i İslâmiye’nin metânet ve maneviyatı yüksek olduğundan her halde şüphe eden Bulgarlar, o havalide bin kadar yerli münzevi olduğu halde her ihtimale karşı hazır bulunmak üzere ayrıca komite teşkilâtı yapmaktadırlar.

Ahvâl ve vaziyet-i hâzıraya karşı cemiyet-i milliye ahvâli için mütevâli teşebbüsât-ı siyasiyede bulunmakta ve inde’l-îcâb istimâl edilmek üzere zemin ve zaman ve vesâit müsaadesi nisbetinde teşkilât hazırlamaktadır. Gümülcine’de bu ayın on altısında bir kongre in’ikadı mukarrerdir. Buradan da murahhaslar bulundurulacaktır. Hükümetin muâvenet-i nakdiyesi olursa Paris’e bir heyet-i murahhasa göndermek mümkün olabilecektir. Yunan hükümeti Garbî Trakya’yı (.......) nehrinden Meriç vadisine kadar sâbık Bulgaristan idâresinin imtiyâzatına müşabih bir idâre tesis etmek ve yalnız Yunan hükümetinin himayesini kabul eylemek suretini teklif etmekte ise de, suret-i kat’iyede muvafakat gösterilmemektedir.

Muhâcirîn meselesi: Muhâcirînin muntazaman, mücehhezen nakli hususunda tertibât yapılmıştır. Hükümet-i merkeziyenin müsaade ve daha doğrusu muâvenetine intizâr olunmaktadır. Fransızlar İstanbul ve Uzunköprü murahhaslarımız tarafından mu’tâ vesâiki vize ederek mürûrlarına müsaade ediyorlar. Nakliyatın teshîl ve yolun taksiri maksadıyla karadan daha ( ) muhâcir nakliyatına müsaade verilmesi için Fransızlara mürâcaat edildi. Cevâba intizâr olunmaktadır. Dimetoka’daki Fransız kumandanı nafia köprüsünden ve Siremköy geçidinden hususî olarak mürûra müsaade etmekte olduğundan buralardan Dimetoka kazası muhâcirleri yurtlarına avdet eylemektedirler. Meriç şarkındaki iki köy kâmilen mahallerine avdet eylemiştir. Boş İslâm köylerine Bulgarlar, Şarkî Trakya Bulgarlarını yerleştirip bırakmış olduklarından avdet eden muhâcirler onlarla birlikte oturmak mecburiyetinde kalacaklardır. Bulgarlar fırsattan bi’l-istifade Şarkî Trakya’daki ( ) avdet gayesini takip ve Fransızları bu hususta ( ) etmekte iseler de tarafımızdan buna muvafakat edileceğinden bu mesele Garbî Trakya muhâcirleri kâmilen mahallerine avdet edinceye kadar maslahata göre idâre edilecektir. Yunanlılar, Trakyalı Rumlardan iki bin hane İskeçe’ye, üç bin hane Gümülcine’ye, üç bin hane Dedeağaç’a, bin beş yüz hane Sofulu’ya iskân etmek için hazırlamışlardır ve bunlara üç aylık mekûlât ve nüfus başına yüzer frank vermişlerdir. İkinci ve üçüncü kafile olarak da yirmi bin aile hazırlamak istedikleri müstahberdir.

Para meselesi: Muhâcirine muâvenet hususunda talep edilen mebâliğ hakkında henüz bir cevap alınamadı. Garbî Trakya’da hükümet teşkili için hükümet-i merkeziye vaat buyurduğu on bin liranın yalnız beş yüz lirasını vermiş ve mütebaki dokuz bin beş yüz lirayı henüz vermemiştir. Garbî Trakya’da hükümet tesisi ve yevmiye bir buçuk lira ile teşkil edilen jandarmayı idâre ve Yunan propagandalarına mukabele için paraya şiddetle ihtiyaç olup bugün bu ihtiyacı mahallinden temîn etmek adîmü’l-imkân bulunduğundan vaat edilen meblâğın acilen itasına ve bu hususta lâakal daha elli bin liranın tahsisine taraf-ı vâlâlarından da delâlet buyurulması müsterhamdır efendim.

Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Reisi

Şükrü

Vesika 296

Şifre

Sivas, 11.11.35

Edirne’de Birinci Kolordu Kumandanı Cafer Tayyar Beyefendi’ye

C: 8.11.35

Trakya-Paşaeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Riyâseti’ne:

Garbî Trakya hakkında ita buyurulan ma’lumât şâyân-ı teşekkürdür. En mühim mesele bu topraklarda ekseriyet-i kahireyi teşkil eden ırktaşlarımızın kat’iyen hiçbir ecnebi idâresi veya himayesine temâyül eylememeleridir. İlk adım olarak istiklâl veya muhtariyetlerini kazanmaya çalışmalıdırlar. Gümülcine Kongresi mukarrerâtından intizâr olunan siyasî netice budur. Devlet-i Osmaniye’nin vaziyet-i hâzırası bu ülkeler için teşebbüsât-ı siyasiyede bulunmasına müsait değildir. Ancak Wilson prensiplerini ileri sürerek ve vahdet-i tâmme ve teşkilât-ı milliyelerine istinâd ederek Garbî Trakya nâil-i istiklâl olabilir. Sulhün akdinden sonra hâsıl olacak vaziyete göre ana vatana iltihak fırsatı derpîş olunabilir. Her halde şimdilik Yunan propagandasına mümânaat, Fransızların yerleşmesine karşı adem-i hoşnûdî ikazı mühimdir. Muhâcirîn hakkında vaat edilen onbin liranın ikmâl ve mümkünse elli bin lira daha tahsisine dair hükümet-i seniye nezdinde teşebbüsâtta bulunulmuştur. Yalnız hükümetin vaziyet-i maliyesi de nazar-ı dikkate alınmak, asıl menba-ı vâridatın Garbî Trakya’dan istihsaline gayret etmek hususunda nazar-ı dikkat-i âlilerinin celbini gaye-i mukaddesin istihsali için bir vecibe addeyleriz.

İstitrâd olarak şunu da hatırlatmak isteriz ki Trakya Paşaeli Cemiyeti’nin takip edeceği meslek-i siyasî de Meriç’in şarkı, yani mütareke akdolunduğu zamanki hudûdumuz dahilinde kalmış olan aksâm-ı memâlikimizin vatan-ı Osmanî’den gayr-i kabil-i fek bir cüz’ telâkki olunması pek mühimdir.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 297

Şifre

Sivas, 11.11.35

Harbiye Nâzırı Cemal Paşa Hazretlerine

Gümülcine muhâcirlerinin mahallerine sevki için hükümet-i seniyenin vaat buyurduğu on bin liranın bir an evvel tediyesi mahallinden istirham edilmekte ve zaman geçmesinin Yunanlıların lehine olduğu zikrolunmaktadır. Garbî Trakya teşkilât-ı milliyesinin beka ve takviyesi için de mümkünse elli bin liranın tahsisi talep edilmektedir. Pâyitahtımızın emniyet ve vatanımızın âtisi ile son derece alâkadar olan bu meselede hükümet-i seniyemizin azamî muâvenet ve gayret edeceği bî-iştibâhtır. Salih Paşa Hazretleri bu cihete söz vermişlerdi. Delâlet-i devletleri hassaten istirham olunur.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Vesika 298

Beşiktaş, 1 Kânunuevvel 35

Sivas’ta K. O. 3 K.

Garbî Trakyalılar Kırcaali’de bir an evvel ihtilâl çıkararak Bulgarları koğmak ve bu vechile mahall-i mezkûru da Garbî Trakya’ya ilâve ederek ileride yapacakları teşebbüsü büyütmek ve belki de Makedonya’ya sirâyet ettirmek fikrinde olduklarından şimdiden Trakya için müteşebbis bir kumandan ile birkaç alay kumandanı istediler. Bu hususta heyet-i muhteremelerinin mütâlaalarının inbâ buyurulmasını arz ve istirham eyleriz. Bugünlerde gerek Garbî Anadolu ve gerek Anadolu berren ve bahren bize en lüzumu olan esliha ve cephaneyi nakletmek ve ( ) istiyoruz. Garbî Anadolu ile ( ) olmakla beraber nakliyata başladık. Karadeniz sahilinde İnebolu’yu münasip görüyor isek de zât-ı âlilerinin bu husustaki projesinin ve nerede ne gibi teşkilât ve tüccarlar bulunduğunun emir buyurulmasına muntazırız. Arz-ı hürmet eyleriz. (Kara Vasıf)

Mevki-i Müstahkem Kumandanı

Şevket

Vesika 299

Şifre

Zata mahsus

Sivas, 8. 12.35

Dersaadet Çanakkale Mevki-i Müstahkem Kumandanı Miralay Şevket Beyefendi’ye

C: 1.12.335

İhtilâl ile esaslaşmak mümkün değildir. Garbî Trakya ’yı istilâ etmek isteyen İngiliz, Fransız, İtalyanlara arzularını tatmîn için bir sebep tehiye edilmiş olacaktır. Bundan mâadâ Bulgarların bizimle birleşmek arzusunu izhâr etmekte oldukları bir zamanda bu hareketin hayırlı bir netice vereceği de müsteb’addır. Bunun Garbî Trakya’yı Yunanlılara işgal ettirmek için bir teşvik olması da pek muhtemeldir. Binâenaleyh vaziyetin pek esaslı tetkiki pek hayatî ve mühim bir mesele addolunmaktadır.

Garbî Anadolu’nun esliha ihtiyacı ziyadedir. Bir an evvel nakliyat şâyân-ı arzudur. İhraç iskelesi olarak biz Bafra ağzını münasip görüyoruz. Fena havalarda takalar, kayıklar barınabilir. Nehir tarîkiyle de Vezirköprü’ye kadar düz kayıklarla nakliyat mümkündür. Bu işi Üçüncü Kolordu Kumandanlığı deruhde edecek, Samsun’daki fırkasına yaptıracaktır. Yalnız vaktiyle kayıkçıların ismi, hareketten evvel eslihanın cinsi ve miktarı hususunda mezkûr kumandanlığa ma’lumât ita kılınması lâzımdır. Hatta dahilde tüccar eşyası olarak nakli mutasavver olduğundan bu bâbda Üçüncü Kolordu Kumandanlığı ile serian anlaşıldıktan sora belki de bir arkadaşın Samsun’a gelerek vaziyeti mahallinde tespit ve takrir etmesi daha sâlim olacaktır.

Heyet-i Temsiliye namına

Mustafa Kemal

Geri
İleri