Engel Biziz Derneği, Zorlu bir akıntıya karşı yüzme yarışına katılan bir çocuk. Hem de otizmli... Sponsor arayışında olan `Tuna Balığı`nın bu çağrısını da söyleşimiz vesilesiyle paylaşmak istiyoruz.

Çanakkale Boğazını geçerek gümüş madalya kazanan sevgili Tuna ve annesi Gül Nur Tunca’ya konuk oluyoruz bu haftaki söyleşimizde.

Zorlu bir akıntıya karşı yüzme yarışına katılan bir çocuk. Hem de otizmli... Sponsor arayışında olan `Tuna Balığı`nın bu çağrısını da söyleşimiz vesilesiyle paylaşmak istiyoruz.

Evet doğru okudunuz. Ve eğer desteklenirse kim bilir daha nice yarışlara katılıp madalyalarına yenilerini ekleyebilecek. Peki bu başarıları art arda getiren bugünlere gelene kadar yaşananlar? İşte bu meraktan yola çıkarak Çanakkale Boğazı’nı dereceye girerek geçen sevgili Tuna ve annesi Gül Nur Tunca’ya konuk oluyoruz bu haftaki söyleşimizde.

Öncelikle o güne tekrar geri dönelim. Hep beraber yarışma anını yaşayalım istiyoruz. Bir anne olarak yüreğiniz nasıl dayandı? Neler hissettiniz?

Yarışma sabahı Tuna 625 yüzücü ile birlikte, Çanakkale Limanı'ndan arabalı vapura binip, yarışın başlayacağı Eceabat'a doğru yola çıkınca müthiş heyecanlandım. O güne kadar; “Olur mu? Olmaz mı? Olursa nasıl olur?” gibi bir sürü soru kafamda dolaşıp durmuştu. Tam o an "Oluyordu!” Arabalı vapur gözden kaybolunca öylece kaldığımı hatırlıyorum.

Limanda beklemeye başladım, startın verildiği zamandan yaklaşık yarım saat sonra yüzücüler açıkta görünmeye başladılar. Akıntıya kapılan yüzücüler teknelere alınıyorlardı. Bitişe doğru yaklaşan yüzücüler vardı. Yüzerken -yarışma organizasyonunun dağıttığı sarı boneleri ile- hepsi birbirinin aynısıydı. İçlerinde Tuna'yı tanımam çok zordu. Anlatması çok güç duygular yaşıyordum. Sonra birden yüzme stili Tuna’ya benzeyen bir yüzücünün bitişe doğru yaklaştığını gördüm. Aman tanrım Tuna geliyordu. "Bu benim oğlum!!!” diye bağırdığımı hatırlıyorum... İnanın şu an bunları anlatırken bile o duyguları yaşıyorum, gözlerim doluyor; Müthiş! Müthişti...

Sonra şaşkınlık yaşadığımı hatırlıyorum, Tuna ile birlikte yarışan antrenörümüz Mert Onaran, Tuna'nın çok iyi bir yarış çıkardığını kürsü görebileceğini söyledi. İnanamadım, Çanakkale'ye giderken hedefimiz yarışı bitirmekti. Bir de üstüne kürsü görecek olması inanılmazdı. 6500 metreyi 57 dakikada tamamlamış ve engelli klasmanında gümüş madalya kazanmıştı. Üstelik genel klasman birincisi ile arasında sadece 13 dakika farkla yarışı bitirmişti. 625 kişi arasında 122. olmuştu.

Başarının ardında yatan seneler... Tuna’nın karşılıklı ilişkilerinde söylenenlere, uyaranlara tepki vermediği dönemler olmuştur sanırız. Nasıl geçti ilk yıllar? Otizmle tanışmanız ve otizmce konuşmaya karar vermeniz hangi zamanlara denk düşüyor?

Önce otizmin ne olduğunu anlamaya çalıştık tabi ki, bilmiyorduk ki. Anlamaya çalışırken, oğlumuz bize uygulamalı olarak öğretmek için çabalıyormuş aslında ama ona "engelli" etiketi yapıştırıldığı için biz de çok yanıldık bu süreçte. Hem toplumun "engelli" kelimesine ön yargılı ve ötekileştirici yaklaşımı, hem de bizim otizm hakkında bilgi edinirken ki geçen süreç çok sancılıydı. Tuna iki buçuk yaşında tanı aldı. Otizm yaşamın ilk 3 yılında ortaya çıkan nöro gelişimsel bir farklılık. Genlerin neden olduğuna yönelik çok yoğun çalışmalar var ancak nedeni henüz tam olarak bilinmiyor. Otizmli bireylerin topluma entegre olması ve hayatlarını bağımsız sürdürebilmeleri için gereken en önemli yöntem erken yaşta başlayan yoğun ve bireyselleştirilmiş özel eğitim.

Tuna'nın sadece farklı olduğunu ve dünyayı bizim gibi algılamadığını anlayıp, onu olduğu gibi kabul edince ve doğru öğretim yöntemlerini uygulamaya başlayınca yol almaya başladık. Tabi önce Tuna ve sonra da biz nefes almaya başladık.

Öncelik; çocuğunuzu olduğu gibi kabul edip, yapabildiklerine odaklanmak aslında. Biz bunları sanırım Tuna altı ya da yedi yaşında yapmaya başladık. Yani yaklaşık 5 yıl çok kaotik geçmiş hepimiz için. Bizler otizmceyi öğrenince kolaylaştı hayatımız.

Bütün bu aşamaları geçtikten sonra, toplumu bilinçlendirmek için en büyük görevin yine bizlere düştüğünü fark ettik. Zırhlarımızı giyip (daha az incinmek için) farklı olmanın ve "her şeye rağmen" var olmanın gururu ile meydanlara çıkıyoruz artık. Otizmi/otizmceyi hiç bilmeyen kişilerin -bilinmeze karşı olan korkularını ve ön yargılarını- kırmak zorundayız çünkü.

Büyük şehrin olanakları çoktur derler. Tuna otizm tanısı aldıktan sonra bu fikrin yaşamınızda nasıl yansımaları oldu?

Tuna, otizm tanısı aldığında da İzmir’de yaşıyorduk. Hemen İzmir’de yoğun özel eğitime başladık. Üç buçuk yaşına geldiğinde akran etkileşiminin önemini dikkate alarak ana okuluna da başlattık.

Anaokulunda kaynaştırma süreci çok zor olmuyor. Okullar çocuğunuzu daha kolay kabul ediyorlar ama yıllar geçip, çocuğunuz ilköğretim yaşına gelince, önünüze duvarlar örülmeye başlıyor. Kolejlerde klişe cümle "Okulumuzda çocuğunuza uygun program yok.” Devlet okullarında da klişe "Kontenjanım dolu ya da öğretmenlerim bu konuda yeterli değil!” Ve siz çocuğunuzun akranlarıyla birlikte olmak istediğini ve ne kadar yol aldığını görüyorsunuz, bunlar size söylenirken. Hissettiğim çaresizlik duygusu çok çok kötüydü bu dönemde.

Gelelim okul hayatına. İstanbul’da TOHUM Otizm Vakfı’nda başlayan Tuna’nın eğitimi şimdi bir devlet okulunda devam ediyor. Ama bu süreçlerde hep siz yanındaydınız. Hem fiziksel hem de duygusal olarak. Otizmcede okul ve okullu olmak nedir, nasıldır?

Aslında İstanbulluyuz ama eşimin ve benim işlerimizden dolayı İzmir’de yaşıyorduk. Tuna doğduğunda İzmir’deydik ve biz İzmir’i çok seviyorduk. Ancak kendimizi özel eğitim konusunda geliştirdikçe arayışlar içine girdik ve Tuna'nın İstanbul’da Tohum Otizm Vakfı'nda eğitim almasının çok iyi olacağına karar verdik. Sonuçta söz konusu olan çocuğumuzdu ve onun doğru bir eğitimle öğrenebildiğini biliyorduk. Doğru eğitime ulaşmak için gemileri yakıp, İstanbul'a dönme kararı aldık. Tohum'a kayıt olmak çok kolay değildi. Hem kontenjanı sınırlı hem de ücretleri çok yüksekti. Ama dedim ya gemileri yakmıştık bir kere.

İstanbul’da part-time çalışmaya devam ettim. Eşim İlkay, İzmir’de kalmak zorunda kaldı. Tuna Tohum Vakfı'na devam etmeye başladı ve evimize yakın bir devlet okulunda da kaynaştırma öğrencisi olarak ilkokul eğitimine başladı. İşte tam bu dönemde Tuna'nın hep yanında olmak ve eğitim sürecine dahil olmak istedim. O zaman fark ettim ki, ebeveynlerden birinin kesinlikle bu süreçlerde hep çocuğun yanında olması gerekiyor ve diğer ebeveynin de görünmez kahraman olarak -burada kahramanımız eşim İlkay oluyor- bir sürü sorumluluk alması gerekiyor.

Kariyerimi bırakıp, Tuna'nın bir anlamda eğitim ve yaşam koçu olmaya karar verdim; iyi ki de vermişim. Çünkü özel eğitim dediğiniz şey yapılandırılmış bir ortamda çocuğun günde birkaç saat aldığı bir eğitim modeli değil sadece. Bunu hayatın her anında uygulamanız gerekiyor.

Diğer taraftan devlet okullarındaki kaynaştırma sürecinde de öğretmenler ve çocuğunuzun sınıf arkadaşlarını devamlı bilgilendirmeniz gerekiyor. Özellikle kaynaştırma süreci çok kolay geçmiyor. Öğretmenler "iyi niyetli olsalar bile" otizm konusunda çok bilgili değiller maalesef.

Tuna şu an bir devlet lisesine devam ediyor, benim de okulu otizm konusunda bilinçlendirme çabalarım hala devam ediyor.

İzmir ve İstanbul’u karşılaştırmanızı istesek. Mesela ben Tuna’yı zeytin ağaçları arasında bisiklete binerken hayal ediyorum. Sizleri de bahçeli bir ev içinde daha keyifli. Peki ya gerçekler?

İstanbul’da iki yıl yaşayabildik. Tuna gayet iyi gidiyordu ama İzmir’den sonra İstanbul bize çok zor gelmişti; hem maddi anlamda hem de yaşam şekli olarak. İzmir burnumuzda tütüyordu. Ayrıca Tuna babası ile çok sık birlikte olamıyordu. Otizmle yaşamanın "bir yaşam modeli olduğunu" ve bunu İzmir’de çok daha keyifli ve kolay yapabileceğimizi düşündük ve İzmir'e geri döndük.

Sizin Tuna'yı hayal etme biçiminiz gerçeğe çok yakın aslında. Tam olarak bahçeli bir ev değil ama bahçeli bir apartman bizimkisi. Yaşadığımız bölge Güzelbahçe; hala yeşilin ve mavinin çok olduğu ve her yağmurdan sonra gök kuşağının çıktığı bir yer.

Buraya ilk geldiğimizde, evimize çok yakın bir köy pazarına gitmeye başladık. İstanbul’dan sonra sadece bu pazar bile hepimiz için tam bir terapi oluyordu. Bir gün pazardayız, Tuna köylü teyzelerin tezgahından meyve alıp yemek istedi. Tuna’yı uyardım "Bu yaptığın doğru değil, izin almadan ve parasını ödemeden alıp yiyemezsin" dedim. Köylü teyze hemen müdahale etti ve Tuna'ya bir meyve uzatıp "Yi çocum yi" dedi bana da dönüp "Çocuğun yediği yerde bereket olur, elleme oğlumu" dedi. İşte tam da bu yüzden seviyoruz buraları biz...

Söyleşimizin başındaki sohbete yeniden dönersek. Tuna, ismiyle anılan bir lakaba sahip. Tuna balığı! Bir de Atlantis’ten gelen çocuk var okuduklarım arasında. Karada konuşmayı pek sevmeyen oğlunuzun suyun altında çenesinin düştüğü söyleniyor hatta. Yüzme, Tuna için ne ifade ediyor?

Sanırım üç buçuk yaşındaydı Tuna, büyük havuzuna kolluksuz atladı. Eyvah! dedim, ama bir baktım yüzüyor... Yüzebileceğini bildiği için kolluksuz atlamış, garanticidir çünkü. Otizmin belirtilerinden biri de geciken konuşma becerisidir. Tuna da konuşmaya geç başladı ama denizde ya da havuzda daldığında su altında hep konuştuğunu fark ettik. Atlantis'ten getirdiği alışkanlığı sanırım :)) Ayrıca gemiler çok ilgisini çekiyor, bir de denizde de gidebilen kara taşıtları :)

Suda olmayı, yüzmeyi çok sevdiğinin hep farkındaydık. Ve bunu, antrenörümüz Mert Onaran hayatımıza girene kadar, terapi ve sosyalleşme amaçlı hep kullandık. Bundan tam üç buçuk yıl önce Mert Hoca ile ilk yüzme derslerine başladıklarında Mert Hoca'nın ilk sözü, "Tuna suyu çok seviyor bu müthiş bir avantaj" olmuştu. Tuna'nın lakabı olan "Tuna Balığı"nın (Tuna the Fish) isim babası Mert Hoca 'dır.

Deniz ya da havuzda saatlerce kalabilir, yüzebilir. Bence yüzme, bizim anladığımızdan çok daha fazla şey ifade ediyor Tuna için. Bizim anladığımız ve gözlemlediğimiz bölüm ise; lisanslı yüzücü olduktan sonra her gün çift yüzme antrenmanı yapması, yarışlara gitmesi Tuna'ya sosyalleşmesi açısından müthiş artılar sağladı. Madalyalar kazanması öz güvenini arttırdı. Ve tabi ki en önemlisi de antrenörü Mert Hoca’yı görünce gözlerinin içinin gülmesi, onu model alması ve onun disiplinine uyum sağlaması.

Şimdiye kadar katıldığınız yarışları ve geleceğe dair planlarınızdan bahsedebilir misiniz?

Bahsettiğim gibi Tuna üç buçuk yıl önce yüzme dersi almaya başladı. Başladıktan sadece 6 ay sonra lisanslı yüzücü oldu ve TÖSSFED (Türkiye Özel Sporcular Federasyonu) bölge yarışlarına katıldı. 2016’da ki ilk yarışında, biz yine -Çanakkale’de yaptığımız gibi- diskalifiye olmasın yarışı bitirsin diye hedeflerken 200 metre serbest de bronz madalya kazandı. 2017’de 200 metre serbest de altın madalya ve 2018’de 100 metre serbest de de gümüş madalya kazandı.

Mert Hoca devamlı Tuna'nın çok güçlü olduğunu ve rahatlıkla açık su uzun mesafe yüzebileceğini söylüyordu. Bunun üzerine 30 Ağustos 2018’de Çanakkale Boğazı yarışına katılma kararı aldık ve Tuna'nın başarısı açık su yarışlarına da odaklanmamız konusunda bizi çok motive etti.

En son 30 Aralık 2018’de İzmir Özdere’de yapılan Marathon Maters Kış Kupası Açık Su yarışına katıldı. 1500 metreyi 17 dakika ile tamamlayıp, engelli klasmanında altın madalya aldı. Bu yarışta da 102 yüzücü arasında 27. oldu.

TÖSSFED havuz yarışlarına hazırlıkları devam ediyor.

Aynı zamanda da yüzmekten çok keyif aldığı ve başarılı olduğu ulusal ve uluslararası açık su yarışlarına da katılmasını çok istiyoruz. Bunun için sponsorlara ihtiyacımız var ama. Buradan da duyurumu yapmış olayım.

Son olarak otizmle yeni tanışmış olanlar için neler önerirsiniz? Okuma listelerine alacakları kitaplar, izlemelerinin etkisi olacağını düşündüğünüz filmler de olursa ne güzel olur...

Öncelikle içine girecekleri çaresizlikten bir an önce kurtulup, otizmin ne olduğunu çocuklarının konuştuğu otizmceyi (sözlü iletişim şart değil, beden dili, davranışlar da çok ipucu veriyor) öncelikle kendileri öğrenmeliler. Çocuklarını olduğu gibi kabul edip, çok iyi gözlem yapmalılar, ondan gelen sonsuz sevgiye hemen yanıt vermeliler. Doğru eğitimciye ulaşırken ki kriterleri doğru belirlemeleri için, önce kendilerinin bu konuda yeterince donanımlı olmaları gerekiyor. Unutmasınlar ki; öğrenemeyen otizmli yoktur, öğretilemeyen otizmli vardır.

Bu söylediklerimin hiç de kolay olmadığını çok iyi biliyorum ama bunları ne kadar önce yaparlarsa, o kadar hızlı yol almaya başlayacaklardır. Otizm zaman kaybını hiç affetmiyor çünkü.

Aklıma ilk gelen beni etkileyen filmler; Temple Grandin, The Story of Luke, Mozard and the Whale.

Faydalandığım kitaplardan bazıları; Benimle Oynar mısın?, Buraya İmzanızı Atınız, Resimlerle Düşünmek, Otizmli Çocuklara Konuşma Becerilerinin Öğretimi, SOS Otizm ve İletişim Problemi Olan Çocukların Eğitimi.

Engelliliğe bakış açımızda bu sohbetlerin kıymeti öyle büyük ki. Bu sohbetlerimizin sadece haberdar eden bir içeriğe değil deneyimlerle geliştiren ve büyüten paylaşımlar olduğuna inanıyoruz. Bu vesileyle bizlerle içtenlikle yaptığınız paylaşımlar için çok teşekkür ederiz. Dört yapraklı yoncalarımız sizlerle daha da büyüyor. Yaşadığımız süreçlerde en büyük motivasyon kaynağımız sizler oldunuz. İyi ki varsınız. Çok teşekkürler.

About

About

About

About

About

About